[Baharda Yaprak Dökümü yazısının bir önceki bölümüne (“Kemal Okuyan, Aydemir Güler ve 7 Haziran”) şuradan ulaşabilirsiniz.]

Geldik son ve durumu en hazin jüri üyesine, Metin Çulhaoğlu’na. Herşeyden önce şunu vurgulamamız gerekiyor: HDP’ye oy vermeyecek olmasına içtenlikle üzülüyoruz. Günlerdir bu yanlışını rasyonalize etmek için acınası bir çaba içinde olmasına da gerçekten, içtenlikle ayrıca üzülüyoruz. Hele Kürt halkına düşmanlığından dolayı HDP düşmanı olan kaşarlı burjuva şovenlerin arasından bile HDP’ye oy verilmeli diyenlerin çıkmaya başladığı bugün…

Eğer Metin Çulhaoğlu, seçimde HDP’ye oy vermeme konusunda Kemal Okuyan ve Aydemir Güler’le hemfikirse, isterse anlaştıkları bu konunun dışında iki yüz elli başka konuda onlarla anlaşamıyor olsun, anlaşamadıkları bu konuların ne bugün için ne yarın için zerrece bir önemi kalmamıştır. Hele yorganın gidip kavganın bittiği 7 Haziran’dan sonra, geçen yıl niçin ayrıldıklarını kendilerine bile zor izah edeceklerdir. Bu arada TKP ismini niçin mundar ettiklerini, mundar ettikleri ismi bir de bir burjuva kurumunun kasasına niçin emanet ettiklerini soranlara açıklayamayacaklardır.

*

Metin Çulhaoğlu’nun yayınladığı son yazılarından bazılarını (ilerihaber.org) ele almak istiyoruz. Seçimle alakasız ve boş boş konuştuğu yazıları bizi ilgilendirmiyor. Seçimi ilgilendiren konularda ise esasında aynayla konuşuyor, insanda kendini ikna etmeye çalışıyor gibi bir his uyandırıyor.

§.1. Metin Çulhaoğlu bu sitede 07/03/2015 tarihinde yayınlanan “Haziran öncesi ve sonrası” başlıklı yazısında şöyle diyor:

“Haziran seçimleri sonucunda ister AKP mecliste arzu ettiği çoğunluğu sağlasın, ister “meclis aritmetiği” AKP’yi zor duruma düşürecek ölçüde değişsin, Türkiye’nin seçimlerle ya da bir başka kanaldan “istikrarlı”, “huzurlu”, “suların durulduğu” bir döneme açılması mümkün görünmemektedir.”

Allahını seversen bari sen şu “Yehovacılara” katılma, “meclis aritmetiğinin AKP’yi zor duruma düşürecek ölçüde değişmesi” deme, “HDP meclise girerse” de. Neyse… Metin Çulhaoğlu burada ne diyor? “HDP barajı aşsın veya aşamasın Türkiye’ye istikrar, huzur gelmez, ülkede sular durulmaz”, diyor. Yani okuru aptal yerine koyuyor. Bu yazısını okuyacak bir tek solcu, sosyalist, devrimci bile 7 Haziran seçiminin Türkiye’ye istikrar, huzur getireceğini, suları durultacağını düşünmez. Bırakın dingin bir ortama kavuşmak arzusunu, tam aksine solcular, sosyalistler, devrimciler HDP barajı aşarsa baraj tarihin çöplüğüne gideceği için, çok sayıda HDP milletvekilinin meclise girmesiyle AKP’nin alacağı yara sayesinde sol muhalefet bugüne göre çok daha olumlu koşullarda savaşacağı için, yepyeni kavgalara başlayacağı için HDP’ye oy verecekler. Seçimlerin Türkiye’ye istikrar ve huzur getireceğini düşünen safdiller bu yanlışlarını zaten onun yazısını okuyarak düzeltmez. Metin Çulhaoğlu seçimi, ülkeyi istikrara kavuşturamayacağı için küçümsüyor. Elbette esas derdi başka, HDP’ye atmayacağı oyu küçümsemek…Küçümsemesi devam ediyor:

“Geçenlerde sorulmuştu: “Önümüzdeki seçimlerin bugüne kadarki en önemli seçimler olduğunu söyleyebilir miyiz?” Yanıt şöyle olmalı: Kesintisiz kriz ortamının daha farklı bir düzleme taşınması, kendine yeni bir “çerçeve” bulması açısından önemli olabilir; ama “Türkiye’nin siyasal çehresinin değişmesi”, “ülkeye siyasal istikrar gelmesi” falan deniyorsa bu seçimler o kadar önemli değildir.”

Gerçekten, akla gelebilecek her tür “meclis aritmetiğini” gözeterek düşünelim: Bu “aritmetiklerden” herhangi birinin, yaklaşan ekonomik darboğazları (çöküşü?), giderek tırmanacak olan işsizliği, yeni ve yüksek riskli dış politika maceralarını önleyip Kürt sorununa şu malum “çatışmasızlık ortamı” ötesinde gerçek ve kalıcı bir çözüm getireceğini söyleyebilir miyiz?”

Akla gelebilecek her tür meclis aritmetiğine” kafanı yorma, HDP’nin barajı geçtiğini düşün yeter. Yineleyelim: Hiçbir solcu, sosyalist, devrimci, bu seçimin sonucunda ülkenin siyasal istikrara kavuşacağını, ekonomik darboğazdan çıkacağını, işsizliğin azalacağını, dış politikanın risksiz bir çizgiye çekileceğini, Kürt “sorununa” gerçek ve kalıcı bir çözüm getirileceğini düşünmez. Metin Çulhaoğlu, önce hayali bir görüş uyduruyor, sonra da hiçbir solcunun aklına gelmeyen bu hayali görüşün yanlış olduğunu söylüyor. Bravo !

İnsanlar AKP rejimini iktidarda tutmak veya iktidardan düşürmek için oy atacaklar. Metin Çulhaoğlu bizi bu kadar basit bir gerçeği yazmak zorunda bıraktığı için utanmalı. Galiba istikrarlı, huzurlu, dingin bir emeklilik arzu ettiği için ve sonucu ne olursa olsun seçimler ona böyle bir gelecek veremeyeceği için seçimleri önemsiz kılacak bir bağlam icadediyor. Tabii aslında, bu bağlamda, “bu kadar önemsiz bir seçimde HDP’ye oy vermeye değmez” demiş oluyor.

Sonuçta söyleyeceğini söylüyor:

“Neticede şunu söylemiş oluyoruz:
HDP’nin barajı aşamaması, AKP’nin meclis eliyle her işi kendi istediği gibi (Anayasa, başkanlık sistemi vb.) götürmesi durumunda, ülkeyi böyle bir iktidara dar etme olanakları ziyadesiyle vardır. Ha HDP meclise girer de AKP’nin abuk subuk işlerine hangi gerekçeyle olursa olsun payandalık yolunu seçerse, bu kez pek çok kafa karışıklığı ortadan kalkmış, ak koyun kara koyun belli olmuş olacaktır. Bu da Türkiye soluna daha elverişli ortamlar sağlayacaktır.”

Bu paragrafta, “HDP barajı aşamazsa hata yapıp HDP’ye oy verenler bile üzülmesinler, AKP’yle savaşmak için bol olanak vardır”, diyor. Bir siyasi lider “ülkeyi iktidara dar etme olanakları ziyadesiyle vardır” deyip geçemez. Liderliğin tanımı ona böyle bir izin vermez. Bu olanakları tek tek sayacaksın, dokuz sözcüklü laf cambazlığıyla değil, 1, 2, 3 diye tek tek sayacaksın, ki biz nerede nasıl savaşacağımızı tam olarak öğrenelim. Peki HDP ya barajı aşıp meclise girerse? “AKP’nin abuk subuk işlerine payandalık yolunu” seçmesi şartıyla bu da çok iyi olur! Niçin? Çünkü meclise giren HDP AKP’ye destek olursa Türkiye solu daha elverişli ortamlara kavuşacakmış. Diyelim HDP barajı aştı, meclise girdi ve AKP’ye destek verdi. Bu destek bütün bir toplum için kötüdür. Metin Çulhaoğlu ise, “toplumu boş ver böyle bir destek kafa karışıklığının ortadan kalkması için iyidir”, diyor. Bu arada küçük bir not: AKP son on beş yılda hiçbir abuk sabuk iş yapmamıştır. Genel stratejisine en küçük ayrıntılarına kadar uymuş, ortaya çıkan her beklenmedik gelişmede ve siyasi sorunda iktidarının hayatta kalması veya devamı için taktiksel olarak gerekeni ve mümkünü yapmıştır. Metin Çulhaoğlu “abuk subuk” diyerek bunu anlamadığını söylemiş oluyor. Yazısının alıntılanmaya değer son bölümünde Metin Çulhaoğlu şöyle diyor:

“Faşizmin önlenmesini” bütünüyle kendi dışındaki güçler arasındaki dengelere, bu arada “meclis aritmetiğine” havale etmişsen geçmiş olsun; korkulan başa gelecektir.”

Bu kez birşeyleri geriletmek yerine birşeyleri önlemekten bahsediyor. Bu seferki HDP’ye oy vermeme bahanesi çok yaratıcı ve yaratıcı olduğu ölçüde de mantıktan yoksun ve uyduruk: “HDP’ye oy verip başka bir şey yapmazsan faşizm gelir”. Kullandığı “bütünüyle” sözcüğü ancak ve ancak “başka bir şey yapmamak” fiilinin yerine kullanılmış olabilir. İsteyen dediğini bir kez daha okusun. Zaten HDP’ye oy verecek binlerce solcu, sosyalist devrimci de ilerici kamuoyuna aynı şeyi söylüyor, “HDP’ye oy ver, başka bir şey yapma, faşizm gelsin”.

Metin Çulhaoğlu’na soruyoruz: HDP’ye oy vermekle başka bir şey yapmamak arasında nasıl bir mantıksal bağlantı kurulabilir? Fabrikalar orada, meydanlar orada, sokaklar orada, hiçbiri bir yere kaçmıyor. Seni ne engelliyor? Git istediğin eylemi yap ! Biz de katılırız. Ama 7 Haziran’da da sandığa gidip AKP yerine HDP’ye oy ver !

§.2. Metin Çulhaoğlu aynı sitede 17/03/2015 tarihli “Yanlış, suç ve günah” başlıklı yazısını şöyle bitiriyor:

“Önümüzdeki seçimlerin önemi var mı yok mu?
Önemliyse, bu seçimlerde ne yapmak gerekir?
Bu soruların yanıtına da cüret edemiyoruz.
Çünkü örneğin Kürt siyaseti söz konusu olduğunda alınan referansa göre sırasıyla “yanlış”, “suç” ve “günah” olabilen yanıtlar, Türkiye sol hareketi gözünde herhangi bir referans da olmadan aynı anda hem yanlış, hem suç hem de günah sayılabilmektedir.
Tövbe tövbe…”

Metin Bey, biz cüret ediyoruz ve söylüyoruz: Önümüzdeki seçimlerin önemi var ve bu seçimlerde HDP’ye oy vermek lazım. Söyleyen biz olalım, yazan sen ol. İster yorumlu ister yorumsuz, bizi referans göstererek yaz. Yanlışı da biz yapmış olalım, suçu da biz işlemiş olalım, günaha da biz girmiş olalım, istersen tövbeyi yine sen et.

§.3. Yine aynı sitede 21/03/2015 tarihinde yayınlanan “Sadece soru” başlıklı yazısı, içinde HDP’ye HDP demek medeni cesaretini gösterdiği için bile önemli:

Yazı şöyle başlıyor : “Eskiden sıkça kullanırdık: ‘Siyasette boşluk, onu yaratarak doldurulur…’” Özür dileriz, belki kullananlar vardır, biz bilmiyoruz, ama biz böyle bir laf hiç duymadık. “Siyaset boşluk tanımaz” diye bir laf çok duyduk ve kullandık. Bu iki lafın ikisi de doğruysa garip ve tehlikeli bir olasılık ortaya çıkıyor: Siyasette her şey tıkır tıkır giderken rahatlık bize batacak ve boşluk yaratmak gerektiği için siyasetin boşluk tanımadığını bile bile boşluk yaratacağız, sonra da onu dolduracağız. Dolduramazsak yandık, “pardon olmadı ya, her şeyin tıkır tıkır işlediği önceki duruma geri dönelim” gibi bir şansımız da yok, çünkü başta bizzat bizim bilerek ve isteyerek yarattığımız boşluğu başkaları dolduracak, zira siyaset boşluk tanımıyor. Ama Metin Çulhaoğlu tam kafamızı biraz toparladık derken, iyice karıştırıyor: “İşin zor olan kısmı, “boşluğu yaratmak”tır; boşluk “yaratıldıktan” sonra, doldurmak o kadar zor değildir.” Yani boşluk yaratmak zormuş, boşluk doldurmak kolaymış. Biz tam tersini, boşluk yaratmanın kolay, boşluk doldurmanın zor olduğunu düşünüyorduk. Özellikle son otuz yıldır Türkiye sol/sosyalist hareketi boşluk yaratma konusunda uzmanlaşmış, ustalaşmış ve büyük deneyim kazanmıştır. Yarattığı boşluğu doldurmak konusunda ise maalesef çok başarısız olmuştur, bu boşluğu hep başkaları doldurmuştur.

Şimdi Metin Çulhaoğlu iyice anlaşılmaz bir hale geldiğini farkediyor ve kendini, “Neyse, işi muamma haline getirmeden meramımızı kısaca özetleyelim: Bugün Türkiye sosyalist hareketi, kendine bir alan bulmak, var olduğu alanı genişletmek, son dönemin deyişiyle “ülkedeki beşinci siyasal güç konumuna gelmek” zorundadır. Bu da “boşluk yaratarak” ve onu “doldurarak” gerçekleştirilebilir. Gelgelelim, Türkiye sosyalist hareketi özellikle şimdiki döneminde kendi yapabileceklerinin, kendi öznel etkinlik ve girişimlerinin ötesinde “görece elverişli” denebilecek ortamlara da muhtaçtır” demek zorunda hissediyor. Son cümlede gerekli olduğunu söylediği “görece elverişli” ortamlar aklımıza sadece fabrika, sokak, ve parlamentoyu getiriyor. Ne yapalım belki de hayal gücümüz sınırlı. “Öznel etkinlik ve girişimler” deyince de aklımıza sosyal medya, internet siteleri, google falan geliyor. Yani, “Fabrikayı, sokağı, parlamentoyu boşaltalım, sonra yine ama bu kez daha iyi dolduralım, facebook’ta, internet sitelerinde filan daha çok haberleşelim, yeni siteler açalım, daha sık telefonlaşalım, twitleşelim” diyor.

Önce hatırladığı eski bir sözden başladı. Sonra bir noktaya dikkat çekti. Kendi sözcükleriyle “işi muamma haline getirmeden” meramını yukarıdaki paragrafta yazıldığı şekilde özetledikten sonra şimdi artık daha açık konuşmaya karar verdi: “Daha açık konuşalım: Ülkedeki başat siyasal güçlerin niyet ve eylemliliklerinin bir bileşkesi olarak ortaya çıkan genel durum ya da ortam, sosyalist hareketin kendisi için bir boşluk yaratıp onu doldurması açısından elverişli olabilir de olmayabilir de…” Şimdi bu iyi haber mi, kötü haber mi? İyi haberse ne yapmamız lazım, kötü haberse ne yapmamız lazım? Biraz kapalı konuşsa kendimizi geri zekalı hissetmeyeceğiz, ama bu kadar açık ve billur gibi konuşunca insan ister istemez kendini kötü hissediyor. Neyse…Pek bir şey anlamadık ama aynen katılıyoruz. Biraz daha sabredelim, Çulhaoğlu zaten “Yazı uzamayacak” diye müjde veriyor ve baklayı ağzından çıkarıyor:

“Başka pek çok faktör, parametre, vb. devreye sokulabilse bile, konuya belirli bir soyutlama düzeyinde bakıldığında Haziran sonrası için iki ayrı tablodan ya da ortamdan söz etmek mümkündür. Şöyle:

1) HDP barajı aşmıştır. 50-60, artık her ne kadarsa önemli sayıda TBMM üyesine sahiptir. Seçimlerden birinci parti olarak çıkacağı ve TBMM’de en fazla sayıda milletvekiline sahip olacağı kesin AKP ile flört etmekte/didişmekte, müzakereye oturmakta/masa devirmekte, pazarlıklar yapmakta/anlaşmakta/anlaşamamakta, “Sen başkan falan olamazsın” sözünden ödün vermekte/bu sözde diretmektedir, vesaire, vesaire…

2) HDP barajı aşamamıştır. Seçimleri “gayrı meşru” ilan etmiş, “B planına” geçmiş, büyük ölçüde kendi bölgesine çekilmiş, “demokratik özerklik” çerçevesinde fiili uygulamalar başlatmış, kendi programını de facto (fiilen) uygulamaya koymuştur. Siyasal iktidar/güç de “yaptırtmayız, ettirtmeyiz” diye üzerine üzerine gitmekte, Türkiye’deki siyasal yaşamın tamamına bu gerilim damga vurmaktadır.”

İnsan yazının yeni bir bölümüne “Başka pek çok faktör, parametre, vb. devreye sokulabilse bile”, diyerek başlarsa, bu pek çok şeylerden bir iki örnek verir. Kafasındakileri biz nereden bilelim?

Esasa gelelim. Metin Çulhaoğlu Haziran sonrası için iki ayrı tablo veriyor. Oysa 7 Haziran akşamı opaktır. Işık geçirmediği için sonrası görülemiyor. Ülkenin bu günden sonra zifiri bir karanlığa gömülmesi ciddi bir olasılıktır. Boşluk yaratma/yaratılan boşluğu doldurma gibi cambazlıkların sırası değildir. Ama Metin Çulhaoğlu sanki 8 Haziran sonrasını görüyormuş gibi iki senaryo uyduruyor. Olan bitenin farkında değil. Başka bir yazısının bir yerinde de, BHH için konuşurken, “7 Haziran’a kadar sergilenecek performans 7 Haziran sonrasını önemli ölçüde belirleyecektir”, diyor (Yukarıda ele aldığımız yazı: “Haziran öncesi ve sonrası”). 7 Haziran akşamının opaklığına kafası basmıyor, 7 Haziran sonrası için spekülasyona yöneliyor. Seçimin tarihsel önemini ya kavramıyor, ya da görmezden geliyor. Hele HDP’nin barajı aşmasıyla barajın çökmesi arasındaki ilişkiyi hiç görmüyor. Barajın çökmesiyle, burjuva demokrasisinin biraz genişlemesiyle, hem devrimciler için hem de genel toplumsal muhalefet için daha olumlu savaş koşullarının doğacağının da bilincinde değil. Bu seçimden herhangi sıradan bir seçimden bahseder gibi bahsediyor. Birinci senaryosuna göre, HDP barajı aşmıştır, önemli sayıda milletvekiline sahiptir, “AKP ile flört etmektedir/didişmektedir”. Bugün didişiyor ama flört etmiyor, yarın eli daha güçlü olacak ve daha iyi didişecektir. Veriler bunu gösteriyor. Yarın flört edeceğine dair veri yoktur. “Yarın AKP’yle flört edebilir, anlaşabilir” diye sanki bugünden flört etmiş, anlaşmış gibi bir senaryo yazılabilir mi? HDP barajı aşsın, AKP’yle uzlaşsın, önce testiyi kırsın, ona o zaman saldıralım. Ama Metin Çulhaoğlu’nu derdi başka. Esasında “Seçimde HDP’ye oy verip vermemek farketmez” diyor. Peki, tamam, nasıl olsa farketmezse sen yine de sandığa git, HDP’ye oy ver ! Çünkü HDP mecliste o dediğin kötü şeyleri yaparsa eleştiri hakkın doğar. Oy vermezsen, HDP sana döner “AKP’yle uzlaşmamdan sana ne birader? Hem sen bana değil AKP’ye oy verdin” der. CHP’yi eleştirmeye ne kadar hakkın varsa HDP’yi eleştirmeye de o kadar hakkın olur. İkinci senaryosuna göre, HDP barajı aşamamıştır, kendi bölgesine çekilmiş, fiilen “demokratik özerklik” uygulamalarını başlatmıştır. Türkiye’deki siyasal yaşama AKP-HDP gerilimi damgasını vurmaktadır. Metin Çulhaoğlu bu senaryolardan hemen sonra soruyor:

“Şimdi, soru şu: Türkiye sosyalist hareketi, yukarıdaki iki olasılıktan hangisinde görece daha elverişli bir ortam yakalayabilir? Hangisinde kendi dolduracağı boşluğu yaratabilir? Hangisinde arada kaynayıp gitmeden kendi sesini daha geniş çevrelere daha güçlü biçimde duyurabilir? Hangisinde “İşte, ak koyun kara koyun belli oldu” diyerek örgütlülüğünü ve eylemliliğini daha ileri düzeylere taşıyabilir? Sorudur. Şuna oy ver, buna verme” ile ilgili değildir”

Bu alıntıdan anlaşılıyor ki Metin Çulhaoğlu ikinci senaryosunun gerçekleşmesini, yani HDP’nin barajı aşamamasını istiyor, bu nedenle HDP yerine AKP’ye oy veriyor. Çünkü siyasal yaşama AKP-HDP geriliminin damgasını vuracağı bir Türkiye’de sosyalist hareketin daha elverişli bir ortam yakalayabileceğini ve gelişeceğini düşünüyor. İkinci senaryosu aynen bu anlama geliyor. “Şimdi soru şu” deyip sorduğu dört retorik sorudan bu arzusu fışkırıyor. Cümlenin sonunda sorunun “şuna oy ver, buna verme ile ilgili olmadığını” söyleyebilmesi bile gönlünde neyin yattığını gösteriyor. İnsaf! Eğer bu seçimde kime oy verileceği önemli değilse, hiçbir seçimde kime oy verileceği önemli değildir! Peki tamam, kime oy verileceği önemli değilse seçimde AKP’ye oy verme, git HDP’ye ver! Nasılsa sana göre önemli değil, ne kaybedersin?

Ve yazısını yine bir soruyla bitiriyor: “Ve gene sorudur: İki olasılık büsbütün gerçek dışı, soru da büsbütün anlamsız mıdır?” Yanıtımız: Evet. Bu sorunun içindeki iki soruya da ayrı ayrı “Evet”.

Metin Çulhaoğlu’ndan tek istediğimiz, önümüzdeki iki ayı “şu olursa bu olur, bu olmazsa şu olur” diye spekülasyonlarla, laf cambazlıklarıyla geçireceğine, bir kerecik de olsa, açıkça ve mertçe “HDP oy vermeyeceğim” demesidir. Bunu açıkça ve mertçe söylese de söylemese de 8 Haziran günü siyasi yaşamı sona erecek, ama bunu açıkça ve mertçe şimdiden söylerse hiç olmazsa işi bugünden bitirmiş, 8 Haziran’a kadar iki-üç günde bir çırpıştırdığı yazılarla rezilliği sürdürmekten kurtulmuş olur.

§.4. Metin Çulhaoğlu, 28/03/2015 tarihli “Demirtaş haklı mı?” başlıklı yazısında, AKP’nin ana referansının İslam olmadığını, bu partinin kapitalizmin nimetlerine göz dikmiş neoliberal bir parti olduğunu, AKP’ye muhalefetinse, “emek teorisi” ve “anti-kapitalist teori” üzerinden yapılması gerektiğini söyleyen Selahattin Demirtaş’ın bu AKP değerlendirmesini doğru bulmuyor. Yazısının bundan sonraki bölümünde bu savını teorik olarak gayet güzel kanıtlıyor. Ulaştığı doğru sonuca katılmamak mümkün değil: “Kapitalizme karşı siyasal mücadelenin, en üst soyutlama düzeyindeki gerçeklerden hareketle, salt bunlara odaklanarak ve bu düzeyde verilmesi mümkün değildir. Hiçbir yerde olmamıştır ve bundan sonra da olacağı yoktur. Anti-kapitalist mücadele, kapitalizm kendini somut olarak hangi düzeyde gerçekliyorsa o düzeyde verilebilir.” Sonra kendi sözcükleriyle “bir adım daha atıyor, Türkiye’ye dönüyor ve lafı dolandırmadan söylüyor”: “Dinci ideoloji/dinci gericilik …, metalaştırmadan artı değere el konulmasına; birikim süreçlerinden finansman ve pazar arayışlarına, oradan emek gücünün yeniden üretimine kadar Türkiye kapitalizminin en üst soyutlama düzeyinden bir alt düzeye, yani toplumsal formasyon düzeyine inmesinin başat aracılarından biri haline gelmiştir…” Lafı dolandırmadığı için kendisine teşekkür ediyoruz ve bu söylediklerinin tümüne katılıyoruz. Ve devam ediyor: “İsterseniz şöyle söyleyelim: AKP’den kurtulmuş, AKP’siz bir Türkiye düşünebiliriz; ama dinci ideolojiden büsbütün bağımsız bir birikim süreci ve toplumsal formasyon tasavvur etmek bu saatten sonra mümkün değildir. Bugün gelinen noktada, Türkiye kapitalizmini bu ideolojiden, bu ideolojiyi de Türkiye kapitalizminden ayıramayız.” Metin Çulhaoğlu bu söylediklerinde de yerden göğe kadar haklıdır, aynen katılıyoruz.

Nihayet şu son üç cümleyle yazısını bağlıyor :

Birinci cümle: “Yani Demirtaş haklı değildir.” Bu cümle doğrudur, Demirtaş haklı değildir. Ya gördünüz mü Metin Çulhaoğlu niçin HDP yerine AKP’ye oy atmak istiyor? Hem işçi sınıfının Marksist-Leninist, bolşevik ve monolitik biricik partisi olarak seçimlere katılacaksın, oy isteyeceksin, hem de AKP’yi bu kadar yanlış değerlendireceksin. Olur mu böyle şey? Sana oy yok ! Peki, ne yapmak lazım ?

İkinci cümle: “Varsın haklı olmasın; kendisi ve temsil ettiği siyasal hareket dinci ideolojiyle hiç uğraşmadan salt “emek teorisi” üzerinden anti-kapitalist mücadele vermeye niyetliyse öpüp başımıza koyarız.” Tamam öpüp başımıza koyalım da, 7 Haziran’da bu öpme işini nasıl yapacağız? Demirtaş önümüzdeki 60 gün içinde bu niyetini partisine nasıl anlatacak ve propagandasını nasıl örgütleyecek? Zaman yok gibi gözüküyor. Bir yöntem, sandığa gidip 11 nº’lu HDP sütununa iki damga vurmak, biri seçim kurulunun resmi damgası, diğeri de cepte getirilecek şerh damgası: “Salt emek teorisi üzerinden anti-kapitalist mücadele vermeye niyetli olması şartıyla”. Güzel bir çözüm, ama yüzbinlerce damga nasıl imal ettirilecek? Kolay. Ne kadar kolay olduğunu Metin Çulhaoğlu üçüncü cümlede, aynı zamanda yazısının da son cümlesi olan cümlede söylüyor :

Üçüncü cümle: “Gerisini de biz hallederiz…” Ona güveniyoruz, “damga-stampa” siparişi, finansmanı, imalatı ve dağıtımı ona aitmiş. Ama HDP’ye verilen bu şerhli oyların geçersiz sayılma ihtimali var. Bütün yoğun çaba ve para boşa gidebilir. Önerimiz bu damga imalat-dağıtım işi yerine, 6 Haziran günü bir yazı yazarak, şerh damgalarının finansmanı, imalatı ve dağıtımıyla ilgili çıkan somut sorunları anlatmak ve HDP’ye oy verme işinden vazgeçip, AKP’ye oy verilmesini istemek. Nasılsa hangisine oy verildiği farketmiyormuş.

Metin Çulhaoğlu, bu damga işinin somut sorunlarını keşfederse, HDP’ye oy atmaya niyetlenenlere durumu hemen bugün duyurması da gerekmez, 6 Haziran yazısını bile şimdiden hazır edebilir ve o güne kadar rahat rahat kullanabileceği bol zamana kavuşur. Zaman çok önemli. İşçi sınıfının kendisinden acilen beklediği teorik çalışmalar var. Örneğin, “Demirtaş’ta Hegel Metafiziği” konusuna girebilir, tam zamanı. Aynı şekilde “HDP programında yabancılaşmayı dışlayan yapısalcı yaklaşımlar” gibi bir çalışmayı gündemine alabilir. Böyle bir çalışma olmadığı için gece uykuları kaçan işçiler varmış.

*

Sonuç: Bu seçimde HDP yerine AKP’ye oy verirse bu oy Metin Çulhaoğlu’nun tüm siyasi yaşamının özeti olacaktır.

*

Bu tarihsel seçim dönemi için akılda tutmamız gerekenleri özetliyoruz. [Yazının sonuç bölümünü okumak için buraya tıklayın.]