[Yazıyı pdf olarak bilgisayarınıza indirmek için: Molok – Coskun Adali 17 Kasim 2015 ]

Uzun yıllardır halk sıradan, normal, rutin bir yaşam sürmek için verdi de verdi, verdi de verdi. Haktan, hukuktan, adaletten, kendi geleceğinden, çocuklarının geleceğinden vazgeçti. Her gün bir önceki günden daha azına razı oldu. İtildi, kakıldı, aşağılandı, öldü, yaralandı. ‘Aman dirlik bozulmasın’, diye her şeye katlandı. O da aldı da aldı, aldı da aldı, doymak bilmedi. Ama şimdi daha da fazlasını istiyor. Verilmezse zorla almak istiyor.

*

§.1. “Başkanlık sistemini tartışmak” adı altında yeni bir alavere dalavere piyasaya sürülüyor. Amaç, döve döve eti yumuşatmaktır, Erdoğan’a başkanlık yolunu açmaktır. Erdoğan’ın başkanlık ısrarı siyasi bir teorik inceleme gibi sunulmaktadır. Konu, akademik, soyut, teorik bir konu değildir. Sanki başkanlık nesnel bir gereksinimmiş gibi, sanki ortada henüz hiçbir aday yokmuş gibi, sanki halk “İlle de bize bir başkan” diyormuş gibi, başkanlık için aday olacakları, artık onlar kimlerse, ve onları başkan yapmak isteyenleri önceden bilgilendiren tarafsız bir “tartışma”… Oysa böyle bir tartışma için ortada gerekçe yoktur. Ülkede tüm kurumlarıyla güçlü bir hukuk devleti, güçlü bir sivil toplum, işleyen bir temsili demokrasi, bağımsız bir yasama, bağımsız bir yargı, tarafsız bir medya olacak ki tartışmanın bir haklılığı olsun.uyum icin

Ancak, hiç kimseyi başkan yaptırmak istemeyenleri de ilgilendirdiği için bu haksız “tartışmaya” bizim de girmemiz lazım. Erdoğan’ın “Her ne pahasına olsun, kanla olsun, kurşunla olsun, ister ölümle ister savaşla olsun, Başkan olacağım.” dayatmasına karşı durmak lazım. Bu dayatmaya yönelik sahte anayasa tartışmalarına girmemek lazım. Önce, 7 Haziran seçimine giden süreçte, “Seni Başkan yaptırmayacağız!” diyen Selahatttin Demirtaş’ın o tavrının bugün için de doğru tavra işaret ettiğini söyleyelim. Olası bir referandumda 1 Kasım seçiminde başarısını kanıtlayan baskı, korku, terör taktiğinin aynen yine kullanılacağını hatırlatalım.

Başkanlık sistemiyle yarın yepyeni Türkiye olmadan önce bugünkü yeni Türkiye’de “ileri demokrasi” ne durumdadır, başkanlık sistemi bu “ileri demokrasiyi” nasıl daha da ileriye götürecektir? Görelim.

§.2. Açık, demokratik bir toplum değil kapalı, gerici bir toplum hedefleyen ve ihtiraslarına dur demeyen Recep Tayyip Erdoğan demokrasiden kurtulmuş sınırsız bir iktidar istemektedir. Açık diktatörlüğünü başkanlık zeminine oturtarak zulmünü daha da yoğunlaştıracaktır. Güdük burjuva demokrasisinden arta kalan kırıntıları da yok edecektir. Başkanlık sistemini dayatması toplumsal gerilemeyi hızlandırmayı amaçlamaktadır. Bu dayatmanın hayata geçmesi için devreye sokacağı bin bir türlü yanlış bilgiye ve algı operasyonuna karşı savaşmak gerekir. Hiçbir zokayı yutmamak, en azından son 13 yılın deneyimiyle AKP’nin ağzından çıkan hiç bir lafın masum olmadığını asla unutmamak gerekir. Zokayı gönüllü olarak yutanları da ikaz etmek gerekir. Örnek olsun, HDP’ye paraşütle inenlerden Dengir Mir Mehmet Fırat, Amerika ve Meksika tipi başkanlık sistemlerini tartışılabilirmiş, ama Türk usulü başkanlık sistemine karşıymış. Celal Doğan da Amerikan tipi başkanlık sistemini tartışabilirmiş. Duyan da ortada değişik modeller öneren bir sürü aday var sanır. Bu ikisinden cesaret alan HDP milletvekili İmam Taşçıer de “Tayyip Erdoğan başkan olduğunda Kürtlerin sorununu çözecekse, HDP neden onu desteklemesin? Yok eğer diktatör bir başkan olacaksa HDP onu neden desteklesin?” şeklinde saçma sapan bir şeyler söyledi. Yani ilk ikisi Erdoğan’a soracak: “Sen yoksa Türk usulü bir başkanlık mı istiyorsun?” Erdoğan da kızacak, “Ne biçim soru bu, hiç Türk usulü başkanlık ister miyim?”, diyecek. Öteki de Erdoğan’a soracak, “Kürtlerin sorununu çözecek misin ?”. Erdoğan “Hayır, ben diktatör olacağım” derse, “O zaman ben de seni desteklemiyorum”, diyecek. El sıkışıp ayrılacaklar. Bu adamlar ya cidden herkesi aptal sanıyor, ya da Erdoğan’ın nasıl bir politikacı olduğunu hâlâ anlamamışlar.gerilik

§.3. Hiçbir model önermeseler bile Erdoğan’ın ve AKP’nin başkanlıkta diretmesi nesnel temelden yoksundur. Ayrıntılarına girmeden ABD sisteminden konuşmayı sevmeleri nesnel bir temel oluşturmaz. ABD, üniter devlet değil federal devlettir. Yasama organı iki meclislidir: Temsilciler Meclisi ve Senato. İkisi birden Kongre’yi oluşturur. Yasa teklifleri her iki mecliste de ayrı ayrı görüşülüp kabul edilir. Eğer anlaşmazlık olursa uzlaşma kurulları kurulur. Her iki mecliste de kabul edilen kanunları başkan onaylar veya veto eder. Başkan, eyalet sisteminden gelen iki meclisli yasama organını, yani Kongre’yi feshedemez. Kongre de başkanı istifaya zorlayamaz ama çok iyi düzenlenmiş bir azil mekanizması vardır. Başkan hükümet üyelerini atar. Anayasa Mahkemesi üyelerini atar, ama atamaları Senato’nun onaylaması gerekir. Yasamayla yürütme arasında karşılıklı frenler, denge ve kontrol mekanizmaları vardır. Tarihsel bir gerçeklik olarak sistemin sadece iki partisi vardır. Ne dünün ne bugünün Türkiyesi’ne benzer bir durum söz konusu değildir. Türkiye’de başkanlık sistemi tartışmasında ABD sisteminden söz edilmesi anlamsızdır.

§.4. Yasamaya bakalım. Türkiye’de yasama ne alemdedir? Yıllardır Recep Tayyip Erdoğan’ın onu ilk koyduğu alemdedir. Meclis, onun istediği yasaları çıkarmak için emir kullarının parmak kaldırıp indirdiği bir mekândır. Yasama işlevini ayrıca torba yasalarla da laçkalaştırmıştır. Yolsuzluk soruşturmalarını meclis eliyle nasıl kapattığı ortadadır. Milletvekili kullarını geri dönüşsüz bir şekilde tüm suçlarına ortak etmiştir. Fena korkutmuştur. Muhalefet partileri için ise meclis, dayak, dövüş, hakaret hariç, serbestimsi konuşabilecekleri bir kürsüdür. AKP’nin başkanlık modelinde, Recep Tayyip Erdoğan’a artık kanun kavramı bile fazla gelmektedir, meclisin kanun yapma yetkisini devre dışı bırakıp yasamayı kendi kararnameleriyle götürecektir. Başkan meclisi dilediği zaman feshedebilecek, seçimleri yeniletebilecek, bakan atayabilecektir. Başkanın Yüce Divan’a gönderilmesi için Meclis’te 413 milletvekilinin onayı gerekecektir. Bu paketin hediyesi olarak da meclisin bakanlarla ilgili soruşturma ve gensoru yetkisi olmayacaktır. Başkanın meclisi fesih yetkisi, yasama ve yürütme arasında büyük kilitlenme durumlarının aşılabilmesi için öneriliyormuş. Yani AKP’nin meclis grubuyla AKP hükümeti arasında başkanın bile uzlaştırmayı başaramayacağı öyle bir görüş ayrılığı çıkacakmış ki devlet kilitlenecekmiş, meclisin feshinden başka çare kalmayacakmış. Bu zırvaları insanlar nasıl yutar? AKP, başkanlık modelini denge sağlayan bir sistem olarak piyasaya sürüyor. Yine sanki akademik, soyut, kişilerden bağımsız bir modelden konuşuyoruz. Ve de Erdoğan’ın siyasi varlığını denge kurmaya değil denge bozmaya borçlu olduğunun sanki kimse farkında değil. Esasında gerçekliğe ilişkin somut sorular basittir: Erdoğan başkan olursa yolsuzluk dosyaları, Deniz Feneri dosyası, Hrant Dink dosyası, Gezi cinayetleri dosyaları, sil baştan yeniden ve adil bir biçimde ele alınacak mıdır? Roboski, Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç, Ankara katliamlarının suçluları ortaya çıkartılacak mıdır? IŞİD’a para-silah-lojistik destek ve sağlanan kolaylıklar, devlet-IŞİD işbirliği ortaya dökülecek midir? Cizre, Silvan’ın hesabı sorulacak mıdır? Yoksa bütün bunlar bir daha bahsi geçmemek üzere toprağa gömülecek midir? Yanıtları ne kadar zor sorular değil mi?genler

§.5. Başka bir temel soruya geçelim. Türkiye’de burjuva devletlerinin klasik işleyiş ilkesi olan kuvvetler ayrılığı ilkesi çalışıyor mu, yasama-yürütme-yargı birbirinden bağımsız mı? Akademik yanıt, “Hayır, Türkiye’de kuvvetler ayrılığı yoktur, yasama-yürütme-yargı birleşmiştir”, yanıtıdır. Siyasi yanıt ise “Hayır, Türkiye’de kuvvetler ayrılığı yoktur, yasama-yürütme-yargı tek bir kişinin siyasi varlığı içinde erimiş, tek bir kişinin siyasi iradesinin aracına dönüşmüştür”, yanıtıdır. Meclisin 300 küsur parmağı tek bir kişinin tek bir parmağına, hükümetin 20 küsur kafası yine o tek kişinin kafasına indirgenmiş, ve yargının birkaç bin hâkimi ve savcısı yine bu tek bir kişiye eklenmiştir. Bu tek kişiden başkan olunca yasama-yürütme-yargı erklerini birbirinden ayıracağını beklemek, bu tek kişinin iradesinin parçalanacağı, iktidarını kaybedeceği rüyasını görmektir. Hem de bu rüyanın gerçekleşmesini bizzat o kişinin kendisinin istediğini ve zorladığını iddia etmektir. “Güçlerin kesin olarak birbirinden ayrı olduğu kontrol mekanizmalarının işlediği bir sistem tartışılabilir” diyen HDP milletvekili Fırat işte böyle bir rüya görüyor. Umarız çabuk uyanır veya uyandırılır.

§.6. Yasamaya ihtiyaç olmayan durumlarda yürütmeyle yargının iç içe geçmiş işbirliği her gün çarpıcı emir-komuta örnekleri sergiliyor. Kürt halkını büyük bir şiddetle ezmeye karar verince Erdoğan mecburen orduyla anlaştı. Cizre’de 1993-1995 yılları arasında kaçırılıp yok edilen 35 insandan 21’inin keyfi infaz faillerini cezalandırmayı hedefleyen JİTEM davası sonunda, savcının 9 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 100 yıl hapis cezası istediği Albay Cemal Temizöz ve diğerleri beraat etti. Daha önce aynı dönemde Yüksekova’da, Mardin’de, Silopi’de insanlığa karşı suç işleme iddiasıyla yargılanan ve beraat eden subaylar gibi… Erdoğan’ın bir zamanlar savcısı olduğunu ilan ettiği Ergenekon, Balyoz, Donanma, Odatv, Askeri Casusluk vs gibi düzmece davalarda, senaryo ve sahte delil imalatından sorumlu eski ortağı Fetullah’ı satması da aynı bağlamda bir eylemdir. Hele son askeri casusluk davası tam bir rezilliktir. Sahte delilleri mutlaka bilgisi dahilinde ve onayıyla üreten, ifadeleri, iddianameleri yine mutlaka bilgisi dahilinde yazan emniyetçi, savcı, hâkim bir sürü Fetullahçıyı daha yeni tutukladı. İşin komik yönü, kumpas olarak tanımlanan bu davanın gelecek Şubat ayında hâlâ duruşması var. Ergenekon sanıklarının yurtdışına çıkış yasağı daha geçen hafta kalktı. Sızlanmasına göre Erdoğan’ı yaşamı boyunca “mağdur” eden orduydu, sonra Erdoğan ve Fetullah birleşip orduyu “mağdur” etti. Daha sonra, Erdoğan ve ordu birleşip Fetullah’ı “mağdur” etti. İlerde Fetullah ve ordu birleşip Erdoğan’ı “mağdur” eder mi, bilinmez. Yasama organı ise bütün bunları başka bir ülkede olup bitiyormuş gibi dışarıdan izliyor. Tarafların gazeteleri fırıldak gibi dönüp duruyor.boyut

Şimdi soru şudur: Yasamayı zaten yıllardır emirle yöneten Erdoğan başkan olursa, yürütmeyle yargının emir-komuta ilişkisini niçin ortadan kaldırsın, yargıyı neden serbest bıraksın?

§.7. Kuvvetler ayrılığından vazgeçtik. Peki Türkiye bir hukuk devleti midir? Bir ülkede hukuk devletinden konuşmak, hukuktan konuşmak anlamına gelmez. Şeriatın uygulanmadığı Türkiye’de evet hukuk vardır, ceza hukuku, medeni hukuk, borçlar hukuku, iş hukuku, ticaret hukuku, usul hukuku filan hepsi vardır. Türkiye’de hukuk da vardır, devlet de vardır, ama hukuk devleti yoktur. Hukuk devleti bir ülkenin özel veya tüzel kişileri arasındaki hukuka ilişkin bir kavram değildir. Hukuk devleti, özel veya tüzel kişileri arasındaki hukuksal ilişkileri düzenleyebilen devlete denmez. Hukuk devleti diye tamamen devletle birey yurttaş arasındaki ilişkileri düzenleyebilen devlete denir. Adil bir mekanizmayla ve hukuksal normlar içinde devlet yurttaşı devletten koruyacak, devleti de devlete hukuk dışından saldıran yurttaştan koruyacak. Devlet kendi elini kolunu hukuk kurallarıyla bağlayacak, yurttaşı hukuk önünde eşit kabul edecek, tarafsız kalacak, yurttaşın temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alacak, yargının bağımsızlığını koruyacak ve yargının kendisini denetlemesine izin verecek. Hukuk devleti budur. Türkiye’de bu yoktur, çünkü hukuk artık kendi yanında olanlar dahil bütün yurttaşlara karşı olan tek bir kişinin iradesidir. Bir yalan uydurur, bu yalanın yayılmasını emreder, yalan ortaya çıkınca da ortaya çıkaranlara saldırır. “Arınç’a suikast”, “Camide içki”, “Kabataş” uydurup yayanı değil inanmayıp kurcalayanı çarpan yalanlardır. Bu türden yüzlerce örnek verilebilir. Bugün mahkemeler hem suçlananlar hem de hak arayanlar için tehlikeli mekânlara dönüşmüştür. Masumdan suçlu, suçludan güçlü üreten, tek işlevi sürekli adaletin tecelli etmesini önlemek olan, adalet düşmanı bir yargı tezgâhı ortada çırılçıplak dururken “hukuk devleti” boş bir gevezeliğe dönüşüyor. Hukuk devleti, toplumu bir arada tutabilen devlettir. Hakkını aramaya kalkışan yurttaşları terörist veya potansiyel terörist olarak, kendinden korkan veya kendine sessizce katlanan kullarını ise zararsız yurttaş olarak tanımlayan, yıllardır toplumu döner bıçağıyla acımadan bu eksende ikiye bölüp duran bir kişinin başkan olduğunda “Pardon” deyip hukuk devletine geri döneceğini mi düşüneceğiz? İnsan haklarına, temel özgürlüklere saygı duymaya başlayacağını mı sanacağız? Erdoğan muhalifleriyle polisi ve yargıyı kullanarak, hukuku kurban ederek hesaplaşıyor. Başkan olursa bugün mafyalaşan devlet yarın daha da mafyalaşacaktır.baskanlik

§.8. Peki, tek adamın başkanlık dayatmasının “barış süreci” açısından olumlu bir yönü olabilir mi? Evet olabilir. Mezbahaların modern teknolojiye kavuşmasının koyunlar açısından nasıl bir olumlu yönü olabilirse öyle bir olumlu yönü olabilir. Kürt hareketi, PKK, Öcalan, HDP ve izledikleri politikalar konumuz değil. Sadece bugün görünenin altını çizmekle yetineceğiz. Can düşmanı HDP’yi barajın altına itmek için bin bir baskı ve şiddet eyleminin yanı sıra giriştiği Diyarbakır, Suruç ve Ankara katliamlarından sonra Erdoğan’ın şimdi de Cizre’de, Silvan’da, Şırnak’ta doğrudan ve acımasızca Kürt halkına, Kürt gençlerine saldırması, yeni “barış sürecinin” ne tür bir süreç olduğunu gösteriyor. Erdoğan nasıl geçmişteki düzmece davaları diktatörlüğünü inşa etmek için hukukun tasfiyesinde kullandıysa, “Kürt yoktur, Dolmabahçe uzlaşması yoktur” türünden laflarla bugün reddettiği “barış süreci” görüşmelerini de aslında Kürt halkının oylarını alarak diktatörlüğünü tüm ülkeye yayma umuduyla kullanmıştı. Bu “barış süreci” siyaseten bitmiştir. HDP’nin barajı geçmesi nedeniyle aldığı ağır yarayı onarmak için Erdoğan, kurşunla, bombayla, terörle, vahşice saldırdı. Şimdiki “barış süreci” yeni bir süreçtir. Ne PKK ne HDP bu sürecin bir parçası değildir, aksine yeni süreç onları yok etmek üzere tek taraflı kurgulanmıştır. Kısacası, HDP’nin ara sıra Erdoğan’a geri dönülmesi için çağrı yaptığı “barış süreci” ile Erdoğan’ın uygulamaya koyduğu yeni “barış süreci” arasında benzerlik yoktur. Bu yüzden, eski “barış sürecine” dönülmesi için “yeni anayasa” tartışmalarına katılmak yeni bir büyük hüsrana yol açacaktır. En gerçek dışı olasılığı ele alalım. Diyelim, Erdoğan HDP’nin yapacağı bir anayasayı sadece “başkanlık sistemi” ilavesiyle kabul edeceğini söyledi. HDP de öyle bir anayasa yaptı ve Erdoğan da bunu aynen kabul etti. Dört yıl önce kendi dayattığı anayasayı bugün çöpe atan Erdoğan iki gün sonra da bu yeni anayasayı iliğini çıkarıp çöpe atacaktır. İlik başkanlık sistemidir. Zaten aylar önce ilan ettiği başkanlığını aynen koruyacaktır. Sonra HDP ve CHP oturup bu yaptığının ne kadar hukuksuz, gayrimeşru olduğunu boş boş konuşup duracaktır.

§.9. Gelelim demokrasinin olmazsa olmaz bileşenine, medyaya. Medya ağır baskı altındadır, yediği baskının boyutu iktidara yaptığı muhalefetin boyutuyla orantısızdır. Erdoğan’ın ise medyası yoktur. Bugün artık havuz medyası, yandaş medya, yalaka medya laflarının bir anlamı kalmamıştır. Kullanımdan kaldırılmalıdırlar. Ortada yandaş veya yalaka bir medya yoktur. Ortada çıkar çevreleriyle organik ilişki içinde olan ve iktidar tarafından kurgulanmış bir kara propaganda merkezi vardır. Bu merkezin görevi yalan, dolan, hile, desise, manipülasyon ve iftirayla algı operasyonları düzenlemek, yanlış bilgi yaymak, halkı aldatmak, her durumda iki yüzlü davranmak, saldırıyla ve tehditle medyayı korkutmak, sindirmek ve nötralize etmektir. Bu kara propaganda merkezinin elemanları AKP’den bile önce yargılanacaklardır. Yüreklerine bu korkuyu salmak, beyinlerine bir tümör olarak yerleştirmek lazım. Çünkü ne haltlar yediklerini çok iyi biliyorlar, ama kendilerine “bir şey olmaz” sanıyorlar. Aldanıyorlar. İlerde, günü geldiğinde ‘basın özgürlüğü’ kalkanının arkasına saklanıp yargılanmaktan kaçabileceklerini hayal edememeleri gerekiyor. “Medya çalışanı” olarak yargılanmayacaklar, cinayeti, şiddeti, iç savaşı tahrik ve teşvik eden, halkı bölmeyi, kamu düzenini bozmayı, adalet arayanları susturmayı hedefleyen, adam öldürmeye yardım-yataklık eden ajan provokatörler olarak yargılanacaklar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi dahil onları hiç kimse kurtaramayacak. Hitler’den hemen sonra intihar eden Göbbels gibi işledikleri suçları çok iyi biliyorlar. Ülkede gerçek basın özgürlüğü ancak bu provokatörler yargılanıp cezalandırıldıkları ölçüde sağlam ve ilerici bir temele oturabilecektir. Yani onların cezalandırılması istemi kin gütmekten kaynaklanmıyor. Gerçek basın özgürlüğünün nesnel bir gereğidir.

Ve bu kara propaganda merkezi tek bir kişiye çalışıyor. Bu kişinin başkan olunca basın özgürlüğü uğruna bu kara propaganda merkezini dağıtacağını sanmak, hele medyaya baskısını biraz olsun hafifleteceğini düşünmek tam bir saflık olur. Kara propaganda merkezi daha da güçlendirilecektir.

*

§.10. Recep Tayyip Erdoğan, sıfır sorumlulukla kullanacağı sınırsız bir yetki ve devlet kaynakları üzerinde denetlenemez bir tasarruf hakkı istiyor. Bu durumun padişahlar için bile söz konusu olmadığını bilmiyor. Şimdi de sıfır sorumlulukla sınırsız bir yetki kullanıyor ve devlet kaynakları üzerinde kimseye denetletmediği bir tasarruf hakkı var. Bu durum yasadışı bir durumdur. Başkanlıkla bu durumu topluma kabul ettirmek istiyor. Ama başkanlık da ona yetmeyecek, hep bir eksiklik hissedecek. “Reklam arası Cumhuriyet” onun hep canını sıkacak çünkü bu reklam arasını kapatabilmek için, padişah olması lazım. Olamayacağını biliyor ama bu kaderine bizim gibi gülmüyor. Yabancı bir derginin kapağında şilteye bağdaş kurmuş, nargileli, tespihli, sarıklı, kaftanlı tek bir karikatürünün bile bu boş hayalini mutlak anlamda gülünçleştirdiğinin farkında değil. Her Osmanlı padişahının babası da padişahtı, bu imparatorluğun 600 küsur sene yaşamasının önemli nedenlerinden biri de tarihte diğer imparatorluklarda görülmemiş bir şekilde tek bir hanedan tarafından yönetilmiş olmasıdır. Erdoğan soyadını T.C. nüfus idaresinden almış, Osmanlı hanedanından değil…O zaman “bari halifelikle idare edeyim” diye düşünebilir, ama o “makam” da kapalı, çünkü en az kırk islam ülkesine bunu nasıl kabul ettirecek, üstelik IŞİD’ın “halifesi” buna nasıl izin verecek? Yani 1200 odalı bir saray yaptırmakla olmuyor. Bu sarayı da yakında küçük bulacak. Zaten bu saraya Huber köşkünü, Vahdettin Köşkünü ve son olarak da Abdülhamit’in Yıldız Sarayını ekledi. Yine yetmeyecek. Gayrimenkul alıp duruyor. Yüzlerce lüks araç aldı, yine de lüks araç almaya doyamıyor. Çok derinlerde bir yerinde, ancak çocuk masallarında olan ama onun hayalinde yaşattığı makamlar için çapının yeterli olmadığını biliyor ve eksiğini böyle para, pul, mal, mülk yığınıyla kapatacağını sanıyor. Ayrıca her laftan nem kapıp insanlara durmadan hakaret davası açtırması da bu derinlerde yatan kompleksinin herkesçe bilindiğini sanmasından geliyor. Dış dünyaya da rüyalarını bilgisi görgüsü ölçüsünde sergileyip duruyor. Ama ne yazık ki çoğu kimsenin üstüne para verilse evine almayacağı o ucube koltuğun ucuna görücüye çıkacağı için endişeli bir kızcağızı andıran Angela Merkel’i eğreti bir şekilde iliştirmesi insana sadece sürrealist Monty Python skeçlerini hatırlatıyor.

§.11. Anayasa kandırmacadır. Anayasa tartışmaları kandırmacadır. Başkanlık sistemini dayatmak için toplumu kandırmaya yönelik ve işi bitince atılacak bir kamuflaj malzemesidir. Anayasayı tartışmayı reddediyoruz ve Erdoğan’a şunu diyoruz: Madem ki yeni anayasan halkın ihtiyacını karşılayacak, demokrasiyi ilerletecek, o zaman demokrasinin ilerlemesi için anayasadan çok daha küçük bir şey yap ve samimiyetini kanıtla: Demokrasiyi askıya alan 12 Eylül darbesinin % 10’luk seçim barajını kaldır. Mecliste bunu kaldıracak sayıya sahipsin. Ayrıca sen kaldırmak iste de CHP ve HDP karşı koysun bakalım! Barajı ve partiler kanununu koruyan, Kopenhag Kriterleri kendini hiç bağlamıyormuş gibi davranan, kişisel hak ve özgürlükleri her gün çiğneyen, Kürt halkına sürekli savaşı dayatan Erdoğan’ın yaptıracağı bir anayasanın ne kendisi ne de art niyetli tartışması halkın yararına olamaz.muloch1

*

Bebekler, çocuklar, insanlar yakılarak Molok’a kurban edilirmiş, toplumun ancak bu sayede dirlik içinde bir arada yaşayabileceği sanılırmış. Molok giderek kurbana doymaz olmuş, o kadar bıkkınlık, umutsuzluk, tükenmişlik yaymış ki toplum dağılmış. Kurbana da, Molok’a da ihtiyaç kalmamış.

Coşkun ADALI, 17 Kasım 2015