Denizler Yükselirken İklim Siyaseti Batıyor: Gerçekçi Çözümler ve IPCC Raporu

IPCC, yani Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli, Eylül 2013’te 5. Değerlendirme Raporu’nu (AR5) yayınlamaya başladı. Küresel iklim değişimi konusunda günümüz şartlarında mümkün olan en kapsamlı araştırma olan bu rapor, binlerce bilim insanının altı yıllık emeğiyle hazırlanıyor. Hem içerdiği emeğin niteliği açısından, hem de raporun da dediği gibi “eşi benzeri görülmemiş” bir iklim kriziyle karşı karşıya olduğumuz için bu raporun gündemimizde sadece birkaç gün değil aylarca kalması gerektiğini düşünüyoruz.

Bu yüzden, Ekim 2013’te IPCC’nin ne olduğunu anlattığımız ve AR5’te atmosferle ilgili sunulan bilgileri içeren  “Küresel İklim Değişimi ve IPCC Raporu: “Eşi Benzeri Görülmemiş” bir sorun” başlıklı bir yazı hazırladık. Ardından, geçtiğimiz Şubat ayında iklim modellerinin nasıl çalıştığını açıklayan, AR5’in okyanuslar ve karbon döngüsü hakkındaki bölümlerini özetleyen ve uluslararası iklim siyasetinde son durumu değerlendiren “İklim Modelleri, IPCC Raporu ve Aymazlar” yazısını yayınladık. Bu son yazıda AR5’ten buzullar ve deniz seviyeleri ile ilgili bölümleri inceleyecek, ardından uzun vadede (bu yüzyılın sonunda) iklimin nasıl görüneceğini açıklayacağız. Böylece AR5 özetimiz tamamlanacak. Son olarak, gerçekçi ve hakiki çözümlere değineceğiz.

Okuyucularımızın dikkatini çekmek istediğimiz bir nokta var: Bu üç yazımızın bilimsel ömrü en az altı yıldır. Yani bugünden yarına unutulacak metinler değil, yeni bir IPCC raporu hazırlanana kadar eldeki en kapsamlı bilgilerin özetini okuduğunuzu hatırlatmak isteriz.

Buzullar

Grönland ve Antarktika’da bulunan buz tabakası her geçen gün azalıyor ve dünya çapında buzullar küçülmeye devam ediyor. Kuzey Kutbu deniz buzulları ve kuzey yarım küre bahar kar örtüsü büyük orada düşüş gösteriyor ve IPCC raporu bunun için yüksek güvenilirlikli bilgi sınıflandırması yapıyor. Aşağıda gördüğünüz grafik de görsel olarak da düşüşün ne kadar hızlı ve ciddi oranlara ulaştığını bize bir kere daha göstermiş oluyor.

spm3b

Kuzey Kutbu’ndaki Temmuz-Ağustos-Eylül (yaz) ortalama deniz buz kütlesi. Renkli gölgelendirme, hata aralığını göstermektedir.

  • Dünyanın bütün buzullarında gerçekleşen kayıp muhtemelen 1971-2009 yılları arasında 226 Gt/yıl iken, 1993-2009 yılları arasında büyük ihtimalle 275 Gt/yıl olarak hesaplandı.
  • Grönland buz tabakası ortalama kaybı 1992-2001 yılları arasında 34 Gt/yıl iken 2002-2011 yılları arasında 215 Gt/yıl’a yükseldi. Yine aynı tarih aralıkları için Antarktika’da bu rakamlar 30 Gt/yıl ve 147 Gt/yıl oldu.
  • Kuzey Kutbu deniz buzulları yıllık ortalaması 1979-2012 arasındaki on yıllık süreler için çok büyük ihtimalle %3,5-4,1 oranında bir düşüş gösterdi.
  • Kalıcı buzulların (permafrost) sıcaklıkları da çoğu bölgede arttı. Kuzey Alaska ısınma 3°C’yi bulurken (1980’lerden 2000’lerin ortalarına kadar) Rusya ve Avrupa’nın kuzeyinde 2°C artış gerçekleşti. (1971-2000)

Böyle giderse Kuzey Kutbu deniz buzulları daralmaya ve incelmeye devam edecek; iklim modelleri 21. yüzyılın sonunda Kuzey Kutbu deniz buzullarının Eylül ayı için yüzde 43 – 94, Şubat ayı içinse yüzde 8 – 34 azalacağını gösteriyor.

Ayrıca Kuzey Yarımküre bahar kar örtüsünün yüzde 7 – 25 oranında azalması bekleniyor. Yüzeye yakın permafrostların ise yüzde 37 – 81 oranında azalacağı tahmin ediliyor.

Deniz Seviyesi

Sıcaklıklar arttıkça buzullar eriyor, eriyen buzullar da deniz seviyelerinin artışına etki ediyor. 19. yüzyıl ortasından bu yana deniz seviyesi yükselme oranı geçtiğimiz iki bin yıldan çok daha büyük oldu. 1901-2010 yılları arasında küresel ortalama deniz seviyesi artışı 19 cm [17-21 cm] kadar yükselmiştir.

spm9

21.yüzyılda, 1986-2005 aralığına kıyasla küresel ortalama deniz seviyesi artışı öngörüleri. “Muhtemel” aralığı gölgelendirilmiş şeritle gösterilmiştir ve iklim modellerinin her biri belirtilen renkle çizilmiştir.

Küresel ortalama deniz seviyesi artışı 1901-2010 yılları arasında 1.7 mm/yıl iken, 1971-2010 arasında 2.0 mm/yıl, 1993-2010 yılları arasında ise 3.2 mm/yıl olarak gerçekleşti. Bu verilerin doğruluk oranı IPCC tarafından “kuvvetle muhtemel” olarak belirtiliyor.

Ayrıca projeksiyonlardaki güvenilirliğin deniz seviyesi bileşenleri konusunda gelişmiş fiziksel kavrayış, süreç temelli modeller ve gözlemlerin uyuşmasındaki gelişmeler ve buz tabakasındaki dinamik değişikliklerin de hesaba katılması nedeniyle son rapordan bu yana yükseldiğini söylemekte de fayda var.

İklim modelleri de genel olarak 21. yüzyılda küresel ortalama deniz seviyesinin yükselmeye devam edeceğini söylüyor. Deniz seviyesi yükselme oranı, artan okyanus sıcaklığı ile buz tabakaları ve buzul kaybına bağlı olarak, 1971-2010 gözlemlerini kuvvetli olasılıkla aşacak.

Gelecek

Gelecek konusunda yazdığımız eski iklim yazılarına da referansla söylenebilecek ilk şey sera gazı salmaya devam ettikçe ısınmanın ve iklim sistemindeki bütün bileşenlerinde değişimin de devam edeceği olacak. İklim değişimi sınırlamak ise somut ve devamlı azaltımlar ile mümkün olacaktır. AR5’in verileriyle konuşacak olursak da rapor şöyle diyor:

  • Kümülatif toplam karbondioksit salımları ve küresel ortalama yüzey sıcaklığının cevabı yaklaşık olarak doğrusal ilişkili.

spm10

  • İklim değişiminin büyük bir bölümü, uzun süreli olarak büyük miktarda karbondioksit atmosferden temizlenmedikçe birkaç yüzyıldan bin yıla kadar bir sürede geri döndürülemez bir etkiye sahip. Net insan kaynaklı karbondioksit emisyonlarının tamamen durdurulmasından yüzyıllar sonra bile yüzey sıcaklıkları yüksek seviyelerde olacak. Okyanus yüzeyinden derinlerine ısı transferinin uzun sürmesi nedeniyle okyanuslar yüzyıllar boyunca ısınmaya devam edecek. Salınmış olan karbondioksitin yüzde 15-40’ı 1000 yıldan daha uzun bir süre atmosferde kalacak. Küresel deniz seviyesi 2100 sonrasında da yükselmeye devam edecek. Devamlı buz tabakalarını kaybediyor olmamız da deniz seviyelerinin yükselmesine katkı sağlayacak ve bu kaybın bir kısmı geri döndürülemez olacak.

Peki Çözüm?

Açıkçası ortalık “çözüm”den geçilmiyor. “Kendi haline bırakalım, piyasalar zaten çözer.” gibi fantastik önerilerden “Hepimiz evimizdeki ampülleri değiştirsek..” gibi çocukça önerilere, uluslararası iklim diplomasisi isimli tiyatro oyununa bel bağlayan önerilerden Türkiye’nin yaptığı gibi “Yokmuş gibi davranırsak belki kendiliğinden gider.” tutumuna kadar, birçok “çözüm” var.

Tabii bir de anti-kapitalist çözümler var.

Bu çözümler sıklıkla “gerçekçi” olmamakla itham ediliyorlar. Oysa “gerçek” sözcüğünün her iki anlamıyla da, gerçekçi çözümler anti-kapitalist olmak zorunda.

Birincisi, “gerçekten” iklim krizini çözmek istiyorsak, piyasanın, ekonomik parametrelerin dışında bir etikle hareket etmek zorundayız: Ekonomik olarak, Hindistan’daki yüzlerce insan (tüketici olarak okuyun), Amerikalı bir insan etmiyor. Dolayısıyla, ekonomik olarak, ABD’de bir insanın yaşam tarzını korumak, yüzlerce Hint’i hayatta tutmaktan daha mantıklı. Şimdi ülkeleri değil, sınıfları düşünün. Alım gücü bir burjuvanın binde biri dahi olamayan bir işçi, dünyanın neresinde olursa olsun, ekonomik olarak burjuvanin binde biri değerindedir. Bu insanlar eskiden açlıktan ya da soğuktan ölüyorlardı. Şimdi fırtınalar ve kuraklık yüzünden evlerinde olmaları çok az şey ifade ediyor. Hiçbir ekonomik değeri olmayan “börtü böcek” ya da “boşa akan dereler” konusuna girmiyoruz bile. Gerçekten iklim krizini çözmek istiyorsak, kapitalizmin kar mantığını reddetmek zorundayız – gerçekten.

İkincisi, yenilenebilir enerjilere veya enerji verimliliğine odaklanan, giderek nükleer enerjiye göz kırpan “Siz hangi dünyada yaşıyorsunuz? Bu dediklerinizi yapabileceğinizi mi sanıyorsunuz?” diyen “gerçekçiler” var. Tuhaf ama görünen o ki bu “gerçekçi”ler fizik kanunlarıyla pazarlık edecek kadar gerçeklerden kopmuş durumdalar. Atmosferdeki karbondioksit miktarını “biraz azaltmak” istemiyoruz, şu anda 400 ppm (milyonda parçacık) seviyesine ulaşmış olan karbondioksit miktarını 350 ppm’e indirmek istiyoruz. Gerçekçi çözüm budur. Evet, bu çözümün kapitalizmin doğasıyla pek de uyumlu olmadığının farkındayız.

Oysa, uygulamak için dünya sosyalist devriminin tamamlanmasını beklememize gerek olmayan, yeterli politik irade ile hemen yarın uygulanabilecek gerçekçi bir çözüm stratejisi var: Dünya kamuoyunun ilgisini küresel iklim değişimine çekmekte tarihi bir rol oynamış olan iklim bilimci Prof. James Hansen’in önerdiği “harç ve temettü” (fee and dividend) sistemi.

Bu sistemde, fosil yakıtı şirketlerinden açtıkları petrol, maden kuyusu ya da giriş noktası başına karbon harcı alınıyor, toplanan harç ücretlerinin yüzde 100’ü aylık olarak (her aileye çocuk başına iki hisse olmak üzere) kişi başına temettü olarak dağıtılıyor.

Temettüler doğrudan banka hesaplarına gönderilecek. Karbon ücreti kademeli olarak arttırılacak. Tüm bunlara ek olarak, karbon yakıtı sanayine verilen sübvansiyonlar kaldırılacak.

John Bellamy Foster’ın Monthly Review’ın 33. sayısında yayınlanan makalesinden alıntılıyoruz:

“[Hansen,] 2009 yılında Kongre’ye verdiği, 2007 verilerine dayanan bilgilerde, ABD’nin fosil yakıtlardan çıkan her bir ton karbondioksit için 175 dolarlık bir harç alması durumunda (bir galon benzinin fiyatında 1 dolarlık, elektriğin kilovat saatinde 8 sentlik bir artışa denk düşüyor) temettü olarak 670 milyar dolarlık bir gelir elde edilebileceğini söylüyordu. Her yetişkin vatandaş yılda 3.000 dolar değerinde bir hisse alacaktır. İki çocuklu bir aile ise yılda 9.000 dolar alacak, banka hesaplarına ayda 750 dolar yatırılacaktır. Bu durumda, enerji şirketlerinin son kullanıcılar için fosil yakıtı fiyatlarını arttırmaya çalışması halinde ise fosil yakıtlarına talep düşerken, alternatif enerjide yenilikler teşvik edilecektir. Nüfusun yaklaşık yüzde 60’ı bundan net bir iktisadi kazanç elde edecektir; yani temettü olarak geri aldıkları, artan fiyatlarla ödediklerini aşacaktır.” (s.71)

James Hansen bu öneriyi geçtiğimiz yıllarda yayınladığı bir seri makalede detaylandırdı.

Önerinin belki de en önemli boyutu, bu harçların fiyatlara yansımasının etkilerinde görülüyor: Düşük gelirli insanların emisyonlarını azaltarak ciddi kazanımlar elde etmesi mümkünken, “birden çok evi olan ya da sıklıkla uçak seyahati yapanlar temettü ile elde ettiklerinden daha fazlasını artan fiyatlar için ödeyecekler.” (s.72) Yani harç ve temettü sistemi, gerçekten de asıl sorumluların bedel ödediği ve sera gazı emisyonlarının gerçekten nitelikli ölçüde azaltılması anlamına gelecek bir çözüm öneriyor.

Görünen o ki, bugünden yarına uygulanabilecek öneriler içinde “harç ve temettü sistemi” açık arayla öne çıkıyor. (Daha doğrusu, savaşları durdurmak ya da reklamcılık ve bankacılık sektöründeki anlamsız tüketimi ortadan kaldırmak vb. önerilerle birinciliği paylaşıyor diyelim.)

İklim krizi hakkında kafa yoran herkesi bu öneri üzerine düşünmeye, iklim krizi hakkında henüz kafa yormayan herkesi de durumun ciddiyetini fark etmek için iklime ilgili güncel gelişmeleri derlediğimiz yazıları okumaya ve ardından Hansen’ın önerisi üzerine düşünmeye davet ediyoruz.

Leave a Reply

Your email address will not be published.