Daily Archives: April 4, 2022

Senden bana ne?

Bir aydır etrafında dolaştığım, ama aslında ağzımda geveleyip durduğum meseleye harbiden bir giriş yapasım var bugün.

Toplumsal adalet gibi ciddi konular beni ilgilendiriyor. Üzülüyorum, öfkeleniyorum, endişeleniyorum, uykularıma giriyor, harekete geçme dürtüm canlanıyor, ve basbayağı her gün çözüme katkım olması için bir şey yapıyorum, bir şeyler yapınca (ve özellikle de yaptıklarımın sonuçlarını görünce) seviniyorum, bu şeyleri başkalarıyla yaptıkça hayatım anlamlanıyor. Falan filan. Elalemin geçtiği acılar bana dokunuyor.

Elalem olmayanların, yakınımdaki insanların çektiği acılar ve sevinçlerse bana hiç koymuyor.

Son birkaç yılda bunun olumsuz sonuçlarını gördüm ilişkilerimde.

Acından bana ne?

Partnerimle açık ilişki yaşıyoruz başladığımızdan beri. Geçen yıl hayatıma giren yeni bir kişi, ilişki önceliklerimi değiştirir gibi oldu ve alışageldiğimiz zaman, enerji, mekan dengelerini bozdu. Partnerim bu değişikliklerden korktu ve benden daha net olmamı istedi. Ben bu netliği sağlayamadım çünkü kendim de ne istediğimi bilemiyordum. Bu belirsizlik halinde partnerime güvence veremedim ve durumu geçiştirdim. Durumu geçiştirebildim, çünkü partnerimin ne kadar acı çektiğini görmedim – daha doğrusu gördüm de ciddiye almadım diyelim. (Gerçi hayatıma giren yeni kişi de durumu pek kolaylaştırmadı, ama oraya girmeyelim şimdilik.)

Birçok ay geçtikten sonra ve partnerim ısrar ettikçe ben nihayet olaya uyandım, ama bu arada ilişkimize çok zarar vermiş olduğumu fark ettim.

Şu soruları sordum kendime: Partnerimin üzüntüsü bana neden bulaşmadı? Bu üzüntüye yol açan tatmin edilmemiş ihtiyaçları neden merak etmedim? Bu ihtiyaçlarına karşılık verecek şekilde neden harekete geçmedim?

(Bu sorular önemli, çünkü konu toplumsal adalet falan olunca tam da bu basamaklardan geçerek belirliyorum ne yapıp ne yapmayacağımı.)

Sevincinden bana ne?

İkinci örneğimi tersten vereyim: Sevişirken partnerimin hoşlandığı şeyler (de) yapıyorum, çünkü onun zevk aldığını görmek beni mutlu ediyor. Ama onun zevk almasından ben şahsen zevk almıyorum oturduğum yerde. Ne bileyim, ona oral seks yaparken mesela, evet, onun tepkilerini izlemekten hoşlanıyorum, ama arada dikkatim dağılabiliyor, veya uzun sürerse canım sıkılabiliyor. O daha çok zevk aldıkça ben daha çok zevk almıyorum.

Uzun süreli ilişkide bu sorun olabiliyor. İlk zamanlarda ikimiz de heyecanlı olduğumuzdan pek fark etmiyorduk bu durumu. Sonrasında birbirimize uyum sağladıkça ve yeni şeyler keşfettikçe de heyecanımızı canlı tuttuk. Ama aynı zamanda o da benim neyden ne kadar zevk aldığımı anlamaya başladı. Uzun vadede, yapageldiğim birçok şeyi aslında sırf bir görev duygusuyla yaptığımı tespit edince o da zevk almamaya başladı ve bir kısır döngüye girdik.

Daha bir dünya örnek verebilirim, ama bunun yerine bence asıl konuya girebiliriz artık.

Empati zımbırtısı

İlişki krize girince bu sorunların altında yatan asıl meseleyi bulmaya çalıştık. Kabaca empati eksikliği diyebileceğimiz bir yere geldik.

Yani konu şu: Ben birtakım hatalar yaptım. Bu hatalar için özür diledim ve sebep olduğum hasarları telafi etmek için elimden geleni yapıyorum. Ama bu hatayı tekrar etmeyeceğimin garantisi ne? Bu garanti, bu hataya yol açan asıl sorunu bulup düzeltmeye başlamamda. Bu sorunun ne olduğunu el yordamıyla buluyoruz, şimdilik empati üzerinde okuyorum işte, buradan bir şey çıkar mı diye.

Empatinin altı veçhesine baktığımda fark iyicene ortaya çıkıyor.

(1) Başkalarının duygularının bana bulaşması zaman alıyor. Kişisel ilişkilerimde bu ciddi bir sorun, çünkü duyguyu gördüğümde onun çağırdığı eylemi hemen yerine getirmem gerekiyor. Bu sorun toplumsal meselelerde ortadan kalkıyor, çünkü zaman bol: tecavüz edilip öldürülen genç kadınlarla ilgili farklı farklı hikayeleri farklı farklı kişilerden ve kaynaklardan takip edebilirim, bu hikayelerin gerçek anlamını birçok makaleden öğrenebilirim, ne yapmam gerektiğini düşünebilir ve başkalarının ne yaptığını araştırabilirim. Bunlar günler, haftalar, hatta aylar sürebilir. Bu süreçte üzüntü, endişe, öfke, umut gibi duygular kademeli olarak bulaşıyorlar bana. Ve sonunda bu duygularla ne yapacağıma ben karar veriyorum; kimse bana ne zaman nasıl harekete geçeceğimi dikte etmiyor.

(2) Aynı zaman ve mesafe hususları, duyguları isabetli biçimde tespit etmemde de geçerli. Ormanda köyü yanıp kül olan birinin gerçekten ne hissettiğini benim isabetli biçimde anlamama gerek yok, çünkü onun duygularını bana tane tane anlatan videolar, kitaplar ve röportajlar var. İçimde derin bir adalet duygusu oldukça, yolumu bulacağım ve ilişki kuracağım o kişiyle. Özel hayatımda ise isabetli tahminde bulunmak doğrudan benim görevim çünkü kimse bunu benim için yapmıyor, yapmayacak. Bu görevi yapmıyorum, çünkü politik emekle aram iyiyken duygusal emekle aram kötü.

(3) Duygularımı regüle etmekte sıkıntı çekmiyorum. Çok yoğun duyguların üstüme üstüme geldiği durumlarda tepkilerimi filtreleyip hislerimi yönetebiliyorum. Böylece duyguların altında ezilmiyorum ve onları yavaşça sindirebiliyorum. Kişisel ilişkilerimde bu, dramatik krizler çıkarmamam ve çıktıklarında da onları idare edebilmem anlamına geliyor. Toplumsal meselelerde de stratejik düşünmeme izin veriyor bu duygusal ayar mekanizmam.

(4) Karşımdakinin bakış açısını edinmekte de zorlanmıyorum. Politik ortamlarda bu tabii ki daha kolay, çünkü duygulardan ziyade düşüncelerini ve önceliklerini anlamam bekleniyor karşımdaki kişinin (mesela, bir toplantıda bir konuyu tartışırken). Toplumsal konularda da zamanla perspektif kazanıyor insan. Kişisel ilişkilerimde de aynı şekilde, partnerimi tanıdıkça onun bakış açısını edinebiliyorum.

(5) Başkaları için endişelenme konusunda ise ciddi sıkıntılarım var. Sanırım bunu, üniversitedeki Kürdistanlı arkadaşlara borçluyum. Ben Türkiye’nin batısında doğdum ve büyüdüm. Antalya’nın batısına gitmem istisnaidir. Kürdistanlı arkadaşlar kampüsteki toplantılarımızda bize hayatımızın (görece) ne kadar huzurlu ve ayrıcalıklı olduğunu öğrettiler. Bunu bizi eleştirerek değil, kendi yaşadıklarını tane tane anlatarak yaptılar. Tabii ki onların hikayelerinden hareketle Filistin’i, Yemen’i, Latin Amerika’yı, savaşı da anlamaya başladık yirmili yaşlarımızın başında. Konuya dönersek: Benim acı çeken halklar (ve kadınlar, ve LGBT bireyler, ve, ve, ve) için endişendiğim bariz olsa gerek. Ama öte yandan, etrafımdaki, oturup çay içtiğim insanların dertlerini göreceleştirdiğim bir gerçek. Bunu kendi duygularım için de yapıyorum bak. Partnerimle ayrılma noktasına geldiğimizde, işimi kaybetme riski altındayken, veya birçok arkadaşım beni yarı yolda bıraktığında, tabii ki üzülüyorum, ama öyle pek de çok üzülmüyorum. Hayatımın özünde iyi olduğu bilinciyle, dertlerimi geçiştiriyorum. Bunu etrafımdakilere de yapıyorum herhalde, ve bu ciddi bir sorun, çünkü nihayetinde, arkadaşlarıma duygularına hakları olmadığı mesajını veriyorum dur otur.

(6) Son olarak, nasıl ki tanımadığım insanlara toplumsal düzeyde faydalı olmaya çalışıyorsam, birlikte olduğum insanların da ihtiyaçlarına yanıt vermeye yatkınım. Bu anlamda, eğer ne yapmam istendiği açıksa (tahmin etmem gerekmiyorsa) ve somutsa (beklenen davranışın tam olarak ne zaman nerede nasıl yerine getirileceği netse), harekete geçiyorum genellikle. Yani birinin önceki basamaklardaki duygusal emeği sonucuna erdirip bana bir talep veya ricayla gelmesi gerekiyor ki ben harekete geçeyim. Bu da kriz anlarında pek manalı bir yöntem değil elbette.

Yani, iki kategori var kafamda: kişisel meseleler, toplumsal meseleler. Kişisel meseleleri küçümsüyorum (5), toplumsal meselelerin de zaman ve mekan konusunda avantajları var (1,2). Buradan cinselliği de pek önemsemediğim sonucu çıkıyor, ki bu bayağı tuhaf çünkü cinsellikle ilgili bir blogum var ve şu anda bu blogun 172. yazısını yazıyorum. Önemsemediğim bir konu için abartılı bir çaba israfı.

Sanki tüm bu kategorilerin altında başka bir şey varmış gibime geliyor, ama ne olduğunu henüz çözemedim. Aslında, bu sorunlarımın erkeklerde ne kadar yaygın olduğunu da merak ediyorum, ama kime nasıl sorabileceğimi bilemiyorum.

İlişkiler, empati ve duygusal emek

Birlikte olduğum insanları pek dinlemediğim, anlamadığım ve onların duygularını ciddiye almadığım bir gerçek. Bunun nedenini henüz çözemedim. Belki etrafımdaki insanları merak etmiyorumdur yeterince. Belki benim merakımla onların ihtiyaçları arasında bağlantı kurmuyorumdur. Belki de tüm bunları yapmama gerek yoktur, çünkü erkeğim ve erkekler böyle şeylerle uğraşmazlar (çünkü başkaları bu işi onlar için yapar).

Bu konuların etrafında dolaşırken, Karla McLaren’in “The Art of Empathy” kitabını okumaya başladım. McLaren empatinin altı yönünden bahsediyor. (Bu, önceki bir yazımdaki iki çeşit empati – bilişsel ve duygusal – ile yer yer örtüşüyor, yer yer ayrışıyor.)

1. Duygu bulaşması (emotion contagion): Bir başkasında bir duygunun belirdiği veya senden bir duygu beklendiği hissi.

2. Empatik isabetlilik (empathic accuracy): Kendinde ve başkalarında duygusal hal, düşünce ve niyetleri doğru tespit edebilme yeteneği.

3. Duygu ayarı (emotion regulation): Kendi duygularını anlama, regüle etme ve onlar üzerinde çalışma becerisi.

4. Bakış açısı alma (perspective taking)

5. Başkaları için endişelenme (concern for others)

6. Kavrayışlı ilişkiye geçme (perceptive engagement): Empatine dayanarak kavrayışlı kararlar alma ve karşındaki kişinin ihtiyaç duyduğu şekilde harekete geçme (veya geçmeme) yeteneği.

Umarım tanımlar yeterince açıktır. Çok uzatıp kitabı buraya kopyalamak istemedim. (Çevirilerimden hiç de memnun değilim, bu yüzden İngilizce orijinalini de yazdım.)

Şimdi tek tek bunlarla ilgili kendime bakmak istiyorum. Sen de kendine bakabilirsin belki benimle birlikte? Empatinin her bir yönünü ilişkilerimde ve cinselliğimde değerlendirmek istiyorum.

Duygu bulaşması

Bu bende gerçekten pek az var. Başka birini mutlu görünce sevinmiyorum, mutsuz görünce üzülmüyorum. Ama mesela bir orman yangını veya sel baskını veya savaş beni gerçekten üzebiliyor. Yani kişisel düzeyde bulaşma olmasa da, daha soyut, toplumsal bir düzeyde duygu bulaşması yaşayabiliyorum.

Cinsellikte durum daha karışık. Bir yandan, partnerimi heyecanlandıran şeyler beni de heyecanlandırıyor diyebilirim, ama aynı zamanda sanki sırf ona zevk vererek mutlu ve tatmin olamıyorum. Şöyle düşün: partnerim uzun süre farklı şekillerde uyarılmak istediğinde, canım sıkılabiliyor. Onun zevk alıyor olması illa ki benim de mutlu olmamı sağlamıyor.

Empatik isabetlilik

Bunda zayıf olduğumu söyleyebilirim, ama konu empati değil. Genel anlamda duygusal sözcük dağarcığım kısıtlı. Duygusal okuryazarlığım zayıf da diyebilirim. Yani mesela başkalarında duyguları isabetli biçimde tespit edip etmemenin ötesinde, kendim de dahil olmak üzere duygular arasındaki nüansı görememem.

Cinsellikte bunun karşılığı, neyin beni nasıl hissettirdiğinin farkında olmamam. Tabii ki neyi sevip neyi sevmediğimi biliyorum, abartma hemen. Ama mesela mutlu-mutsuz veya iyi-kötü gibi kalıpların ötesinde, farklı aktivitelerin farklı etkilerini düzgünce ifade edemiyorum bence. Böyle olunca tabii ki partnerimi de doğru dürüst anlamıyorum.

Duygu ayarı

Bunda iyiyim bak. Kendi duygularımın veya başkalarının duygularının altında ezilmiyorum pek. Mantıklı yanım hep uyanık oluyor. Çıldırmıyorum – sevinçten de öfkeden de. Yoğun duygular üstüme üstüme geldiklerinde onlarla nasıl başa çıkacağımı biliyorum. Cinsellikte de durum pek farklı değil. Hep her şeyin bilincindeyim.

Bakış açısı alma

Bunda da iyiyim sanki. Romantik ilişkilerimde de, daha genel anlamda sosyal ilişkilerimde de hep karşımdakinin neyi neden söylediğini anlamakta zorlanmıyorum. Tabii yapamadığım şeyler var. Özellikle karşımdakiyle aramda ciddi bir toplumsal mesafe varsa işler karışabiliyor.

Toplumsal mesafeden kastım öyle soyut şeyler değil. Önceki yazımda da dediydim: ben kadınların neyi nasıl yaşadıklarını ve hissettiklerini anlamıyorum. Yani mesela cinsiyet başlı başlına ciddi bir mesafe oluşturabiliyor.

Başkaları için endişelenme

Bu enteresan bak. Benim hayatımın çok büyük bir kısmı aktivizmle dolu. Yani, öyle ya da böyle toplumsal meselelerle haşır neşirim düzenli olarak. Bunu, başkaları için endişe duymadan sürdürmek mümkün değil.

Ama mesele ilişkiler olunca sanki o kadar da ciddiye almıyorum bu endişe konusunu. Derinlerden bir yerden, bana, hayatımın kıyaslanamaz derecede iyi olduğunu, etrafımdakilerin hayatının da olağanüstü ayrıcalıklarla dolu olduğunu söyleyen bir ses var. Bu ses kişisel endişeleri bastırıyor. Bu konuya haftaya girmek istiyorum.

Kavrayışlı ilişkiye geçme

Benim harekete geçme, angaje olma kabiliyetim olağanüstü yüksek. Ama tabii ki bu kabiliyeti önceki maddelerden bağımsız düşününce biraz sakat oluyor. Eğer duygu bulaşmıyorsa veya bulaşan duyguyu doğru tespit edemiyorsam, harekete geçip geçmemem biraz manasız bir tartışma. Sırf şunu söylemek istiyorum kabiliyetim yüksek derken: eğer karşımdakini anladıysam, bu benim için harekete geçmekle eşanlamlı. Soyut bir “anlamak” yok yani, illa ki bir şey yapmak için bir iç motivasyonum oluyor.

Bu son madde romantik ilişkiler ve cinsellik konularında bana umut veriyor, çünkü yaşadığım sorunlar soyut değil somut. Beklenen bazı davranışları gerçekleştirmediğim, beklenen bazı tepkileri vermediğim için ilişkilerimi kaybediyorum. Ama eğer bu yazdıklarım doğruysa, asıl mesele duygusal yakınlık ve isabetlilikte çözülebilir.

Senin empatinin bu altı yönüyle ilgili yanıtların nasıl oldu? Kendinle ilgili yeni bir şey fark edebildin mi?

Duygusal emek

Tüm bu yukarıdakileri biri benim için yapıyor. Eğer duygu bulaşmıyorsa, partnerim tane tane açıklıyor ve sıklıkla tekrar ediyor. Eğer yanlış anlıyorsam, sabırla beni düzeltiyor. Eğer harekete geçmiyorsam, partnerim doğrudan rica ediyor şunu bunu yapmamı.

Ve ters yönde de böyle bu: kendi duygularımı tespit ediyor ve buna göre nasıl davranması gerektiğini saptayıp harekete geçiyor.

Bunları hep başkaları benim için yapıyorlar. Yapmasalar ölür müyüz? Sanmam. Yapmasalar durum çok mu fena olur? Emin değilim. Yine de, ortada bir emek var ve biri bu emeği sarf ediyor.

Biraz daha düşünmem lazım bu duygusal emek konusunda.