[Yazıyı bilgisayarınıza indirmek için: Coskun Adali – Yakin Tarihin Son On Gunu]

§.1- Kürt Ulusal Hareketi bir devlettir, “devlet olmayan devlettir”. Ulusal sınırlar ve para basma yetkisi istemeyen bir devlet, ama bir devletin bunlar dışındaki özelliklerinin çoğuna sahip bir devlet…

§.2- Bu devletin dayandığı toplum sınıflıdır, proleteryası ve işbirlikçi burjuvazisi esas olarak Türkiye’de gelişmiştir, ancak ulusal burjuvazisi hiçbir yerde gelişkin değildir. Kürt Ulusal Hareketi, hem son kırk yıldaki kendi gelişim tarihinin, hem de Kürt sınıflarının etkisi altındadır.

§.3- Bu “devlet olmayan devlet” dört bileşenden oluşmaktadır:

i. Abdullah Öcalan
ii. KCK ve Kandil
iii. HDP
iv. PKK Avrupa örgütü

Her bileşen, ötekinden bıçak keskinliğinde ayrılan bir sınıf bloğunu temsil etmiyor. Kürt hareketinde emekçi, kır ve kent yoksulu sınıf karakteri baskın ve hegemondur. Ama “devlet olma” hali nedeniyle Kürt burjuvaları da giderek daha büyük oranlarda hareket içinde yer almaktadır. Bu dört bileşen arasında olağanüstü bir orkestrasyon ve koordinasyon vardır. Ama aynı zamanda farklı zamanlarda, farklı sosyal temellere ve farklı müteffiklere dayandıkları için çelişki ve itişme-kakışma da vardır. Ortaya çıkan politika, bu dört bileşenin güç dengelerine bağlı olarak ortaya çıkan bir “bileşke politika”dır. Bir röportajında Selahattin Demirtaş’ın “PKK’yla organik bağımız yoktur” sözü tam da bu farklı iradeleri anlatıyor.

§.4- Kürt işbirlikçi burjuvazisi tamamen AKP yanlısıdır. Konumuz dışındadır, onu geçelim. Geçen Mayıs ayına kadar rüzgâr, Kürtlerin ulusal haklarına kavuşacağı bir “başkanlık sistemini” isteyen Kürt ulusal burjuvazisinden yana esiyordu ve Abdullah Öcalan, mecburen Recep Tayyip Erdoğan’ı destekliyordu. Çünkü Türk tarafından şimdiye kadar kendisiyle masaya oturan tek politikacı Recep Tayyip Erdoğan’dı.

§.5- Bundan bir yüzyıl sonra tarih mutlaka Abdullah Öcalan’ı çok olumlu bir konuma koyacak, feodal artıklarla ve egemen ulus-devletle savaşarak Kürt ulusunun toplumsal ilerlemesinin önünü açan başarılı bir gerilla lideri olarak kaydedecektir. Türkiye solu, Abdullah Öcalan’ın kadro kalitesinin farkında değildir. Sırf komünizm düşmanı olduğu için Mustafa Kemal’in tarihsel kişiliği ve kadro kalitesinin bile farkında olamayanlar elbette Abdullah Öcalan’ı da değerlendiremez. Yani Abdullah Öcalan, tarihin değişik bir kesitinde, değişik bir toplumun “Atakürtü”dür.

§.6- Ancak Newroz 2013 konuşması Abdullah Öcalan için sonun başlangıcı oldu. Abdullah Öcalan artık yavaş yavaş yokuş aşağı gidiyor. Müzakere süreci denen şeyin “Ergenekon” türü bir süreçten çok da farklı bir şey olmadığını gördü ama kendisiyle konuşan tek insanla, verimsiz de olsa, konuşmayı sürdürmekten başka seçeneği de yok. Hiçbir şey almadan verdi, verdi de verdi. Avrupa’da PKK’nin üç üst düzey yöneticisinin, yine bizzat Kandil’in kanıtladığı gibi, MİT tarafından infazını görmezden geldi. Gezi’ye karşı tutum aldı. 17-25 Aralık olayını Recebi devirmek isteyen “paralel devletin işi” olarak gördü. Recep ne dediyse onu aynen doğruymuş gibi savundu. Böylece vere vere bir gün de Recebin kendisine bir şey vereceğini düşündü. Sürecin bir aşaması için bir son tarih ilan etti, hiçbir şey olmadı, bu tarih geçti gitti. Yeni bir “son tarih” ilan etti. O da geçti gitti. Olmadı, başka bir aşama için başka bir son tarih ilan etti vs. Recebe karşı zayıf bir cumhurbaşkanı adayı çıkaracak, böylece Recep ilk turda cumhurbaşkanlığını alamazsa ikinci turda Kürtlere, “haklarımızı vermeye en yatkın adaya oy verin” diyerek de facto o gün müzakereyi sürdüren Recebi destekleyecekti. Elindeki bütün kartları bitirdi, hatta 24 Nisan 2014’te bir Kürdistan İslam Konferansı örgütleyerek Recebin öz bahçesine bile daldı. Bu konferans tam bir fiyaskoyla bitti. Bir müzakere masasında karşı tarafa hiçbir şey almadan durmadan taviz verilirse, o taraf bu tavizleri alır cebe atar, o kadar, kendisi bir mukabil taviz vermez. Abdullah Öcalan zayıflamıştır.

§.7- Sonra bu zayıflama sürecinin ortasında, Mayıs 2014’te bir şey oldu. Bilemiyoruz, belki de Selahattin Demirtaş rest çekti, Abdullah Öcalan’a, son kırk yıllık tecrübesine dayanarak ve haklı olarak Türkiye soluna hiç ama hiç güvenemeyen liderine, “Ben ezilenlerin adayı olarak seçime katılacağım ve Türkiye solundan destek arayacağım” dedi. Selahattin Demirtaş gerçekten böyle bir şey söylediyse Abdullah Öcalan’ın gücünün bunu reddetmeye yetmeyeceğini düşünebiliriz. Yine de Recebin “fazla endişelenmemesi” gerektiğini, ister başka bir aday ister Selahattin Demirtaş olsun, sonucun değişmeyeceğini kendini ikna etmiş olabilir.

§.8- Sonra? Sonra, solcuların bir kısmının seçimi boykot etmesine rağmen, Selahattin Demirtaş %9,8 oranında oy aldı. Her şey altüst oldu. İşte HDP’yi bugün seçimlere sokan bu rakamdır. Bugün artık Selahattin Demirtaş güçlüdür ve güçlenmeye devam etmektedir. Bugün ilk kez “ezilenlerin bir partisi” barajı aşabilecek oy gücüne ulaşıyor.

§.9. Selahattin Demirtaş güçlüdür ama tek güç değildir. Bu nedenle attığı her adım çok dikkatlidir, söylediği her söz kuyumcu terazisiyle tartılmıştır ve Kürt Ulusal Hareketinin dört bileşeninin o anki dengelerini yansıtır. Diğer bileşenlerden 100 gram koparıyorsa 50 gram da onlara veriyor. HDP’nin programında LGBT’lerin haklarının savunulması, “Kürtler dururken” Ermeni adayların HDP listesine girmesi, hatta HDP’nin Recebin sinirini bozacak ekoloji programı, Selahattin Demirtaş’ın profiline çok uygundur, ama Kürt hareketinin diğer bazı bileşenleri tarafından rahatça sindirilebilir nitelikte değildir. Öte yandan Selahattin Demirtaş Recebi meclise girdiğinde ayakta alkışladı. Bu hareket Selahattin Demirtaş’ın söylemine göre yanlıştır, ama büyük bir olasılıkla Abdullah Öcalan’a verilmiş bir tavizdir. Recebi ayakta alkışlıyor, ona “Sayın” diyor, ama başka bir gün “Yargılanabilir” diyor, psikolojik savaşı kazandığını ilan ettiği gün de “Ama tek bir cümle ile ben bütün bir Türkiye’ye bütün bu sorunların çözümünün anahtarını hatırlatmak ve bunun sözünü vermek istiyorum. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, HDP var oldukça, HDP’liler bu topraklarda nefes aldığı müddetçe sen başkan olamayacaksın. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, seni başkan yaptırmayacağız. Seni başkan yaptırmayacağız” diyor. Bu böyle devam edip gidecek.

§.10- HDP aday listelerinde yobazlar var. Örneğin Hüda KAYA tavizdir, asla yutulamaz. Boğazımızda tutuyoruz. Konuyu 8 Haziran’dan sonra konuşacağız. Bugün bağrımıza taş bastık. Selahattin Demirtaş’ın Kürt hareketi içinde bugün verdiği her tavizi biz de aynen vermeye hazırız. Bu tavizlerin hepsi birer birer geri alınacak. Bu türden daha bir çok olumsuzluklar var, zamanı gelince eleştirilecek, ama onları eleştirme hakkını almak için 7 Haziran’da HDP’ye oy vermek şarttır. Solculardan HDP’ye oy vermeyenler, Türkiye siyasetinden ebediyyen dışlanacaktır. Selahattin Demirtaş’ın son bir röportajındaki “koalisyona gönderme” de imalı bir tavizdir. Selahattin Demirtaş’ı dikkatle dinleyelim. Neyi, ne zaman, kime hitaben söylüyor? Bütün Türkiye’ye ne zaman, ne diyor? Anlamaya çalışalım. “HDP’liler bu topraklarda nefes aldığı müddetçe sen başkan olamayacaksın” lafı bütün Türkiye’ye, aynı zamanda özel olarak da Kürt hareketinin bütününe söylenmiştir.

§.11- Selahattin Demirtaş’ın neyi, kime söylediğini anlamaya başladığımız gün göreceğiz ki herşey kesilmiş resim parçalarını birleştirerek tamamlanan bir bozyap bulamacasındaki gibi yerli yerine oturacak, anlaşılmaz görünen her şey tek bir mantık ipinin üzerine dizilecektir. Selahattin Demirtaş’ın kişisel duruşuna güvenimiz sonsuzdur.

§.12- Recebin en büyük kabusu Selahattin Demirtaş’tır. Recebin en büyük korkusu HDP’dir. HDP’yi geriletmek için seçim gününe kadar provokasyonlara gereksinimi vardır. Bu provokasyonlar sayesinde HDP’ye yeni, taze kazanılmış seçmenleri korkutacak. Yani AKP’den daha yeni vazgeçen Kürtleri ve hâlâ kararsızlığını koruyan eski CHP yeni HDP seçmenlerini korkutmak isteyecek. Bu ikircimli seçmenler, “iç savaş”, “PKK’yla silahlı savaşa devam” gibi şiddet dolu alternatifler yüzünden, bunlar blöf bile olsa, korkarlar ve sandığa gitmeyebilirler. Bu “provokasyonları” hem boşa çıkarmak, hem de anında çok iyi sergilemek lazım. Bu seçimin yapılması lazım.

§.13- Bir olasılıkla Demirtaş, seçim kampanyasının sonuna doğru, AKP’ye barışçıl ve yumuşak göndermelerde bulunabilir. Bu göndermeler bizi ilgilendirmez, Recebi ilgilendirir ve Recebin canını çok fena sıkar. Çünkü son ana kadar tasarlamaktan vazgeçemeyeceği “provokasyonları” zorlaştırır.

§.14- Seçim gününe kadar şunu hep aklımızda tutalım: Herşey Recebin istediği gibi giderse ülke bir karanlığa yuvarlanır. Ama biz karanlıkta da yaşarız, karanlıkta yaşayan canlılar gibi. Oysa Recep kaybederse onu, ailesini ve parti ileri gelenlerini binlerce yıllık ağır hapis cezaları bekliyor. Hepsi ölünceye kadar hapiste kalacaklar. Hem de olağanüstü yasa çıkarmaya gerek kalmadan, mevcut yasalar ve anayasa temelinde yargılanacaklar…Yani bu dünyada onların arkasından ağlayacak bir tek kişi olmayacak, her şey tüm dünyanın tanıdığı meşru burjuva hukuku çerçevesinde yapılacak. Ve Recep bunun çok iyi bilincinde. Seçimi kaybetmemek için binlerce insanın bile ölümüne “evet” der. Çünkü aksi takdirde kendisi hapiste ölecek.

§.15- Selahattin Demirtaş Türkiye devrimci hareketi için inanılmaz bir şanstır. Müthiş bir şanstır. Selahattin Demirtaş’ın söylemi için kimseye hele hele Recebin HDP’ye oy vermeyen komünistlerine ve Cemaat yandaşlarına filan hesap vermemiz gerekmiyor. Onların hiçbir hakkı yok. Selahattin Demirtaş’ı hem kendi hareketi içinde, hem de Türkiye içinde gözümüz gibi korumamız lazım.

§.16- Recebin HDP’ye oy vermeyen komünistleri aslında fiilen AKP’ye oy vermiş olacaklar. Dediklerine göre HDP’ye oy vermemelerinin gerekçesi, sınıf politikasının bağımsızlığını korumakmış. Oysa sınıf politikasının bağımsızlığını temsili bir demokrasinin, üstelik Türkiye için bir de kısıtlı bir burjuva demokrasisinin seçimlerinde verilecek oya indirgemek sağ oportünizmdir. Oy, toplumsal ilerlemenin o anki gereğine göre kullanılır. Bu yüzden zaman olmuş devrimciler sosyal demokrat bir partiye bile oy atılmasını istemişlerdir. Sosyal demokrat parti toplumsal ilerlemeyi getireceği için değil, sosyal demokrat partinin iktidarında devrimciler toplumsal ilerleme için daha etkin savaşacakları ve sosyal demokratları bu savaşta sergileyip zayıflatacakları için…Bugün sosyal demokrat CHP’yi desteklemek gibi bir durum bile sözkonusu değil, çünkü işçi sınıfı ve emekçiler için çok daha iyi bir alternatif var, ezilenlerin partisi HDP var.

§.17- Yazıyı şu argümanla bitiriyoruz: Mantıksal çıkarsama yönteminde en saçma uca gidelim. Şimdi diyelim bizler hepimiz robotuz, biz, siz, Selahattin Demirtaş dahil bütün HDP’liler hepimiz robotuz. Abdullah Öcalan’ın elinde bir uzaktan kumanda var, bir düğmeye basıyor ve robotlar onun istediğini yapıyor. HDP meclise 60 milletvekiliyle girdi, AKP 260’ta kaldı, hükümet olamıyor. Abdullah Öcalan bir düğmeye bastı, AKP-HDP koalisyonu kuruldu ve koalisyon hükümet oldu. Birincisi, seçimleri boykot etmek bu koalisyonu engelleyemiyor, çünkü boykot edecekler zaten AKP seçmeni değil, AKP muhalifi seçmen. Yani boykot Recebin işine yarıyor. İkincisi, 7 Haziran seçimleri sonucunda devrimci komünist bir iktidarın kurulamayacağını herhalde rahatlıkla varsayabiliriz. O zaman iki durum var: HDP barajı aşamazsa AKP, 320 adet parmak kazanıyor. Milletvekili demiyorum, “parmak” diyorum. 320 adet Recep parmağı… HDP barajı aşarsa mecliste “60 adet Öcalan parmağı + 260 adet Recep parmağı” olacak. Başka alternatif olmadığını gördük, o halde “en saçma” senaryoya göre seçim bu ikisi arasında, “320 adet Recep parmağı” mı istiyorsunuz, yoksa “60 adet Öcalan parmağıyla birlikte 260 adet Recep parmağı” mı istiyorsunuz ? Yöntemin en saçma ucu bile HDP diyor.

HDP başaracaktır !

DEMIRTAS OY

Coşkun ADALI, 28 Mayıs 2015