Yazıyı pdf formatında bilgisayarınıza indirmek için: Yanliş yolda olumune devam – Coskun Adali 3 Temmuz 2017

Bu blogda, 25 Haziran’da, ölüm orucu grevini durdurmaları yolunda grevci kardeşlerimizi ikna edebilecek durumda olan insanlara bazı bilgilerle ve argümanlarla yardımcı olabilmek amacıyla “Nuriye Gülmen’e ve Semih Özakça’ya mektup: Kardeşlerim, açlık grevinizi derhal durdurun” başlıklı bir yazı yayınladım. Yazıya çok sayıda olumlu mesaj geldi. Demek ki doğru bir şey söylüyorum. Zaten bu yazıdaki görüşleri paylaşan, ölüm orucuna derhal son verilmesine isteyen çok insan var. Ama ne yazık ki Nuriye Gülmen ve Semih Özakça kardeşlerimiz greve son vermeleri yönündeki tüm baskılara kapalı görünüyorlar. Hâlâ onlarla yüz yüze konuşabilme fırsatı olanlar için bu ek notu kaleme alıyorum.

§.1. Nuriye Gülmen, Cumhuriyet’te yayınlanan mesajında (28.06.2017), “Biz sadece işimizi geri istiyoruz. Bize yapılan katmerli hukuksuzluk. Bizi tutuklayarak haklı sesimizi kısacaklarını düşündüler ancak yanıldılar. Bizim açlık grevimizi sonlandırmamız için yapılan iyi niyetli çağrıların insani olduğunun farkındayız ancak biz kararlıyız, uğradığımız haksızlık telafi edilinceye kadar devam edeceğiz”, diyor (abç).

Kardeşlerim yanlışsınız. Bu mesajın her cümlesi ve bu cümlelerin altında yatan mantık ve görüş yanlış. Yanlışta ısrar ederek ölüme koşmak rasyonel, doğru ve toplumsal ilerlemeye katkı yapacak bir seçim midir? “Sadece” sözcüğü, yerden göğe haklı ancak olağanüstü büyük talebinizi küçük ve masum bir talep gibi algılamayı sürdürdüğünüzü gösteriyor.

§.2. Dikkat: 111 sanatçı, akademisyen, avukat ve insan hakları savunucusunun imzaladığı açıklamada şu cümle var: “Nuriye Gülmen ve Semih Özakça OHAL kararnamesi ile işten atılan beş bin akademisyen, elli bin öğretmen ve yüz elli bin çalışandan sadece ikisi.” Demek ki talebiniz “sadece” sözcüğünü hak etmiyor, işten haksız yere atılan 205 bin kişinin de “sadece” bu talebi var. Bu “sadece” sözcüğü aslında sadece sizin bu talep için ölmek istediğinizi vurgulamaya yarıyor.

§.3. Geçen yazımın iki vurgusu vardı, hatırlatayım: Birincisi siz kazandınız, ikincisi, ölüme koşmanın, hele hele kazandıktan sonra ölüme koşmanın bir anlamı yoktur, toplumsal ilerlemeye de katkı yapmaz, çünkü savaşan devrimciler için, ilericiler için ölüm değil, yaşam esastır.

§.4. “Bize yapılan katmerli hukuksuzluk” diyorsunuz. Anayasanın, yasanın, hukukun, adaletin kalmadığı bir ortamın “katmeri” de kalmamıştır. Size hukuksuzluk yapıldığını ve sizin gibi yüz binlerce insana da aynı hukuksuzluğun yapıldığını, bütün Türkiye’ye ve tüm dünyaya gösterdiniz. Sizin haykırışınızı milyonlarca insan duydu, yüzlerce kuruluş eyleminize destek verdi. Kazandınız. Toplumsal ilerlemeden yana güçler için olağanüstü olumsuz güçler dengesine rağmen, ülke çapındaki büyük bir haksızlığı duyurmak amacıyla kişisel ve zorlu bir nokta eylem seçmiş olmanıza rağmen kazandınız. “İşe geri dönme” talebinizin haklılığı eyleminizi başarıya ulaştırdı. İster bilincinde olun, ister olmayın, eyleminizin gerçek hedefi buydu. Şimdi ölüme koşmanız ise, “işe geri dönme” talebinizin bugünkü güçler dengesinde reel, elle tutulur ve seçtiğiniz yöntemle gerçekleştirilebilir bir talep olduğunu sandığınızı gösteriyor. Bu talep başka bir güçler dengesinde milyonların somut talebi olacaktır ve yığınsal kitle hareketiyle yüz binlerce mağdur işlerine geri dönecektir. Üstelik o gün artık çok uzakta görünmüyor.

§.5. Kişisel nokta eyleminiz Receb’in ülkeyi tamamen hukuksuz bırakma stratejisine başından beri tam cepheden vuruyor. Eylem Recebe hâlâ meydan okuyor. Yukarıda sözünü ettiğim 111 imzalı açıklama ise yangına körükle gidiyor, “Nuriye ve Semih ölmesin. Çalışma hakları geri verilsin. Okullarına dönebilmeleri ve hayatlarına devam edebilmeleri için devletin gereken adımları atmasını istiyoruz. Adalet ve demokrasi bunu gerektirir.” deniyor. İşte sizi ölüme sürükleyen “mahalle” baskısına bir örnek! Başka zamanlarda, başka yerlerde ‘ülkede adalet yok’, ‘demokrasi yok’ diyenler şimdi sizin işinize dönmenizin ‘adalet ve demokrasi’nin gereği olduğunu, hem de Recebe hatırlatıyorlar. Ülkede hukukun olmadığını biliyorlar ama Recep’ten sizin çalışma haklarınızı geri vermesini istiyorlar. Bir de Recebe “gereğini yap” diyorlar. Bunları Recebe baskı yapmak için söylüyorlar ama onu hâlâ tanımıyorlar. Adam sadece yığın eylemlerinden korkuyor, sadece o zaman iktidarını tehlikede görüyor. Kişisel eylemlerle kendine meydan okuyanlardan veya onların destekçilerinden baskı yemek bir yana, her zaman kişiselleştirdiği bu tür birebir kavgalardan beslenerek toplumu ayrıştırıyor, kendi tabanını ve kadrosunu konsolide ediyor. Değil “çalışma haklarınızın geri verilmesini”, sizi serbest bile bırakmıyor: Recebin Anayasa Mahkemesi, tutukluluğunuza yapılan itirazı bile, hem de oy birliğiyle reddediyor. Recep ölümünüzü bekliyor.

§.6. Yukarıdaki mesajınızda, “Bizi tutuklayarak haklı sesimizi kısacaklarını düşündüler ancak yanıldılar.” diyorsunuz. Yine yanlışsınız. Sizi tutuklayarak değil gözetimli ortamda öldürerek haklı sesinizi kısacaklarını düşünüyorlar. Onların yanılıyor olmaları için sizin yaşamanız ve savaşınıza devam etmeniz gerekiyor.

§.7. Aynı mesajda, “Bizim açlık grevimizi sonlandırmamız için yapılan iyi niyetli çağrıların insani olduğunun farkındayız ancak biz kararlıyız, uğradığımız haksızlık telafi edilinceye kadar devam edeceğiz”, diyorsunuz. Yine yanlışsınız, hem de iki kez yanlışsınız. Birincisi, size ‘açlık grevinizi durdurun’ diyen herkesin çağrısı salt iyi niyetli ve insani bir çağrı değil, herkes öznel bir kaygıyı işe karıştırmıyor. Bir kısmı nesnel konuşuyor. Kazandınız, hem de OHAL koşullarında olağanüstü bir zafer elde ettiniz, tüm dünyaya duyurduğunuz mağduriyetinizin kitle hareketine dönüşme fırsatını yarattınız, tüm mağdurların önünü açtınız. Ölürseniz, ölümünüzün yaratacağı yılgınlıkla, umutsuzluk ve çaresizlik duygusuyla zaferinizi yenilgiye dönüştüreceksiniz. İşe dönmeniz için gerçek olasılık, yaşam içinde ve yığın savaşında doğar. İkincisi, açlık grevine “uğradığınız haksızlık telafi edilinceye kadar devam” edeceğinizi söylerken ne dediğinizin farkında değilsiniz. Ölüm orucunu devam ettirerek işinize geri dönemezsiniz, “sadece” ölürsünüz… Uğradığınız haksızlığı öldükten sonra nasıl telafi edeceksiniz? Esasında bilinçaltınızda açlık grevinizi sonsuz bir süreç içinde, ölümün ucunda sadece teorik olarak durduğu bir süreç içinde devam ettirmek istiyorsunuz. Ölümü sonsuza atmış, sonsuz bir açlık süreci… Resimlerdeki o tatlı, sevecen gülümsemeleriniz böyle bir bilinçaltından kaçıyor… Yani esasında yaşamak istiyorsunuz.

§.8. Ölüm orucu sürecine girdikten sonra size “saygı” içinde “destek” olanlar eylem koymuyorlar. Örneğin açlık grevine başladığınız yere gelip bir “duran aydın” dayanışması yapmıyorlar, ya da bir oturma eylemi yapmıyorlar. Onun yerine kalemle kağıtla size mahalle baskısı yapıyorlar. Bugün bu mahalle baskısını yenmeniz, Recebi yenmenizden daha fazla bir güncel öneme sahip. Zaferinizi kazanıncaya kadar eyleminiz büyük ve derin bir saygıyı hak ediyordu. Bugünkü ölüm orucunuza saygı duyduğunu söyleyenler ise dostunuz değildir. Greve devam etmeniz yönünde sizi dolaylı olarak kışkırtarak size bilinçli veya bilinçsiz ama nesnel bir mahalle baskısı yapmaktadırlar. Çünkü empatiden de yoksundurlar. Empati yoksunluklarını küçük burjuva liberalizminden türemiş sahte bir saygının arkasına saklıyorlar. Belki de vicdanlarını rahatlatmaya çalışıyorlar. Ama ölüme giden sizsiniz, süreci seyreden onlar. Ölecek olanlar sizsiniz, yaşayacak olanlar onlar. Ölümünüze içtenlikle üzüleceklerine bile artık inanamıyorum.

*

Yanınızda duran milyonları yok sayamazsınız, kazandığınız grevinizi derhal durdurun.

Coşkun ADALI, 03 Temmuz 2017