Bu yazıyı PDF formatında bilgisayarınıza indirmek için tıklayın:

Son yeni donem – Coskun Adali 21 Haziran 2019

Evet doğrudur, ilkesel tavır boykottur, ancak ne yazık ki hem bu ilkesel tavrın bugün toplumda politik karşılığı ve deneyimi yoktur, hem de İmamoğlu’nun yarattığı hava ve beklenti bu ilkesel tavrı koymayı çok zorlaştırmıştır. Ancak şu unutulmamalıdır: Yeniden seçim kararı hukuka aykırıdır. Ama hukuka aykırı bir seçime katılmak da hukuka aykırıdır. Yeniden seçim kararı anti-demokratiktir. Ama anti-demokratik bir karara uymak da anti-demokatiktir. Yeniden seçim gayrimeşrudur. Ama gayrimeşru bir seçime katılmak da gayrimeşrudur. Bu durumda seçime tüm siyasi katılımlar gayrimeşru olduğu için 23 Haziran seçiminin sonucu fiilen meşrudur.

*

§.1. Türkiye’de toplumsal ilerlemenin bu yüzyılın başından beri hedefi, toplumsal gerilemeyi durdurmaktır. Bugün toplumsal gerilemeyi durdurma hedefi toplumsal ilerleme hedefinin ta kendisidir. İleriye hareketi başlatmak için önce geriye kayışı durdurmak şarttır.

§.2. Son yirmi yıldır toplumsal gerilemenin ruhu, motoru, mimarı Erdoğan’ın paylaşılmaz iradesidir. Bu iradeyi hangi yöntemlerle dayatabildiği ve uygulayabildiği ayrı bir konudur.

§.3. Bu iradeyi çatlatmadan, parçalamadan Erdoğan’ın diktatörlüğüne son vermek imkânsızdır.

§.4. İmamoğlu, nesnel olarak bu iradeyi parçalayacak ve Erdoğan’ın diktatörlüğüne son veren süreci başlatacak somut bir fırsat olarak ortaya çıkmıştır. İmamoğlu olgusunun nesnel-tarihsel anlamı budur.

§.5. İmamoğlu olgusunda, sadece ve sadece Erdoğan’ın diktatörlüğüne son verebilecek somut tarihsel fırsatı görmek yeterlidir. Kendilerini komünist veya solcu gören bazıları, herhalde irade nedir bilmediklerinden olacak, Erdoğan’ın iradesini parçalama fırsatını küçümsüyorlar ve yenilenen seçimde oy vermemeyi yeğliyorlar. Yani Erdoğan’ın iradesiyle İmamoğlu’nun iradesini kafalarında eşitliyorlar. Oysa Erdoğan ve İmamoğlu aynı kişi değildir. Kaldı ki iktidardaki iradeyle bu iktidardaki iradeye karşı duran irade arasında tarafsız kalmak, fiilen iktidardaki iradeyi desteklemektir. Bunu anlamıyorlar. Bu seçim toplumsal ilerlemeyle toplumsal gerileme arasında bir seçim değildir. Bir programla başka bir program arasındaki bir seçim değildir. Seçim, toplumsal gerileme “devam etsin” ile toplumsal gerilemeyi durduracak süreç “başlasın” arasında bir seçimdir. Zaten seçimin bu olduğu Erdoğan’ın programıyla İmamoğlu’nun programı arasındaki karşıtlığa da yansıyor: Biri “israfa, ranta, talana, yağmaya, hortuma devam”, diyor, diğeri “israfa, ranta, talana, yağmaya, hortuma son”, diyor. Bunlar toplumsal ilerlemenin hedefleri değildir.

§.6. Erdoğan, İmamoğlu üzerinden başlayan yığın hareketinde ve tüm ülkeye dalga dalga yayılan havada iktidarının mezar kazıcısını görmüştür, Gezi “kabusunu” yeniden yaşamak olasılığı karşısında ne yapacağını bilemez haldedir. Bugünlerde yıllar önceki Gezi’ye tekrar saldırıya başlaması belki de bu yüzdendir. Hava dönmüştür, tüm ülkede sevinç dolu, umut dolu bir rüzgâr esmektedir. İktidarın paniği, hataları, saçma sapan biçare saldırı ve sataşmaları, esen bu havadandır. Pontus, Bizans, Rum, İslambol, PKK, FETÖ, CHP “faşizmi”, HDP, Mursi, Sisi ellerine ne geçerse firlatıyorlar. Ama artık hedefi tutturamıyorlar, hep karavana atıyorlar.

§.7. Herkes biliyor ki 23 Haziran seçimi özünde İstanbul Belediye Başkanı seçimi değildir. Erdoğan’ın diktatörüğü’ne “evet”/”hayır” seçimidir, 31 Mart seçimi gibi… Ülke tarihinin belki de en önemli seçimidir. Seçim nesnel olarak “diktatörün iradesi parçalanmasın” diyenlerle “parçalansın” diyenler arasındadır. Diktatörün iradesinin parçalanmasını seçmek, toplumsal gerilemenin durdurulması için mücadelede daha elverişli koşulların oluşmasını seçmek gerekir.

§.8. Sandık riskini alan bir diktatör kendisine “hayır” denen bir seçimden sonra ayakta kalamaz. Yerel seçimleri kendisi için ölüm kalım meselesi haline getiren Erdoğan’dır. Buna mecbur kalmıştır, çünkü iktidar dizginlerinin yavaş yavaş elinden kaydığını hissetmiştir.

§.9. Evet, iktidar dizginleri elinden kayıyor, bu nedenle bu seçimin sonucu ne olursa olsun, ki normal olarak İmamoğlu kazanacak gibi görünüyor, seçimden sonra ülke sakin sakin, uslu uslu dört yıl 2023 genel seçimlerini beklemeyecektir. Böyle sakin, uslu beklemeyi de bizzat Erdoğan ortadan kaldırmıştır. 6 Mayıs YSK darbesiyle savaşımı başka bir düzeye, ülke tarihinde görülmemiş olağanüstü bir düzeye yükseltmiştir. O artık her gün, “ya hep ya hiç” savaşı verecektir. Yani 2023 diye bir tarih artık yoktur. Her şeyden önce bu tarih toplumsal bilinçten silinmelidir.

§.10. Seçimin sonucu ne olursa olsun, kim kazanırsa kazansın, nasıl kazanırsa kazansın, daha doğrusu seçim nasıl biterse bitsin, 24 Haziran’dan itibaren Erdoğan’ın ve tüm AKP yöneticilerinin yargı önüne çıkarılacakları güne kadar sürecek kesintisiz bir mücadele süreci başlayacaktır. Savaşım artık, demokratik yığın eylemleri, grevler, sivil itaatsizlik, sosya medya propaganda ve ajitasyonu, ve Gezi’deki gibi, Sarı Yelekler hareketindeki gibi savaşımın içinden doğacak binbir türlü yeni eylem biçimiyle yürüyecek bir savaşımdır. Bu dönem yeni bir savaşım dönemidir.

§.11. Bu dönem İmamoğlu’yla değil de Erdoğan’la başlarsa, yığın eylemleri patlayacak, Erdoğan son çarelerinin tümünü kullanıp bitirecek, ülkeye çok pahalıya da patlasa kısa zamanda gidecektir.

§.12. Bu dönem Erdoğan’la değil de İmamoğlu’yla başlarsa, devrimci demokratik güçlerin görevi, yine Erdoğan’ı iktidardan düşürmek perspektifiyle, ülke çapında toplumsal gerilemeyi durdurmaya yönelik her sözü, politikayı, girişimi ve eylemi desteklemek, toplumsal gerilemeyi durdurmaya yaramayan, hatta bu gerilemeye destek veren her söze, politikaya, girişime ve eyleme karşı çıkmak olacaktır. İstanbul seçiminin iptaline bile, sanki toplum yurttaşlardan değil de kullardan oluşuyormuş pişkinliği içinde, “kul hakkı yediler” ana belgisiyle karşı çıkan CHP sözcüleri ve İmamoğlu, Cumhuriyet’in tanımlayıcı ögesinden, “yurttaşlık” kavramından bu kadar çabuk vazgeçebiliyorlarsa, soldan eylemli bir baskı altında tutulmaları gerekiyor demektir. Dinbazların aldattıkları dindarlardan ciddi bir baskı bile görmeden kendiliğinden çabucak taviz verebilenlerin toplumsal geriye kayışı desteklemesi artık önlenmelidir.

§.13. CHP ve İmamoğlu toplumsal geriye kayışı artık ne seyretmeli, ne de desteklemelidir. Yurttaşlık kavramını görmezden gelmenin yanı sıra laiklik kavramını da görmezden geliyorlar. Toplumun seküler yaşam tercihini de önemsemiyorlar. İmamoğlu, içtenlikle de olsa, dinbazların dinle aldattıkları insanlara şirin göründüğünü bilerek sık sık İslamcı bir dil kullanıyor. Toplanan yüzbinlerce insana hep bir ağızdan “Amin” dedirtiyor, mazbata mitingini Kuran okutarak açıyor, Eyüp Sultan’da yasin okuyor, Hırka-ı Şerif’te titriyor. İşçi düşmanı dinci Özal’ı saygıyla anıyor. Beylikdüzü’nde açtığı dokuz sosyal tesise alkol sokmamış olmakla, kadınların ve erkeklerin ayrı saatlerde ve günlerde kullandığı iki yüzme havuz açmakla övünüyor. Programının halktan ve yoksuldan yana görünmesi, şeffaf belediyecilik anlayışını savunması, israfa karşı çıkması, yumuşak ve samimi üslubu, laiklikten ve seküler yaşamdan taviz vermeye her an hazır olduğu gerçeğini saklayamıyor. İnsanların yaşam biçimine müdaheleyi doğal görüyor. Bir belediye tesisine alkol sokmayı, o tesise giren herkese alkol içme zorunluluğu dayatmakmış gibi algılayabiliyor. Aynen dinbazlar gibi… Laikliğin, seküler yaşamın önemini bu kadar basit ve kaba bir düzeyde bile anlamıyor.

§.14. CHP laikliği hiçbir zaman uğrunda savaşılması gereken bir hedef olarak görmedi. Gericiliğin laikliğe çeyrek yüzyıldır aralıksız süren saldırısını eleştirmekle yetinmeyi mücadele sandı. Bırakalım laikliği savunmak için bir odak oluşturmayı, tek bir eylem bile koymadı, dinbazların laik eğitime saldırısına dahi tek bir mitingle de olsa yanıt vermedi. CHP ve İmamoğlu laikliği ve seküler yaşamı savunanların baskısını mutlaka üzerlerinde hissetmelidirler.

§.15. Çeyrek yüzyıl boyunca İslamcı dinbazlığın sistemli, sürekli ve yoğun baskısı ve bombardımanı sonunda toplum bir bütün olarak, yaygın ibadet anlamında değil, politik tercihler anlamında değil, ama dinbazlığın dinsel söylemini ve eylemini hoşgörmek anlamında dine kaydı. Bunun en çarpıcı göstergesi, etkin politik partilerin tümünün, dinsel referanslar yapmadan seçmen karşısına çıkamaz hale gelmesidir. Sosyalist olduğu halde CHP Beyoğlu Belediye Başkanı adayı bile, politik açıdan yararlı olacağını düşündüğü için olsa gerek, imam hatip lisesi mezunu olduğunu vurgulayabilmiştir.

§.15. Çeyrek yüzyıl sonunda ortaya çıkan bu olumsuz tabloda, devrimci demokratik mücadelenin birinci hedefi laiklik savunusudur. Laiklik ve seküler yaşam çok hızlı aşınmaktadır. Laikliği ve seküler yaşamı başarıyla savunamamak, hak, hukuk ve demokrasi kavgasında, yurttaşlık hakları kavgasında, kadınlar ve çocuklar üzerine çöken olağanüstü zulme karşı kavgada başarılı olamamak demektir. Hukukun, adaletin yok edildiği doğrudur, Anayasa’nın rafa kaldırıldığı doğrudur. Ama rafa kaldırılmış da olsa, Anayasa, 2. Maddesinde, “Türkiye Cumhuriyeti… demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir”, diyor. O zaman laiklik savunusu, aynı zamanda anayasal bir hakkın savunusudur. Yani laiklik savunusunun kağıt üzerinde de kalsa hukukî bir temeli vardır ve yürürken bastona dayanmak gibi eylemde bu temele dayanmak mümkündür.

*

Laikliği, seküler yaşamı, hakları, hukuku, adaleti, demokrasiyi, yurttaşlığı, yalnız Erdoğan’a karşı değil, herkese karşı, tüm siyasal güçlere karşı savunmak gerekir. Bu savunuda ne kadar başarı sağlanırsa sınıf savaşını o kadar daha elverişli koşullarda yürütme olanağı doğar. Laiklik, seküler yaşam, haklar, hukuk, adalet, demokrasi, yurttaşlık, hem sınıf savaşının elverişli dış koşullarıdır, hem de komünizme doğru yürüyüşte yabancılaşmayı toplumsal bilinçten ve bilinçaltından parça parça sökecek, insanın kendini yabancılaşmadan kurtarmasına yardım edecek araçlardır. İşte bunun için burjuvazinin kendi devriminden yüz çevirdiği emperyalizm çağında, burjuva demokratik devrimlerinin tarihsel kazanımlarını korumak da işçi sınıfının görevidir.

Coşkun ADALI, 21 Haziran 2019