2 Temmuz 1993’te, Sivas’ta, Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için şehirde bulunan 35 aydın ve sanatçı yakılarak katledildi.
Madımak Oteli durup dururken çıkan bir yangınla kül olmadı. Madımak Oteli’ndekiler, saatlerce süren “Müslüman Türkiye”, “Sivas allahsızlara mezar olacak” haykırışlarıyla beraber yakıldı. Ölenler farklı inanç, mezhep ve etnik kökenden olsalar da; o gün orada Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılarak özgür düşüncenin sesini yükselttikleri için öldürüldüler. Göstericilere “Allahım bu senin ateşin” nidalarıyla benzin bidonu uzatılmasını televizyonlar canlı yayınladı.
Sivas’ta katliam da, hukuksuzluk da, zaman aşımı da göz göre göre ve devlet eliyle geldi. Sekiz saat boyunca süren olaylar sırasında jandarma ve polis oradaydı, müdahalede bulunmadı. Dönemin gazete ve köşe yazarlarının, öncesinde hedef gösterip sonrasında katliamın sorumluluğunu yakılanlara yıktığı manşetleri/başlıkları da, Başbakan Tansu Çiller’in “Halktan kimseye zarar gelmedi” sözü de, Refah Partili Adalet Bakanı’nın katliam sanıklarını hapishanede ziyaret edişi de unutulmadı. Dava başından sonuna uzun bir skandaldan ibaretti. Polis kayıtlarında linç güruhunun 15 bin kişiyi bulduğu tespit edilmişken, onca kamera kaydına rağmen 124 kişi yargılandı, yalnızca 47 kişi ceza aldı. 19 yıl boyunca yakalanamayan davanın baş sanığı Sivas’ta öldü; diğerleri sigortalı memur olarak çalıştı, askerlik yaptı, evlendi, çocuğunu nüfus müdürlüğüne kaydettirdi, sınır dışına çıktı ancak bir türlü “yakalanamadılar”.
Sivas Katliamı’nın yaşanması da, yirmi yıla yakın zamandır örtbas edilip davanın zamanaşımına uğratılması da bir kaza ya da tesadüf değildir. Sivas’ı ortaya çıkartan zihniyet, bugün sadece temsilen değil, bizzat iktidardadır. Öyle ki,dava sırasında sanıkların avukatlığını yapanlar bugün iktidar partisi milletvekilleri olmuş, Sivas Katliamı davasında zamanaşımını engelleyecek düzenleme ise Meclis’te iktidar partisinin oyları sayesinde reddedilmiştir. Sivas Katliamı, radikal bir grubun bir anlık öfke histerisinin değil; her türlü muhalif ve özgür düşüncenin karşısına sistematik biçimde Türk-İslam sentezci söylemiyle dikilen ayrımcı ve dışlayıcı devlet politikalarının sonucudur. Yanık bedeni Sivas 93’ün simgelerinden olmuş Metin Altıok’tan lanetli bir kehanet gibi bize kalan “tekinsizim size göre / ibret için yakılması gereken” dizeleri, bu düşmanlıkla yüzleşmek zorunda kalmış hemen herkesin haykırışıdır.
Sivas Katliamı, doğrudan özgür düşünceyi hedef alan bir saldırıdır. Hiç gizlemediği inançsızlığı yaşananların sonrasında dahi katliama gerekçeymiş gibi gösterilen Aziz Nesin’in ve orada hayatını kaybeden tüm aydınların fikri miraslarını Sivas cehenneminden ayrı anamayacağımız gibi, Sivas Katliamını da bu aydınlardan ayrı anamayız.
Nice Sivas’ların yaşandığı bir ülkede Başbakan halen “Ateist nesiller mi yetiştirelim?” sözleriyle ateistleri, siyaseten işine geldiği her fırsatta da sünni müslümanlık dışındaki inançları hedef gösterebiliyorsa; Sivas Katliamı davasının zamanaşımına uğratılması, yeni Sivas’lara davetiyedir. Bu hedef gösterme karşısında yapılacak en anlamlı şey, dincilerin yaktığını dindar nesillerin unutturmasını engellemektir.
Sivas Katliamı Davasının zamanaşımına uğratılması, devlet eliyle gelen katliamın yine devlet eliyle ört bas edilmesi demektir. Sivas Katliamı sorumlularının cezalandırılmaması; siyasi görüşleri, inançları ya da inançsızlıklarını sebep göstererek insanları yakan bir zihniyetin devlet tarafından korunması ve böylelikle cesaretlendirilmesi demektir. Ateist/ agnostik/özgür düşünceliler olarak bizler; yeni Sivas’ların bir daha yaşanmaması için, özgürce söz söyleme güvencemizin olması gerektiğini savunuyoruz. Bu güvencenin sağlanması adına; açık bir nefret suçu olan Sivas Katliamı’nın “insanlığa karşı işlenen suçlar” kapsamında tutularak, sorumlularının cezalandırılmasını istiyoruz.