Özgür Düşünce Hareketi‘nin düzenlediği “Ateistler nasıl bir dünya istiyor?” konulu yazı yarışması sonuçlandı. Ödül kazanan yazıları paylaşıyoruz.
Merhaba, ben insan, ben yetişkin, ben kadın… Mavi bir gezegenin, maviye yakın bir yerinde doğdum. Hatırladığım en eski anıma da mavi renk hakimdir. Algılarımızla sınırlı yaşamda ufak tefek bir hoşluk mavi… İnsan populasyonunun büyük bir çoğunluğu tarafından özgürlüğü simgeler. Özgürlüğe mor dersen marjinal* olursun mesela, ters olur, olmaz. Fikirlerini ve davranışlarını toplumun genel kanısına göre şekillendirmemen seni hedef tahtası yapabilir. Bir daha asla özgürlüğe mor deme!
Ben doğduğumda, tanrılar çoktan doğmuş, kitapları basılmış, best-seller olmuş, kadınlar bir köşeye itilmiş, kız çocukları gömülmüş, erkek çocukları komşu kabileye pipisini göstermiş, erkekler ekmek kavgasına gönderilmiş ve hala dönmemişlerdi. Tanık olmak isterdim; ilk açlık, ilk ölüm, ilk korku, ilk tapınma, ilk sömürü, ilk savaş, ilkel güdülerimiz ile her şeyin bir ilki ve sonu olduğuna inanmamızın pek de akıllıca olmadığını fark ettiğimiz ilk an… O zamandan şimdiye durum çok değişmese de insan merak ediyor işte. Tanrılar bile merak ediyor, insana ne kalmış. Merak etmek, tatmin olmak, öfkelenmek, sevmek, sevmemek koskoca evrenin yaratıcısının bile hissettiği duygular değil mi? Hissetmek… Tapılanın beslediği tıpkı sizinki gibi duygularına göre hayatınızı programladığınız, yanlışlardan kaçındığınız, birbirinizin hakkını yemeye korktuğunuz, çalmadığınız düşünülürse, sanki ilahi kudreti yeteri kadar yüceltmiyorsunuz gibi geliyor. Ayrıca işleyen muhteşem mekanizması için şaşakaldığınız her canlının evrimsel süreci ve evrenin kusursuz düzeni de hesaba katıldığında belki biraz tembel olduğunu bile söyleyebilirsiniz. 15 milyar yılda yapacağınız bir pasta ile hiçbir gastronomdan tam not alamazsınız. Bu süreç içerisinde çıkardığınız ‘yeme içme kültüründe adabı muaşeret**’ konulu kitaplarınızın da pek rağbet görmemesi gerekir. Fakat aynı şablonu inanç-varoluş noktaları arasına oturtursak çok sinir bozucu olur, değil mi?
Bir noktada düşünce ile yönlendiremediğimiz maneviyatın eksiklerini doldurmak, bir yanda hayatın o kadar üstün bir proje olduğuna inanmak ki varlığın kaynağının ilahi bir güç olduğunu düşünmek… Nereden baksan kurtarıyor gibi. Çünkü hayatta bireysel gelişim, emek ve doğal sevgiyle tutunmak zordur. Birilerinin seni doğru insan olma yolunda arkandan değneğiyle dürmesi, o değneğe duyarsızlaşmaman için de ateşe atmakla, azapla, gözlerini kaşıkla oymakla tehdit etmesi gerekir. Doğru insan olmanın da bir başka yaşamda, şu anda yapmanın pek de uygun bulunmadığı şekilde, en güzel şekerlerden istediğin kadar yemekle ödüllendirilmesi, “Bu işte bir terslik var” dedirtebilir. Demeyenler için kusursuz inanç sistemlerini ara ara biraz daha kurcalayacağım.
Benim ülkemde insan nüfusunun büyük çoğunluğu ‘doğru insan’ olmayı ilahi kitaba*** göre tanımlar ve o şekilde yaşamaya gayret gösterir. Düşüncelerini özgürce ifade etmeye kalkanlar, önce ailesi tarafından dürtülür, sonra çevresi tarafından baskılanır ve en son toplum içinde yaftalanır. Ki olaylar bu boyutlara gelmesin diye daha çocukluktan gerekli önlemler alınmıştır. Kişisel gelişimin başlarındaki yaşlarda, ilk dürtmenin merkezi olan ailede ‘otorite’ yaratılır. Otoritenin doğruları olduğu gibi kabul edilmekle birlikte, sonraki kuşağın zihinsel kapasitesi, fikri, eğitimi ne olursa olsun otoriteyi sorgulayacak yetkinliğe erişemeyeceğine inandırılır. Yaşı büyük olanın en bilge olduğu, koskoca bir ömrü ne büyük saçmalıklarla geçirdiğine bakılmaksızın kabullenir. Saygı duymak, içten gelen ve saygı duyulacak kişinin kendi kazanması gereken bir olgu iken, bilgelere karşı zorunludur. Bu sayede saygıdan ve samimiyetten ödün vermeyen çekirdekler oluşur. O çekirdeklerin etrafını endosperm komşu teyzeler ve dayılar sarar. Bunların çoğu iki boyutludur. Endospermden beslenen çekirdeğin etrafında toplum biçimlenir. Ortaya çıkan bu eğri büğrü meyvedense keşke sporla çoğalsaydık dersiniz. Bunu da yüksek sesle söyleyemezsiniz. Çocukların dizginlenmesi konusunda ebeveynlere çok iş düşer. Doğan bireyi daha zihinsel olgunluğa erişmeden kendi dini eğilimlerine sokmayan, yanlış yaparsa cehenneme gideceğini hatırlatmayan ana babaların, hesap gününde pek de şanslı olmayacağı kitaplarda bildirilmiştir. Bu kurala uymayan ebeveynlerin de yaş ilerledikçe artan kaygılar nedeniyle, şezlong ve güneş yağı promosyonlarını takip etmeye başladıkları görülmüştür.
İlahi inanç, her ne kadar maneviyatı yüksek tutmak için bir yoğun bakım şemsiyesi gibi düşünülse de, insanlık tarihi boyunca sömürü kaynağı ve öldürme sebebi olarak iş görmüştür. Kendi hür iradenizle işlerinizi görsün diye seçtiğiniz adamlar bunu daha iyi bilirler. Paranızı çalar, huzurunuzu kaçırır, kardeşinizi kırdırır, savaşa sokar, sizi öldürürler. Henüz ölmediyseniz, oyalamak için sizinle aynı krem peynire tapmayanları fişlemenizi isterler. Bilimle mi uğraşmak istiyorsunuz? Ellerinden geldiğince sizi sefalete sürükleyip, kafanızı yalnızca akşam yiyeceğiniz makarnanın düdük mü fiyonk mu olduğuna yormanızı isterler. Bunun doğal bir sonucu olarak pastafarian**** olunca da küçümserler.
Toplumu şekillendiren kuralların neredeyse tamamı inanç sistemi kökenlidir. Özellikle kadınlarımız, analarımız, bacılarımız toplumun temelinde ilk dizginlenmesi gereken unsur olarak görülür. Bu görev aşkıyla yanıp tutuşan bireyler de, güçlerini ilahi kelamlardan alırlar. Düşünün, dünyaya geliyorsunuz, ne kadar eğitim alacağınız, neleri okumanız gerektiği, hangi vakit nereye gideceğiniz, kiminle arkadaşlık kuracağınız, kiminle evleneceğiniz, eşinize nasıl davranmanız gerektiği, kaç çocuk yapacağınız, hobilerinizin, fobilerinizin neler olacağı, hep birileri tarafından düşünülmüş oluyor. Kim kadın olarak dünyaya gelmek istemez ki? Gerçi hayat da yan gelip yatma yeri değil, bunlar karşılığında namusunuzla, şerefinizle, onlara güzel çocuklar verip, bakımını tek başına üstlenip, isteğe bağlı eve ekmek de getirip, diğer yandan çaylarını çorbalarını ihmal etmeyip, tüm bunları yaparken gülümsemenizi yüzünüzden eksik etmemeniz gerekmektedir. İnsanlar arasında kurulan saygı, sevgi bağıyla bir şeylerin yapılamayacağına inandıklarından, yaptırım konusunda, kitapların kaynak gösterilmesi lüzum görülmüştür. Bu çerçeveyi eşleri için oluşturamayan erkek bireyler de her zaman dalga konusu olmuş ve gerekli uyarıyı almışlardır. Sonuç da her varlığın bir dünyaya geliş amacı vardır. Bu amacı kabullenmemek doğaya ve yaratıcının 2,5 milyon yılda bugünkü haline getirdiği insana ters düşmektedir. Ey dişi varlık, tüm galaksilerin içinden birinde, o galaksinin bir gezegeninde, o gezegen üzerindeki bir ülkede, o ülkenin bir şehrinde, o şehrin dışına doğru bir mahallede, o mahallenin sıvasız apartmanlarından birinde, kuzey yönüne bakan, güneş almayan bir odada***** yıkadığın atletin ilk günkü beyazlığını yitirmiş olmasına içlenmenin, kozmik dengedeki sarsıcı boyutunu düşünebiliyor musun?
İlahi herhangi bir şeye inanmayan biri olarak olarak, sanırım ben, bir insan, bir yetişkin, bir kadın olarak; iyiliği, güzelliği, ahlakı, evvel zaman içinde birilerine öyle estiği için o şekilde belirlediği kitaplardan öğrenmeyi reddedip, o kitaplara ve şekillendirdiği toplumsal normlara körü körüne itaat etmeyi, itaat etmememi yadırgayanları kanıksamayı kabul etmiyorum. Benim dünyamda hakları bakımından kadın, erkek, çocuk, anne, baba ve evladın üstünlükleri olamaz. Komşum ateşe tapıyor diye, elimde bir kova suyla kapısını çalamam. İyi insan, sırtından beslendiğim, her fırsatta sömürdüğüm ya da huyuma giden insan olamaz. Ancak bir şeyler öğrenebildiğim, hayat görüşüme boyut kazandıran, aksi düşüncede olsa dahi beni dinleyebilen kişidir. İçindeki art niyeti sırf tanrısı kızar, cehenneme gider, hurisinden nurisinden mahrum kalır diye dizginleyenler ahlaklı sayılamaz. Benim dünyamda bilime saygı duymayan, bilimden beslenmeyen, bilimsel gerçekleri reddedenler, fikirlerini özgürce dile getirmeyenler yapay seleksiyonla elenir. Ütopya ya da değil, benim dünyamda, başkalarına kendi dünyasını dikte etmek ve yaşatmak da günah aslında.
* Özgürlüğe ‘mor’ diyenler. Çoğunlukla sinestezi hastaları içinden çıkmakla birlikte, 6 için yeşil, üçgen için eflatun dedikleri de görülmektedir.
** Dört ciltlik bir seri. Son cildinin diğer ciltlerin aksine değiştirilmeyeceğini öngörmekle birlikte, devamının yazılmayacağı da müjdelenmiştir.
*** Ebu Leheb’e beddua eden bir kelamın da içinde bulunduğu, bu kelam ile borcunu ödemeyenlere gözdağı veren, ancak İsveçli balıkçılara pek de tesir etmeyecek olan, ‘yeme içme kültüründe adabı muaşeret’ serisinin son cildi.
**** Ekmek bulamayanların rağbet ettiği inanç sistemine mensup marjinal kişi.
***** Emlakçı literatüründe; karanlık oda, kara delik, elektromanyetik dalgalarla etkileşime girmeyen, varlığı yalnız diğer maddeler üzerindeki kütle çekim etkisi ile belirlenebilen saha; emlağın değerini %10 düşürür.
Son Not: Evlerinde zor tutulan %50’nin de okuması ihtimaline karşı yalın bir dille yazılmıştır. Yoksa konuyu, The Queen of the Sciences’in, gökadaların kütlesel hızları ile temelde girift yapısının çözümlemelerinin ateist dünyamdaki palindrom pantomim yansımaları üzerine, teolojinin inhibe edici ekspresyonunu ile karşılaştırılarak, sarkastik bir dille açıklamayı da iyi biliriz biz.