“21. Yüzyılın İlk Devrimci Dalgası” üzerine birkaç söz – Ulaş Taştekin

“21. Yüzyılın İlk Devrimci Dalgası”, Foti Benlisoy’un Nisan ayında çıkan kitabının adı. Kitabın alt başlığı ise “Fransa ve Yunanistan’dan Arap Devrimi, ‘The Occupy’ Hareketleri ve Kürt İsyanına”. 3 bölümden oluşan kitapta Benlisoy’un çoğu son bir bir buçuk sene içerisinde çeşitli sol gazete, dergi ve internet sitelerinde yayınlanmış yazılarından oluşuyor. Ayrıca kendisi tarafından kaleme alınan pek de kısa sayılmayacak prolog kitabın bütününde yer alan görüşlerin derli toplu bir özeti niteliğinde.

Kitabın ilk bölümü, yazarın Fransa’daki 2005 banliyö ayaklanmalarından başlayarak Avrupa’da özellikle son aylarda Yunanistan merkezli gelişen toplumsal hareketi ve gelişmeleri analiz ettiği makalelerini kapsıyor.

“Arap İsyanı: Tahrir Kuşağı- Devrim Köstebeği Harekete Geçiyor” başlıklı ikinci bölümde ise dünyanın Aralık 2010’dan bu yana hareketlenen bir başka coğrafyasını, Arap İsyanlarını analiz eden yazılar yer alıyor.

İlk iki bölüm her ne kadar farklı coğrafyaları ele alsa da söz konusu ülkelerde gerçekleşen kalkışmaların ortak doğasını analiz etme çabası bu iki bölümü aslında bir bütün kılıyor. Benlisoy’un “Akdeniz’in güneyi ve kuzeyi” arasında tespit ettiği benzerlikler özellikle gençliğin proleterlaşma ve prekaryalaşma süreci sonucunda yaşadığı dönüşümde odaklanıyor. İmtiyazlı aydın karakteri nedeniyle işçi sınıfıyla ilişkisi “dışsal” bir bağ olarak tanımlanan öğrenci gençlik özellikle Arap İsyanı ve Avrupa’daki eylemlerin(daha belirgin olarak İspanya, Yunanistan ve Fransa’da) işaret ettiği üzere “yeni” bir siyasal özne olarak tarih sahnesine çıkıyor.

Benlisoy bu eylemlerin öznelerini “15-16 yaşından itibaren işsiz kalma korkusu yaşayan, emek piyasasının basıncına maruz kalan, okul bitirse hem de iki üç diploma alsa, yüksek lisans ya da doktora yapsa bile işsiz kalabileceğini, ya da daha “iyi” ihtimalle ancak sigortasız, güvencesiz, “esnek” bir işte ya da işlerde çalışabileceğini gören, yaşayan gençler. “Ağzıyla kuş tutsa”, babasının emekli olduğu yaşta emekli olamayacağını, annesinin istifade ettiği sosyal güvenlik hizmetlerinden yararlanamayacağını fark eden gençler.” olarak tanımlıyor.

Benlisoy’un bu tespiti özellikle Türkiyeli gençler açısından büyük önem taşıyor. Tunus’taki devrimin arifesinde Türkiye’de ülke gündemine oturan öğrenci eylemlerinin analizi esnasında yeniden canlılık kazanan öğrenciliğin aydın karakteri ya da işçileşmesine yönelik tartışmalar henüz yaşamda sınanmış somut cevaplara bürünebilmiş değil. Bu tartışmayı başka bir yazıda daha kapsamlı bir biçimde ele almak üzere Benlisoy’un konuyla ilgili yazdıklarının ufuk açıcı olduğunu, bu tartışmanın dünyadaki gelişmelerin de ışığında Türkiye’ye yönelerek genişletmenin, Türkiye’deki gençlik mücadelesi açısından benzer ve farklı yönlerine ilişkin yanıtlar aramaya çalışmanın gerekli olduğunu belirtmekle yetiniyorum.

Devrim ve Sinizm
Kitabın ilk iki bölümünde öne çıkan önemli yanlarından bir tanesi de yazarın; arkasında, kapitalizmin buhran boyutlarını aşacağı öngörülen krizi, gıda krizi, yoksulluk, çürümüş iktidarların despotik yönetimleri gibi bir dizi neden olan ayaklanmaların özünü çarpıtıp, bunları emperyalistlerin “buyruğuyla” düzenlenmiş renkli devrimlere benzeten analizlerle giriştiği polemikler.

Benlisoy kalkışmalara yönelik yapılan böylesi değerlendirmelerle güçlü polemikler kurarak “Devrimi ‘Devrim’ Yapan Nedir?” diye soruyor.

Buna verdiği kapsamlı yanıtların ötesinde Benlisoy’un yaptığı sinizm vurgusu önemli. Kemal Okuyan’ın “Ortadoğu’da Devrim Filan Yok” başlıklı yazısıyla giriştiği polemiğin son bölümünde “Sosyalistlerin görevi yüksek perdeden jeostratejik analizlere dalmak ve ‘buradan bir şey çıkmaz zaten’ sinizmine dalmak mı, yoksa ucuz işgücü cenneti haline getirilmiş Mısır’da emek hareketinin bu göreceli yükselişine kulak kesilmek, onunla dayanışmak mı?” diye soruyor.

Bu noktada kendi önsözünün girişinde de Lukacs’tan alıntıladığı “devrimin güncelliği” meselesiyle karşı karşıya buluyoruz kendimizi. “Uzun 2011”in tarih sahnesine çıkardığı en önemli sonuçta bu değil midir zaten? “Lenin’i ayırt edici kılan yanı devrimi sürekli bizimle olan aktüel bir ihtimal olarak ele almasıdır.”. Bugünde devrimi bir güncellik olarak kavrayıp yaşamın içerisinde ona yöenlik olasılıklara tutunarak açığa çıkartmaya çalışanların olaylara yaklaşımı ile uzaktan bakmayı alışkanlık haline getirmiş olanların arasındaki fark net bir biçimde analizlere yansıyor.

Burada bir parantez açarak yazarın görüşünü daha ayrıntılı aktarmak kitap hakkında oluşabilecek yanlış anlaşılmaların önüne geçmek adına önemli. Yazar, Tunus ve Mısır’da son derece nesnel nedenlerle ortaya çıkan bir ayaklanma tespiti yapıyor. Bunun önünü alamayan emperyalizmin bir kuşatmayla bunu çevrelemeye giriştiğini ve Libya’da işleri tersine çevirenin de bu olduğunu tespit etmekte fayda var. Yazar, Suriye’de ise anti-emperyalist bir tutum alırken bizi çürümüş, despotik iktidarlarla yanyana düşmek mecburiyetinde olmadığımıza vurgu yapıyor ve Irak işgali öncesinde formüle edilen “Ne Sam, Ne Saddam” sloganını hatırlatıyor.

Devrimin güncelliği fikrinin yeniden geniş kitlelerin gündemine girmesinin yanında, bununla bağlantılı bir önemli vurguda kitlelerin kendi kolektif eylemine olan güvenine ilişkin. Arap İsyanı’nın kuşkusuz en önemli sonuçlarından bir tanesi de başta Arap coğrafyasında ye ralan diğer ülkeler olmak üzere tüm dünya sathında “sıradan insanların” kendi kolektif eylemleriyle neler başarabileceğini görmesi oldu.

Sinizme Karşı Tutumumuz 
Kitabın son bölümü yazarın Türkiye ve “Kürt İsyanı” ile ilgili yazılarından oluşuyor. Bu bölümde Türkiyeli devrimcilere yönelik özeleştirel tutumun tonu dikkat çekiyor. Dünyadaki gelişmeleri değerlendirirken de toplumsal mücadelenin hareketlilik düzeyi ile buna yanıt verecek siyasal öznelerin yokluğunun bir asimetri oluşturduğuna dikkat çekiliyor kitapta. Ancak, işin Türkiye ayağında yazarın eleştirileri-bütün haklılık payına rağmen- karamsar bir tona bürünüyor.

Benlisoy, “nahif bir iyimserlikle değil devrimci bir kötümserlikle cüret etmeliyiz” diyor. Buna ihtiyacımız olduğu doğru, ancak bu noktada dostane bir hatırlatma yapma ihtiyacı beliriyor.

Bütün eksiklerimize ve zaaflarımıza rağmen devletin özellikle referandum sonrasında devrimcilere yönelik geliştirdiği tutum, operasyonlar, cezaevlerindeki çok sayıda tutuklu, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğunun başarısı gibi pek çok gösterge kendimizi daha fazla ciddiye almamız gerektiğine işaret etmiyor mu?

Benlisoy öyle bir pozisyonda olduğu için söylemiyorum ama karamsarlığın bir adım ötesi bizi bu kez de “Bizden bir şey olmaz” sinizmine götürmez mi?

İçinde bulunduğumuz cendereden çıkış noktasından bazı doğum sancıları çektiğimiz doğru. Ancak, umutlu olmak için de çok sayıda sebebimiz var. Bosch’ta Türk-metal terörüne rağmen örgütlenen metal işçileri var, HES’lere karşı direnen köylüler var, “Başkaldıran” üniversite öğrencileri var. Kadına yönelik şiddet kamuoyunda daha önce hiç olmadığı kadar yer buluyor kendisine. Yaklaşan 1 Mayıs’ı kutlamak üzere kazandığımız Taksim Meydanı var. Bu mücadelelerin hiç birisi öncü unsurlardan bağımsız düşünülemez. Elbette niyetimiz gereksiz bir iyimserliğe kapılarak zaaflarımızla ve eksiklerimizle yüzleşmekten kaçmak olmamalı ancak basamak olarak kullanıp bir üst aşamaya sıçramamıza olanak sağlayacak pek çok kazanımı da göz önünde bulundurmakta fayda var.

Kitap çok net ve derinlikli analizleri içeriyor, bu analizler gerçekten tebriki hakediyor. Ancak, yazar ortaya attığı sorulara genel bir yönelim niteliği taşıyan cevapların ötesine geçerek somut cevaplar verme konusunda imtinalı davranıyor. Yazılarda genel yönelimlere ve tarza ilişkin pratikte sınanmaya açık öneriler var ancak somut cevaplar bulamıyoruz. Bu, yazarın yazılarında değinmek istediği konuların kapsamıyla da alakalı olabilir tabi. Ancak, bu konuda en azından bizim kafamızda oluşabilecek sorulara yanıt aramak adına yüzümüzü böylesi kazanımlara dönmenin faydalı olabileceği kanaatindeyim.

Bitirirken… 
21. Yüzyılın İlk Devrimci Dalgası, 2010 Aralığından bu yana dünyada yaşanan gelişmeleri devrimci bir perspektifle analiz ediyor. Bu bakımdan, “Yeraltından ya da yerüstünden kazarak yoluna devam eden devrim köstebeğinin” seyir defterini izlemek bakımından başvurulabilecek başarılı bir kaynak. Kitap, kapitalizmin yaşadığı uygarlık krizine yanıt veren dip dalgalarının ne ölçüde yüzeye vurmaya başladığını bir bütün olarak görmemize olanak sağlıyor.

Geçtiğimiz aylarda yaşanan gelişmeleri yeterince takip edememiş okurlar için kitap ufuk açıcı bir niteliğe sahip. Dünya çapında yaşanan gelişmelere yönelik bütünlüklü bir perspektif oluşturmak adına, bu kitabı okuduktan sonra “dış haberler servisi”ni daha tanıdık bir gözle izlemek ve yakından takip etmek olanaklı hale gelecektir.

http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=44633

This entry was posted in General. Bookmark the permalink.

One Response to “21. Yüzyılın İlk Devrimci Dalgası” üzerine birkaç söz – Ulaş Taştekin

  1. Pingback: “21. Yüzyılın İlk Devrimci Dalgası” üzerine birkaç söz – Ulaş Taştekin | Toplumsal Ağ Sendikacılığı | THE PEOPLE UNITED - HALKLARIN BİRLİĞİ

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *