§.1. Kolay kolay yıkılmayacak, geçmiş sosyalizm denemelerinden öğrenmiş, hataları anlamış ve yinelememeye niyetli bir sosyalizm istiyoruz. Oraya kadar gidemeyeceksek, sosyalizme açılma olasılığı olan, katılımcı demokrasiyi sımsıkı tutan ve toplumsal proletaryanın politik ağırlığının tartışılamayacağı, laik bir ülkede yaşamak istiyoruz.

§.2. Devrimin konjonktürünü biz “imal” edemeyiz. Ne kadar itsek kaksak toplumsal proletaryayı bir çizginin ötesine geçiremeyiz. 1madeinDışarıyı bilemeyiz. Bütün bunlar hep kısmen elimizde… Ama bir şey tümüyle elimizde : devrimci kadroların kalitesi… Yalnız siyasi ve örgütçü kalitesi değil, insan kalitesi… Yani ne ?

§.3. Gençler nasıl sosyalist oluyor? Bu konuda düşünen deneyimli devrimciler ortak bir görüşte birleşiyorlar: Gençler etraflarına bakıyorlar ve her tarafta haksızlık görüyorlar. Küçük büyük haksızlıklar…Çileden çıkıyorlar, bu haksızlıkları görmeyenlere kızıyorlar, herkese bu haksızlıkları anlatmaya çalışıyorlar. Anlamayanlara yine kızıyorlar. Kişisel devrimci dönüşümün (Big Bang) ilk birkaç saniyesi böyle… Örgüt, eylem, Marx, Lenin, Mao, Mahir Çayan daha sonra geliyor. Baskı, işkence, tutukluluk, hapis de öyle…

§.4. Bugün 5 Ağustos, Hiroşima’nın yıldönümünden bir gün önce… Kasvetli bir hava var. Altı yıldır süren Ergenekon komplosu bugün sona eriyor. Aralık 2012 duruşması bir ölçütse yüzbinler Silivri’ye gidecek… Bu gece Ankara, İzmir, Eskişehir, Antalya ve Balıkesir’den gelecek otobüslerin kalkışı yasaklanmış durumda. Balıkesir’den kalkacak her otobüsün şoförüne “Silivri’ye gitmeyeceğine” dair yazılı beyan isteniyor.

§.5. Dün 4 Ağustos’ta, soL portal’da Kemal OKUYAN’ın bir yazısı devrimci kadroların insan kalitesi konusunda söyleyeceklerimize örnek olarak alabileceğimiz bir yazı… Örnek almaya elverişli bir yazı olduğu için ele alacağız, yazının bir önemi olduğu için değil. Yazarın hakkını yemeyelim, yazıda doğrular da var.

§.6. Yazar diyor ki “Peki Ergenekon uydurmalarına inanmayan ve bu siyasi iktidara karşı olan herkes Silivri mahkumlarının yol arkadaşı mıdır? Yol arkadaşı olmak zorunda mıdır?” Böyle salak bir soru mu olur ? Yanlış soruya doğru cevap mı bulmamız lazım?

§.7. Silivri’ye tutuklularla dayanışmak için gitmiyoruz. Ağır hasta İnönü Üniversitesi Rektörü ve Mustafa Balbay gibi bir iki tutuklu hariç, hiç kimseyle dayanışmamız gerekmiyor. Böyle bir amacımız yok. Söylediğimiz bu bir iki isim de dahil, hiç biri bizim yol arkadaşımız değil.2ergo

Peki niçin Silivri’ye gidiyoruz?

§.8. Birincisi, Recep puştu “Gelmeyin” diyor. İki aydan fazla süredir sıcak savaş halinde olduğumuz baş düşman altı yıllık komplonun finaline “gelmeyin” diyor. Demek gelirsek bu gelişimiz aleyhine olacak. Bu doğru. Evet aleyhine olacak. Recep puştunun aleyhineyse cehenneme bile gideriz…Şimdi burada Silivri tutuklularının hiç hoşlanamadığımız bileşiminden bir “ama, fakat” çıkarıp Silivri’ye gitmemek, “Yetmez ama Evet”in bugünün koşullarında girdiği kılıktır. Hatırlayalım, Recep “yetmez”i gülerek helaya, “evet”i cebe atmıştı. Hatta o gün Recep puştu için “Yetmez ama Evet”, direkt “Evet”ten bile daha değerliydi. Bugün de, “Silivri’ye gitmiyorum, çünkü…” diyenlere de Recep puştu “Aferin” diyor ve “çünkü…” kısmını yine gülerek helaya atıyor. Politika güç meselesidir, önümüzdeki 24 saat içinde Recep puştunu yıkabiliyorsan gerçekten Silivri’de ne işin var ? Önümüzdeki 24 saat içinde Recep puştunu yıkamıyorsan başka nerede ne işin var? 5 Ağustos tarihsel bir gündür. Belki 15 Ağustos veya 25 Ağustos daha tarihsel bir gün olacaktır. Onu bilemiyoruz.

Yazar, “Ergenekon’da benzemezlerin aynı çuvala doldurulduğunu sık sık söyledik. Dolayısıyla Silivri’de tek bir irade yok, tasfiye edilen eski Cumhuriyet’le ilişki açısından, düzenin sorumluluğunu üstlenmek açısından homojen bir topluluk yok. Olduğunu, Silivri’de “yurtseverliğin” yargılandığını ileri sürenler var. İsim vermeyeceğim, Ergenekon’da yargılananlar arasında yurtseverlikle alakasız epey insan var, nezaket gösteriyorum, ömürleri boyunca bu halkı baskılamayı, NATO’ya hizmeti meslek edinenler var. İçeride olmaları onları yurtsever yapmıyor.” Burada bir sürü hata var : “Silivri’de “yurtseverliğin” yargılandığını ileri sürenler var” ise, bundan bize ne ? Silivri’de tek bir irade varmış yokmuş, bize ne ? “Herkesi aynı çuvala doldurdukları, tutukluların homojen bir grup olmadığı” tabii ki doğru. Niçin heterojen bir büyük grup yerine bir çok küçük homojen grup oluşturmadılar ? Her homojen tutuklu grubunun tutukluluğuna itiraz eden homojen bir muhalefet oluşmasını bir de böyle engellemiş olamazlar mı? Yineliyorum, içerde tutuklu olanlarla dayanışmaya gitmiyoruz. Kendi pankartlarımızla bir köşede Recep puştunun büyük komplolarından birine daha, “bunu da yemedik” demek için gidiyoruz. Yazar bir de siyasi davranacağına diplomatik davranıyor : İsim vermeyecekmiş. Ver gitsin ne olacak, günün tarihselliği yanında senin diplomasin bir “teferruattır”. Yazar, “ömürleri boyunca bu halkı baskılamayı, NATO’ya hizmeti meslek edinenler var”, diyor. Kapitalist devletin halka baskı yapmayan ordu-polis-yargı personeli kim ? Böyle birileri mi var ? Ayrıca NATO’ya hayır diyen ve bu konuda baskıyla sindirilen bir toplumsal konsensüs mü var ? İddia ediyorum : Kişisel nedenlerle de olsa, bir meslek grubu olarak NATO’ya en fazla karşı olanlar subaylardır. NATO, generallerin kendilerine olan saygılarını yıpratır, egolarını incitir, küçük küçük jestlerle onları sürekli aşağılar. General işini yapmak zorunda olduğuna inandığından o işi yapar, NATO’cu olduğundan değil…. Neyse konuyu dağıtmayalım. Demek ki devrim olunca biz birkaç milyon insanı hapse atacağız.

§.9. İkincisi, konumuzun özü, İngilizce’siyle “Crux of the matter”. Yukarıdaki §.3.’ün ışığında konuşuyoruz. Bütün devrimcilerin en temel ortak yönü haksızlığa dayanamamalarıdır. Haksızlıklar karşısında ne yapacakları, hatta bu haksızlıkların tam ne olduğu konusunda anlaşamayabilirler, ama haksızlığın gerçekten varolduğunu tartışmazlar. Yani bir adalet duygusu beyinlerinde alyuvarlar gibi dolaşır. Bu adalet duygusunun sürekli bir adalet refleksine dönüştürülmesi gerekir. Hukuktan konuşmuyoruz, hukuk başka bir şey, haktan konuşuyoruz. Recep puştu “mahkeme” görünümlü bir sürü tertip yaptı, Ergenekon, Balyoz, KCK, 28 Şubat, Odatv, Andıç davası, İzmir Casusluk davası… Strateji olarak, cumhuriyeti öncelikle bu tertipler kanalıyla yıkmayı seçti. Bunlar öyle rezil tertipler ki, artık sanıkların kim olduklarıyla ilgilenmek bile ilgilenende adalet duygusunun zayıflığını gösteriyor. Hukuk bile sanığa bağlı değilken adalet hiç değildir. Yarın devrimden sonra bize destek veren yığınların bizde derin bir adalet duygusunun varolduğunu görmeleri lazım. Halk inisiyatifini desteklemek, katılımcı demokrasinin önünü açmak3tarlalar, çoğulculuk, şeffaflık çok iyi ama yetmiyor. Halk şimdiye kadar iktidar olanlarda hiç görmedikleri yepyeni bir şeyi bizde görmesi lazım : derin bir adalet duygusu. Çünkü halk inisiyatifini desteklemek, katılımcı demokrasinin önünü açmak, çoğulculuk, şeffaflık, toplumun kolektif bilinç altına yeni doğan devrimin zaafı olarak yansıyabilir, kolektif bilinç altında binlerce yılın pisliği var. Ama adalet duygusu güçlü devrimci iktidarın bir şövalyeliğidir, öyle yansımaz.

Şimdi, Silivri’deki bütün tutuklular, diğer davalardakiler gibi, bir tertibin mağdurudurlar, kurbanıdırlar. Hepsi haksız yere oradadırlar. Bir haksızlık var. Neye göre haksızlık? Tertibin kendilerine isnat ettikleri suça göre haksızlık…Böyle bir suç yok, suçun sanığı da yok. Tutukluların siyasi profilleri hiç önemli değil. Oysa aralarında suç işlemiş çok kişi var. Ama başka suçlar, tertibin uyduruk isnatları değil, gerçek suçlar…Bu suçlardan onlar bir gün bize hesap verecekler. Örnek olsun, ben isim de veriyorum : Tuğgeneral emeklisi Veli Küçük, 90’lı yıllarda Türkiye Kürdistanı’nda yürütülen kirli savaşının sadist, iğrenç ve başroldaki isimlerinden biridir. Uyuşturucu rantına da bulaşmıştır, Susurluk çetesiyle de bağlantılıdır, “Yeşil” denen seri katilin sayısı bugün bile tam olarak bilinmeyen faili meçhul cinayetlerinden sorumlu gizli komutandır. Bir devrim mahkemesinde birkaç yüz yıl hapis istemiyle yargılanacaktır. Silivri’de belki bu kadar bir hapis cezası almayacaktır. Susurluk’la bağlı başka isimler de var Silivri’de… Derin devlet pisliğine para için bulaşmış olanlar da var. Ama bunların hiçbiri darbe yapmayı rüyalarında bile görmemişlerdir. Diğer bir isim, ki sürpriz bir isimdir, Haberal’dır. Haberal’ın, 12 Eylül döneminde Doçent Necdet Bulut’un ölümüyle ilgili mutlaka yargılanması gerekiyor. Dosyası şu anda bile hafif bir dosya değil ama sorgulanmadığı için daha fazla bir şey söyleyemeyiz. Recep puştu sahte tertip suçlamalarıyla bir anlamda bu insanları devrimcilerden kaçırmış oldu. Adalet duygusu, gerçek suçları dururken, sahte bir tertip suçlamasıyla Kenan Evren’in tutuklanmasına bile karşı çıkmaktır. Onu en ağır şekilde cezalandırmak bize düşer, sahte bir suçlamayla başkasına değil. Adalet duygusundan yoksunluk, bir tecavüzcünün tecavüzden değil, sahte bir hırsızlık suçundan tutuklanmasına sessiz kalmaktır. Adalet duygusu devrimcinin insan kalitesini yükseltir. Adalet duygusu yoksa devrimci, devletinin bir bürokratı olur. Castro’da olağanüstü bir adalet duygusu vardır. Onun için de elli küsür yıldır halkıyla beraber…

İşte devrimciler Silivri’ye bu adalet duygusunu göstermek için gitmelidirler.

§.10. Son olarak, Atatürkçüler konusu var. Başka nedenlerle orada olacaklar. Devrimciler Atatürkçülerle eylem mi paylaşacaklar ?4silivride Eylem paylaşmayacaklar, Atatürkçülerin kuyruğuna takılacaklar. Doksan yıl sonra Atatürk’ün, hâlâ toplumun geniş kesimlerini eyleme geçirebiliyor olması devrimcilerin bir suçudur. Aydınlanmayı, laikliği, burjuva demokrasisini ve hukukunu, Mustafa Kemal hareketinin nesnel ve tarihsel anlamını kavramaktan uzak, Atatürkçülüğün asıl hangi noktada suçlanıp mahkum edilmesi gerektiği üzerine kafa yormamış, tarladan topraktan bir veya iki kuşak ötede yaşayıp giden devrimcilerin bu suçunun bir cezası olmalı değil mi ? İşte o ceza da Silivri’de Atatürkçülerin kuyruğuna takılmak… Ama yine de gönül elvermiyor, gitsinler ve kuyruğa takılmamak için devrimci yaratıcılıklarını kullansınlar diyoruz.