Yazıyı pdf formatında bilgisayarınıza indirmek için tıklayın.

Yeni bir dünya kurmak için eylemi başlatan Ekim Devrimi’nin tarihsel anlamına yapılacak en büyük haksızlık, onun yeni bir dünya kuramadığına hayıflanmaktır. Yüzüncü yıldönümünde Ekim Devrimi’ne neyi yapamadığıyla değil, neyi yapabildiğiyle bakma zamanıdır. Bugün bu büyük devrim o gün neyi nasıl yıktığıyla kutlanmalıdır.

*

§.1. Ekim Devrimi’nin en derin tarihsel anlamı ‘yapılmış’ olmasıdır. Sınıfsal politika teorisinin kuvveden fiile çıkmış olmasıdır. Ekim Devrimi’nin yapılmış olduğu dünyayla böyle bir devrimin hiç yapılmamış olduğu bir dünya birbirinden kökten farklı iki dünyadır. Ekim Devrimi, sömürüye dayalı bir toplumsal yaşam tarzından, yine sömürüye dayalı başka bir toplumsal yaşam tarzına geçişin devrimi, eski sömürücü sınıftan iktidarı zorla alan yeni sömürücü sınıfın devrimi değildi. İktidarı sömürenden zorla alan sömürülenlerin devrimiydi. O güne kadar kuvveden fiile çıkamayan provalarından sonra gerçekleşen eşi benzeri olmayan bir devrimdi. Sömürülenin devriminin fiilen yapılabilir olduğu düşüncesini dünya tarihsel-toplumsal bilince yerleştirmiştir. Ekim Devrimi bunun için Büyük Ekim Devrimi’dir.

§.2. Ekim Devrimi erken bir devrimdi. Ülkede kapitalist gelişmenin düzeyi yetersizken gerçekleşen bir proleter devrimdi. Evet, hemen her devrim erken devrimdir, ama Ekim Devrimi erken devrimler içinde erken bir devrimdi. Ancak bu durum asla ve asla devrim yapacak kadar olgunlaşmış ve devirip alma iradesine sahip bir sınıfın iktidarı almaktan vazgeçmesini haklı çıkaramazdı. Çünkü bir sınıf, “alırım” dediği iktidarı alacaktır, hele ayağına gelmişse mutlaka alacaktır, her türlü tarihsel-toplumsal endişeden bağımsız olarak hareket ederek…Çünkü çok uzun bir süre bir dahaki sefer olmayabilir.

§.3. Ekim Devrimi’nin amacı sosyalizmi tek ülkede kurmak değildi. Ekim Devrimi’nin bir dünya devrimine dönüşmesi elbette isteniyordu. Ancak tarihsel-toplumsal iç ve dış koşullar yüzünden dönüşemedi. Dünya devrimine dönüşememesi, tek ülkeye sıkışıp kalması, Ekim Devrimi’nin suçu değildir. İşçi sınıfı iktidarı aldığı ülkede sosyalizmi denemeye nesnel olarak mecbur kalmıştır. Bu mecburiyet karşısında “Tek Ülkede Sosyalizm” tezi bu mecburiyeti, bu çaresizliği katlanır kılmak için çırpıştırılmış bir tezdir. Yığınları harekete geçirmeye yaramıştır.

§.4. Ekim Devrimi ve her türlü çarpıklıklarına, eksikliklerine, yanlışlıklarına rağmen sayesinde kurulan Sovyetler Birliği ve dünya savaşı sonrasında doğan Sosyalist Sistem, beslenmesiyle, barınmasıyla, sağlığıyla, eğitimiyle, kültürel etkinlikleriyle, sporuyla, eğlencesiyle, tatiliyle, doğduğu andan öldüğü ana kadar insanın tüm yaşam sürecinin, onun toplumsal artık ürüne katkısından bağımsız olarak toplumsal güvence altına alınması gereğini dünya toplumsal bilincine meşru bir talep olarak içermiştir. Bu talep artık kendiliğinden doğal bir talep statüsüne kavuşmuştur. Ekim Devrimi bu talebi sürekli reddeden burjuvazinin tepesinde Demokles’in kılıcı gibi durmuştur ve duracaktır. Bu kılıç tavana bazen ince bir iplikle bağlıdır, bugün olduğu gibi bazen de kalın bir iple bağlıdır. Ama kılıç hep oradadır.

§.5. İşsizlik korkusu kapitalizmin insan için yarattığı özel bir korkudur. Bu korku, işsiz kalan kişinin yaşam standartlarının düşeceği, belki aç kalacağı korkusundan bağımsız olarak, onda toplumun hiçbir katkısına gereksinim duymayacağı bir insana indirgenme korkusunu besler. Onu yabancılaşmanın tehlikeli biçimlerine, nihayet depresyona ve psikolojik çöküntüye sürükler. Birey olarak bir insanın bu dünyada kendine olan saygısını ve özgüvenini kaybetmesinden daha büyük bir kaybı yoktur. Kapitalizmin ‘kâr için kâr’ mantığı bireyde işte böyle bir kaybın korkusunu sürekli körükleyerek yaşar ve egemenliğini sürdürür. Sovyetler Birliği işsizliği tam anlamıyla toplumsal yaşamdan çıkararak, insanın hem işsizlik korkusunu hem de işsizlik yüzünden kendine olan saygısını ve özgüvenini kaybetme korkusunu tam anlamıyla toplumsal yaşamdan çıkarmıştır.

§.6. Sovyetler Birliği, işsizlik, açlık, barınaksızlık, sağlık hizmetlerinden yoksunluk gibi korkuların toplumsal bilinçaltından kazınması için tam üç kuşaklık bir yol aldı. Üç kuşak yetmedi denebilir. Burada, “İş? Sen buna iş mi diyorsun?”, “Açlık? Sen buna beslenme mi diyorsun?”, “Barınak? Sen buna konut mu diyorsun?”, “Sağlık hizmeti? Sen buna sağlık hizmeti mi diyorsun?” türünden yapıcı düşünceden uzak, olumsuz, tarih dışı küçük burjuva yaklaşımları dışlayarak konuşuyoruz, ki soruldukları şekliyle bu sorulara başka yazılara konu olabilecek yanıtlarımız olduğu halde…

§.7. Sosyal refah devleti ise Sovyetler Birliği’nin Avrupa işçi sınıfına armağanıdır. Bugün her geçen gün biraz daha fazla kuşa çevrilse bile yine de bir armağandır…Burjuvaziyi, ekonomik açıdan sendikalarla boğuşarak, politik açıdan da sosyal demokrat partileri kullanmak zorunda kalarak hiç de rahat olmayan bir yaşam sürmeye itmiştir. Bunun kanıtı ise burjuvazinin bugünkü rahatlığıdır, işlevsizleştirdiği sendikaları ve artık işi kalmadığı için çöpe attığı sosyal demokrat partileri fazla düşünmeden yaşayabiliyor olmanın rahatlığıdır. Buradan bugün burjuvazi artık rahattır sonucu elbette çıkmaz, burjuvazi bugün de rahatsızdır ama bunun esas kaynağı bugün için işçi sınıfı değildir, kapitalizmin kendisidir.

§.8. Sovyetler Birliği, sekülerliğin geri toplumlarda bile yaşanabileceğini kanıtlamış, yabancılaşmanın din şeklindeki ilkel biçimlerini toplumsal bilinçten tasfiye etmiş, dinbaz politikaları ve dinsel kurumları geri dönüşsüz bir biçimde hem devletin hem de sivil toplumun dışına itmiştir. Bu da Sovyetler Birliği’nin sivil toplumun mücadelesine katkısıdır.

§.9. Nesnel olarak Sovyetler Birliği’nin varlığı, burjuvaziyi, kadın hakları, çocuk hakları başta olmak üzere yaşamın her alanında çok sayıda çeşitli hakları ve özgürlükleri tanımak zorunda bırakmış, burjuva hukukunun derinleşmesini çaresiz bir şekilde seyretmesini sağlamış, hukuku başlı başına bir sınıf savaşı alanına, sınıf savaşının vazgeçilmez bir alanına hiç istemeden dönüştürmüştür. Burjuvaziyi ‘politik bireyin’ yanı sıra bir de ‘hukuk bireyiyle’ savaşır hale getirmiştir.

§.10. İşçi sınıfı, tüm diğer emekçiler, genel olarak sivil toplum, bütün kapitalizm tarihi boyunca en büyük ve en yaygın kazanımlarını Ekim Devrimi’yle kurulan Sovyetler Birliği’nin ve sonraki Sosyalist Sistem’in tehdidi ve koruyucu şemsiyesi altında elde etmiştir.

Neo-liberal ideolojinin, Katolik teolojiyle feodalizmin ilişkisine benzer bir şekilde adeta bir din ideolojisi gibi küresel kapitalizmin üst yapısına egemen olduğu günümüzde artık Sovyetler Birliği’nin nesnel-tarihsel anlamını görmemiz gerekiyor. Sovyetler Birliği her şeyden önce toplumsal ilerlemenin bir şemsiyesiydi. Dünyanın neresinde olursa olsun toplumsal ilerlemeden yana güçler, bu toplumsal ilerlemenin biçimi ister küçüklere kreş talebi olsun, ister sendikal haklar mücadelesi olsun, ister silahlı devrim olsun, nesnel olarak Sovyetler Birliği şemsiyesinin altındaydılar. Bunu bilsinler bilmesinler, istesinler istemesinler bu böyleydi. SBKP’nin bunun böyle olmasını isteyip istemediğinden bağımsız olarak, eğer böyle istiyor idiyse niçin istediğinden de bağımsız olarak, Sovyetler Birliği bir şemsiyeydi. Bu şemsiyenin varlığını bir kısım solcular, ancak şemsiye kapandıktan sonra, şemsiyesiz bir dünyanın sınıf savaşı açısından ne anlama geldiği kafalarına dank ettiği anda keşfettiler. Bardağın yarısının dolu olduğunu görmezden gelip, daha da kötüsü nesnel olarak bardağın kendisinin ne işe yaradığını hiç düşünmeyip yarısı boş diye kırılıp atılmasına canla başla katılan solcular, son çeyrek yüzyıldır siyasi mücadele içinde bulundukları acınası durumun nedenlerini düşünmelidirler.

§.11. Kaldı ki Sovyetler Birliği sadece nesnel bir şemsiye de değildi. Toplumsal ilerlemeye üç büyük katkıda da bulunmuştur. Birincisi, olağanüstü çapta bir bedel ödeyerek faşizmin bir dünya sistemi olmasını engellemiş, kapitalizmin, krizlerden, gerçeklenemeyen aşırı birikmiş değerin dünya çapında maddi imhası yoluyla çıkış seçeneğine, yani dünya savaşlarıyla çıkış seçeneğine, dünya devrimi “tehlikesini” göze almadan başvurabilme olanağını geri dönüşsüz bir şekilde yok etmiştir. İkincisi, kurulduğu günden yıkıldığı güne kadar en oportünist politikaları izlediği dönemlerde dahi Sovyetler Birliği, tüm dünyada anti-emperyalist mücadeleleri ve gerillayı aktif bir biçimde ve sonuna kadar desteklemeyi sürdürmüştür. Üçüncüsü, kapitalist ülkelerde de işçi sınıfı hareketlerini, nükleer silahsızlanma kampanyası, barış hareketi gibi sivil toplum hareketlerini desteklemiştir.

*

Ekim Devrimi milyarlarca insanın bilincine asırlardır içerilmiş kapitalist mantığın evrensel-toplumsal bilinçteki hegemonyasını kırmış, insanı dışlayan ‘kâr için kâr’ mantığının yerine insanı merkez alan ‘insan için insan’ mantığını koyarak gerçek insanlık tarihine doğru toplumsal dönüşüm sürecini başlatmıştır. Sönmüş gibi görünen küllerin altında bu süreç bugün de devam ediyor.

Coşkun ADALI, 12 Kasım 2017