[Baharda Yaprak Dökümü yazısının bir önceki bölümüne (“Oğuzhan Müftüoğlu ve 7 Haziran”) şuradan ulaşabilirsiniz.]

Buradan Dupond’la Dupont’a geçiyoruz. Kemal Okuyan ve Aydemir Güler’in bir partisi var. Bu hiç de ayıp bir şey değildir. Mart sonunda BHH Yürütme Kurulu’na bir mektup gönderdiler ve seçimlere parti olarak katılacaklarını bildirdiler.

§.1. BHH konusunu ayrı bir yazıda ele alacağız, kırkı çıksın diye bekliyoruz. Burada ancak şunu söyleyebiliriz: Mektupta BHH ile ilgili değerlendirmeleri, BHH’nin niçin çöktüğünü ya cidden anlamadıklarını, ki bu zayıf olasılıktır, ya da anlamazlıktan geldiklerini gösteriyor. Bu hareketi batıranların başında kendileri de vardır. Gezi üç ay yaşamış, Gezi’nin mirasçısı olduğu söylenen BHH ancak iki ay yaşayabilmiştir. Bir güç ve eylem birliği yaratmak iddiasıyla ortaya çıkan ve birçok dürüst devrimciyi umutlandıran ve harekete geçiren BHH, bir yürütme kurulu seçmiş ve bu kurul, konu seçim ve HDP olunca, Gezi’nin ruhunu, aktif demokrasi ve şeffaflık temelinde kurulu karar alma mekanizmalarını yok saymış, AKP’yi desteklemeyi seçmiştir. Yukarıda bahsettiğimiz aynı yavuz hırsız mantığını burada da görüyoruz, klasik laf salatalarından birine benzeyen parti mektubunda BHH’nin “bağımsız bir güç olmasını engelleme girişimlerinden” söz ediliyor. Yani “savaşı düşman yüzünden kaybettik” gibi bir şey… Mektup, “HAZİRAN…seçim gündeminin özel zorluklarının da etkisiyle ciddi yara almıştır”, diyor. Burada “seçim gündeminin özel zorlukları” dediği şey HDP’nin seçime katılıyor olmasından başka bir şey değildir. Yani aslında sadece kendi işine gücüne bakan HDP, durduğu yerde, hiç bulaşmadığı halde, bu hareketi çökertmişse bunun nedenini mutlaka hareketi yönlendirenlerde aramak gerekir. Siyasi mantık bunu gerektirir. Yönlendirenler zemzem suyuyla yıkanmış olsalar bile…

§.2. Mektupta, “HAZİRAN’ın bir yeniden yapılanma sürecine girmesi de bize göre açık bir gereklilik olarak kendini dayatmaktadır”, deniyor. Ölmüş gitmiş eşeği hâlâ değnekle ayağa kaldıracaklarını sanıyorlar. Bakın mektupta neler diyorlar :

“Partimiz, seçimlerde HAZİRAN içinde olmayan siyasi partilerle “dayanışma” kavramına yüklenen anlamdan ciddi ölçülerde rahatsızdır. Kaldı ki, “dayanışma”, HAZİRAN seçimlere kendi adaylarıyla katılsaydı ete kemiğe bürünebilir, örneğin sandık güvenliği gibi başlıklarda somutlanabilirdi. Şu haliyle, dayanışma örtülü ya da açık bir biçimde oy vermekten başka bir anlam taşımamaktadır. Partimiz böyle bir tavrın parçası olamaz.”

• Yani? “HDP’ye oy vermeyeceğiz” diyor.

Bu paragrafta, Oğuzhan Müftüoğlu gibi bunlar da, “Yehova”nın adını telaffuz etmekten korktukları için açıkça “HDP” diyemiyorlar. “HAZİRAN içinde olmayan siyasi partiler” diyorlar, sanki kendilerini CHP’ye veya MHP’ye oy verilmesini istemekle suçlamışız gibi “ler” çoğul ekini de ihmal etmiyorlar. Yani “HDP” sözcüğünü iyice saklıyorlar. Adını telaffuz edenlere “Yehova” fena sinirlenebilir, onları çarpabilir, ama HDP sinirlenmez, çarpmaz, niye bu kadar korkuyorlar, anlamak zor. Ayrıca “HAZİRAN seçimlere kendi adaylarıyla” katılmadığı için sandık güvenliğiyle ilgilenmeyeceklermiş. Bunu Recebe bildirseler de rahat uyusa bari… Son olarak da “Şu haliyle, dayanışma örtülü ya da açık bir biçimde oy vermekten başka bir anlam taşımamakta”ymış. Yani yine HDP’ye oy kastediliyor. Ama sorunumuz o değil, sorunumuz şu: Bu cümleden, örtülü biçimde oy nasıl verilir, açık biçimde oy nasıl verilir, aradaki fark nedir? bir türlü çözemiyoruz. Galiba “Şu haliyle dayanışmanın örtülü veya açık anlamı ancak oy vermek olabilir” demek istiyorlar ama diyemiyorlar. Koskoca bir merkez komitesinde lisede Türkçe kompozisyon derslerini ekmemiş bir kişi de mi yok ? Devam edelim.

“Seçim tartışmaları sürerken, bir yazılı değerlendirmeyle tartışılması gerektiğini düşündüğümüz seçenekleri sıralamış ve tüm seçim bölgelerinde HAZİRAN adaylarının çıkarılmasını en baş sıraya yazmıştık. Bir diğer seçenek olarak boykot için elimizde çok fazla gerekçe bulunmasına karşın, bunun emekçi halk açısından bir karşılığı olmadığını da dile getirmiştik. Boykottan farklı olarak, HAZİRAN “hiçbir partiye oy vermeme” çağrısı yapabilirdi ancak bu kez böyle bir tavrın pratikte nasıl gerekçelendirileceğine ilişkin belirsizliklerin aşılması gibi sorunu çözmek durumunda kalacaktı. Geriye, HAZİRAN bileşenlerinin, HAZİRAN ilkeleri ve seçimlere ilişkin çizilen geniş çerçevenin içinde serbest bırakılması kalıyordu.”

• Yani? “HDP’ye oy vermek dışındaki seçeneklerin tümünü tartıştık” diyor.

Bu paragraf bir siyasi mizah örneğidir. İlk önce HAZİRAN’ın tüm Türkiye’de aday çıkarmasını önermeyi düşünmüşler. Bundan niçin vazgeçtikleri belli değil. Biri bu öneriye aşırı gülmüş olabilir. Büyük bir olasılıkla, ilerde “Biz tüm seçenekleri tartıştık” diyebilmek için bir şeyler konuşmuş olabilirler. Bu seçeneği ortalarda veya sonlarda bir yerde değil de en başta konuşmuşlar, galiba bu saçmalığın bir an önce aradan çıkmasını, ciddi konulara geçmeyi istemişler. Sonra seçimi boykotu düşünmüşler. Boykot için ellerinde çok fazla gerekçe varmış. Bu gerekçelerin ne olduğunu bilmiyoruz ama olsun, ellerinde gerekçe varmış, hem de fazla değil çok fazla gerekçe varmış. Ancak halkın boykot istememesi bu sayısız gerekçelerden biri değil. Bu gerekçeleri anlatıp halkı ikna etmek de istemiyorlar. Sonra HAZİRAN’a “hiçbir partiye oy vermeme” çağrısı yapmayı düşünmüşler. Bu çağrı, “boykot” çağrısından farklıymış, ancak aralarındaki farkı biz bilmiyoruz. Onlar da herhalde bilmiyor ki “böyle bir tavrın pratikte nasıl gerekçelendirileceğine ilişkin belirsizliklerin aşılması gibi bir sorunu çözmek durumunda kalmamak” için bu seçenekten de vazgeçmişler. Bu süper acayip salatanın içindeki laf şudur: Bu politika için bir gerekçe bulamadık ve de uyduramadık. Geriye ne kalıyor? HAZİRAN bileşenlerinin serbest bırakılması. Yani “herkesin kafasına göre takılması”. Hiçbir şeyi dobra dobra söyleyemiyorlar. Peki, herkes kafasına göre takılabilecek mi ? Hayır, olur mu öyle şey!!! Devam edelim.


“Komünist Parti, seçimlerde üye ve dostlarını “serbest” bırakma durumunda değil. Bu tutum, seçimlere çok büyük önem vermemizden kaynaklanmıyor. Ülkenin odaklandığı bir siyasal olguya ilişkin açık ve net bir tutum belirlemek zorundayız. Partimiz seçimlere katılan herhangi bir partiye oy verilmesini de uygun bulmamaktadır.”

• Yani ? “Üye, dost filan dinlemem, HDP’ye oy vermeyeceksiniz” diyor.

Partileri “seçimlere katılan herhangi bir partiye oy verilmesini de uygun” bulmuyormuş. Yine HDP diyemiyorlar. Bu “Yehova” korkusu çok fenaymış. Ama biraz ilerleme var gibi, HDP hiç olmazsa HBP (Herhangi Bir Parti) olmuş. Bu işin esprisi. Esas sormak istediğimiz şu: “Bu tutum, seçimlere çok büyük önem vermemizden kaynaklanmıyor” cümlesi ne anlama geliyor? Haddimiz olmayarak akıl yürütelim. “Bu tutum” lafını, isteyenin istediği partiye oy atmasına izin vermemek anlamında kullanmışlar. Buna kısaca “izin vermiyorlar” diyelim. Şimdi hangisi doğru?

1- Seçimlere çok büyük önem veriyorlar ama izin vermemelerin nedeni bu değil;
2- Seçimlere çok büyük önem vermiyorlar ama izin vermemelerin nedeni bu değil;
3- Seçimlere önem veriyorlar ama çok büyük önem vermiyorlar ancak izin
vermemelerinin nedeni bu değil;

Yani koskoca merkez komitesi seçimlere önem veriyor mu vermiyor mu, o bile anlaşılmıyor. Bu nasıl laf cambazlığıdır, seçime bile “seçim” diyemiyor, “ülkenin odaklandığı bir siyasal olgu” diyor. İnsan bari “bir” sözcüğünü eklemez. Soruyoruz: Üye ve dostları serbest bırakıp bırakmamanın seçimlere önem verip vermemeyle ne ilgisi var? Doğru politikadır, yanlış politikadır, önemli değil, bir şekilde seçimlere giriyorsun, demek ki seçimlere önem veriyorsun. Önem vermesen girmezsin. İlerde bütün bu laf cambazlığından seni aklayacak bir şeyler çıkaramayacaksın ve ihanetinle yaşayacaksın. Esas konuya geliyoruz:

“Bu koşullarda ve seçimler yaklaştıkça egemen güçler tarafından tamamen gündemden düşürülmeye çalışılan sınıf gerçeğini dile getirmek için Komünist Parti seçimlere bütün seçim çevrelerinde katılma kararı almıştır.”

• Yani? “Ben sağ oportünistim” diyor.

Cümle “Bu koşullarda” lafıyla yani bizzat kendi yarattıkları olumsuz koşullardan şikâyetle, başlıyor. Yangın çıkınca hiçbir şey yapamıyorsan “İmdat!” diye bağırsın. Bu cümlede insanları seçimde HDP yerine AKP’ye oy vermeye pek ikna edemediklerini bildikleri için “Doktrin!” diye bağırıyorlar. Demagojiyi sadece HDP’ye oy vermemek konusunda değil devrimci teori konusunda da yapabiliyorlar. Partileri “sınıf gerçeğini dile getirmek için” seçimlere katılıyormuş. Bu ambalajın altında “bağımsız sınıfsal politika izlemek gerektiği” yaklaşımı var. Bağımsız sınıfsal politika izlemek gerekliliğini, bir burjuva diktatörlülüğünün yasal alanına ait parlamento seçimlerine hapsetmek, yani bağımsız sınıfsal politikanın siyasi alanını daraltmak sağ oportünizmdir. Bu tavırlarına dayanak olarak ne diyorlar? Egemen güçler sınıf gerçeğini gündemden düşürmeye çalışıyormuş. Bu yalanı nasıl uydurabiliyorlar? Egemen güçler işçi sınıfına karşı tarihte görülmemiş bir saldırı içindedir, üstelik bu sınıfsal ve cepheden saldırıdır, yani sadece işçi örgütleri üzerinden değil işçinin kendisine dolaysız saldırıdır. Son on iki yılda 14.000 işçi iş cinayetlerinde öldürülmüştür. Beyler en azından Soma’yı duymuştur. En ufak bir işçi eylemi büyük bir şiddetle bastırılmaktadır. Siyasetin tepesinden bir zibidi, bir emekçiyi sokak ortasında tekme sille tokat bizzat dövebilmektedir. Emekçinin ücretinden, maddi yaşam koşullarından bahsetmiyoruz bile. Daha önce kendi yazdıklarını da mı okumaz bunlar? İşine geldiğinde iş kazalarındaki ölümler için “Allahın takdiri” diyebilen bir siyasetçi, bırakın da seçime giderken “ben işçi öldürdüm, işçiye hayatı zindan ettim, işçiyi açlığa mahkum ettim” demesin artık. Seçimler yaklaştıkça, egemen güçler sınıf gerçeğini gündemden düşürmeye çalışmıyorlar, propagandalarında sınıf gerçeğinden bahsetmiyorlar, hepsi o. Yoksa sınıfa karşı sınıf politikaları aynen devam ediyor. Ve sizler HDP yerine AKP’ye oy vererek sınıf gerçeğinin gündemden düştüğüne inandığınızı gösteriyorsunuz. Gerçek devrimci tavır, bağımsız sınıfsal politika izlemek gerekliliğini burjuva seçimlerinin dar çerçevesine sıkıştırmayan devrimci tavır, seçimde HDP’ye oy vermektir. Tarihte yeri gelmiş devrimciler sosyal demokrat partilere oy vermiştir. Türkiye’de 12 Eylül faşizminin çözülme sürecini hızlandırmak için SODEP’e oy verilmiş, başka zamanlarda CHP’ye oy verilmiştir. Bu taktikler devrimcileri sınıf gerçeğinden uzaklaştıramamıştır. Üstüne üstlük bugün oylarını esirgedikler HDP bu oyu o günkü sosyal demokrat partilerden bin kat daha fazla hakediyor. Yasal bir alanda dar ama çok önemli ve belki de son küçük bir alan kalmıştır, oraya dalıp sınıf savaşını orada da vereceksin. Tabii sende sınıfsal bir şey varsa…

§.3. Gelelim “Komünist Parti”nin seçimlere katılması kararına. HDP’ye oy vermemek yanlış politikadır, ama bu partinin seçimlere katılması da yanlış politikadır. HDP’ye oy vermiyorsan en doğru politika “boykottur”. Şimdi ne olacak? Yine önceki bir dizi seçimde olduğu gibi yine “yüzde sıfır virgül bilmem kaç” oranında bir oy alacaklar, belki de HDP “yüzünden” bu kez onu da alamayacaklar, daha az oranda, “yüzde sıfır virgül sıfır bilmem kaç” oranında oy alacaklar. Yani bu kez rezil değil, rezil rüsva olmak istiyorlar. Siyaset sahnesinden çekilirken giderayak rezil olmak yetmez, anlı şanlı rezil rüsva olmak gerekir. Halbuki seçimi boykot etselerdi, oy vermeyenlerin oranı en az %15 olacağından “Bak boykot yaptık, ne kadar iyi oldu, rejim meşruluğunu kaybetti” diyebileceklerdi. Bininci kez meşruiyetini kaybeden Recebin yine uykuları kaçacaktı, ama daha önemlisi, “yüzde sıfır virgül sıfır bilmem kaç” oranındaki sinek pisliği görülmeyecek, arada kaynayıp gidecekti. Bu konuda geçen yıl cumhurbaşkanlığı seçiminde Demirtaş’a oy vermek yerine seçimi boykot edenler arasından, seçime düşük katılım oranında boykot politikalarının da payı olduğunu, böylece kendilerinin değil, boykot yerine seçimde aday olan Demirtaş’ın yanlış yaptığını utanmadan, sıkılmadan söyleyenler çıkmıştı. Bu saatten sonra sizde herhangi bir ar duygusu kaldığını sanmıyoruz, yani seçimi boykot etseydiniz seçimden sonra siz de böyle bir şey uydurabilirdiniz. Şimdi seçimde alacağınız “yüzde sıfır virgül sıfır bilmem kaç” oy Recebin rejimine bir “demokrasi” ruju sürecek. Yığınları bir kez daha komünizm fikrine yabancılaştıracak. Tabii eğer yığınlar aldığınız oy sayısını duyarsa…

§.4. Seçime katılmaları utanmazca bir karardır ama göründüğü kadar aptalca bir karar olmayabilir. Ceza Hukukunda “suça eksik teşebbüs” diye bir kavram vardır. Adam evde oturup el işi kartonundan, sulu boyayla, patates damgasıyla filan kendine sahte bir kimlik yapıyor. Bu kimlik ilk kimlik kontrolünde jandarma çavuşunu bile güldürüyor, çavuş ona “bu kimliği nüfustan mı aldın?” diye soruyor, o da “evet, nüfustan aldım” diyor. Gülmesi bitince jandarma sanığın ifadesini alıyor, savcıya sevk ediyor, savcı da adamı tutuksuz yargılanması talebiyle sulh ceza hakimliğine sevk ediyor, hâkim sanığı bırakıyor. Sanığın aleyhine kamu davası açılıyor. İddianamedeki suç? “Sahte belge düzenleme suçuna eksik teşebbüs”. Yani adamın yaptığı kimlik o kadar kötü ki, o kadar dandik ki herhangi bir kimseyi kandırmasına imkân yok. Sahte belge düzenlemek suçunu işlemek istiyor ama işleyemiyor, çünkü beceremiyor. Teşebbüs eksik kalıyor. İnfazı ertelenmiş küçük bir cezayla kurtuluyor.

İlerde devrim mahkemesinde savcı, bunların geçen yılki cumhurbaşkanlığı seçiminde Recebe oy vererek işledikleri suç ve bu yıl milletvekili seçiminde AKP’ye oy vererek işledikleri suç için açtığı iki ayrı dava dosyasını birleştirecek ve iddianamesinde bunları devrime ihanetle suçlayacak. Savunma avukatları iddianamenin okunması biter bitmez söz alacaklar ve “Sayın hâkim bey, savcı bey müvekkillerimizi ihanetle suçlamaktadır. Bu haksız bir suçlamadır. Müvekkillerimizin oy oranları ortadadır, “yüzde sıfır virgül bilmem kaç”tır, hele milletvekili seçiminde o orandan bile daha düşük oranda, “yüzde sıfır virgül sıfır bilmem kaç” oranında oy almıştır. Bu kadarcık bir oyla ihanet mi olurmuş? Recep cumhurbaşkanlığını ilk turda açık ara kazanmıştır, müvekkillerimin bu kadarcık oylarının eksikliğinin bunda bir rolü yoktur. HDP barajı bu kadarcık oydan çok daha fazla bir oyla geçmiştir. Eğer HDP barajı bu kadarcık bir oy yüzünden geçemeseydi savcı bey haklı olabilirdi. Sonuçta HDP’nin aldığı oy oranında müvekkillerimin çarçur ettiği oyların ciddi bir etkisi olmamıştır. Müvekkillerim “ihanet” suçuyla değil, ancak “ihanet suçuna eksik teşebbüs” suçuyla yargılanabilir”, diyecekler. Hakim ve savcı bu savunmayı kabul edecek, sanıklar infazı ertelenecek kısa bir hapis cezasına çarptırılacaklar ve ellerini kollarını sallayarak yaşlı devrimciler için açılmış huzur evindeki temizlik görevlerine neşe içinde geri dönecekler. Bütün bunları düşünmüş olabilirler. Yani bugün HDP’ye verilecek oyun anlamının bilincinde olmayabilirler ama bu oyla ilgili kendi gelecekleri konusunda bilinçli davranıyor olabilirler.

*

Sonuç: Bu seçimde HDP yerine AKP’ye oy verirlerse bu oy Kemal Okuyan’ın ve Aydemir Güler’in tüm siyasi yaşamlarının özeti olacaktır.

*

Geldik son ve durumu en hazin jüri üyesine: Metin Çulhaoğlu. [Yazının devamını okumak için tıklayın.]