Bu makaleyi pdf formatında bilgisayarınıza indirmek için: Karanlik Gunes – Coskun Adali 27 Mayis 2018

Anayasa başta olmak üzere her türlü yasa yok sayılıyor. Anti-demokratik ve hukuk dışı bir ortamda, bu kez yasalara yazılmış hilesiyle, hurdasıyla, sabıkalı YSK’yla, eşitsizliğiyle, oy ve seçmen güvenliğinden yoksun, OHAL altında bir seçim geliyor. AKP yine devletin tüm olanaklarını kullanıyor, muhalefet üzerine yine her zamanki baskılar uygulanıyor. Ama artık gerçekten yeter! Her yerde, herkesle, her iletişim aracıyla sürekli konuşulacak ana konu, yargılanacakları konusu olmalıdır. Bu konu politik konuların önüne geçmelidir. Onlar yargılanacaklar, başta medya kılığı altında pislik üreten kara propagandacıları olmak üzere her tür yandaş ve yalaka da yargılanacak.

*

Durumun en kısa özeti şudur: Rüzgâr döndü, ama dönen rüzgârın ardından kasırga geliyor. Güneş doğacak. Ama karanlık bir güneş doğacak. Olsun. Kabulümüzdür. Hiçbir şey ülkenin dünyadaki en büyük düşmanı olan bu suç örgütünün iktidarda kalmasından daha kötü olamaz. ‘Enkaz altında kalmanın fiyatı buymuş’, deriz, ‘başa gelen çekilir’ deriz. Durumdan çıkan görevin en kısa özeti ise bin türlü esnek eylemde kararlı olmaktır.

*

§.1. Türkiye’nin dış borcu 453 milyar dolara ulaşmıştır, bu borç milli gelirin yarısından fazlasına eşittir. Bu yıl için 185 milyar doları dış borç ödemesi, 51 milyar doları cari açık finansmanı olmak üzere toplam dış kaynak ihtiyacı 236 milyar dolardır. Yerli şirketlerin Türkiye’den yurtdışına kaçırdıkları sermayenin 145 milyar dolar olduğu söyleniyor. Enflasyon %15’i bulmuştur, döviz karşısında Türk Lirası erimektedir. Erdoğan ise dünyaya engin ekonomi bilgisini sergiliyor. İşsizlik, yoksulluk çığ gibi büyüyor. Ekonomik göstergeleri en kötü ülkeler arasında Türkiye sonlardadır. Soru artık ‘Türkiye ekonomisi uçurumun eşiğinde mi, yoksa uçurumdan düşmeye başladı mı?’ sorusudur. Ama denizin bittiği kesindir.

§.2. Son 16 yılda gelinen nokta budur. Karmaşık bir gerçekliği en kaba hatlarıyla özetlemeye çalışalım. Hiçbir ekonomi sıcak parayla, rantla, yağmayla, betonla, kurulu tesisleri satmakla vs. büyüyemez, mutlaka üretim yapılmalıdır. Büyüme talep ucundan çekilecekse, yani ekonomi iç ve dış pazarda tüketim mallarına taleple, hem var olan hem de yaratılacak olan taleple büyüyecekse, üretken sektörlerin rekabet edebilir bir düzeyde, diğer bir deyişle üretim fiyatlarını sürekli düşürebilir bir teknoloji düzeyinde olması gerekir. Eğer bu düzeyde değilse, o düzeyde olan başka ülkelerin üretken sektörleri talebi karşılar, o ülke onlar için pazar haline gelir. Küresel rekabetin kuralı budur. Gerek teknolojik ilerleme gerekse teknoloji transferi, yeterli bir endüstriyel birikim ve yetişmiş işgücü gerektirir. Ama esas olarak kaynak gerektirir. Türkiye bırakalım üretken sektörleri geliştirmek için gereken kaynağı yaratmayı, ancak borçlanarak kaynak bulan, aldığı borcun faizi için yeni borç arayan, böylece durduğu yerde şişen borçların faizini ve cari açığı zor karşılayan bir ülke olmuştur. Ancak şimdi dünyada bol ve ucuz kredi bulmak zorlaşmıştır. Geç kalmışlığından dolayı Türkiye kapitalizminin tarihsel ve kronik zaafı kaynak yetersizliğidir, bu yetersizlik son 16 yılda şiddetli bir akut krize dönüşmüştür. Ancak toprağıyla, deniziyle, ormanıyla, suyuyla, havasıyla, iklimiyle doğa tahrip edilerek ve şehirler yaşanmaz hale getirilerek yatıştırılabilir hale gelmiştir. O da geçici süreler için…

§.3. Siyasi varlığını bu tablo çerçevesinde sürdürebildiğinin farkında olmayan ve bu tabloya üstüne adaletsizlik ve hukuksuzlukla tüy dikerek ve demokrasiyi yok ederek katkı yapan Erdoğan, yine de üstün politik sezisiyle doğru bir tespit yaparak yarının çok geç olacağını düşündü ve erken seçim kararı aldı. Bu seçimlere girerken iktidar geldiği ilk noktaya geri dönmüştür, yani 16 yıl önceki noktadadır. Ama artık sıcak para dönemi kapanmıştır. Elinde bu kez dünya finans merkezlerinden tam destekli bir Kemal Derviş programı yoktur. Hatta geleceğe ilişkin söyleyecek sıradan sözü bile yoktur. Bir seçim manifestosu çıkarıyor, 16 yıllık bir iktidardan sonra, sanki iktidara yeni gelecekmiş gibi, neler yapacağını dünyaya ve “ümmet” dediği seçmene anlatıyor. Manifesto, henüz iyi bilinmeyen, adı pek duyulmamış bir örgütün kendini geniş kamuoyuna tanıtmak, görüşlerini açıklamak, tasarladığı geleceği anlatmak için yazdığı bir iddia belgesidir. Yıllar sonra bir manifestoyla seçmenin karşısına çıkmak, iktidarda kaşarlanmış ve kartlaşmış bir güruha hiç mi hiç yakışmıyor.

§.4. Tükenmiştir, heyecanı kalmamıştır, hikâyeleri iyice bayatlamıştır1. Ama hiçbir muhalif için ölüm kalım meselesi olmayan seçimler onun için bir ölüm kalım meselesidir. “Adalet bir gün herkese lazım olur” lafı onu bir aklanma şansı olacağına ikna edemez. Ne tarihte, ne dünyada, yani ne zamanda ne mekânda aklanabileceği hiçbir yargı sistemi olmadığını çok iyi biliyor.2 İktidarı terk etmemek için bizlerin bugün aklına dahi gelemeyecek her, ama her yola başvurabilir. “Benden sonra tufan” deyip ülkeyi her türlü uçuruma sürükleyebilir. Bu ciddi bir olasılıktır ve kamuoyunda giderek yaygınlaşan bir görüştür. 7 Haziran seçimlerini kaybettikten sonra ülkeyi nasıl bir kanlı kaos içine soktuğunu hatırlayalım. Seçim yasasındaki anormallikler, hükümete seçimden sonra da KHK’larla yönetme yetkisi veren kanunu acilen çıkarttırıp meclisi resmen yok etmesi, kampanyasının şiddeti, ‘A’, ‘B’, ‘C’ planlarından bahsetmeye başlaması, yeni sarayların inşaatlarının sürmesi, seçimlerde kaybetttiği iktidarı terk etmeyebileceğini düşündürüyor. Ama en önemlisi “İktidarı terk etmiyorum, ne yapacaksın?” dediğinde şimdilik, karşısında ne yapacağını bilen kararlı bir irade olmadığını biliyor.

Kaybettiği iktidarı terk etmezse 24 Haziran’dan sonra mücadele, sivil itaatsizlik başta olmak üzere bugüne kadar başvurulmamış çok farklı ve çok yaratıcı yöntemlerle yürütülecektir.

§.5. İlkesel tavır bu seçimleri boykot etmektir. Ama bu saatten sonra, üstelik HDP dahil hiçbir siyasi partinin boykot çağrısı yapmadığı bir ortamda, boykot çağrısı toplumda yankı bulmaz, kuvveden fiile çıkmaz, çünkü halk buna kulak asmaz. CHP halkı yıllardır siyasi yaşamın dışına öyle bir itti ki, yığınları pasifize etmek için canla başka öyle bir çalıştı ki, halkı parlamento rüyalarına öyle bir zorladı ki, yılgınlığa, umutsuzluğa, çaresizliğe mahkum edilen insanlar için oy vermenin kendisi bile “aktif” bir siyasi eylem, nefes alacağı bir delik haline geldi.

Ayrıca bu seçim, gayrimeşruluğu artık iyice açığa çıkmış olan bir iktidara meşruluk kazandırmak için oynanan ve boykotla deşifre edilmesi gereken bir oyun değildir. Bu seçim, iktidara yürüyen bir halkı durdurmak ve zaman kazanmak için oyalama amacıyla yapılan ve bu nedenle boykot edilmesi gereken bir seçim de değildir. Başka hiçbir mücadele olanağı hatta “yeter” deme aracı bırakılmayan bir halkın, çarpık çurpuk da olsa, kendini siyaseten ifade etmek için elinde kalan tek yasal olanaktır. Halk şiddetle oy vermek istiyor. İşte bu nedenle ilkesel olarak doğru olan bir boykot çağrısına kulağı tıkalıdır. Bu seçimler tırnak içinde bile olsa bir olanaktır.

Bu olanağı kullanarak Erdoğan’ı seçimde kaybedeceği iktidardan indirmek ancak ve ancak eyleme, “yeter” diyenlerin harekete geçmesine, eylemliliğine bağlıdır.3

§.6. İktidarı terk etmemek için seçimleri iptal etmesi akla gelen ilk “doğal” yoldur. Bir noktaya dikkat çekmek istiyoruz. 16 Nisan 2017 operasyonu için YSK’yı kullandığı gibi bu operasyon için bu kez Anayasa Mahkemesi’ni kullanabilir. Seçim güvenliğine ilişkin olarak CHP seçim yasasına anayasaya aykırılık gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’nde itiraz etmişti. Mayıs başında Anayasa Mahkemesi CHP’nin itirazını esastan görüşme kararı aldı. Bu “esastan görüşme” lafı, CHP ve politik aklı kıt hukukçular tarafından sevinçle karşılandı. Oysa sevinilecek değil endişe edilecek bir durum söz konusudur: “Esastan görüşme” zaman alır, değil mi? Yani “karar alma” süreci uzun sürer. “Karar” 24 Haziran’a yetişmezse ne olacak? Erdoğan kazanırsa CHP’nin itirazı reddedilecek, Erdoğan kaybederse Anayasa Mahkemesi “CHP’nin itirazı haklıdır” diyecek ve seçim iptal edilecek, iktidar bir başka gün kapışmak üzere yine Erdoğan’da kalacak. Yani şu anda Anayasa Mahkemesi belki de 25 Haziran’ı ve Erdoğan’ın sinyalini bekliyor. Erdoğan kaybederse bir anayasa kahramanı kesilecek ve “kanun önünde boynumuz kıldan incedir” deyip seçimin iptal edildiğini duyuracak. TBMM Anayasa Komisyonu’nun CHP’li üyesi Murat Emir Anayasa Mahkemesi’nin esastan görüşme kararını olumlu buldu ve saf saf “…Ancak burada önemli olan Anayasa Mahkemesi’nin bir an önce, 24 Haziran seçimlerinden önce karar vermesi gerek. Seçimler yapıldıktan sonra verilecek bir karar bu seçimlere dair getirilen düzenlemeler nedeniyle ortaya çıkacak şaibeleri artırır. Geç gelen adalet adalet sayılmaz. Anayasa Mahkemesi bir an önce bu konuyu görüşmeli, sandık güvenliği ile ilgili hükümleri iptal etmeli.” dedi (Cumhuriyet, 2 Mayıs 2018). Seçimlerin iptali olasılığı bir spekülasyon değildir, önceki seçimlerde nice dolaplar çevirdikleri bilindiği için akılda tutulması gereken bir olasılıktır. Hatırlayalım, 16 Nisan oylamasından sonra şaşkın Kılıçdaroğlu “Her türlü tedbiri aldık, ama hilenin YSK’da yapılacağını düşünemedik” dememiş miydi? Bu sefer sıra Anayasa Mahkemesi’nde… “Bu böyle olacaktır” diye bir şey elbette söylenemez, ama bunun böyle olabileceğini düşünmekte zarar yoktur.

§.7. Seçimlere giden süreç giderek yoğunlaşan bir eylem süreci olarak görülmelidir. Sosyal medyada savaşarak algı operasyonlarını boşa çıkarmak, oy atacakların endişelerini gidermek, sandığa girenle sandıktan çıkanın aynı olması için uğraşmak, oy hırsızlığıyla, hile ve hurdayı hayata geçirmekle görevlendirilen veya kendilerini görevli hissedenlerin üzerine baskı kurmak, yaptıkları pis işin asla unutulmayacağını, er veya geç kişisel sonuçları olacağını onlara kararlı bir biçimde hatırlatmak, ellerinin titremesini sağlamak, yine çeşitli eylemlere, yer ve mekâna uygun bir eylemliliğe bağlıdır. Hileyi hurdayı kararlaştıran, tasarlayan, planlayan, emreden başkasıdır, uygulayan başkasıdır. Hedefimiz uygulayandır. Uygulayıcının üzerinde baskı kurulmalıdır. Onların elleri titretilmelidir. Yusuf Yerkel’in o iğrenç suratıyla polislerin kollarından tuttuğu yerdeki savunmasız madenciye dört yıl önce Soma’da attığı tekme geliyor beş yıl sonra bugün kendi böğrüne gömülüyor. Korkudan titriyor. Bütün hilecileri, hurdacıları korkutmaya başlamak gerekiyor.4 Onları rahat uyutmamak gerekiyor. Gezi eylemlerinin, Maltepe mitinginin gösterdiği gibi büyük bir eylem potansiyeli vardır.

Oy güvenliği, kurumsal hileciler ve oy hırsızları üzerinde kurulacak baskıya bağlıdır.

*

§.8. Gelelim somut öneriye: 24 Haziran’da cumhurbaşkanlığı için Demirtaş’a, milletvekilliği seçimlerinde HDP’ye, ikinci turda cumhurbaşkanlığı için Erdoğan’ın karşısında kim varsa ona oy verilmelidir. Bu iki turda verilecek oylar farklı gerekçelerle aynı hedefe hizmet eder: Erdoğan’ı ve AKP’yi düşürmek. İkinci turu boykot yanlıştır, çünkü Erdoğan kazanırsa bu turu boykot edenler fiilen ona oy vermiş olacaktır.

§.9. Oyları nasıl alırsa alsın Erdoğan ilk turda %50 virgül bilmem kaç oy alırsa, cumhurbaşkanlığı için yorgan gitmiş kavga bitmiştir. Ancak bu olasılık her gün zayıflamaktadır. O yüzden ikinci turu düşünmek gerekiyor. İkinci turda Erdoğan’ın karşısındaki aday Demirtaş olursa, Erdoğan’ın seçileceğine kesin gözüyle bakmak lazım. Azgın Türk milliyetçiliği devreye girer, bütün partiler Erdoğan’ın arkasında kenetlenir, sermayenin de kutsayacağı böyle bir birlik Demirtaş’ı saf dışı bırakır. Afrin için Erdoğan’ın etrafında nasıl birleşiverdiklerini daha yeni gördük. Anti-Demirtaş birlik oluşunca seçmenlerden adayı ilk turda kaybedenlerin bir kısmı döner Erdoğan’a oy verir. Bir kısmı ise, yine de mideleri kaldırmadığı için ikinci turda oy atmaya gitmez, böylece Erdoğan’a hizmet etmiş olur. Erdoğan’dan gerçekten canı yanan küçük bir azınlık ise Demirtaş’a oy atabilir. Bu küçük kısımla birlikte ilk turda Demirtaş’a oy verenler asla Erdoğan’ı indirmeye yetmez. Herhalde herkes bunu görüyor. Ama yine de Demirtaş’ın 2. tura kalmasını isteriz.

§10. O zaman soru şudur: Peki ikinci tura kalamayacaksa veya kalsa bile seçilemeyecekse, ilk turda Demirtaş’a niçin oy veriyoruz? Asıl nedeni, yani bu seçimde toplumsal ilerlemenin tek adayı olduğu gerçeğini bir kenara koyalım. Birinci gerekçemiz ilkeseldir. Demirtaş, anayasayı çiğneyen ve anayasayı çiğneyenlerin anayasayı çiğnediklerini açıkça beyan ettikleri bir kumpasla, bu kumpasla meclisi likide ettiklerini umursamadan, bir kişinin emriyle ve diğerinin yardım yataklığıyla, tutsaktır, rehin alınmıştır, mağdurdur. Demokrasi gereği seçim kampanyasını yürütmesi için serbest bırakılması gerektiğini söyleyenlerin, Alper Taş dahil hepsinin dediğinin aksine “tutuklu” değildir, tutsaktır. Her fırsatta, her yerde “Adalet yoktur”, “Hak, hukuk yoktur”, “Yargı yoktur” diyenler, konu Demirtaş olunca onun “tutuksuz” yargılanmasını istiyorlar. Yani konu Demirtaş olunca, adalet de vardır, hak da, hukuk da vardır, yargı da vardır. Sadece tutuklu yargılanması gereksizdir, “hâkimin” yanlış bir usul takdiridir. Milletvekili olarak yaptığı konuşmalar, ki onlarda bile suç unsuru yoktur, ve sıfır delille bir buçuk yıldır rehin tutulan Demirtaş’ın olağanüstü güçlü savunmalarını bile dikkate almıyorlar. Haklıdır ve en ilerici adaydır. 2. tura kalsın kalmasın, ilkesel olarak ilk turda ona oy vereceğiz, kurulan kolektif kumpası oyumuzla reddedeceğiz. İkinci gerekçemiz politiktir. İkinci tura kalırsa Erdoğan’ı düşüremez ama ilk turu üçüncükle bitirmesi çok önemlidir. İkinci turda Erdoğan’ı indirebilecek adayın üzerinde ileride güçlü bir baskı kurmasına yarayacaktır. Spekülasyon yapıyoruz, ama İnce seçilirse belki Demirtaş’ı cumhurbaşkanı yardımcısı yapmaktan başka çıkar yol bulamayacaktır. “Bu çok zor” demeyelim. İkinci turda karşısında olacağını ilan eden HDP düşmanı ve OHAL’ci bunak Perinçek hariç, İnce, ilk turda kaybeden adayların seçmenleri sayesinde cumhurbaşkanı seçileceği için, ya arkasındakini, ya da arkasında kalan ikisini cumhurbaşkanı yardımcısı yapmak isteyebilir. Bu işine gelebilir, pragmatiktir. Meclisteki güç dengeleri açısından buna mecbur da kalabilir. Böyle bir olası politik kombinasyonu kolaylaştırmak için Demirtaş ulaşabileceği en yüksek oy oranına ulaşmalıdır. Üçüncü gerekçemiz yine politiktir. Türk ve Kürt halklarının birlikte ortak ve barışçıl bir gelecek kurabilmeleri için bugün sadece kan, ölüm ve gözyaşı üreten Türk milliyetçiliğinin geriletilmesi şarttır. Bunun böyle olduğunun bir işareti olarak Demirtaş, Türk milliyetçiliğini Kürt düşmanlığı üzerine kuran ve 90’lı yıllarda binlerce insanın öldüğü kirli savaşının baş aktörlerinden olan Akşener’den daha fazla oy almalıdır.

§.11. Milletvekilliği seçimine gelince, oy HDP’ye verilmelidir. 2015 seçimleri öncesinde niçin HDP’ye oy vermek gerektiğini o dönemde bu blogda birden fazla yazıyla uzun uzun anlatmıştık, isteyenler o yazılara göz atabilir. O günkü gerekçeler değişmediği için o günkü gibi bugün de HDP’ye oy vermek gerekiyor. Burada teorik ve politik çözümlemeyi yinelemek yararlı olabilir.

§.12. Toplumsal ilerleme, toplumun komünizme doğru ilerleyişidir. Üretken güçlerin gelişme süreci eşliğinde insanın her türlü yabancılaşmadan kurtulacağı bir geleceğe doğru ilerleyiştir. İşte bu nedenle bu sürecin her aşamasında, toplumsal ilerlemenin çıkarları, bir kişinin, bir grubun, bir partinin, hatta bir sınıfın çıkarlarından önce gelir. Toplumsal ilerlemenin çıkarlarıyla işçi sınıfını çıkarlarının çakışmadığı hatta çeliştiği durumlar teorik olarak mümkündür, pratikte de ortaya çıkabilir, nadiren de çıkmıştır, geçici olmuştur. Böylesi olası çelişkilerin derin nedenleri vardır. Yazının konusu bu olmadığı için buraya noktayı koyuyoruz.

§.13. Komünizme giden inişli çıkışlı, zigzaglı sürecin çeşitli aşamalarında, değişik mekânlarda ve zamanlarda, toplumsal ilerlemenin farklı hedefleri ortaya çıkar. Bu hedef, örneğin bir monarşiyi devirmek olabilir, bir meşrutiyeti cumhuriyete dönüştürmek olabilir, bir iç savaşı durdurmak veya başlatmak olabilir, emperyalist bir dış müdahaleye karşı silahlı savaş olabilir, bir anti-sömürgeci kurtuluş savaşı olabilir, bir faşist rejimi yıkmak mücadelesi olabilir, geniş bir halk cephesinin iktidar mücadelesi olabilir, doğrudan iktidarı ele geçirmek için devrim mücadelesi olabilir, sanayileşmek olabilir, gereksizleşen bir proletarya diktatörlüğünü tasfiye etmek olabilir vb.

§.14. Türkiye’de toplumsal ilerlemenin bu yüzyılın başından beri hedefi, toplumsal gerilemeyi durdurmaktır. Bugün toplumsal gerilemeyi durdurma hedefi toplumsal ilerleme hedefinin ta kendisidir. Büyük bir toplumsal enerjinin ileriye doğru patlayarak akması bu hedefin gerçekleşmesine bağlıdır. “Toplumsal gerilemeyi durduracağız, iyi de sonra ne yapacağız?” sorusu, toplumsal gerilemeyi durdurmanın bizzat kendisinin toplumsal ilerleme olduğunu görmezden gelen bir sorudur.

§.15. Toplumsal gerilemeyi durdurmanın ön şartı ise Erdoğan’ı iktidardan indirmektir. Sol açısından, Erdoğan’dan sonra eskiye dönülemeyeceği konusunda hemfikir olmak yeterlidir, “Tamam Erdoğan gidecek de sonra ne olacak? Yerine ne gelecek?” sorusu fazladan, gereksiz ve politik enerjiyi heba edici, irade dağıtıcı bir sorudur. “Tamam gemiyi batmaktan kurtaracağız da sonra limana kadar nasıl yüzdüreceğiz?“, ya da “Tamam komadaki bu aç adamı ameliyatla kurtarırız da sonra ona nasıl iş buluruz, onu nasıl doyururuz?” türünden sorulara benziyor. İspanya’da 38 yıl sonra Franco rejimi düşerken, Yunanistan’da 1974’te Albaylar Cuntası düşerken, ha keza Portekiz, Arjantin, Brezilya, Şili’de faşist rejimler çökerken, kimse sonra ne olacak diye kara kara düşünmedi. Sadece geleceğin, diktatörün düşürüldüğü günden daha kötü olamayacağını “hissetti”, günün havasını “kokladı”, devasa bir yığın ve kadro enerjisinin açığa çıkmakta olduğunu “sezdi”. Diktatörü indirmenin coşkusu, doğal olarak böyle bir his, böyle bir koku, böyle bir sezi uyandırıyor. Türkiye’de de şu anda benzer bir uyanma görüyoruz. Erdoğan’ın düşürülmesi elbette devrim değildir, ama salt siyasi mantık açısından bunu bir devrim gibi görmek lazım. Bir devrimci, devrimden sonrasına ilişkin kuşkular ve kötümser öngörüler beslememelidir. Erdoğan’ın düşüşünün açığa çıkaracağı enerjiyi, yaratacağı toplumsal dinamikleri kimse önceden bilemez, kestiremez. Erdoğan’ın iktidarının birazcık sallanmasının bile neler yarattığını Gezi eylemlerinde gördük. Gül’ün, Arınç’ın eli ayağına dolaştı, Erdoğan ikisine birden fırça attı ve tasfiyeleri sürecini başlattı. Ama yine de yurtdışı gezisinden dönüşte hemen İstanbul’a inemedi, uçağını üç saat havada bekletti. İçişleri Bakanlığı’nın resmi rakamlarına göre 77 ilde 3 milyon 900 bin kişinin Gezi eylemlerine aktif olarak katılacağını Erdoğan topçu kışlası inşasını planlarken öngörebilir miydi? Gezi parkını korumak için spontane eyleme girişenler Cumhuriyet tarihine damga vuran bir yığınsallık ve süreklilik arz eden, hatta kendi eylem kültürünü yaratan bir olay başlattıklarını bilebilirler miydi? Menderes’i deviren 27 Mayısçılar Türkiye’de hiç hesapta olmayan bir iş yapacaklarını, olağanüstü yığınsal bir işçi sınıfı hareketini ülke kapitalizminin başına “bela” edeceklerini, sosyalist devrimci aydın patlamasına neden olacaklarını öngörebilirler miydi? Bir falcı onlara, özellikle 27 Mayıs 1960 darbe bildirisini radyodan okuyan Alpaslan Türkeş’e, 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişini kristal küresinde gösterseydi nasıl bir şok geçirirlerdi acaba? İyice eskilere de gidebiliriz: Çocuklarına süt isteyen annelerin bin yıllık Rus Çarlığını yıkacağını Çar veya Lenin kestirebildi mi? O annelerin aklından geçti mi?

§.16. Üstelik, devrimciler, komünistler için yığınların tarihsel kendiliğinden eylemliğine bu sefer politik sonuçlarına fazla bakmaksızın olağan dışı hatta irrasyonel bir güven duymak gereklidir, çünkü bugün devrimciler, komünistler siyasi yaşamı etkilemekten çok uzaktırlar. Erdoğan’ı düşüren rüzgâr toplumu nereye atarsa atsın solun bunda ne olumlu ne de olumsuz ciddi bir payı olmayacaktır. Kaldı ki Erdoğan’ın düşürüldüğü bir ortamın bugünkü ortamdan nasıl daha kötü olabileceğini düşünebilmek için epey bir hayal gücü gerekir. Solcuların Erdoğan’ın düşüşüne ülkeyi değil önce kendilerini hazırlaması lazım, kendilerini hazırlamaya da kafalarından başlamaları lazım. Büyük bir toplumsal patlama geliyor. Ayrıca bu toplumsal patlama bu seçimle bitmeyecektir, şekilden şekle giren altüst oluşlarla sürecektir.

§.17. Toplumsal ilerlemenin bugünkü hedefi olan toplumsal gerilemeyi durdurmanın ön şartı Erdoğan’ı iktidardan indirmekse, mecliste AKP’nin hükümet kuramaması da toplumsal gerilemeyi durdurmanın ikinci ön şartıdır. Sadece ve sadece bu nedenle bile milletvekili seçiminde oy HDP’ye verilmelidir.

§.18. HDP’ye oy vermeyi bağımsız sınıfsal politikaya ters görmek, bağımsız sınıfsal politikayı burjuva seçimlerinin dar çerçevesine hapsetmektir. Gerçek devrimci tavır, bu çerçevenin dışında düşünebilmek, her an ve her aşamada toplumsal ilerlemeden yana olmaktır. Hayatında hiç savaşa katılmamış, ordusu kalmamış ama göğsü madalya kaynayan generallere benzememek için, kerameti kendinden menkul komünistlerin durumuna düşmemek için akıllı olmak lazım.5 HDP komünist parti taklidi yapan bir parti değildir. Devrim yapacağım diyen bir parti değildir. Burjuvazinin iktidar blokunda yer alan bir burjuva fraksiyonunun partisi değildir. Ezilen ulustan çıkmış ilerici bir partidir, tabanı emekçilerdir, yoksul köylülüktür, tekel dışı küçük kent burjuvazisidir. Bu heterojen yapısından dolayı HDP’ye üye olmayabiliriz. Ama HDP’ye oy vermemenin, verilen oyun işe yarayacağı başka bir partinin olmadığı bir ortamda, hele hele verilmeyen oyun düşmana gideceği bir ortamda, hiçbir haklılığı yoktur. Hatta HDP’nin devrimcilere uzattığı eli geri itmenin de hiçbir haklılığı yoktur. HDP dünyadaki yeni türden, çeşitli, birbirinden farklı sol hareketlerden biridir. Syriza gibi, Podemos gibi, Boyun Eğmeyen Fransa hareketi gibi, hatta ABD’de Bernie Sanders hareketi gibi bir halk hareketidir.

§.19. Ama önümüzdeki bir ay içinde bütün bunların, HDP’nin yapısının, tabanının, kadrosunun, hatta halktan oy kazanmasını sağlamaya yardımcı olmak dışında, programının bile önemi yoktur. Tılsımlı anahtar başka nedenlerle HDP’dir. HDP barajı aşamazsa hükümeti yine AKP kuracaktır, aşarsa AKP’nin örgütsel varlığının ortadan kalktığı bir süreç başlayacaktır. Demirtaş, “HDP baraj altında kalırsa, AKP hiç de hak etmediği en az 70 milletvekilliğinin üstüne konacak. Bu sadece HDP’nin sorunu değildir; bir demokrasi ve temsilde adalet sorunudur“, diyor (Cumhuriyet, 11 Mayıs 2018). Söylediği doğrudur da hesap yanlıştır: Yüzde bir oy farkıyla barajı aşamayan bir HDP’nin en az 70 sandalyesi ondan alınıp onun en büyük düşmanına verilecektir, yani fiilen en az 140 sandalyelik bir siyasi etki kaybolacaktır, CHP’nin alacağı 130 sandalyeden bile daha önemli bir politik ağırlıktan söz ediyoruz. Erdoğan’ın parti teşkilatına “O partiyi sandığa gömün” talimatı kendi açısından haklı bir talimattır. HDP’nin mutlaka baraj altında kalmasının gerektiğini görüyor, ama bunun her gün daha da zorlaştığını görüyor. Uyanıkken bile gördüğü kabus HDP’dir.

§.20. Bugün tüm burjuva politikacılarını dilinden düşmeyen “devletin beka sorunu”nun ne olduğu artık ortaya çıkmıştır: “Devletin beka sorunu”, Türk milliyetçiliğinin zoru ve baskısı altında yaşamayı kesin, geri dönüşsüz ve eylemli bir biçimde reddeden Kürt halkıdır. Onun için okun ucu Kürt halkının siyasi temsilcisi HDP’ye yönelmiştir. Tüm Kürt halkı yok edilemeyeceğine göre, yok edilebilene, yani HDP’ye yönelmiştir. “Devletin beka sorunu” fiilen ve somut olarak HDP’de vücut bulmuştur. HDP nesnel olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş paradigmasını, Türk-Sünni İslam kimliği temelinde üniter ulus-devlet paradigmasını tehdit ediyor. Türkiye’de toplumsal ilerlemenin, gelişmesi defalarca önlenmiş burjuva demokrasinin artık iyice daraltılmış kabuğunu parçalamak, etnik kimlikleri farklı halkların özgür yurttaşlık temelinde birliğine dayalı ileri bir demokrasi kurmak, çok kültürlü bir topluma doğru yürümek, her düzeyde sivil toplumun önünü açmak, kadın ve çocuk haklarını savunmak gibi toplumsal bir perspektifin önünü açıyor. “Devletin bekasını” asıl bu perspektif sorgulamaktadır.

§.21. AKP’lisi, CHP’lisi, İYİ Partilisi MHP’lisi, SP’lisi, jeopolitik vizyonunun derinliği aşağı yukarı Kürtaj Dede düzeyinde olan Perinçekçisi, yani hepsi, “devletin beka sorunu” dediklerinde HDP’yi kastediyorlar. “ABD Emperyalizmi Türkiye’yi bölmek, parçalamak istiyor” dediklerinde, IŞİD’la başa çıkmakta bile zorlanan ABD emperyalizminin, veya diyelim daha afaki anlamda emperyalizmin, dünyanın 81 milyonluk 18. büyük kapitalist ülkesini, Avrupa’nın yüzölçümü en büyük ülkesini, NATO üyesi bir ülkeyi bölüp parçalamak istediğine saf saf inanmamızı beklemiyorlar, dedikleri “emperyalist tehlike” HDP’dir. “Emperyalizmin Türkiye’ye Ortadoğu’da kurduğu kumpas” HDP’dir. “Dış güçler” HDP’dir. “Devletin Bekası” en az 15 milyon insanı temsil eden 6 milyondan fazla oyun yok sayılmasını gerektirir. %10’luk seçim barajı, %1’lik bir barajı bile aşamayacak partiler için değil, “cumhur ittifakı” ve “millet ittifakı” sayesinde barajı aşan partiler için değil, sadece ve sadece HDP içindir. Fiilen kaldırılmış olan seçim barajı HDP için korunmuş, yani “devletin bekası” korunmuştur. Seçim hilelerinin de ana hedefi HDP’dir. Son günlerde hepsi Kürt halkının sırtını sıvazlayıp duruyor, çünkü Kürtlerden oy lazım. CHP Demirtaş’ın tutsaklığını bir buçuk yıl sonra hatırlıyor, çünkü yine Kürtlerden oy lazım. Devrimcilere gelince, “devletin bekası sorunu” onları zerrece ilgilendirmez. Tanımı gereği devrimci deviricidir, “devletin bekası” sorunu devrimci olmayanların ve karşı-devrimcilerin endişesidir. Dediklerini aynen kabul edebiliriz, “devletin bekası” sorunu HDP’dir, biz de tam bunun için HDP’ye oy vereceğiz.

§.22. İktidara talip olan ‘Millet İttifakı’ “diyalektik” ve politik bir açmaz içindedir: HDP’nin aynı anda hem barajı geçmemesini, hem de geçmesini istiyor. “Devletin bekası” için barajı geçmemesini, seçimlerden sonra politik varlıklarını korumak için yani siyaseten var olabilmek için geçmesini istiyor. ‘Millet İttifakı’ HDP’yi, HDP’nin bunu isteyip istemediğinden bağımsız olarak, ittifaka almak istemedi. Ama isteseydi de alamazdı. HDP, ittifakın oy oranını arttırmaz, aksine azaltırdı. Yıllardır, bıkmadan usanmadan, gece gündüz, her yolla ve yoğun bir biçimde oy tabanlarına pompaladıkları Türk milliyetçiliği, döndü, dolaştı, geldi, kendilerini vurdu. Hep düşmanca davrandıkları HDP’nin varlığı veya yokluğu kendilerinin var olmak ya da yok olmak sorununa dönüştü. Açmazın çözümü yoktur. Pardon, vardır: Hem İnce, hem Akşener, hem de Karamolla, bir taraftan HDP barajı geçsin diye dua etmelidirler, ama “devletin bekası” gereği bu duaları içlerinden gizli gizli etmelidirler, seçmenleri dudak hareketlerini dahi görmemelidir. Diğer taraftan da parti çıkarları uğruna “devletin bekasını” “hiçe saydıkları” için bu mübarek Ramazan ayında günahlarını sildirecek tövbe duasını okumalıdırlar (Seyyid’ül İstiğfar duası). Bu çok zor bir şey olmasa gerek, çünkü her konuşmalarında zaten sık sık “Allah’ın izniyle”, “Hayırlısıyla”, “Bu mübarek Ramazan ayında…” vs deyip duruyorlar. Biz de bu dualarını tanrının değil ama HDP’nin kabul edeceğine inanmak istiyoruz. Yani ‘Millet İttifakı’ partileri kendisini ne kadar mağdur etmiş olursa olsun yine de HDP’nin olağanüstü bir siyasi olgunluk göstererek ve Erdoğan’dan kurtulmanın tarihsel diyeti olarak kabul edip seçmenine ikinci tura kalan adaya oy atmalarını salık vermesini istiyoruz. Özellikle de ikinci tura kalırsa İnce’ye bir “kıyak” yapacağını tahmin ediyoruz. HDP ikinci turu boykot ederse ‘Millet İttifakı’ partilerinin dualarını kabul etmemiş demektir, ki Temmuz 2015 – Şubat 2016 döneminde Kürt halkına yaşatılan mezalime nasıl seyirci kaldıkları göz önüne alındığında buna kızamayız, ‘başa gelen çekilir’, deriz, ‘ezilen ulusun hakkı’ deriz.

§.23. AKP’yi düşürmek için barajı geçmesinin şart olması dışında HDP’ye oy vermenin başka gerekçeleri de vardır. HDP’nin temsil gücü AKP ve CHP dışındaki partilerin temsil gücünden çok daha yüksektir, bu temsil gücünü 12 Eylül’ün koyduğu baraja teslim etmemek gerekir. Küçücük bir yüzdeyle barajı aşamamak büyük bir mağduriyet, hüsran ve yılgınlık doğurur. En son gerekçe de vicdani gerekçedir. Demirtaş ve HDP, rejimin baskı ve zulmünün ana hedefidir. Hiçbir parti hiçbir yasal gerekçe olmaksızın ve tek bir kişinin emriyle hiç bu kadar mağdur edilmemiştir. Demirtaş ve diğer milletvekilleri tutsak alınmış, halkın seçtiği 75 belediye başkanı görevinden atılmış, bir kısmı hapistedir. Yöneticilerinden kaçı içerde kaçı dışarda gazeteciler bile artık tam olarak bilemiyor. Birçok ilde ve ilçede parti merkezleri basılmış, binlerce militanı tutuklanmıştır. İlerici bir partiyle dayanışmak devrimcilik görevidir. Devrimci dayanışma dar anlamda devrimciler arası bir dayanışma değildir. Devrimcilerin baskı ve zulme uğrayan herkesle dayanışmasıdır. Bugün, yani Mayıs ve Haziran 2018’de, “HDP’nin şusunu eleştirmek lazım, busuna katılmıyorum, şunu yanlış yaptı” vs türü lafları seçim sonrasına ertelemek lazım.

*

§.24. ‘Cumhur İttifakı’ ve ‘Millet İttifakı’ için “iki sağ ittifak kuruldu al birini vur ötekine” demek toptancılıktır ve bizi bir yere götürmez. ‘Cumhur İttifakı’ çürüttüğünü korumak istiyor, ‘Millet İttifakı’ çok partili burjuva demokratik rejimi normalleştirmek istiyor. Hukuk devletini yeniden inşa etmek, yargı bağımsızlığını sağlamak, cumhuriyetin yıkılan kurumlarını restore edip eski haline getirmek, sermaye birikimini eski düzenine kavuşturmak, yağmacı sermayeyi dışlamak için Erdoğan’ı iktidardan indirip yerine geçmek istiyor. Devrimciler bu iki ittifaka “Türkiye kapitalizmine hangisi daha yararlıdır?” diye bakmaz. “Kapitalizme karşı mücadelemizde hangisi bizim için daha elverişlidir?” diye bakar.

§.25. Sınıf savaşının dış koşullarının daha elverişli olması için savaşmak da sınıf savaşının bir parçasıdır. Sınıf savaşının tarafları simetrik değildir. Ezen sınıf azınlıktadır ama maddi gücü çok daha fazladır. Güçlüdür. Ezilen sınıf çoğunluktadır ama gücü potansiyel güçtür, reel güç değildir. Zayıftır. İki taraf da özel mülkiyeti ve kapitalizmin mantığını sorgulamaz, iki taraf da yabancılaşmış toplumun ürünüdür. Güçlüyle zayıfın savaşının kurallara bağlı olması zayıfın lehinedir. Kapitalizmin normal işleyişinde, kapitalistler kendi iç çelişkilerini şiddete başvurmadan hukuk ve adalet çerçevesinde çözerler, barış içinde rekabet ederler ve kapitalizmin çıkarlarını toplumun genel çıkarları gibi sunarlar. Siyasi temsilcileri ezilen sınıflar önünde serbestçe yarışır ve ezilen sınıflardan devlet yönetimi için temsil vekaleti alırlar. Burjuva demokrasisi budur. Ezen ve ezilen sınıf arasında yanlış bilinç temelinde de olsa böyle bir konsensüs (oydaşma) sağlandığında, bu temsili demokrasiye nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan ezilen sınıfların da oyun bozan olarak katılması ve sermaye birikimini kapitalizmin çıkarlarına aykırı olarak etkilemek istemesi kaçınılmazdır. Böylece kapitalistler arasında sulh içinde rekabet etmek ve konsensüs (oydaşma) sağlamak için oluşmuş bu alan, ezenle ezilen arasındaki sınıf savaşının bir alanı haline gelir.

§.26. Burjuva demokrasisi ve hukuk, yasa ve kural demektir. Bu yasaların ve kuralların uygulanabilirliği ve kalıcılığı değişkendir, her verili durumda ezilen sınıfların nesnel ve öznel gücüne bağlıdır. Yasa ve kural, sınıf savaşının elverişli dış koşullarını oluşturan başlıca öğelerdendir. Bu elverişli koşullar ezen sınıfın aleyhinedir ama onlara kendi aralarındaki kavga için gereklidir. Bunun için en demokratik toplumlarda bile ezilen sınıfların partilerine baskı yapılır, çünkü onlar oyun bozandır. Hiçbir yasa ve kural tanımayan bir diktatörlük altında ise sınıf savaşı çok zorlaşır.

§.27. İşte bu çerçevede HDP’yle ilgili devrimcilerin ikili bir bakış açısına sahip olmaları gerekir. Birinci bakış açısı HDP’nin niteliğiyle ilgilidir: İlerici bir partidir, toplumsal ilerleme için bir vizyonu ve programı vardır, emekçinin ve kendi emeğini sömürenin partisidir, sosyalisttir veya değildir, toplumsal gerilemenin durdurulmasına katkı yapabilir veya yapamaz. İkinci bakış açısı HDP’nin var olmasıyla ilgilidir: Salt burjuva demokrasisi içinde var olması burjuvazinin iradesini ve toplum vizyonunu bozucu, saptırıcı, zedeleyici bir etkendir, sınıf savaşı için daha elverişli bir dış koşul oluşturur.

§.28. Cumhurbaşkanlığı ikinci turunda Erdoğan’ın karşısında kim kalmışsa ona oy vermenin mantığı da sınıf savaşının dış koşullarıyla ilgilidir. Tarihte zorun ve kişinin rolü çok önemlidir ve Erdoğan sınıf savaşının ezilen sınıflar için aşırı zor ve iş katliamlarını olağanlaştıracak kadar zalim bir dış koşuludur. Bunu 16 yıldır büyük bir süreklilikle kanıtlamıştır. Yerine gelecek olanlardan hiçbiri, hele rüzgârın döndüğü bir ortamda, onun eline su dökemez. Sınıf savaşı için en olumsuz dış koşul Erdoğan’ın iktidarda kalmasıdır. Sınıf savaşı için en olumlu koşul ise Demirtaş’ın cumhurbaşkanı olmasıdır. Diğerlerinin cumhurbaşkanlıkları derece derece daha az olumludur. Ama hiçbirinin cumhurbaşkanlığı Erdoğan’ınki kadar olumsuz değildir.6

§.29. Biz ise toplumsal gerilemeyi durdurmak için, yani toplumsal ilerleme sürecini yeniden başlatmak için, katılımcı ileri demokrasi için, burjuva hukuku gibi, politik ve ekonomik haklar ve özgürlükler gibi, hem sivil toplumun gelişim sürecini hem de sınıf savaşının dış koşullarını çok daha olumlu kılmak için, eşit yurttaşlık temelinde, etnik temelden yoksun, Türklerin ve Kürtlerin barış içinde birlikte yaşayacağı, din sömürüsünün ve Diyanet başta olmak üzere tarikatlar ve tekkeler dahil hiçbir islami örgütün var olamayacağı bir düzen için, Avrupa ve dünya ilerici güçleriyle başta iklim krizi olmak üzere tüm sorunlarda savaş birliğini gerçekleştirmek için, neo-liberal kapitalist ideolojiye ve politikalara karşı mücadelede birleşmek için, evrensel bir komünist aydınlanma döneminin başlamasına katkıda bulunmak için Erdoğan’ı iktidardan indirmek istiyoruz. Yani bizler Erdoğan’ın ortaya çıkmasını önleyecek demokratik mekanizmalara ve hukuk donanımına sahip olmayan eski cumhuriyetin çok ötesinde bir şeyler istiyoruz.

§.30. Evet. Rüzgâr döndü. Erdoğan çöküyor. İnisiyatifi kaybetti, momentumu elinden kaçırdı. Bu süreç geri dönüşsüzdür.

Bu nesnel geri dönüşsüzlük, 24 Haziran seçimlerinin ilk bakışta göründüğü kadar can alıcı, yaşamsal bir öneme sahip olmadığı anlamına geliyor. Sonuç ne olursa olsun uzun kavgada yeni bir raunt başlayacaktır. Daha iyi dövüşülebilecek yeni bir raund…

*

§.31. Son yarım yüz yılın penceresinden bakarsak Erdoğan’ın düşüşüyle Türkiye’de ikinci sivil darbe döneminin kapandığı görürüz. Birinci sivil darbe, Menderes’in Tahkikat Encümeni kurarak, tek parti-tek adam diktatörlüğüne giden süreci başlattığı darbedir (Bknz: Aşırı yakınlaşan yakın tarihten bir kesit). Birinci sivil darbede yasama-yürütme-yargı tek bir hamleyle yok edilmişti. Bugünkü ikinci sivil darbe ise aceleye getirilmemiş, uzun uzun demlendirilmiş bir sürecin ifadesidir. Yasama, yürütme, yargıyı, tek tek ve parça parça, sürece her aşamasında “yetmez ama evet” diyen ve bir kısmı utanmadan hâlâ bugün bile konuşmak suretiyle “Türkiye’de her şey olabilirsin ama rezil olamazsın” özdeyişini kanıtlayan bir bölüm yüzsüz aydın dahil, değişik müttefikler katılarak yapılmış bir darbedir. Dokunulmazlık kaldırılarak ve KHK’larla yasama likide edilmiş, OHAL rejimine geçişi Anayasa Mahkemesi’nin onaylaması ve yargı dışında tutmasıyla yargı likide edilmiş, 16 Nisan referandumundaki büyük hileyle de yürütme likide edilmiştir. Güçlerin birliğini yeniden kurmak isteyenlerin birliği kurulacak güçlerin yok olduğunu da herhalde hesaba katacaklardır. İkinci sivil darbe döneminin iflası 24 Haziranda ilan edilecektir. Ama söylediğimiz gibi Erdoğan iktidara yapışmayı yeğlerse iflasın kendisini değil sadece ilanını geciktirmiş olacaktır. Erdoğan’ın hâlâ iktidarda olduğu bir 2019 düşünmek zordur, bir 2020 düşünmek daha da zordur. O zaman kadar patolojik metamorfozu tamamlanacaktır.

*

Bir toplum… Rönesansı, reformasyonu, aydınlanmayı, endüstri devrimini, Avrupa’yı yüz yıl sarsan yığınsal işçi sınıfı hareketlerini ve devrimlerini yaşamamış ve içselleştirmemiş bir toplum…Tarihsel yaşanmamışlıklarını, tarihsel dezavantajlarını beyninde ur ve ayaklarında ağır zincir gibi taşıyan ve ne urun ne de zincirin farkında olmayan bir toplum… Yine de son iki yüz yılın penceresinden bakarsak bu toplum için daha iyi bir gelecek görürüz.

§.32. İki yüz yıldır toplumun bu tarihsel dezavantajlarını partisinin çıkarları için, dar bir grubun çıkarları için, hatta sadece kendi kişisel çıkarları için sonuna kadar acımasızca sömürenlerle, ülkeyi bu tarihsel dezavantajlarla şu veya bu ölçüde uzlaşarak veya bunları şu veya bu ölçüde dikkatlice kullanarak yönetenler ya da ancak böyle yönetebilenler arasında bir savaş gidiyor. Birinciler, esas olarak, ellerinin altındaki en kolay kullanabilecekleri aracı, bin yıllık dini kullanıyor, ikinciler buna karşı, becerebildikleri kadarıyla ve güdük bir laiklik savunusuyla karşı duruyor. Birinciler biriktirdikleri büyük bir iradeyle toplumsal gerilemeyi örgütleyerek ve zor yöntemleri kullanarak çağ dışı bir toplum yaratmak istiyor. İkinciler toplumsal ilerlemeyi durduramıyor, iradeleri toplumun evrensel normlara göre ve konsensusa dayalı yöntemlerle ileriye doğru evrilmesini seyretmeye ancak yetiyor. Hâkim sınıfların siyasi temsilcileri arasında iki farklı görüş, kapitalizmin yaşaması için iki değişik vizyon ve bu iki değişik vizyona karşılık gelen iki farklı toplum, derece derece dünyadaki bütün kapitalist ülkeler için geçerlidir… Devrimciler, komünistler ise reddettikleri kapitalizmden ancak sınıf savaşıyla kurtulunacağını bildiklerinden ve sınıf savaşının ezilenler için her zaman mümkün olan en olumlu dış koşullarda yürümesi gerektiğini anladıklarından, düşman sınıfın tepesinde hep ikincilerin olmasını, böylece devrimci iradelerini daha etkin kullanmayı isterler. Dünya komünizme doğru sınıf savaşıyla ilerler. Bu ilerlemenin, tarihin ta kendisi olan bu sürecin kesintisiz olması için, ezilen sınıfların en az zayiatı vereceği ve en az zulüm göreceği koşullar uğruna da savaşabilmeleri için, aşırı zayiat ve zulmün boş yere çarçur edeceği enerjiyi toplumun ileri hareketinde kullanabilmeleri için, devrimciler, kapitalist devletin tepesinde ikincilerin olmasını yeğlerler.

*

Birincilerle ikinciler arasında Türkiye’de son iki yüzyıldır süregiden savaşın bugün son muharebesi veriliyor ve birinciler, diktatörler, zalimler, dinbazlar kaybediyor. İki yüz yıllık savaş sona eriyor. Türkiye tarihinde artık bir daha yeni bir Erdoğan olmayacak, olamayacak. Bir daha dinbazlar iktidara gelmeyecek, gelemeyecek. Çünkü dinbazlık dünyada artık geri dönüşsüz bir biçimde kaybetti, çünkü ideolojisiyle siyasetiyle din kaybetti. Sekülerlik kazandı. En ağır yenilgiyi de siyasi İslam aldı. Siyasi İslam bitti. Siyasi perspektiften yoksun cihatçı terörün iğrenç yöntemlerini evrenselleştirmek zorunda kalması, dinbaz rejimlerin en saldırgan eylemlerinde bile değil İsrail’e karşı durmak, onu desteklemeye devam etmesi, İslam ülkelerinin bugün, Katolik kilisesinin bir zamanlar ‘dinbaz hıristiyanlığı aydınlanmaya karşı nasıl korurum’ diye kara kara düşündüğü gibi, ‘dinbaz müslümanlığı durdurulamayan sekülerliğe nasıl uyarlarım’ diye kara kara düşünmesi, hem islamî dinbazlığın hem de siyasi islamın tarihsel yenilgisini kanıtlayan olgulardan sadece bazılarıdır.

Güneşin karanlığının açılacağı güzel günler geliyor.

Coşkun ADALI, 27 Mayıs 2018


1 Ankara AKP Gençlik Kolları Kongresi’nde CHP’yi 80’li yıllarda İstanbul’u susuz bırakmış olmakla suçluyor. Soma katliamının, hızlı tren faciasının sorumlusunun kim olduğunu unutup CHP’yi 1992 yılında Ümraniye’deki çöp yığını patlamasındaki ölümlerden sorumlu tutuyor. Bunları o gençlere değil de herhalde onların babalarına hatırlatıyor. Bu kadar taze olaylarla yetinmemeli, biraz daha eskiye gitmelidir, kongreye katılanların dedelerine Demirel’in 70’li yıllarda Ecevit için söylediği Dört kaz teslim etsen, akşama üçünü kaybedip gelirlafını, hatta daha da eskiye giderek dedelerinin babalarına da savaşta İnönü’nün millete çayı şekersiz içirdiğini hatırlatmalıdır. Ama tomofil benzinini 15 kuruşa çıkardığını bugünlerde söylemese daha iyi olur.

2 . Yani Erdoğan için, “Onurlu bir geri çekilmenin sosyo-psikolojik altyapısını hazırlıyor” (Cumhuriyet, 11 Mayıs 2018) diyen Demirtaş yanılıyor. Hangi mekâna geri çekilecek? Burada bir parantez açalım, duymamış olanlar için Malezya’dan haberler verelim. Necip Rezak için hayat çok tatsızlaştı. Birkaç gün öncesine kadar Malezya’nın 1957 yılından beri iktidardaki koalisyonunun başbakanıydı. 9 Mayıs 2018 seçimlerini ve iktidarı kaybetti. Baskıcı ve yağmacı rejimi son buldu. Sınırsız Gazeteciler Örgütü’nün 2018 raporuna göre Malezya basın özgürlüğü sıralamasında dünyada 145. sıradadır (Yani Malezya basın özgürlüğü sıralamasında aynı listede 157. olan Türkiye’ye göre daha “özgür”). İktidardan indirilir indirilmez, 681 Milyon Doları kendi kişisel banka hesabına olmak üzere, Malezya Devlet Yatırım ve Tasarruf Fonu’ndan (MDB) fon yöneticilerine, yandaş iş adamlarına, Birleşik Arap Emirlik’lerinin bürokratlarına 3,5 milyar Dolar civarında para aktarmakla suçlanan Necip Rezak’a ve ailesine derhal ülke dışına çıkma yasağı kondu. Necip Rezak bu yasağı seçimden bir gün sonra ailesiyle Endonezya’ya uçmak için geldiği havalimanında öğrendi. Böylece seçimden hemen bir gün sonra aniden Endonezya’ya gideceği geliveren Necip Rezak Endonezya’ya gidemedi. 17 Mayıs’ta polis, ülke tarihinin en büyük baskın operasyonlarından birinde evlerinden birini bastı, el koyduğu pahalı marka kadın çantalarını 284 koliye (yazıyla iki yüz seksen dört koli), nakit para, mücevher ve saatleri de 72 torbaya doldurup götürdü. Parantezi kapıyoruz.

3 Bu yıl Ermenistan’ı 10 yıl boyunca devlet başkanı olarak yöneten Serj Sarkisyan’ın görev süresinin bitmesinin ardından, 105 sandalyeli parlamentoda 58 sandalyeyle çoğunluğu elinde bulunduran partisi ‘Cumhuriyetçi Parti’ tarafından parlamentoda başbakan olarak seçilmesi, Nisan ayında büyük sokak protestolarına neden olmuştu. Ülkede patlayan siyasi kriz, parlamentoda sadece 9 sandalyesi olanÇıkış İttifakı’nın lideri Nikol Paşinyan’ın, 8 Mayıs’ta parlamento tarafından başbakan seçilmesi ve 12 Mayıs’ta hükümeti kurmasıyla son buldu. Kamuflaj desenli asker gömleği ve haki pantolonuya dolaşan Nikol Paşinyan kriz boyunca sokak protestolarına liderlik etmişti.

4 . Muharrem İnce, sık sık “50 bin avukata sesleniyorum, seçim günü cübbelerinizi yanınızda tutun, sizi her an YSK önünde eyleme çağırabilirim” diyor. Doğru tavır budur, 16 Haziran 2017 gecesi Erdoğan’ı düşmekten kurtaran Kılıçdaroğlu’nun tavrı değildir. Bkz. O Gece Düşecekti.

5 Alper Taş’ın içinde Biz siyasetçi değil, devrimciyiz” lafı geçen röportajı ülkede sosyalist örgütlerin perişan haline bir örnektir. (Yaşar Aydın röportajı, BirGün, 08.05.2018) Röportajda “Şu adaya oy ver’ diye bir çalışma yapmak zorunda değiliz. Elbette solun bakacağı adaylar vardır. Solculara kime oy vereceğini reçete ile sunmaya gerek yok.”, diyor. ‘HDP’ye oy ver’ çağrısının bir reçete olduğunu öğreniyoruz. Tamam reçete sunma da, aynı röportajda boykota kesin karşı olduğunu söylediğine göre, sen kime oy vereceksin?, onu söyle. “…Biz bir arada yaşamı savunan bir partiyiz. HDP’nin parlamentoda var olması, temsil edilmesi HDP gibi bir partinin mevcudiyeti toplumsal barış açısından önemli”, diyor. Ne kadar da tepeden konuşuyor! Ve hep 24 Haziran sonrasını konuşuyor. Ya 24 Haziran’a kadar? Herhalde orada burada gördüğü HDP’lilere merhaba demekle yetinecek.

6 Erdoğan’ın karşındaki rakipler bu sefer cevval ve yaman görünüyor. Bir kez daha karşısına çıkan, tutsaklığı dışardan hiç belli olmayan Demirtaş, dimdik duruşuyla ve ince mizah anlayışıyla ona hakaretlerinin yine bir işe yaramayacağını gösteriyor. CHP’ye çöplük, pislik diyen Erdoğan için “Testinin içinde ne varsa ağzından o akar” diyen İnce fena bir hava estirmeye başlıyor. “Erdoğan çemkirip duruyor, sabah başka çemkiriyor, öğlen başka çemkiriyor, akşam başka çemkiriyor” diyen Akşener ise Erdoğan’la aynı kumaştan dokunduğunu kanıtlıyor, onun çirkef üslubunu kullanabiliyor. Madımak katliamının militan provokatörü Karamolla’ya gelince, Erdoğan ortak hocaları olan Erbakan’a vurmadan, yani bugüne kadar Erbakan seçmeninden gelen oylarını düşürmeden, kandaşına nasıl hakaret edebileceğini kestiremiyor.