§.1. Hiçbir şey. Üzgünüm.
§.2. PKK’nın başını çektiği Kürt Ulusal Hareketiyle kimsenin başını çekmediği Türkiye devrim hareketinin otuz yıllık, sıkıcı, monoton evliliği sona erdi. Gezi başkaldırısı ayrılığın ilk sinyallerini vermişti. 17 Aralık’ta da boşandılar. Ama “iki yakın arkadaş” olarak kalacaklar, “iki yakın arkadaş” olarak kalmanın yollarını bulurlarsa ve dayanışırlarsa…
§.3. Türkiye solu henüz bu boşanmanın farkında değil, ama bir gün farkına varacaklar. Ayrıca her boşanma bir “facia” değildir, hatta bazı boşanmalar iyidir, daha kalıcı ve sağlam ilişkilerin başlangıcı olabilir. Türkiye solu boşanmış olduğu gerçeğine kendini alıştıracak, bu gerçekle yaşamayı öğrenecek.
§.4. Gerçek : Türk ordusu, PKK’ya yenilmiştir. Vietnam’da rezil olan ABD’nin o günkü Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in çok özlü ve Vietnam deneyiminden süzdüğü bir sonuç var : Gerilla yenilmediği sürece kazanmış demektir, ordu yenmediği sürece kaybetmiş demektir. Otuz yıl savaştan sonra Türk Silahlı Kuvvetleri PKK’yı yenemedi. Milyarlarca dolarlık bir toplumsal kaynak silahlara ve teçhizata gitti. Doksanlı yıllarda onbinlerce köy yakıldı, yıkıldı, yüzbinlerce insan yerinden yurdundan oldu, sonunda devlet köylerine geri döneceklere kolaylık olsun diye köye dönüş yasası çıkarttı, para ödedi. Kırk binden fazla insan öldü. Sonuçta Türk Ordusu kazanamadı. Yüz yıl sonra tarihçiler bunu nesnel bir saptama olarak yazacaklar. Erdoğan TSK’yı teslim alırken kanımca ordunun bu başaramama durumunu da baskı unsuru olarak kullanmıştır. Öyle ya, askerin görevi terörle mücadele etmek değildi, terörle mücadele edip kazanmaktı. Eski çağlarda başarısız komutanların kellerini kesiyorlardı. Kimse kimseye 30 yıllık bir açık çek vermemişti, veremezdi. PKK bir saman alevi olmadığını, bir sosyal olgu olduğunu gösterdi. Kürt halkının öncü örgütüdür.
§.5. Gerçek : İlk PKK eyleminden beri, yani otuz yıldır, Türk basınının tek çizgisi genel olarak PKK’yi ve özel olarak da Abdullah Öcalan’ı şeytanlaştırmak, “diyabolize etmek” oldu. Oysa dünya tarihinde otuz yıldan fazla bir zamandır halkından uzak, topraklarından uzak ve bu otuz yılın on beş yılında hapiste olup da hâlâ hem örgüt içinde hem de halkının gözünde liderliğini koruyan başka bir lider yoktur. Abdullah Öcalan PKK’nın lideridir, Kürt halkının ulusal lideridir. Yüzyıl sonrasının tarihçilerinin Abdullah Öcalan’ı çok önemli ve olumlu bir yere koyacaklarına eminim.
§.6. Gerçek : Türk milliyetçiliği, Türk devleti, Türk ordusu, PKK’ya yenildiğini kabul etmiyor. Abdullah Öcalan, zaferini yenilene tescil ettiremiyor, bu nedenle de zaferinin meyvelerini toplayamıyor. Kürt halkının siyasi varlığının tanınmaması Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri olarak karşımızda duruyor. Çözümde başrolü de yine Abdullah Öcalan oynayacak.
§.7. Gerçek : TBMM’de fiilen varolan BDP, bir yıl öncesine kadar TBMM’deki gerçek ve laik muhalefeti temsil ediyordu. Anayasa referandumunun boykotunda bu saptama rol oynamıştır.
§.8. Gerçek : Öcalan/PKK/BDP/Kürt Ulusal Hareketi, Kürt halkının Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iki halkından biri olarak kabulünü ve tanınmasını istiyor. Halkının ana dilde eğitim hakkı dahil tüm ulusal haklarına kavuşmasını istiyor. Kürt halkı bugün için idarî özerklik istiyor, yarın belki ayrı devlet isteyebilir.
§.9. Türkiye devrimci hareketi artık Kürtleri devletleşmiş bir ulus olarak görmeye çalışmalıdır. Kesin sınırlarla belirlenmiş bir toprağı yok, para basmıyor, bürokrasisi yok, ama yine de devlet. Bizzat PKK’yı devletimsi bir oluşum olarak gören Cemil Gündoğan’ın şu değerlendirmesine aynen katılıyorum : “PKK, dünya çapında örgütlenmiş, devlet-benzeri bir örgüttür. Yani kabaca bir devlet gibi çalışır. Onun “devlet kurmak istemiyoruz” sözüyle popülerleşen devletsizlik söylemine fazla takılmayınız. … Bu tür sözler PKK’nin bazı eylemlerini kısmen etkileyip izah etse bile PKK’nin temel siyasi yönelimini belirleyemez, izah edemez. PKK’nin temel siyasi ve örgütsel yönelimlerini belirleyen, onun silahlı, küresel ölçekli ve devlet-benzeri bir örgüt olmasıyla ilgili ihtiyaç ve pozisyonlarıdır.” (Rojev Com Kurdistan – 23 Nisan 2013). Bence en yakın benzeri Filistin’de… “Palestinian Authority” uluslararası düzeyde ve BM’de devlet muamelesi görüyor, statüsü de devlet statüsü, oysa kesin sınırlarla belirlenmiş bir toprağı yok, para da basmıyor.
§.10. Şimdi bu durumda Kürt halkının kendi Kürt “devletinden” istedikleri, öncelikleri, gelecek planları ile Türkiye devrimci hareketinin Türkiye halkı için istedikleri, öncelikleri ve gelecek planlarını buluşturan bir ortak savaş stratejisi bulmak artık olanaksızdır.
§.11. Diyelim barış süreci sahte değil gerçek bir süreçtir, diyelim barış süreci Kürt oylarını almak için Erdoğan’a zaman kazandıran bir oyalamacadır, diyelim barış süreci silahlı bir PKK’yı pasifize etmek için bir kandırmacadır. Hangisini seçersek seçelim, masanın bir tarafında Erdoğan var diğer tarafında Abdullah Öcalan… Hangisini seçersek seçelim, masada Abdullah Öcalan’ın oturuyor olması bile bir kazanımdır, çünkü tarihte Türk devletinden şimdiye kadar hiç kimse bir Kürt lideriyle aynı masaya oturmadı, bugün de Erdoğan dışında yine hiç kimse oturmak istemiyor. Özünde masada iki “devlet” var. Şimdi Abdullah sen, devletlerden birinin “başkanı” olarak, diğer devletin seninle masaya oturan yegâne başkanının, Erdoğan’ın, ülkesinde iktidarı kaybetmesini ister misin ? Hayır, istemezsin, isteyemezsin. O iktidarı kaybederse, süreç tamamen sahte bir süreç bile olsa, senin eline geçecek bir şey yoktur. Üstelik ona iktidarı kaybettirecek güç senin de düşmanın olan bir güç, Fetullah denen can düşmanın… Ama Türkiye’de senin için faydalı arazi çalışması yapanları, BDP’yi HDP’yi, zor durumda bırakmak da istemezsin. Onun için, “demokrasi” gibi lafları göğsünü gere gere iyice köşeli söylersin, “şeffaflık” gibi lafları hafif yuvarlatırsın, ama “yolsuzluk” gibi tehlikeli lafları hepimizin ortak bir belasıymışçasına iyice yuvarlatarak söylersin, “hukuk” lafını ise asla ve asla ağzına almazsın. Kısacası iktidardan gitmesi bir yana tam tersi Erdoğan’ı desteklersin. Bu doğrudur, yanlıştır, konu o değil…Türkiye’den birinin Erdoğan’ı desteklemesiyle Öcalan’ın Erdoğan’ı desteklemesi apayrı iki dünyanın sorunudur. Öcalan’ın Erdoğan’dan isteyecekleri arasında istifa mektubu ilk yüze ya da ilk bine girmez. Bizim için ise birinci taleptir. Hem Öcalan haklı hem biz haklıyız, ama ayrı dünyaların insanıyız. İşte bunun için dostça boşandık. Başka türlü bir ilişki kurmaya çalışmak üzere…
§.12. Türkiye Kürdistanı’na göre Türkiye, Kürd’üyle, Türk’üyle, Ermeni’siyle elbette daha ileri bir toplumsal formasyonu temsil ediyor. Kırk yıl, Kürdistan’ın Türkiye’nin bir “iç sömürgesi” olduğunu söyleyip durduk. Yani dışarıya gidemediği için, büyükler dış kapıları kapalı tuttuğu için, Türkiye’nin zayıf emperyalizmini kendi içindeki başka bir alana, Kürdistan’a çevirdiğini söyledik. Tabi ki emperyalist ülke, sömürgesinden daha ileri bir toplumsal formasyona sahiptir. Türkiye’de “feodal kalıntılar” dendiğinde herkesin aklına Türkiye Kürdistanı gelir (Abdullah Öcalan tarihe bir de Türkiye Kürdistanı’nda aşiret sistemini çökerterek feodal kalıntıları süpüren lider olarak geçecek).
§.13. Türkiye devrimci hareketinin asla ve asla taviz veremeyeceği öncelikli konu laikliktir. Laiklik ilkesi çok önemlidir. Söz konusu din İslam dini olunca, yani laikliği küfür sayan ve reddeden bir din olunca laiklik daha da önemlidir. Nasıl bir zamanlar iktidardaki CHP Türkiye’de laikliğin kalesi idiyse, bugün de PKK/BDP laikliğin Türkiye Kürdistanı’ndaki kalesidir. Yine nasıl bir zamanlar CHP Türkiye’de laikliğin kalesiyken Türkiye halkının laiklik diye bir talebi yok idiyse, bugün de PKK/BDP Türkiye Kürdistan’ında laikliğin kalesiyken Kürdistan halkının laiklik diye bir talebi yoktur. Evet Türkiye’ye laiklik tepeden gelmiştir, ama o doksan yıl önceydi. Bugün artık Türkiye halkının laiklik diye bir talebi vardır, yarın da Kürdistan halkının laiklik diye bir talebi olacaktır. Ama doksan yıl laik yaşadıktan sonra laikliği bugün kaybeden Türkiye o yarını bekleyemez. Türkiye bugün kaybettiği dünün o laikliğini geri istiyor. Öcalan Kürtlerin laiklik talebinin geleceği zamanı bekleyebilir. Yani bugün Kürtlerin acil ve öncelikli bir laiklik talebi yoktur. Bir toplumsal formasyonu biraz geriye çekerek öbürünü biraz ileriye iterek iki toplumsal formasyonu buluşturacağımız nokta bugünkü laik/şeriat karışımı hibrid bir Pakistan toplumsal formasyonudur. Böyle bir noktada buluşmak istemiyoruz. İşte bunun için dostça boşandık. Başka türlü bir ilişki kurmaya çalışmak üzere…
§.14. Bundan böyle PKK bir “devlet” veya “devletimsi” varlık olarak, aynen FKÖ gibi, karmaşık bir Ortadoğu denklemi çerçevesinde siyaset yapmak zorundadır. Türkiye devrimci hareketinin böyle büyük bir baş ağrısı yoktur. PKK ile Türkiye solunun öncelikleri yine farklılaşmaktadır. Öcalan’ın kafasında MİT’in Paris suikastları, Barzani, El Nusra, Kuzey Suriye, Kandil, Cemil Bayık bilyaları çarpışırken bizim kafamızda ekoloji, kent rantçılığı, yolsuzluk, ayakkabı kutuları, hukuksuzluk, Gezi, Sarıgül bilyaları çarpışacaktır. Ruhen ve fikren anlaşamıyoruz, boşandık.
§.15. Son olarak da hukuk konusu var. Düşmanı ona kırk yıldır büyük bir hukuksuzluk yaşattı ama onlar düşmanı hukuk alanında değil silahlı savaş alanında yendiler. Bu nedenle Türkiye’de hukuk yine PKK’nın öncelikli konusu değil. Yine farklı dünyalar söz konusu. İşte bunun için dostça boşandık. Başka türlü bir ilişki kurmaya çalışmak üzere…
§.16. PKK/BDP Türkiye’de ve Türkiye Kürdistanı’nda doğru gördüğü politikaları özgürce uygulasın. Kürt halkı kendi kaderini kendi tayin etsin : İster ayrı devlet, ister özerklik, ister Türkiye’yle federatif bir yapıda birleşme…Her süreçte Türkiye devrimci hareketi, Kürtlerin aktif siyasi katılımla oluşturacağı politikaları desteklemelidir. Kürt halkının tüm demokratik ve kültürel hakları tanınmalıdır. En acil talep ise Abdullah Öcalan’ın ve tüm KCK tutuklularının derhal serbest bırakılmasıdır. Görüldüğü gibi bütün bunlar devrimcilikle, solculukla, demokratlıka ilgilidir. Evli olmayı gerektirmez.
§.17. Aynen “kadın sorunu” denen sorunun aslında erkek sorunu olduğu gibi, “Kürt sorunu” denen sorun da aslında bir Türk sorunudur. Onun için de sorun artık bir “Kürt sorunu” ya da “Kürt-Türk sorunu” olarak değil, bir Türk sorunu olarak konuşulmalıdır.
§.18. Sonuç olarak Kürtlere söyleyeceğimiz bir şey yok. Çünkü artık Kürt Ulusal Hareketinin Türkiye devrim hareketine taşıyacağı bir dinamik kalmamıştır.