Özgür Düşünce Hareketi‘nin düzenlediği “Ateistler nasıl bir dünya istiyor?” konulu yazı yarışması sonuçlandı. Ödül kazanan yazıları paylaşıyoruz.
Sadece boşlukta bir an için, bir bakışta boyut kazanmış korkuyu paylaşmakla ve hatta o korkuyu içinde hissetmekle başlıyordu o müthiş soru: ‘Neden?’ Tüm bu vahşet; tanrı varken anlamak öyle zordu ki… Canlıları acı çekerken fotoğraflandıran insanlardan daha mı seyirciydi tanrı?
Ben on yaşındayken bunca kötülüğe karşılık, çekmecelerde bir parça cehennem, insanlar için olmalıydı. Ben yirmi yaşındayken tanrının merhametsizliği ve duyarsızlığı yüzünden kendisi için cehennemi olmalıydı. Ben yirmi sekiz yaşındayım, benim tanrım ben ve ben, ortada herkes için var olan iyi bir tanrı göremiyorum.
Denedim, denemeyi bile bencilce buldum. Bir çocuk susuzluktan ölüyorsa, inanmış olmak şükretmek kadar bencilce. Duyarsızlıkların mimarı tanrı figürü… Çizilen karakterin; kibirli, üzgün, kızgın, cezalandırıcı, acımasız, ırkçı, kindar, ayrımcı, savaş yanlısı, ödüllendirici, id, ego ve superegosu bulunan, ulu olması gibi özelliklerinin başarısız oluşunun yanı sıra bilimsel hiçbir kanıtla desteklenmemiş olması, kıyımlara bahane olan kahramanımızın tahtını sallamaya yetmiyor. Tüm bunları sorgulayan ve yadırgayan bir dünya hayal ediyorum.
Hafızasının beş saniye olduğunu kabul ettiğim, iki unutma arası yaşayan küçük ve temel ihtiyaçlara bilinçli bir balık düşünüyorum, balık açsa o beş saniye için, tüm yaşamın açlıktan ibaret olduğuna inanmaz mı? Bu balığı düşünen ben yaşamın o beş saniyeden ibaret olmadığını o balığa asla anlatamayacağım, sadece kendime payıma düşen, yaşayacağımı varsaydığım ortalama yetmiş senenin, benim sandığım gibi geçmiyor oluşu ihtimali, hal böyleyken kim bana inandırabilir insanın tüm evrenin merkezinde olduğunu. Din insanların kibirlerini kabarttı, insanı öyle tasvir etti ki ona algıda yanılma payını bırakmadı ve ‘homo sapiens sapiens’ buna inandı. Bu yalanları içlerinde yaşatmayan insanların var olduğu bir dünya hayal ediyorum.
Hücrelerine işlenen teist fikirle dağılmış insanları görüyorum, özgür düşünebilmeyi ve kendilerini yaşamayı, kendilerine mahrum etmiş insanlar… Çünkü sözüm ona merhametli tanrıları yasaklarla dolu, üstelik bu yasaklar çiğnendiğinde sonsuz bir ateş onları karşılıyor. Düşünemiyorlar çünkü var olan sistem, bu kişiler için ‘Nasıl düşünülür?’ sorusuna, kutsallık kavramını kullanarak, cevabı inşa etmiş, ilk çiviyi dinle çakmış. Düşünmek yasak, kahkaha atmak günah… Varoluşun getirisi olan ‘düşünmek’ eylemini yasaklamanın bir tanrıya yakışır bir tavır olarak görülmesi yarattıkları tanrıyı da küçümsüyor. Tapınmak için gereken malzemeler: Düşünceden arınmak, sorulardan uzak durmak, kendin olmamak, özgürlüğü tanımamak… Düşünen, özgür ve sadece kendisi olan insanların var olduğu bir dünya hayal ediyorum.
Dindar kişinin, agnostiğe/ateiste göre daha iyi olabileceğinden dem vurmamın kaçınılmaz olduğu an şimdi; önümde beyaz kağıt, kafamda fikir var olduğundan değil, yoksa yazdıkça kirleniyor fikirler ve sayfalar. Bu başka bir dem, bu bir yıkılış ve ardından taze bir varoluş içeren yargı… İlk ve asıl tartışılır olansa ‘İyi nedir?’ sorusu. ‘İyi’ kavramı içinde ‘hükmetmek’ barınabilir mi? ‘Gerçek’ bir anlık yanılsamayla dağılabilecek kadar güvensizken; ‘iyi’ ne kadar kolay kalıplandırılabilir bir gerçek? Kitaba göre: Yasak meyveyi yedi diye, özenle ve sabırla yaratılan Adem’in cennetten, üstelik bir iddiaya kurban edilip, zalimce sınanarak kovulması, Adem’in yasak meyveyi yemesinden daha mı iyi? ‘İyi’yi diğer her kavramdan ayıran sanırım vicdan, lakin vicdan hoş görülebilir olmasaydı çaresi bulunamayan ölümcül bir hastalık olurdu. Şu noktada iyi olan vicdanını dinleyebilmekten fazlası değil, kaldı ki bu bile içinde bencillik içerebilir. İnsanlar oldukları gibi olunca iyidir… Başkaları tarafından kodlanmayan iyiliklerin olduğu bir dünya hayal ediyorum.
İnsanlar beş bin yıldır tanrısını arıyor, çünkü zayıflar ve kendilerinden daha güçlü bir varlığa sığınmaları gerek, çünkü özgür bırakılmamışlar, çünkü yüzleşmeyi bilmiyorlar, çünkü takdiri ulu bir varlığa bırakmak daha kolay, çünkü hiçbir sorumluluk almak zorunda değiller… Tanrı büyük rahatlık azizim… Biri komşusunun evi yandığında tanrıya dua etmekten başka bir şey yapmıyor, çünkü tanrı her şeyi halleder, o evin yanmasında ve sokaklarda perişan olunmasında ilahi bir hikmet var ve çare yine tanrıda. Çare yoksa yine karşımıza daima çıkan ‘ilahi sınav’ argümanı önümüze kırmızı halı gibi seriliyor, şimdi yürümelisin o halıda, sağına soluna bakma, çareyi ve gücü kendinde bulma, yoksa halıyı yakarsın. Haddine mi senin dostum, tanrı yarattığına eşya muamelesi yaparken, ‘Haydi biz de bir şeyler yapalım!’ demek, haddine mi senin dostum, tanrı acıları, sen üzül ona yakar diye yaratmışken onlarla yüzleşmek ve her şeye yeniden başlayacak gücü içinde bulmak… Cesur, sorumluluk sahibi ve duyarlı insanların var olduğu bir dünya hayal ediyorum.
Toplumu hastalıklı düşüncelere zincirlemek için ilk adım bireyi yok etmek. Düşünebiliyor musunuz, sizi yok edenin sizin sahip olduğunuz inançlar olduğunu? Bu sadece bunun farkında olan kişilere mi korkunç geliyor? Yaşayacağınız tüm zaman başkaları tarafından planlanır ve yaşama biçiminiz yine aynı kişiler tarafından düzenlenir halde. Dinler birilerinin takkelerinin altından sizlere, size ait olan yaşamı nasıl yaşamanız gerektiğini dayatıyor. Bu belirgin ve dikte eden tavır, bir kişiyle bir dünya, bir cümleyle bir anlayış değiştiriyor, çünkü uyumlusunuz! Özgür ve her türlü dayatmayı insanlık suçu olarak kabul eden insanların olduğu bir dünya hayal ediyorum.
Barış… Barışı ilk kim buldu? Tanrı için inanç savaşlarında ilk bahaneyi bulan mı? Sanmıyorum. Şimdi durumların dönüştüğü aşama ‘sürdürmek’… Sürdürülen durumda ilk nasıl olur? Tarihte ilk inanç savaşı bahanesi bulan kimse, şimdi de yaşıyor, aramızda, çünkü her bedende ve zihinde yaşanan acı ilk. İnanç için savaşan ve bunu kutsallaştıran sensin. Sen farklı değilsin, ama olmalısın. Kendin için paha biçilemez bulduğun yaşamda, senin benimsemediğin görüşe sahip olan kişi de senin kadar yaşama hakkına sahip. Hiçbir farklılık gözetmeksizin, her canlının yaşam hakkına sahip olduğunu benimsemiş insanların var olduğu bir dünya hayal ediyorum.
Dünyayı değiştirmeye bazen bir kişi bile yetiyor; evinin etrafına çitten sınır koyan ilk adam gibi. Çizilen ilk sınır, bizi birbirimizden ayırdı. Sınırlar modern dünyada etiketlerle kendini hala var ediyor ve her zaman değişebilir olan ideolojiler uğruna, insanları yaftalıyor, ayrıştırıyoruz; tıpkı kutsal kitapla vücut bulan öğretilerden biri olan ‘Kafirleri öldürünüz.’ öğüdü gibi… Sadece bir etiketle, kutsallık kavramı kendi kendini hem de bin yıllarca süregelmiş sistemin içinde alaşağı ediyor. Asıl kutsallığın etiketsizlik olduğunu kavrayan insanların yaşadığı bir dünya hayal ediyorum.
Mutluluğu keskince tanımlayamayan insan, mutsuzluğu oldukça net ifade edebiliyor, aklımın almadığıysa bu insanların ‘korku’yu mutsuzluk içinde düşünmüyor oluşları. Korku yüzünden mutsuz oluyor, korku yüzünden doğru düşünemiyorlar. Çok sık korkutuldukları bir örneğe değinmek isterim: Cehennem denen distopik uçurumlardan bahseder ve der ki bu uçurumlardan atılacak ve sonsuza dek düşeceksiniz, sonra tekrar atılacaksınız. Peki ‘sonsuz’ içinde ‘tekrar’ı nasıl barındırır? Sonsuza kadar düştüğün yerden tekrar nasıl atılırsın? Bu korkular insanı mutsuz kılmakla kalmıyor, düşünce yapısını, yargılama yetisini de tahrip ediyor. Korkularla sömürüldüğünün düşünerek bilincine varmış ve buna müsamaha göstermeyecek insanların olduğu bir dünya hayal ediyorum.
Yaşamın naifliğini bir çiçekte her gün görüyorum, yaratım görüyorum, bir çiçek her gün açarken naiflik yaratıyor tek başına. Bir teiste göre çiçek onun için açıyor, çiçeğin yaratıcısı açmayı ona görev olarak tebliğ etmiş. Düşünce yapısındaki farkı görebiliyor musunuz sayın okuyucu? Böyle düşünmekten mutluluk duyuyorum, üstüme alınmıyorum bir arının bal yapmasını… Bir duruma üzüldüğümde bununla başa çıkıyorum çünkü sığınacak bir tanrı figürüm yok… Nasıl mutlu oluyorsam öyle düşünüyorum ve bunda hiçbir kötü taraf görmüyorum. Benim için belki de balıklar uçuyor, kuşlar yüzüyor; kime ne? Benim sadece düşünüyor olmam birine zarar verir mi? Bağlamıyorum kendimi değişebilir kavramlara ve düşünmüyorum birisinin beni birkaç cümlede özetleyebilip bir kalıba yerleştirebileceğini, çünkü ben özgür hissediyorum. Her gün bir canlıya, karşılık ve takdir beklemeksizin yiyebileceği bir şeyler sunarken ahlak kurallarını kendi içimde yeniden düzenliyorum, bir canlı aç ölüyorsa orada ahlak yoktur diye düşünüyorum sonra. Herkesin hikâyesine saygı besliyorum ve kimseyi ötekileştirmiyorum, herkes kendi ölümlü masalının kahramanı olmayı hak ediyor çünkü. Bana benzemeyenleri yadırgamıyorum, öğrenmeye çalışıyorum, çünkü ben de başkayım. Bilimsel verilere karşı batılları rakip ilan etme ukalalığı ve şuursuzluğundan oldukça uzak düşünerek objektifliğimi koruyorum. Kimseyi benim nehrimde yüzmesi için baskılamıyor ve doğrularımı dayatmıyorum çünkü herkes için gidilesi çok fazla yol, yüzülesi çok fazla su var, çünkü ben başkasının sularında boğulurum. Bir fikir oluşturup insanları sömürmüyorum çünkü herkesin hepi topu bir ömürlük nefes hakkı var. Benim düşünceme aykırı diye hedef göstermiyorum hiçbir düşünceyi, çünkü aynı nöron kanallarına ve yorumlamaya sahip olmadığımızı biliyorum. Aşka saygı duyuyorum, o aşıkları, onları günahkâr addetmenin aksine bir şiirin derin bir dizesi olarak görüyorum, çünkü bilinmeyen bir derinliğe bir adım gibi aşk. İnançlarımla zincirlemiyorum kendimi çünkü bir yaşama bu kadar klişeyi çok görüyorum. Tek bir görüş altında toplanmış herhangi bir topluluğa ait olamıyorum, çünkü zihnimdeki kalabalığın sadece bana ait olmasını hoş görebiliyorum. Otorite, statü, güç, mevki önünde eğilmiyorum çünkü onurlu yaşayan insanı otorite üstü olarak görüyorum. Sanatın hiçbir alanına cinsiyet biçmiyorum çünkü sanatı insanüstü bir delilik olarak görüyorum ve insana ait her şeyin anlamsızlaştığını görüyorum. Hangi bahane bulunursa bulunsun savaşların meşru kılınamayacağına inanıyorum. Ağaçların altına yatıp onlara öylece bakmayı seviyorum çünkü varoluşun nahoşluğunu bağırıyorlar. Kitapları seviyorum çünkü sohbetin hazzı, tadı, gerçeklerin üstüne çıkartması başka hiçbir an’da yok… Beni ben yapan her yoldan büyük keyifle geçtim ve geçeceğim…
Ben sadece ‘insan’ olarak var olmanın dışında (!) agnostik ateistim ve bir teiste göre asla kendim olmamalıyım, bu kadar şey beni onların zihinlerinde sadece kötü yapıyor, kocaman bir ironi… Bir yaşam için çok fazla kötülük var ve ben sadece daha iyi bir dünya hayal edebilmeyi umut ediyorum…