İklim mücadelesi Paris’i beklemez: Vive la resistance – Bill McKibben (2.kısım)

Makalenin ilk kısmına şuradan ulaşabilirsiniz.

Her boru hattıyla ayrı ayrı savaştıkça, şirketler nihayetinde galip gelecekler.

İşte bu yüzden iklim hareketi alışıldık savunma pozisyonunu terk etti ve saldırgan oynamaya başladı: endüstrinin bekasını sağlayan sermayenin boru hattını dondurmaya çalışarak. Kurumları fosil yakıt hisselerini satmaya zorlayan kampanya – ki Oxford Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre şimdiye kadarki en hızlı büyüyen yatırım çekme kampanyası – kayda değer zaferler işledi hanesine. Stanford’dan Sydney’e üniversiteler hisselerini elden çıkarmaya başladılar. Endüstri en başta umursamaz göründü – lobicileri patronluk taslayan bir gülümsemeyle, “başkaları alır hisseleri” dediler. Şapşal çocuklar.

Ama yatırımı geri çekme hareketi hiç BP’yi kısa sürede iflas ettirebileceğini düşünmemişti. Bunu yerine: düşünsel, ahlaki ve politik iflas. Kampanyacıların anlatacak bir öyküsü vardı, ilk kez Londra’daki Karbon Takip İnisiyatifi’nin derlediği zorlu yeni matematiğe dayanan bir öykü. Sermaye Piyasaları Denetleme Kurulu belgelerine, yıllık raporlara ve diğer resmi verilere dayanan rakamlar gösteriyordu ki, fosil yakıt endüstrisinin ispat edilmiş rezervlerinde, bilim insanlarına göre sıcaklık artışını 2C’nin altında tutma umudumuz olması için yakabileceğimizden dört kat daha fazla karbon vardı. (Daha 1C’nin bile Kuzey Kutbu’nu erittiğini düşünürsek, 2C olsa olsa aptallar için bir hedef olabilir – gerçi bu noktada bizi Homo sapiens olarak nitelemekle eşdeğerde mantıklı görünüyor.) Bu sayıları bildikten sonra Shell hakkında görüşünüz kökten değişiyordu. Fosil yakıt şirketleri (ve fosil yakıt şirketi gibi çalışan ülkeler – Kuveyt gibi) bir grup serseri. Eğer duyurdukları iş planına uyarlarsa gezegeni mahvedecekler.

Matematik öyle basit ve temel ki hemen diğerlerinin hakkından geldi. 2013’te bir avuç öğrenci kampanyacının çığlığı , 2015’e geldiğimizde yaygın görüş haline geldi: trilyonlarca dolarlık kömür,petrol ve doğalgazdan oluşan ve yer altında bırakmamız gereken bir “karbon balonu” var. İşte mesela Dünya Bankası başkanının Davos’taki konuşması: “Akıllıca bir durum tespiti yapmalıyız. Değişen dünyada, vekalet sorumluluğunun ne anlama geldiğini baştan düşünmeliyiz. Bu, basitçe, öz-çıkardır. İklim riskini inceleyen her şirket, yatırımcı ve banka, basitçe pragmatik davranmaktadır.” HSBC’deki radikaller, süper-zenginleri koruyan vergilerin arasında, sayıları incelediler: eğer dünya gerçekten de 2C vaadine sadık kalırsa, fosil yakıt endüstrisinin değeri yarıya düşecekti.

divestmentmckibben

Sayılarla yatırım geri çekme kampanyası

İngiltere Merkez Bankası başkanı Mark Carney, geçtiğimiz Ekim ayında bir konferansta endüstriye kötü haberi vermek için elinden geleni yaptı: gezegenimizin karbon rezervlerinin “büyük çoğunluğu yakılamaz”, dedi. Geçen ay Shell’in patronu fosil yakıtlardan hızla uzaklaşmanın “naifçe” bir fikir olduğunu söylediğinde ona gereken yanıtı veren eski bir Tory ve meclis enerji komitesi başkanı Tim Yeo oldu: “Karaya vurmuş mal varlıkları sorununun gerçek olduğuna inanıyorum. Yatırımcıların düşüncesi şu; 2030’a geldiğimizde dünya iklim değişimi konusunda öyle bir panik halinde olacak ki, ister yasa ister fiyatlandırmayla olsun, fosil yakıtları şu anki gibi yakmamız çok zor olacak.”

Deniz seviyelerindeki artışı bir an için unutun – bu deniz değişimi, hem de şu anda gözlerimizin önünde gerçekleşiyor. Eski düzene güven yıkılmaya başlıyor. Geçen Eylül ayında, ilk fosil yakıt ailesi olan Rockefeller’lar “ahlaki ve ekonomik” sebeplerle tüm hayır kurumlarındaki yatırımları kömür, petrol ve gazdan çektiklerini açıkladılar. Rockefeller Kardeşler Fonu başkanının sözleriyle, “Eminiz ki eğer John D. Rockefeller bugün hayatta olsaydı, geleceği gören zeki bir iş adamı olarak, fosil yakıtlardan uzaklaşır ve temiz, yenilenebilir enerjilere yatırım yapardı.” Bu, Papa’nın Vatikan’daki penceresine safran urba içinde çıkıp onu dinleyen kitleye bundan sonra Hare Krishna olduğunu söylemesine veya Richard Dawkins’in mayoyla Lourdes’e hacca gitmesine denk.

300 yıllık tarihinde ilk kez ciddi bir hesaplaşmayla karşı karşıya kalan fosil yakıt endüstrisi, hiçbir şey olmuyormuş gibi davranmaya çalıştı. Rekor kârlardan sadece bir iki yıllığına feragat etmişlerdi, kendi başlarına raporlar yazıp dünyanın fosil yakıtlara nasıl bağımlı kalacağını ispat ettiler (ki bu raporlar Shell ve BP’nin miniminnacık yenilenebilir departmanlarını kapatıp hidrokarbonları ikiye katlamalarını sağladı). Exxon’a bakın mesela, yatırım çekme kampanyacılarının aptal olduklarını çünkü firmanın kendi tahminlerine göre 2040’ta küresel enerji arzının “yüzde 4’ten azı rüzgar, güneş ve jeotermal enerjiden sağlanacağını” İdda ediyor. Shell daha da pervasızdı: “Mevcut rezervlerin hiçbirinin yolda kalacağına inanmıyoruz.”

Kendilerini git gide daha çok halkla ilişkilere adadılar. Kimi firmalar, daha önceden tütün endüstrisi için çalışmış olan ve gizli kaydedilen bir endüstri toplantısında çevrecilere “sonsuz savaş” ilan etmiş olan Rick Berman isimli bir PR gurusunu işe aldılar. Ama bu muhteşem hücumları, yeşillere “fosil yakıtları bugünden yarına sonlandıramayacağımız” konusunda ahkam kesmekten ibaret cılız bir çemkirmeden öteye geçemedi. Berman’ın “Küresel Yatırım Çekme Günü” öncesinde piyasaya sürdüğü bir dakikalık çizgi film; çevreci arkadaşlarının ısrarları sonucu, bir petrol varili olan kız arkadaşından ayrılan ve bu yüzden artık cep telefonunu kullanamayan, yemek yiyemeyen ve genel olarak pek bir şey yapamayan bir çocuğun hikayesini anlatıyordu. (Ayrıca benim bedensiz kafam da dik dik bakan bir şeytan rolünde yer alıyor.)

Tabii ki kimsenin bir sabah kalkıp tüm fosil yakıtları devre dışı bırakacağımızı düşündüğü falan yok; bunun zaman almasını garanti altına alan birkaç yüzyıllık altyapı var işin içinde. Ve tabii endüstrinin argümanı, doğru olsaydı, iyi bir argüman olurdu. Felaket küresel ısınmayla karşı karşıya olsak da, enerji kullanmayı bırakacak değiliz. Bu kaba gerçek karşısında “fosil yakıtları dondurmak” çok iddialı görünebilir.

İşte tam bu noktada “güneşin buzlarını çözmek” giriyor devreye. Çünkü fosil yakıt endüstrisi kıstırılmış durumda. Aylar geçtikçe, aktivistler endüstrinin büyümesini durduruyorlar ve ününü zedeliyorlar. Ve her geçen ay mühendisler endüstrinin argümanlarının altını oyuyorlar. Son altı yılda güneş paneli fiyatları %75 düştü ve şimdi panelleri çatınıza koymanın ruhsat maliyetleri de aynı hızla düşüyor – Deutschebank iki yıl içinde %40 ucuzlayacaklarını tahmin ediyor.

mckibben

Görsel: Judy Watson

Exxon, 2040’a Bir Bakış: Enerji Görünümü raporunda, güneş ve rüzgarın 2040’ta dünyanın enerjisinin %4’ünü temin edeceğini mi düşünüyor? Danimarkalılar geçen yıl meyve sularının yüzde 40’ını rüzgar türbinleriyle sıktılar ve işin fenası Danimarka rüzgarı tekeline almış falan da değil. Geçtiğimiz yaz kimi günler Almanya’nın elektriğinin %80’i güneş panellerinden sağlandı – ki Almanya, ortalama olarak, ancak Alaska kadar güneş ışığı alır. En hızlı kazanımlar, enerjiye en çok ihtiyaç duyulan güneş zengini tropik bölgelerde olacak. Ben Bangladeş’e kurulan ilk güneş panelini kendi gözlerimle gördüm: Bir okul binasının 90’ların sonlarında bir fırtınada uçup giden çatısında. Daha şimdiden Bangladeş’in 15m güneş enerjisi tertibatı ve her ay 60.000 ev ekleniyor listeye: ülkenin planı, 2020 itibariyle tamamen güneşlenmek. Hindistan’da Andra Pradeş eyaleti geçen Ekim’de yeni bir enerji projesi için ihale açtığında, kazanan büyük bir güneş enerjisi tarlası oldu – kömür ithal etmeye kıyasla 2 cent/kWh daha ucuza hem de.

Teknolojik skalanın her iki ucunda da erozyon gerçekleşiyor: Hint çiftçiler, cep telefonlarını, cep telefonu kulelerini çalıştıran güneş panellerinde üretilen ekstra enerjiyle şarj ediyorlar. Ve Apple Kaliforniya’da, Danimarka’da ve İrlanda’da tamamen yenilenebilirle çalışan veri merkezleri inşa ediyor. Yatırımcılar büyümenin nerede olacağını görüyorlar: Geçen yıl her ay 2500 araba üreten Tesla’ya, ondan 300 kat fazla üreten General Motors’un yarısı kadar değer biçiliyor. Elektrik arabalar çoğaldıkça petrol talebi sallanmaya başlayacak ve dört tekerli piller daha da yaygınlaşacak.

Fosil yakıtçıların tahmin edip durduğu sorunların hiçbiri yenilenebilirlerin önünü kapatıyor gibi görünmüyor. Evet, güneş akşam batar, ama bu aynı anda rüzgarın da hızlanması anlamına geliyor ne tesadüfse. Üretimin zirve yaptığı anlarda üretilen enerjiyi depolamanın bir dünya yolunu buluyoruz: Kaliforniya yeni bir enerji santrali ihalesini, ekstra güneş enerjisini suyu dondurmak için kullanan böylece gün boyunca suyun erimesiyle üretilen enerjiyi arz eden bir şirkete verdi. Şofbeni gerekmediğinde söndüren akıllı sayaçlar tüm dünyada talebi dengelemeye başladılar. Akıllı şirketler ya geleceği görüyorlar ya da derslerini aldılar: Almanya’nın en büyük kamu kuruluşu E.ON, geçen yıl rüzgar ve güneşe odaklanacağını duyurdu. “Enerji dünyasındaki değişimden gerekli sonucu çıkaran ilk kuruluşuz.” dedi genel müdür Johannes Teyssen gazetecilere. “Enerji firmalarının başarılı olmak istiyorlarsa iki enerji dünyasından birine odaklanmaları gerektiğine iknayız.”

Tabii kamu kuruluşu genel müdürlerinin çoğu bu kadar ileri görüşlü değil – ABD’de, Koch Brothers örneğinde olduğu gibi, birçoğu hala daha tüketicilerin çatılarına güneş paneli koymalarını zorlaştırmak için fiyatları yukarda tutmakla uğraşıyorlar. Ama baskı sırf çevrecilerden değil, Tea Party (Çay Partisi) muhafazakarlarından da geliyor – Georgia gibi güneyin tutucu kesimlerinde bile başarıya ulaşan “Yeşil Çay” koalisyonu gibi. Tea Party kurucularından Debbie Dooley’in söylediği gibi: “Bu konu seçme ve kendi elektriğini üretme özgürlüğüyle ilgili.”

Anketler gösteriyor ki iklim değişimine şüpheyle yaklaşanlar bile içten içe kendi enerji kaderlerini kontrol edebilmenin faydalarını görüyorlar. Emek hareketinin büyük öğeleri, tüm ekonomiye kıyasla iş imkanlarının çok daha hızla arttığı (ve kârların Koch Brothers gibi baş düşmanlarına gitmediği) yenilenebilir enerjinin cazibesini fark ediyorlar.

Haberlerin en iyisi elbette yenilenebilir enerjinin en çok kalkınmakta olan ülkeler için anlamlı olması. Ülkeler bütün olarak, tıpkı doğrudan cep telefonu kullanmaya başladıkları gibi, kömürün üstünden atlıyorlar. Bunu başarmak için paraya ihtiyaçları var – işte bu yüzden Paris’teki en kilit kararlar da fakir ülkelerin finansmanı hakkında olacak – ama temel girdiye sahipler: güneş ışığı.

İşte yarış başladı. Üç takım var. Birinci takımın forması yeşil: bunlar iklim adaleti aktivistleri ile güneş enerjisi mühendisleri, derme çatmalar ama birlikte çalışarak kazanıyorlar. İkinci takım kırmızı formasıyla fosil yakıt endüstrisi. Ciddi bir avantajla başlıyor ama temel bir sıkıntısı var, çabuk yoruluyor. Peki ya üçüncü? Bu, yarışmacıların en gizemlisi ve kesinlikle en önemlisi, fizik. Fizik, bir derecelik ısınmanın tüm Kuzey Kutbu’nu eritmeye yeteceğini söylüyor. Deniz seviyeleri merhametsizce yükseliyor ve her fırtınayı, her gelgiti risk haline getiriyor. Çeyrek yüzyıl önce düşündüğümüzden çok daha hızlı ve çok daha korkunç yaşanıyor bunlar.

Çeyrek yüzyıl önce harekete geçmiş olsaydık, fizik şimdi bizim tarafımızdaydı. Adalet duygusuyla harekete geçebilirdik, zira küresel ısınmanın doğasında adaletsiz bir sorun – soruna en az sebep olanlar en çok acı çekenler oluyor – olduğu daha baştan barizdi. Ya da, ne bileyim, rasyonel davranabilirdik: Sol, sağ, merkez, bütün ekonomistler bir nesil boyunca fosil yakıt şirketlerinin karbonu atmosfere öylece atıvermesinin anlamsız olduğunu söyleyip durdular, iklim değişimine engel olmanın maliyetinin etkilerinin yaratacağı maliyetin çok altında kaldığını söyleyip durdular.

Ancak, benim gereğinden uzun sürede anladığım üzere, bu mesele adalet veya akıl yoluyla çözülmeyecek. Biz tartışmayı çoktan kazandık, ama bunun hiçbir etkisi olmadı: diğer tüm kavgalar olduğu gibi, bu da iktidarla ilgili bir kavga. İnsanlık tarihinin en zengin endüstrisi mevcut güzergahında birkaç yıl daha devam etmek istiyor, bu tüm gezegeni şarampolden aşağı yuvarlamak anlamına gelecek olsa bile. (Kuzey Kutbu’ndaki erimeyi görür görmez oradan daha da petrol çıkarmak için kolları sıvayanın yine bu endüstri olduğunu bir an için bile akıldan çıkarmayın.) Güçleri paraya ve bu paranın satın alabileceği politik kayırmalara dayanıyor; bizim gücümüz ise hareket inşamızda ve bu hareketin yaratacağı politik tehditte yatıyor. Başlarının belada olduğunun farkındalar ve delirmiş gibi para saçıyorlar (ikinci takımdan Koch Brothers gelecek ABD seçimlerinde 900 milyon dolar harcama planlarını açıkladılar, ki bu Cumhuriyetçi ve Demokrat Partiler’in harcayacaklarından daha fazla). İşte bizim de delirmiş gibi örgütlenmemiz gerekiyor.

Ve eğer örgütlenirsek, bir şansımız var. Kopenhag iklim zirvesi bir fiyaskoydu, ama sebebi bilimin açık olmaması falan değildi – 2009 yılında da dünya rekor sıcaklıkta bir yıl yaşıyordu. Kopenhag bir fiyaskoydu çünkü çevreciler liderlerimizin doğru olanı yapacağını ummuşlardı. Ama bu sefer yağma yok. Biz elimizden gelen baskıyı yapacağız, ve eğer bunu yaparsak Paris’ten önce, Paris’ten sonra ve önümüzdeki yıllarda güzel şeyler olacak. Görevimiz fena halde zor ve acı verici ölçüde basit: karbonu yerin altında bırak.

***

Orijinali Guardian’da “Climate fight won’t wait for Paris: vive la résistence” başlığıyla yayınlanan bu makaleyi 19-20 Mayıs #iklimadaleti kampanyamız dahilinde çevirdik. Kampanya metni şurada, diğer yazılar ise şurada.