Devrimci olma demiyorum, ol ama hobi olarak ol.

Kapitalizmin kültüründe üretken faaliyet, tıpkı doldurduğumuz formlardaki gibi, sadece iki şekilde görülür: İş ve hobi. Kapitalizm bu iki kategori dışında hiçbir etkinliği anlayamaz. Hatta eğer hobinizin hiçbir ekonomik karşılığı yoksa hobinizi de anlayamaz. Böylece hobilerin en yüksek miktarda tüketim içermesi için çaba harcar.

Bu ikiliğin kökeninde insanın kendi üretken özüne yabancılaşması vardır.

Üretken doğasından ayrılan, sadece çalışmanın sonunda elde edeceği gelir için üretmek zorunda bırakılan kişi kendini gerçekleştirme kapasitesini toplumsal üretimin dışına yönlendirmek durumunda kalır.victory near

“Sonuç olarak, işçi ancak çalışmanın dışında kendi kendisinin yanında [bei sich] olma duygusuna sahiptir ve çalışmada kendini kendi dışında duyar. Çalışmadığı zaman kendi evinde gibidir ve çalıştığı zaman da kendini kendi evinde duymaz. Öyleyse çalışması istemli değil, ama istemsizdir, zorlama çalışmadır. Öyleyse bir gereksinmenin karşılanması değil, ama sadece çalışma dışındaki gereksinmelerin karşılanma aracıdır. Emeğin yabancı niteliği, fizik ya da başka bir zorlama ortadan kalkar kalkmaz, çalışmadan veba gibi kaçılması olgusunda açıkça görünür. Son olarak, emeğin işçiye dışsal niteliği, onun işçinin kendi öz malı değil, ama bir başkasının malı olması, işçiye ilişkin olmaması işçinin emekte (çalışmada) kendine değil, ama bir başkasına ilişkin olması olgusunda görünür.” [Karl Marx, 1844 El Yazmaları]

Marx bu yabancılaşmanın nasıl işlediğini açıklarken şöyle diyor:

“İşçi ne kadar çok zenginlik üretir, üretimi erk ve hacim bakımından ne kadar artarsa, o kadar yoksul duruma gelir. Ne kadar çok meta üretirse, o kadar ucuz bir meta olur. İnsanların dünyasının değersizleşmesi, nesnelerin dünyasının değer kazanması ile orantılı olarak artar.” [Karl Marx, 1844 El Yazmaları]*

Böylece, düzen açısından, ona karşı yürütülen mücadele herhangi bir anlam taşıyamaz, hastalıklıdır. Öte yandan, asıl düzenin hastalıklı olduğunu düşünen ve ona karşı mücadele yürüten bizler için de bu etkinliğimizi anlamlandırmanın bizzat kendisi bir meseleye dönüşür.

Kapitalizm, her etkinliğimizi, bir ucunda iş bir ucunda hobi olan bir doğrunun üzerine koymamızı bekler. Aşırılıklar kötü olduğuna göre de sevdiğimiz bir işi yapmamızı vaaz eder. Kapitalist sistemin, mekanik doğasının bir doğal sonucu olarak dayattığı ikiliklerden kurtulmanın yolu, seçeneklerin bu bir boyutla sınırlı olduğunu reddetmek ve bakış açımıza başka bir boyut eklemek olabilir.

Devrimci ahlak veya devrimci hayat görüşü dediğimiz şey tam da bu boyutta yaşar.

Bu boyutta solculuk sadece gençlikte yapılan bir şey olmaktan çıkar, bir boş zaman aktivitesi olmaktan çıkar, insanın kendini gerçekleştirme etkinliğinin bir ifadesi haline gelir.

Tüm eylemler, ne keyif için ne mecburiyetten ve hem keyif için hem mecburiyetten yapılır. Çünkü devrimci faaliyet ne iş ne hobidir ve hem iş hem hobidir.

İş yerinde sadece yöneticisinin emrettiğini yapan (ya da birilerine emirler yağdıran), tatilde ise sırf kendi istediği kitabı okuyan kişi, kendi istekleriyle başkalarının istekleri arasında, daha doğrusu kendi özgürlüğüyle başkalarının özgürlükleri arasında keskin bir çelişki olduğunu düşünür. Yönetmekten ve yönetilmekten başka bir ilişkilenme biçimi, bireysel arzuların ve görüşlerin çarpışması ve birbirlerine taviz vermeleri dışında bir iletişim yöntemi algılayamayan bir kişi için, bu kolektif siyasi etkinlik başlı başına dönüştürücü ve insanileştirici bir süreçtir.

Bu sürecin özünde, alışageldiğimiz dünyanın tam da aksine, zorunluluk ve sorumlulukların dışsal olmayışı vardır. Yöneten – yönetilen ikiliğini ortadan kaldırmak, aynı anda hem yönetici olmaktan uzaklaşmak hem de yöneticileşmek demektir. Bunu açalım.park forum

Özel mülkiyete dayalı bugünkü toplumumuzun temel ikiliği “burjuvazi – proletarya” ikiliğidir. Bu ikilik kendini toplumsal olarak “yöneten – yönetilen” ikiliği olarak gösterirken, tüm üretken faaliyetlerimizi de “iş – hobi” olarak ikiye parçalar. Yani bunlar özünde aynı ikiliğin farklı katmanlardaki görüntülerinden başka bir şey değildir. Özgürleşme bu ikilikler arasında tercih yapan değil, ikilikleri ortadan kaldıran eylemlerle mümkün olur: Nasıl ki proletarya kurtuluşunu burjuvalaşmakla değil, hem proletaryayı hem de burjuvaziyi ortadan kaldırmakla gerçekleştirecekse; bu devrimci faaliyeti de, ancak, düzenin dayattığı iş – hobi ikiliği içinden değil, bu ikiliği ortadan kaldıracak bir değerler sistemiyle yürütebilir. Ve aynı şekilde, yönetilenler de başka birilerinin yöneticisi haline gelerek değil, tam da bu yöneten – yönetilen ikiliğini yıkarak özgür toplumu kurabilirler. Konuyu farklı yönleriyle tartıştığımız ve bu yazının da bir parçasını oluşturduğu “yüzde 99’dan yönetici sınıf yaratmak” yazı dizisi, tam da bu bağlama oturuyor.

Burada konuyla ilgili iki önemli noktaya, yüzde 99’dan yöneticisi sınıfın yaratılması gerektiğine (yani kapitalizmin yozlaşmış dünyasında büyümüş olan ve hala da hayatını sürdürmeye çabalayan bizlerin hiçbirimizin bu tek boyutluluk yanılgısına doğal olarak bağışık olmadığımıza) ve bu yaratım sürecinin gerçek dünyada kolektif eylemle gerçekleşmesinin tam da bu özgürleşmenin tanımında olduğuna dikkat çekmek faydalı olacaktır.

Böylece yazımızı, sosyalist devrimin özgürleştirici olduğu önermesine, devrimci faaliyetin bizzat kendisinin de özgürleştirici olduğunu ekleyerek bitirelim.

27 Aralık 2013, İstiklal Caddesi

27 Aralık 2013, İstiklal Caddesi

***

Ege M. Diren

* “Yeni Kapitalizmin Kültürü” kitabında Richard Sennett bu durumun neoliberalizm dönemindeki yeni sosyolojik etkilerini inceliyor. Kitapta değinilen iki nokta çalışmanın anlamsızlaşmasını zarif bir biçimde açıklıyor: 1. Güvencesiz çalışmanın getirdiği geçicilik hissi ve 2. Sadece istenen yanıtı bulmaya odaklanan sınav sistemleriyle öze ve bilgiye merakın yerini işlevsel çalışmanın alması. Bu eğitim sisteminin tabii ki iş dünyasında karşılığı var: Microsoft’un piyasaya sürdüğü tüm ürünler (ama özellikle Windows işletim sistemleri) bir üretim taktiği olarak hatalarla doludur. Hatalar nasıl olsa kullanıcılar tarafından tespit edileceğine göre, kod yazmakta olan çalışana ciddi eksikleri olduğunu bildiği bir ürünü “olduğu kadarıyla” elinden çıkarması ve satışa hazırlaması söylenir. Bir diğer deyişle, işçiden ürünle ilgilenmemesi istenir.

Leave a Reply

Your email address will not be published.