Ateistler dine mi, cemaatlere mi, toplumsal ahlaka mı karşı?

Ortada ciddi bir sorun var. Buna ister muhafazakarlaşma diyelim, ister cemaatlerin siyasal iktidarın önemli bir kısmını ele geçirmeleri diyelim, ister din söyleminin siyasal ve toplumsal alanı laiklik ilkesini ihlal edecek şekilde işgal etmesi diyelim, ortada bir sorun olduğu kesin. Bu sorundan sadece “inanmayanlar” (ateistler, agnostikler vb.) değil “tam olarak doğru şeye inanmayanlar” da etkileniyor. Sorunun hem bağlamlandırılmasında hem de çözülmesinde sosyalist yazının ilham verici olduğunu düşünüyoruz. “Komünizm ve ateizm” başlıklı tartışmamız dahilinde, din, toplumsal ahlak ve cemaat/kilise kavramlarını inceleyeceğiz.

Sorunu anlamak: Din, cemaatler, toplumsal ahlak

Öncelikle, üç kavramımız var ve bunlar farklı soyutlama düzlemlerine tekabül ediyorlar:

  • “Din”i tarihsel ve ideolojik soyutlama düzlemlerine ait bir kavram olarak alıyoruz.
  • “Toplumsal ahlak”ı dinin toplumsal düzlemdeki görüntüsü olarak görüyoruz.
  • Cemaatleri ve kiliseleri, daha genel olarak dini kurumları, dinin politik düzlemdeki görüntüsü olarak görüyoruz.

Bu çerçeve bize kabaca şu şemayı veriyor:

dinahlakcemaat

Bu yazıda, tartıştığımız kavramları, üst yapı kurumları, yani üretim ilişkilerinin gerçek dünyadaki görüntüleri olduklarının bilinciyle işleyeceğiz. Bu hususa yazının sonunda tekrar değineceğiz.

Bu şemayla ilgili önemli uyarılar yapmamız gerekiyor devam etmeden önce: Şemada epi topu iki ok işareti olması, bir doğrusallığı ya da belirleyiciliği göstermiyor, sadece kavramların farklı soyutlama düzlemlerine tekabül ettiklerini ifade ediyor. Bu bir. İkincisi, büyük büyük kavramları küçük küçük kutulara koymanın meramımızı anlatmak açısından faydaları olmakla beraber (kutulardan da kavramlardan da) büyük teorik sorunlar ürettiğinin farkındayız. Ama telaşa gerek yok. Tüm yazıyı, aşırı basitleştirilmiş şekilde şemada gösterilen çerçeveyi açıklamak amacıyla yazıyoruz. Üçüncü olarak: Şemaları sadece “soyutlama düzlemi”, “izdüşüm” vb. derken ne kast ettiğimizi daha anlaşılır kılması umuduyla (ciddi hataları olan) bir benzetme olarak koyduk. Bu sözcükleri zaten anlıyorsanız, o şemaya ihtiyacınız yok demektir.

Şimdi devam edebiliriz.

Farklı düzlemlere tekabül eden karşı-duruşlar ve mücadeleler var.

  • Sadece cemaate/kiliseye karşı çıkmak, din ve devlet işlerini ayırmak anlamında laiklik.
  • Sadece toplumsal ahlaka karşı çıkmak, bireysel hürriyetleri korumak anlamında özgürlükçülük.

Buradaki laiklik ve özgürlükçülük tanımlarımız oldukça geniş.(1) Laik olup yine de muhafazakar olabilirsiniz; uzun saçlı erkekleri kınayabilir, evlilik öncesi cinselliğe karşı çıkabilir, hatta bir ölçüde kaderci bile olabilirsiniz.(2) Özgürlükçü olup kadınların türban ve/veya çarşafla gezmeyi “seçtikleri” bir toplumu kadın hakları açısından normal bulabilir, bir üniversitede yaratılış sempozyumu düzenlenmesini savunabilirsiniz.

Yanlış anlaşılmasın, laiklik ve/veya özgürlükçülük savunuculuğu yapmanın çoğunlukla toplumu daha iyi bir yere taşıyacağına inanıyoruz. Nitekim, hem hukukun dünyevileşmesinin (İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi vb.) hem de “Velev ki ibneyiz” sloganının, dinle doğrudan çatışmamakla beraber, dinin toplumsal baskısını ciddi ölçüde azalttığını gözlemliyoruz. Dolayısıyla, bu iki grupla ortaklaşabildiğimiz her ölçüde dayanışmayı görevimiz biliyoruz.

Din nedir? Kısa bir beyin jimnastiği.

Dinle, cemaatlerle ve toplumsal ahlakla ilgili ne yapılacağı sorusu, daha büyük bir “Din nedir?” sorusuyla çözümleniyor. Meselenin din değil laiklik olduğunu düşünenler, tam olarak hangi grupların (bu yazıdaki “kötü” anlamıyla) cemaat olup hangilerinin olmadığını nasıl belirliyorlar bilemiyoruz. Meselenin bireysel özgürlüklerle ilgili olduğunu düşünenler ilkokul çağındaki çocukların Kuran kursuna gönderilmesiyle o yaşta Kuran kursundan kaçınılması arasında nasıl tercihte bulunuyorlar anlamıyoruz; burada çocuklarla ilgili yapılacak somut bir siyasi tercih var ve taraf seçmemek diye bir seçenek pratik olarak yok.

Bizim dinle ilgili referans noktamızın temel ölçütleri arasında ise şunlar sayılabilir: Metafizik dogmalara dayanan, tarihsel bir sistem.

Biraz açalım:

  • “Metafizik dogmalara dayanan”, yani kanıta, deneye ve rasyonel argümantasyona dayanmayan, modern bilimin kriterlerini sağlamayan bir olgu.
  • “Tarihsel”, yani üç beş arkadaşın kendi arasındaki bir oyunundan değil, iktidar ilişkileri içinde bir anlamı olan bir şeyden bahsediyoruz.
  • “Bir sistem”, yani kendini yeniden üretmesini sağlayan mekanizmalara sahip bir yapı.

Tanımı biraz inceleyelim.(3)

Bu tanıma göre bugün din dediğimiz birçok şey geçmişte din değilken, bugün din sayılamayacak inançların gelecekte din olmaları mümkün. (tarihsel bir sistem olma kriteri) Konu din gibi binlerce yıllık olgularsa, statik değil, zaman ve mekana bağlı tanımlar yapmanın daha sağlıklı olduğunu düşünüyoruz. Zaten, bir toplumsal olgunun üç bin yıl boyunca “din” olarak kalması diyalektik yönteme aykırı. Herhangi bir tarihsel olguyu açıklarken kullanacağımız dilin de tarihsel olması gerekiyor. Tanımımız statik olursa, ya o tanıma girecek şeyler bulmakta zorlanacağız (dar tanımlar), ya da birçok alakasız şeyi de aynı tanım içine sokmak zorunda kalacağız (geniş tanımlar).(4) (5)

Tutarlı bir ateizm için…

Tutarlı, bütünlüklü bir ateizmin, dini tüm bu boyutlarıyla reddetmesi gerektiğine inanıyoruz.

Bu anlamda, ateizmi felsefi, kişisel bir mesele olarak değil, siyasi bir duruş olarak görüyoruz.

Neden laiklik ve/veya özgürlükçülük yeterli değil?

Peki din soyutlamasını yapmak politik tutarlılık açısından neden gerekli? Buna, yukarıdaki iki duruş açısından kısaca yanıt verelim.

  • Laiklik: Din ve devletin tam olarak ayrılmasının kötü bir sonucu devasa cirolu holdinglere dönüşen kiliselerin cenneti ABD. Geçmişte tüm üst yapıyı oluşturan bir kurumu politik üst yapının dışına çıkarmak, ironik bir biçimde, onu politik üst yapının içine yerleştirmek sonucunu veriyor. Bugün gerçekleşen, “Ekonomik büyüklüğün ölçüsünde müdahilsin” düsturuna kiliselerin ve cemaatlerin de dahil edilmesidir. Bir bakkal hiçbir karar alamazken, BP ve Exxon savaş kararı bile alabilir. Benzer şekilde Vatikan da sosyoekonomik gücü ölçüsünde vergi muafiyetleri, devlet yardımları vb. alabilirken, yeni kurulan bir kilisenin hiçbir ayrıcalığı olmuyor.
  • Özgürlükçülük: Alkol kısıtlamalarından kürtaj yasağına, birçok baskı unsuruna kolektif olarak tepki göstermek isteyince karşısında “imamın ordusu”nu bulmak, sanıyoruz ki olayın bireysel özgürlüklerin güvence altına alınmasından daha derin olduğunu yeterince göstermiştir.

Ara not: Peki ya sınıflı toplum? Halkların afyonu?

Burada sınıf siyaseti yapılması gerektiğini düşünenler için bir not düşelim. Bu yazıda, alt yapıya, yani hem din, hem toplumsal ahlak, hem de cemaati/kiliseyi var eden koşullara değinmedik. Bu söylediklerimize, dinin “ruhsuz dünyanın ruhu olduğu”, sınıflı toplumun ve sömürünün olduğu bir dünyada dine nesnel bir ihtiyaç olacağı yorumu yapılabilir. Bu yoruma katılıyoruz. Ancak bu yorum, daha da ileri bir soyutlama düzlemine tekabül ediyor. Bu yazıda tek bir toplumsal sorunu analiz etmeye çalıştık, geniş anlamda bir toplumsal kurtuluş projesi sunmadık.

Nasıl ki cemaat baskısından veya baskıcı ahlaki normlardan bıkıp usananların soyutlamada bir düzey yukarı çıkması gerektiğini savunuyorsak (şemaya bakın); ırkçılık, savaş, sömürü, ekolojik yıkım ve din gibi toplumsal sorunlarla ilgili öfke duyanların da bir derece daha soyutlama yapmasını ve kapitalizm eleştirisine ulaşmasını doğru buluyoruz. Yine de, bu yazı, bunlardan sadece ilkini yapmaya çalışıyor.

Ateistler ne yapmalı?

Peki ateistler ne yapmalı? Daha doğrusu, eğer ateizm bir siyasal duruş olarak alır ve hem tarihsel/ideolojik, hem politik, hem de toplumsal boyutlarıyla reddedersek, bunun gerçek dünyada ne anlamı olacak?

Dini tüm boyutlarıyla reddetmek, ne politik önceliklerin olmaması anlamına gelir, ne de stratejik hamleler yapmamak anlamına. Kimi zaman cemaate, kimi zaman toplumsal ahlaka, kimi zaman da bir ideoloji olarak dine topyekun karşı çıkılabilir. Ancak, eğer bu yazıda sunduğumuz çerçeve doğruysa, toplumsal kurtuluşu savunanların yapılacaklar listesinde mutlaka dinden özgürleşme de olmalı.

***

Ege M. Diren

Dipnotlar:

(1) “Tanım budur” demiyoruz, yazıda hangi sözcüğü ne amaçla kullandığımızı belirtiyoruz ki anlaşabilelim.

(2) Cumhuriyetin ilk nesilleri bunun örnekleriyle dolu.

(3) Out for Beyond olarak “Bakın dini altı kelimeyle tanımladık, ne kolaymış değil mi?” demediğimizin açık olduğunu umuyoruz. Gerçek dünyada bir sorun olduğunu, bu sorunu anlamaya çalıştığımızı söyledik. Konuyu bu bağlamda inceliyoruz. Dahası, bu bağlam sınırlarında bile bir “tanım” yapmıyoruz. Daha ziyade, “gerek koşullar”dan en önemli bulduklarımızı öne çıkarıyoruz. Yazının devamında buna “tanım” diyeceğiz, çünkü “gerek koşullardan en önemli bulduklarımızla oluşturduğumuz formülasyon” dersek yazı okunmaz hale geliyor. (Evet, denedik bunu.)

(4) Benzer sorunlarla devletin, bilimin veya ahlakın statik tanımlarını yapmaya kalkarsanız da karşılaşırsınız. Tarihsel olguların tanımları da tarihsellik içermelidir.

(5) Tanımın bir başka özelliği de, modern bir tanım olması; çünkü neyin metafizik bir dogma olduğunu, bilimsel yöntemin modern anlayışına dayandırıyor. Tanımımız bu açıdan da genel-geçer değil. Biz bunun da kötü bir şey olmadığı kanısındayız. M.Ö. 1000’de din diye bir “toplumsal sorun” yoktu, bugün var. Dolayısıyla tanımı da bugün yapıyoruz.

Leave a Reply

Your email address will not be published.