İklim Modelleri, IPCC Raporu ve Aymazlar

Ekim ayında IPCC AR5 (Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli – 5. Değerlendirme Raporu) raporunun, iklim değişiminin bilimsel temeli temalı WG1 (Working Group 1 – Çalışma Grubu 1) raporunu açıkladığında bölümler halinde yayınlayacağımız bir yazı dizisine başlamış ve ilkini Küresel İklim Değişimi ve IPCC Raporu: “Eşi Benzeri Görülmemiş” bir sorun başlığı ile yayınlamıştık. O yazıda iklim değişimi hakkında temel bilgileri, IPCC kimdir konusunu ve de genel olarak son raporda atmosferin durumundan bahsetmiştik. Bu yazıda da okyanuslara ve karbon döngülerine değinerek IPCC’nin son raporunu incelemeye devam ediyoruz.

Elbette biz bunları yazarken sizin aklınıza “Tamam da biz bu rapora neden güveniyoruz? Tutturmuşsunuz bir iklim modeli, ne ola ki bu?” soruları takılmış olabilir. O zaman siz sonrasında kafanız rahat rapora odaklanın diye ilk önce bunlardan başlayalım.

İklimi Modellemek

 

İklim değişiminden ve yarattığı/yaratacağı yıkıcı sonuçlardan bahsediyor ve gelecekte neler olacağına dair veriler ortaya atıyoruz. Peki ama, iklim sistemi karışık ve girift sistemlerden oluşmasına rağmen nasıl oluyor da gelecekte nelerin olabileceğini görebiliyoruz?

İklim bilimciler bu tahminleri ve senaryoları sihirli kürelere bakarak değil, iklim modelleri sayesinde ortaya koyabiliyor. İçinde pek çok değişkenin olduğu bilgisayar programları çalıştırılıyor; atmosfer, okyanuslar, kara ve buzulların etkileşimini hesaba katılıyor ve geçmiş verileri ve günümüz eğilimleri de işin içine katarak bir iklim modellemesi yapılıyor. Bu modellere göre gelecek senaryoları hazırlanıyor.

Modeller bu senaryolardan önce, kontrol dönemi dediğimiz, kayıtlı iklim verilerimizin olduğu bir dönem için çalıştırılıyor. Böylece elimizdeki kontrol dönemine ait gözlem verileri ile modelin çıktıları karşılaştırılarak sağlama yapılıyor ve güvenilirlikleri test edilmiş halde karşımıza çıkıyor.

İklim modelleri AR4’ten (IPCC 4. Değerlendirme Raporu) bu yana gelişti. Bu da bu iklim modellerin doğruluğunu ve güvenilirliğini artırıyor. AR5 WG1’den örnekler verecek olursak:

  • Modeller 20. yüzyılın ortasından bu yana yaşanan hızlı ısınma da dâhil olmak üzere on yıllar süresince gözlenen kıtasal ölçekli yüzey sıcaklıkları kalıplarını ve eğilimleri tekrar üretiyor. Yani geçmişten günümüze çalıştırılan modellerin gösterdikleri ile gözlemler birbirini tutuyor.
  • Araştırmacılar, bölgesel ölçekte sıcaklıkların AR4’ten daha iyi gösterildiğini belirtiyorlar.
  • Aşırı hava ve iklim olaylarının değerlendirilmesinde ileri düzeyde bir ilerleme söz konusu.
  • Kıtasal ölçekte yağış kalıplarının simülasyonunda bazı ilerlemeler söz konusu.
  • AR4’ten bu yana insan etkisi konusundaki kanıtlar arttı. 20. yüzyılın ortalarından bu yana gözlenen ısınmanın baskın nedeninin insan etkisi olduğu oldukça muhtemel görünüyor.

spm6

Uzun dönemli iklim modeli simülasyonları küresel yüzey sıcaklığında 1951- 2012 yılı arasında gözlenen eğilimlerle çok büyük oranda benzer sonuçlar ortaya koydu. Son yayınlanan IPCC raporu AR5’in iklim değişiminin bilimsel temellerini ortaya koyan raporu da bu nedenle oldukça güvenilir bir özellik taşıyor.

Okyanuslar ve Karbon Döngüsü

Önceki yazımızda atmosferde gerçekleşen değişikliklere ve raporun atmosferle ilgili öngörülerine odaklanmıştık. Şimdi de okyanuslara ve karbon döngülerine değinelim. Bu bölümde söyleyeceğimiz her şey için AR5’in kapsamlı özetine göz atabilirsiniz.

Okyanuslar:

Okyanus ısınması, iklim sisteminde depolanan enerji artışında baskın unsur olarak göze çarpıyor. Rapor, 1971-2010 yılları arasında biriken enerjinin yüzde 90’dan fazlasının okyanuslarda depolandığını vurguluyor. Bunun sonucunda, okyanusun en üstteki 75 metrelik kısmının bu dönemde her on yılda 0.11 °C ısındığı belirtiliyor.

Bu ısınmanın 21. yüzyılda da devam etmesi, ısının okyanusun derinliklerine nüfuz etmesi ve okyanus sirkülasyonlarını etkilemesi bekleniyor. Atlas Okyanusu’nda rüzgar etkisi altındaki sirkülasyon büyük ihtimalle zayıflayacak.

spm4b

Karbon döngüsü:

Atmosferdeki karbondioksit, metan ve azot oksit konsantrasyonları, son 800 bin yılda görülmemiş seviyelere ulaştı. Karbondioksit konsantrasyonu (öncelikle fosil yakıt emisyonları ve ardından toprak kullanımındaki değişikliklerin getirdiği emisyonlar sebebiyle) sanayileşme öncesi döneme kıyasla yüzde 40 artarken, okyanusların bu karbondioksitin yaklaşık yüzde 30’unu emmesi okyanus asitlenmesiyle sonuçlandı.

Fosil yakıt kullanımından ve çimento üretiminden gelen yıllık karbondioksit emisyonları 2002-2011 arasında yılda ortalama 8.3 gigaton olurken, 2011 yılında 9.5 gigatona ulaşarak 1990 seviyesinin yüzde 54 üstüne çıktı. Aynı dönemde insan kaynaklı toprak kullanımı değişimi sebebiyle ise yılda ortalama 0.9 gigaton karbon atmosfere bırakıldı.

Bu trendin devam etmesi, yukarıda değindiğimiz okyanusların asitlenmesi sorununa katkıda bulunacak. Nitekim okyanusların pH değeri, sanayi çağının başlangıcından bu yana 0.1 azaldı. Bu, hidrojen iyonu konsantrasyonunda yüzde 26’lık bir artışa denk geliyor.

spm7c

Peki olan bitenler böyleyken hükümetler ne yapıyor? Kısa yanıt: Hiç. Uzun yanıt ise aşağıda.

BM İklim Değişimi Çerçeve Sözleşmesi 19. Taraflar Konferansı, Varşova

“Filipinler’in dirençli insanları adına konuşuyorum”. Filipinler’in delegesi Yeb Sano 19.su Varşova’da gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler İklim Değişimi Çevre Sözleşmesi Taraflar Konferansı’nda konuşmasına böyle başladı. O konuşmasını yaparken Filipinler’de tayfunun vurduğu bölgelerden cesetler çıkarılıyordu.

İklim değişimin etkileri daha önceki yazılarımızda da ele aldığımız üzere gün geçtikçe sıklığını ve şiddetini artırmakta. Dolayısıyla bu zirvede iklim değişikliğini durdurmak için emisyon azaltımları kadar, ortaya çıkan kayıp ve zararları kimin ödeyeceğini belirlemek de büyük önem taşıyordu. Yani adaptasyon, teknoloji transferi, kapasite geliştirme; yani iklim adaleti.

Ancak katılımcı devletlerin derdi tayfunlar, iklim felaketleri, iklim adaleti değil, kısa yoldan bu zirveden de bir şey söylemeden nasıl çıkarız konusuydu elbette. Avustralya açıkça iklim değişimi fonu için beş kuruş para vermeyeceğini çünkü bunun “çevrecilik kılığına girmiş sosyalizm” olduğunu söyledi; Polonya da iklim zirvesi ile eş zamanlı olarak kömür zirvesine de ev sahipliği yaptı. Bu zirvenin tam adı “International Coal and Climate Summit” yani Uluslararası Kömür ve İklim Zirvesi. Zirvede liderler temiz kömür teknolojilerinden dem vurdu. Tam da ülkesinde iklim değişimi nedeniyle ölen insanlar için açlık grevinde olan bir delegenin yanı başında iklim katili kömür zirvesi yani. Ama dünyanın önde gelen 27 bilim insanı yayınladıkları ortak bildiri ile temiz, verimli ve düşük karbonlu kömür teknolojisi diye bir şeyin olmadığını belirtti.

Görüşmeler sırasında en oyunbozan ülke neyine güvendiğini anlayamadığımız Avustralya oldu. Çünkü ülke Güney yarım kürede ve topraklarının büyük kısmı çöl, kuraklık senaryolarında da kırmızının zirve yaptığı alanlardan. Aynı Avustralya geçen yıl Doha görüşmelerinde kurulmasına karar verilen kayıp ve zarar mekanizması (loss and damage mechanism – L&D) müzakerelerine de taş koydu. Bu mekanizma iklim değişikliğinden kaynaklanan kayıpların ve felaketlerden kaynaklanan zararların karşılanabilmesi için teknik ve finansal bir mekanizma kurulmasını öngörüyor.

Bu konudaki müzakerelerden bir sonuç çıkmayınca G77+Çin görüşmeleri terk etti. Onların ardından da ‘kirletenler konuşup duruyor’ diyen sivil toplum kuruluşları görüşmeleri terk etti.

Maalesef ne G77’nin ne de sivil toplum kuruluşlarının zirveyi terk etmesi sembolik anlamı dışında bir şey ifade etmiyor. Çünkü zaten sivil toplum kuruluşlarının görüşleri dikkate alınmıyor, adı geçen ülkelerin talepleri ise metinlerin son hali verilirken kesilip biçilip yok ediliyor.

Türkiye mi? Türkiye de pek ilgilenmiyor bu işlerle son zamanlarda. Ümit Şahin’in dikkatimizi çektiği bir husus, aslında durumu gayet güzel özetliyor: Kopenhag’daki meşhur 15. Taraflar Konferansı’na Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün katılımından sonra diplomatik katılım düzeyi Çevre ve Orman Bakanı (COP 16, Cancun), Kalkınma Bakanı (COP 17, Durban), Çevre ve Şehircilik Bakan yardımcısı (COP 18, Doha) ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı (COP 19, Varşova) şeklinde azalarak azalıyor. AKP hükümeti iklim değişimi sorununu, yok sayma ve görmezden gelme yöntemlerini kullanarak çözmeyi deniyor.

Bu elbette ‘bu iş bitti’, ‘artık hiçbir şeyi düzeltemeyiz’ demek değil. Uzun yıllardır bilim insanları 2°C diye seslerini duyurmaya çalışırken birbirine bakıp ‘bana ne bana ne önce o yapsın’ diyen hükümetlerden bir iş çıkmayacağını biliyorduk. Greenpeace aktivistleri Polonya ekonomi bakanlığında bir pankartla ‘Polonya’yı kömür şirketleri mi yönetiyor, halk mı’ diye sormuştu. Elimizdeki veriler sorunun cevabını vermenin hiç de zor olmadığını gösteriyor. Dünyayı ve iklim görüşmelerini kirli enerji lobileri tarafından desteklenen, arkası sıvazlanan kapitalist devletler yönetiyor. Tam da bu yüzden hiçbir iklim zirvesi sonunda çözülen sorunlardan, alınan kararlardan, güçlü anlaşmalardan değil; halkların eylemlerinden, terk edilen toplantılardan, hayal kırıklıklarından, kısacası halklar, bütün canlılar ve dünya için hiçbir anlamı olmayan sayfalarca döküman ve renkli basın toplantılarından bahsediyoruz.

O yüzden asıl çözümün renkli otellerin toplantı salonlarında, kravatlı adamların (evet, çok kadın da yok ortalıkta) kabarık dosyalarında ve yüzsüzlüklerinde değil de kendi ellerimizde olduğunu unutmamak da fayda var.

***

emel, Ege M. Diren, if

Not: Tüm şekiller IPCC raporundan alınmıştır. Şekiller Out for Beyond tarafından Türkçeleştirilmiştir.

Leave a Reply

Your email address will not be published.