İklim siyaseti en az iklim krizi kadar radikal olmalı – Simon Butler

Eğer iklim eylem hareketi, hedeflerinin kapitalist bir ekonomi içinde izin verilenler tarafından şekillendirilmesine göz yumarsa zaten çoktan kaybetmiş demektir.

Simon Butler Avustralya’nın Sydney kentinde Socialist Alliance üyesidir. Ian Angus’la beraber Too Many People: Population, Immigration, and the Environmental Crisis kitabını yazmıştır.

Not: Bu yazı 8 Aralık 2013’te Climate & Capitalism‘de Simon Butler imzasıyla yayınlanan Climate politics must be as radical as the climate crisis başlıklı makalenin çevirisidir.

İklimi değil, sistemi değiştir.

İklimi değil, sistemi değiştir.

İklim değişimini durdurmak için yürüteceğimiz bir kampanyayı savaş karşıtı bir kampanyayla aynı şekilde yürütebileceğimizi düşünmek yanlış. Bütün kanıtlar o aşamayı çoktan geçtiğimizi gösteriyor. Yani, mucizevi bir şekilde yarın Dünya üzerindeki tüm karbon kirlenmesi pat diye duruverseydi de, başımız hala belada olurdu.

O kadar çok seragazı Dünya atmosferine pompalandı ki, güvenli üst sınırın – yani 350.org iklim aktivizmi grubuna da ismini veren, milyon parçacıkta 350 adet CO2 sınırının – çok ötesine çıktık.

Bugünün 400 ppm’lik seviyesi, Kuzey Kutbu’ndaki deniz buzunda bir “ölüm sarmalı” tetiklemeye yeterli oldu. Buz tabakasının dörtte üçünden fazlası son 30 yılda eridi gitti.

Bilim insanları, bu buz tabakası kaybının (Kuzey Kutbu bölgesinin narin ekosistemini mahvetmenin yanı sıra) küresel ısınmaya vites atlatacak başka olayları tetikleyeceğini öngörüyorlar. Bunlardan en büyük ikisi, devasa Grönland buz katmanının erimesi ve deniz tabanında buz benzeri kristaller içinde donmuş olarak bulunan muazzam metan gazı deposunun serbest kalması.

Bu iki olayın da çoktan yolda olduğunu gösteren endişe verici kanıtlar var.

Tehlikeli ısınma çoktan burada

Geçtiğimiz sene Grönland buz tabakasının geçmiş rekorları alt üst edecek bir oranda eridiği görüldü. Birleşmiş Milletler’in iklim bilimiyle ilgili IPCC (Hükümetler Arası İklim Değişimi Paneli) raporunda 2011’e kadarki on yıl boyunca Grönland’daki buz erimesinin bir önceki on yıla kıyasla altı kat daha fazla olduğu söylendi.

Bilim insanlarınca yayınlanan Arctic News blogu, Kuzey Kutbu’ndaki metan emisyonlarının “tavan yaptığı”nı belirtti. İki hafta önce, araştırmacılar, her yıl Doğu Siberya kıyısındaki okyanus tabanından atmosfere 17 milyon ton metan yayıldığını duyurdular; bu, önceden tahmin edilenin iki katı. Metan gazı 20 yıllık bir süre içerisinde karbondioksitten 100 kat daha fazla ısınmaya sebep oluyor.

Bu metan darbesi olmasa da Dünya ısınmaya devam edecek. Princeton Üniversitesi’nden araştırmacılar 24 Kasım’da yayınladıkları bir çalışmada emisyonlar aniden dursa bile “Dünya atmosferinde hali hazırda bulunan karbondioksit gezegenimizi yüzlerce yıl ısıtmaya devam edecektir” dediler.

Tüm bunların üstüne deniz bilimciler, Ekim ayında, okyanuslarda iklim değişimi kaynaklı bir kitlesel yokoluş olayının yolda olabileceği uyarısında bulundular. Bu, büyük ölçüde, okyanusların ısınması ile suda çözünen karbondioksitin yol açtığı asitleşmenin birleşik etkisinden kaynaklanıyor. Okyanus son 300 milyon yıldır hiç şimdiki kadar asidik olmamıştı.

Dünya’nın sanayileşmeden beri sadece 0.8°C ısınmasıyla tüm bu etkiler yolda. Emisyonlar hızla düşmediği takdirde ısınma 4°C’ye ulaşacak – belki 2060 gibi yakın bir tarihte hem de. Yani, böyle-gelmiş-böyle-gider bir mantık bizi şimdikinden beş kat daha kötü bir küresel ısınma rotasına sokuyor.

İklim beklemez.

İklim beklemez.

Fosil yakıtlarla felekten bir gece

Tüm bu bulgulara rağmen dünyanın büyük kirletici şirketleri (ve onları finanse eden bankalar) fosil yakıtlarla felekten geceler çalmaya devam ediyorlar. Sırf geçen yıl şirketler yeni petrol, gaz ve kömür yatakları bulmak ve geliştirmek için 674 milyar dolar harcadılar.

Uluslararası Enerji Ajansı yeni fosil yakıt rezervleri çıkarmaya ve işlemeye ayrılacak küresel yatırımların 2012-2035 yılları arasında 22,87 trilyon dolar gibi sersemletici bir miktara ulaşacağını öngörüyor. Ve konvansiyonel fosil yakıt kaynakları azaldığı için, bu yatırımların artan miktarda bir kısmı daha da fazla kirleten ama konvansiyonel-olmayan kaynaklara aktarılacak: hidrolik kırılmayla (fracking) elde edilen gaz ve petrol, zift (tar sands) petrolü, kaya (shale) petrolü, ekstra ağır ham petrol, derin deniz sondajı ve yeni erişilebilir hale gelen Kuzey Kutbu deniz tabanı.

ABD’li enerji analisti Michael Klare Tomdispatch.com’da yakın zamanda yayınlanan bir makalesinde meseleyi dobra dobra ifade etti:

“Birçoğumuz ikinci karbon çağının, yani Petrol Çağı’nın, yakında Yenilenebilirler Çağı ile sonlanacağına inanıyoruz (ya da inanmak istiyoruz). … Tek bir karın ağrısı var yalnız: şu anda baş aşağı gittiğimiz yol hiç de böyle değil.

“Enerji endüstrisi yenilenebilir enerjiye hiçbir kayda değer yatırım yapmıyor. Bunun yerine, tarihsel karlarını yeni fosil yakıt projelerine yığıyor. … Sonuç tartışma götürmez: insanlığın yenilenebilir enerji kaynaklarının ağır basacağı bir döneme girdiği falan yok. Aksine, üçüncü bir karbon çağına öncülük ediyor, Konvansiyonel-olmayan Petrol ve Gaz Çağı’na.”

Yakın zamandaki bir makalesinde Amerikalı iklim bilimci James Hansen, büyük kirletici şirketler işlerine geleni yaptıklarında varacağımız korkutucu noktayı şöyle özetledi: “Eldeki en iyi bilimsel kanıtlara dayanarak, tüm fosil yakıtları yakmanın sadece buzsuz değil ayrıca insansız bir gezegene yol açacağını söylemek hiç de abartı olmaz.”

Dünya Halkları İklim Değişimi Konferansı, Bolivya.

Dünya Halkları İklim Değişimi Konferansı, Bolivya.

Üç çeşit inkar

Hali hazırda tehlikeli ve geri döndürülemez bir iklim değişiminin dünyasında yaşıyoruz. Emisyonları keskin bir biçimde kesip işlerin daha da kötüye gitmesini önlemeliyiz, ama aynı zamanda yoldaki değişimlere de uyum sağlamak üzere hazırlık yapmalıyız. Radikal toplumsal değişimler – eşit erişime, insani dayanışmaya ve sürdürülebilir üretime dayanan ekonomik ve siyasi sistemler – en önemli uyum tedbiri olacak.

Eğer daha sıcak bir dünyada hayatta kalmak istiyorsak, bunu ilüzyonlardan kurtularak yapmak zorundayız. Eğer ana akım söylemler bu kadar umarsız inkar, arsız bahaneler ve sinsi sessizliklerle dolu olmasa, iklim değişimi tehdidi çok daha az iç karartıcı olurdu.

İnsanlığın bu gezegende güvenli bir geleceğe sahip olması açısından, kar uğruna Dünya’nın canına okunma yarışı delilikten başka bir şey değil. Yine de bu durum, karlarına sımsıkı sarılan güçlü şirketler için ve bir bütün olarak kapitalist sistem açısından, gayet öngörülebilir bir şey. Gezegenimizin yaşam veren özelliklerinin düzenli yıkımı “görünmez el”in görülür sonucu.

Bolivya’da 2010 yılında düzenlenen Dünya Halkları İklim Değişimi Konferansı çoğu küresel güneyden gelen 20 binden fazla iklim kampanyacısını bir araya getirdi. Konferans “Halkların Sözleşmesi” bildirisiyle kapitalizmin “sınırsız ve yıkıcı kalkınma modeli”nin ve onun “sınırsızca kar arayışına dayanan üretim ve tüketim sistemi”nin iklim krizinin nihai suçlusu olduğu sonucuna vardı.

Halkların Sözleşmesi’nde ayrıca “kalkınmış denen ülkelerin şirketleri ve hükümetleri, bilim camiasının bir kesiminin yardakçılığıyla, bizleri iklim değişimini sadece sıcaklık artışıyla ilgili bir sorun olarak tartışmaya ve asıl sebebini, yani kapitalist sistemi sorgulamamaya yöneltti” deniyor.

İklim aciliyetine yanıt vermek üzere kitle hareketleri inşa ettikçe, bir yandan kirletici şirketlerce arka çıkılan iklim bilimi inkarcılığıyla karşı karşıya gelmemiz gerekecek. Bunun yanı sıra bilimi kabul eden ama krizin ekonomik ve toplumsal kökenlerini inkar edenlerle de karşı karşıya gelmemiz gerekecek.

ABD’li Marksist John Bellamy Foster ekolojik inkarın en az üç çeşidi olduğunu söylüyor. İlki, herhangi bir sorun olduğunu topyekün ve mutlak olarak inkar; karları tehdit altında olan “şirketlerin genel otomatik tepkisi”. Tütün şirketleri yüzünden iyice itibarsız kalmış bir inkar çeşidi bu. Bu inkarcılar, gözlerini tamamen kapatıp, iklim değişiminin gerçekleşmediğinde veya insanların bunda bir rolü olmadığında ısrar ederler.

İkincisi, “ilk çeşitten bir geri çekilme” türü. Sorunu tanır ama mevcut toplumsal sistemin asli bir mesele olduğunu kabul etmeye yanaşmaz. Bu tür inkar, semptomlarla sebepleri birbirine karıştıran çevreci çözümlere yol açar. Tipik olarak, nüfus miktarını, tüketim alışkanlıklarını veya teknolojik değişiklikleri yalıtarak en önemli iklim meselesi haline getirenler bu ikinci seviye ekolojik inkarda takılıp kalmışlardır.

Foster, üçüncü tür inkarın bir “hendek savunması” olduğunu ve “inkarlar içinde en tehlikelisi” olduğunu söylüyor. Bu inkar çevresel sorunlarımızın mevcut haliyle kapitalizmin başarısızlığı olduğunu teslim eder ama kapitalizmi yeşil ve sürdürülebilir kılmaya uğraşmamız gerektiğinde ısrar eder.

“Argüman farklı şekiller alabilir” diyor Foster, “ama genellikle kapitalizmin mümkün olan en verimli ekonomik sistem olduğu minvalinde bir imayla başlar … ve ekolojik sorunların yanıtının daha önce sistem tarafından dışsallaştırılan çevresel masraflarının içselleştirilmesi yoluyla daha da verimli hale getirilmesi olduğunu söyler.”

Bu inkar biçimi, iklim değişimiyle her tür baskı, eşitsizlik ve sömürü ilişkisini koruyarak mücadele edebileceğimizi söyler. Doğayı korumanın en iyi yolunun onun pazarlanabilir bir metaya dönüştürülmesi olduğunu söyleyen inkar çeşididir. Bu inkar çeşidine göre kapitalizm potansiyel kurtarıcıdır, her ne kadar şu anki yok edici olsa da.

İklim adaleti

İklim adaleti

Ekolojik devrim

Bu üç çeşit inkarı reddetmek, geniş kapsamlı bir ekolojik devrim stratejisini sahiplenmek demektir. Halkların Sözleşmesi’nde söylendiği şekliyle:

“Hem doğayla hem de insanlar arasında uyumu yeniden inşa eden yeni bir sistem kurmak zorunluluktur. Ve doğayla aramızda bir denge olabilmesi için, öncelikle insanlar arasında eşitlik olması gerekir.”

Bu bir devrim gelsin diye beklemekle aynı şey değil. Fosil yakıtları yer altında bırakmak için ve yeni, sürdürülebilir bir altyapının kurulması için kampanyalar yürütmek çok önemli. Mesele şu ki, eğer iklim eylem hareketi hedeflerinin kapitalist bir ekonomi içinde izin verilenler tarafından şekillendirilmesine göz yumarsa, zaten çoktan kaybetmiş demektir.

Eğer yapılması gerekenler konusunda taviz vermeyi reddederse, o zaman nihayetinde bütün sistemle karşı karşıya gelmek ve onu baştan kurmak durumunda kalacaktır.

Bu son derece zor ve meşakkatli bir yol. Yüz yüze geldiğimiz tehlikeyi inkar edemeyiz. Ama bunun yanında insanlığın hayatta kalması ve gelecekte serpilmesi için gereken devrimci değişimleri de inkar etmemeliyiz. İklim aciliyetine yanıt verirken, politikamızın da en az gerçekliğimiz kadar radikal olması gerek.

planetBEge M. Diren

 

Leave a Reply

Your email address will not be published.