ETİK SÜRTÜK, ALIŞTIRMA #11: On dakika boyunca duraklamaksızın yazmayı dene – şu sorularla ilgili aklına her ne geliyorsa yaz: Büyüdüğün ailede çatışmayla nasıl baş edilirdi? İnsanlar neler yapardı, ve ne gibi inançlar temelinde hareket ederlerdi? Gerilimle baş etmek için alkol kullanan var mıydı? Ailende kim çatışkı yaratmaya daha yatkındı, kim suç üstlenmek pahasına çatışmadan kaçınırdı? Kızgın insanları yatıştırmak kimin işiydi, anlaşmazlıkları hasır altı etmek kimin işiydi? Çatışmayı tartışmaya açmak kimin işiydi? Senin işin neydi? Çatışmayı yönetme tarzını nasıl tasvir edersin?
Çatışma büyürken hiç karşılaşmadığım bir şeydi. Bir kez olsun annemle babamın kavga ettiğini, birbirine bağırdıklarını görmedim. Hatta 50’li yaşların ortalarına kadar gerçekten de bağırmadıklarını düşünüyorum. Yaşlandıkça asabileştiler, ama öncesiyle ilgili benim izlenimim, meselelerin konuşarak çözüldüğüydü.
Bunu hem çocukluk ve ergenliğimde, hem de genç yetişkinlik dönemimde gözlemledim. Hatta, aileyi bütün olarak ilgilendiren kararlarda, bir noktada beni de tartışmaya dahil ederlerdi. Elbette 10 yaşında çocuğu sohbete sıfırdan dahil edecek halleri yoktu, öncesinde biraz konuşup konuyu şekle şemale soktuktan sonra benim de dahil olduğum bir son tur yapılırdı oturma odasında.
Şiddet içeren çatışma yaşanmıyordu, şiddetsiz çatışmalar ise genellikle önceden kurulmuş konsensuslarla çözülüyordu. Örneğin, babam hep uzun süreler çalıştığı ve iş gezilerine falan gittiği için, benimle ilgili kararlarda son söz annemindi. Sorunu annem tanımlar ve bağlamına oturtur, tartışmanın ardından da kararın nasıl uygulanacağına annem karar verirdi. İş hayatı (ki bu şehirler arası taşınma öyküleri kadar belirleyici olabilir) konusunda da babam benzer bir rol oynuyordu. Babam durumu özetler, seçenekleri tarif eder, sonra tartışmanın ardından ne yapılacağına büyük ölçüde o karar verirdi. Bu rol paylaşımının bir çatışmadan kaçınma yöntemi olduğunu sanıyorum.
Çekirdek aile dışındaki meselelerde ise arabuluculuk rolü pek sabit değildi. Birimiz geniş ailenin diğer bir bireyiyle sorun yaşadığımızda, diğerleri arabuluculuk yapardı. Sanırım bunun da altındaki mesaj, birlik mesajıydı. Yani mesela annem dedemle kavga etmiş olsun. (Hiç yaşanmamış bir şeyi örnek veriyorum.) Babamın arabuluculuk yapıp annemle konuşmasındaki alt metin, “Asıl olan biz üçümüzüz. Ben senin yanındayım ve yanında olmaya devam edeceğim. Haydi bu sorunu bir şekilde tatlıya bağlayalım. Bunu yapmama sen de yardımcı ol.” gibi bir şeydi.
Öte yandan, babamın görece asabi bir insan olması sebebiyle bu görev sıklıkla anneme düşüyordu. Biraz daha derin düşünürsem, babamın anneme kıyasla daha fazla asabi olma hakkı olduğunu, bunun da cinsiyet rolleriyle alakalı olduğunu söyleyebilirim. Ama şimdilik alıştırmanın bağlamından çıkmayayım.
Benim bu çatışmalar sırasındaki görevim genellikle soytarılık etmekten ibaretti. Böyle ciddi meselelerle uğraşmak hiç elimden gelmediği için, espriler yapmak, konuyu değiştirmek, veya hatta direkt konuyu sulandıracak bir bakış açısıyla yaklaşmak gibi abuk subuk yöntemlerle ortamı yumuşatırdım. (Tabii bunu çatışma ortamının içinde değil, çatışmanın muhatapları fiziksel olarak birbirlerinden ayrı olduklarında yapardım.)
Sanırım bugün bile, kendi çatışmalarıma aynı sulu yöntemle yaklaşıyorum. Kendi hislerimi, ortamdaki gerginliği ve çatışmanın olası sonuçlarını küçümseyip dalga geçiyorum.
Bundan, çatışmayı görmezden geldiğim veya hasır altı etmeye çalıştığım anlamı çıkmasın. Sadece, büyütülecek bir şey olmadığını, sonuçta epi topu bir galaksideki bir güneş sisteminin bir gezegeninde tarihin kısa bir anında yaşayan bir tek kişinin hayatındaki bir sorun olduğunu düşünüyorum. Pratik bir yaklaşım esasında, çünkü gözümde büyütmediğimde sorunları çözmek kolaylaşıyor.