Tag Archives: özgür seks

Blog okuması: Özgür seks efsanesi

Özgürlük çetrefilli konu. Hele ki cinsellik bağlamında…

Ama işte tutup kişisel cinsel deneyimimle ilgili blog yazmaya başlayınca, lafın dönüp dolaşıp geleceği yer tabii ki seks, cinsellik ve özgürlük konuları oluyor.sexual freedom

Seks ve cinsellik açısından özgürlük meselesi, her birimizin her gün yaşadığı üzere, sadece devlet baskısından kurtulmak anlamına gelmiyor. Ailemizden komşu teyzeye, otobüs şoföründen kahvede boş boş oturan adamlara kadar (hatta ders kitaplarına, filmlere kadar) hayatın her anında cinsellik daracık kutulara sıkıştırılıyor. Bu anlamda, mesela

  • “toplumsal cinsiyet baskısından, yani “kadının yapması gerekenler”, “erkeğin yapması gerekenler” gibi rollerden özgürleşmiş,
  • cinselliği anormal bir şey gibi gören (giderek, aynı evi “kızlı-erkekli” paylaşan insanları fuhuşla zinayla falan suçlayan) muhafazakar zihniyetten özgürleşmiş,
  • cinsel deneyimi sadece çoğalma merkezli gören (aslında muhtemelen Musa’nın başlattığı ama bugün Katolik Kilisesi’yle özdeşleşen ve İslam’ın da benimsediği) aile odaklı, dini hukuki cinsellik algısından özgürleşmiş,
  • kadınla erkeği sadece cinsellik için var olduğuna inanan, böylece bir kadınla bir erkeğin yaşayabilecekleri tüm duygusal, tensel vb. paylaşımların ancak ve sadece seks için olabileceğini düşünen, cinselliğin bastırıldığı ve tabulaştırıldığı bir bakış açısından özgürleşmiş, ve öte yandan
  • cinselliğin sadece kadınla erkeği ilgilendiren bir husus olduğunu sanan cinsiyetçi ve heteronormatif zihniyetten özgürleşmiş

bir cinsellik istiyoruz sanırım.” (Özgür seks ne kadar özgür?)

Bu örneklerin her birinde kendisinden özgürleşilecek şey de devlet veya kültür düzeyinde kurumsallaşmış bir toplumsal yapı oluyor. Bununla ilişkili olarak: Özgür seks yerine seksin özgürleşmesi lafını kullanıyorum dikkat edersen. Özgürlükten sadece “istediği gibi yaşama”yı anlamıyorum. Oradaki “istediği gibi” lafının altında yatan sosyal kabulleri de özgürlük açısından sorgulamak gerekiyor bence. Bu konuda uzun uzun ahkam kesmeyeceğim burada (keza şurada hazır kesilmişi var). Konuya dönelim.how sex looks like

Bu bloga başlamanın (hem düzenli yazma eyleminin, hem de arkadaşlarımla burada yazdıklarımdan hareketle yaptığım sohbetlerin) benim için özgürleştirici bir etkisi oldu.

Bu başarı blogun veya benim değil, toplumundur: Özgürleşilecek o kadar çok şey var ki, azıcık kafa yoran herkes bir ton ilginç şeye rastlayacaktır kendi cinsel hayatında.

Flört edeceğim diye şekilden şekile girmekten sünnete, yeni bir insanla tanışmaya çabalarken yaşadığım utançtan penetrasyonla ilgili dertlerime, partnerimin yaşadığımız cinsellikten zevk alıp almadığıyla ilgili kaygılarımdan daha geçen gün onu hayal ederek mastürbasyon yaptsensual danceığım bir arkadaşımla dedikodu yaparken yaşadığım gerginliğe kadar günün ve hayatın her anında cinselliği baskılayan unsurlarla çevriliyiz.

Ama madem ki bu blogun benim kişisel deneyimlerime dayandığını iddia ediyorum, o zaman burada tutup kadın cinayetlerinden, tacizden falan bahsetme ukalalığını etmeyeyim. Onun yerine, bu bloga yazarken keşfettiğim bazı özgürleşme noktaları hakkında ukalalık edeyim.

  • Neyin seks olup neyin seks olmadığı konusunda genellikle çok katı sınırlar çiziliyor. Mesela bekaret ve ilk sevişme konusunda hizayı vajinal penetrasyondan çiziyoruz ve olay bitiyor. Ama bence cinsel deneyimler sanıldığından daha geçişli. Örneğin dans etmek veya birlikte uyumak gibi son derece erotik eylemler bazen hiç de seks sayılmıyor. (Seks değilse bile seksi bir şey olduğuna eminim oysa ben.)
  • Yine de, seks sayılmayan bu şeyler bazen aldatma sayılabiliyor. (Bazen de sayılmayabiliyor.) Birçoğumuz şu ya da bu ölçüde açık ilişkiler yaşıyoruz, hatta çok-aşklı deneyimlerimiz oluyor, ama sırf o kalın çizgiler bu ayrıntıları göremediği için tüm o deneyimler de yokmuş gibi davranıyoruz.

Belki de yukarıda saydığım toplumsal yapılardan özgürleşme mücadelesi, bu yapıların kendi ahlak kalıplarımıza nasıl yansıdığını görerek onlardan özgürleşme çabasıyla el ele ilerlemeli. Bu da tabii yeni bir ahlak seti hakkında kafa yormak demek olacak. Yani kısacası diyorum ki, bence daha çok konuşmalıyız seks ve cinsellik hakkında.

really-sex

Blog okuması: Porno ne işe yarar?

New Internationalist dergisinde Hazel Healy’nin yazdığı “Is there a feminist spring?” başlıklı makalede şöyle bir tümce geçiyor:

” ‘Boys as young as 11 are watching porn and learning that sex is something you “do to” a girl,’ explains Sophie Bennett, who runs UK Feminista’s schools programme.” (Temmuz/Ağustos 2014, 474. sayı, sayfa 15)

Yani diyor ki:

” ‘Daha 11 yaşındaki çocuklar porno izliyorlar ve seksin “kızlara yapılacak” bir şey olduğunu öğreniyorlar.’ diye açıklıyor UK Feminista’nın okul programını yürüten Sophie Bennett.”

Porno endüstrisinin cinsiyet rollerini iyicene kuvvetlendirerek yeniden ürettiğini görmek için ne dahi olmaya ne de pek bir eleştirelliğe gerek var.watchin it

Porno endüstrisine cinselliği metalaştırdığı için* ve/veya topluma cinsiyetçilik aşıladığı için karşı çıkabiliriz. Ama karşı çıktığımız şeyin tam olarak ne olduğunu netleştirmemiz lazım. Ben, açık cinsellik içeren eserlere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

Kadınların cinselliği hakkında çok kısıtlı gerçek bilgimiz var zira:

Benim şimdiye kadarki deneyimim, hiçbir kadının ben sormadan bana ne yapacağımı söylememiş olması. Konuyu, tabii ki gayet tedirgin bir biçimde, hep ben açıyorum. Açtıktan sonra da genellikle partnerimin ağzından cımbızla laf alıyormuş gibi hissediyorum. …

Tüm cinsellik bilgisini abuk subuk porno filmlerden edinmiş olan bunca erkek, eğer kimse onları uyarmazsa uzunca bir süre kendilerini kandırarak (ve partnerlerini mutsuz ederek) yaşayacak.” (“Friends with Benefits” ve Hollywood’un seksten anladığı)

Şimdi pornografinin birçok versiyonu olduğunu, az da olsa bazılarının cinsiyetçi rollere belli ölçüde eleştirel yaklaştığını akılda tutarak, porno ihtiyacına bir de bu gözle bakalım. Bunun bir kısmı, bugün cinselliğin topyekun baskılanmış olmasından doğan bir ihtiyaç:

“Cinselliğe o kadar seyrek maruz kalıyoruz ki… Hiç tiyatro izlemeyen aktör gibi hissediyorum kendimi, pornodan uzun süre uzak kaldığımda. Bir adım geri atıp, “Yahu nasıl görünüyor acaba?” diye düşünerek kendimi ve başkalarını izlemek seksten aldığım keyfi arttırıyor.

Belki hayatın içinde cinsellikten bu kadar uzak olmasak, başka insanların cinselliğinden bir şeyler öğrenmek için odamın kapısını kapatmama, kulaklığımı takmama, internet tarayıcısında gizlilik modunu açmama falan gerek kalmazdı.” (Evet, porno izliyorum: Amatör çekimler)

Bir başka kısmı, cinselliğin kiminle yapılıp kiminle yapılmayacağına dair normların hepimize aynı ölçüde hitap etmemesi:

“Etrafımdaki insanlar içinde, yaşıtım kadınlar içinde etkilendiklerimin oranı çok düşük, oysa örneğin benden yaşça gayet de büyük olan kadınlar içinde etkilendiklerimin oranı bayağı yüksek. …dove ad

… Buna rağmen, yani paylaşabileceğimiz şeyler olduğuna dair somut bir veri olmasına rağmen, benim bu kadınlara yaklaşmam garip karşılanıyor.

Gerçek dünyada, farklı yaş gruplarından insanların cinsellik yaşama oranı çok çok düşük. Pornografik yayın yapan sitelerde, farklı yaş gruplarından insanların seviştiği videoların diğer videolar içinde oranı düşük, ama çok da düşük değil. Öte yandan, kendisinin dahil olmadığı yaş grubundan insanların pornosunu izleyenlerin oranı görece yüksek.

Üstelik bu izleyici davranışı çift yönlü çalışıyor: Yaşlılar gençleri izliyor, hadi onu anladık diyelim, ama gençler de yaşlıları izliyorlar gayet.

Demem o ki, yahu madem bu videoları izliyoruz, madem böyle şeyleri düşünüyoruz, neden bu konunun gerçek dünyada karşılığı yok?

Belki de, yalnız kaldığımızda ve tüm seçeneklerle serbestçe karşılaştığımızda yaptığımız tercihler (yani, bu yazı bağlamında, tercih ettiğimiz porno türleri) bize arzularımızla ilgili sosyal hayatta görmediğimiz ve göremeyeceğimiz şeyler anlatabilir.

Belki de, porno izleme alışkanlıklarımız üzerine düşünmek, kendi cinselliğimizi keşfetmemiz için, kendi cinselliğimizle barışmamız (ya da tersine, mücadele etmemiz) için bir fırsat sunabilir.” (Evet, porno izliyorum: Farklı yaş grupları)

Bir kısmı ise, belki cinsellik üzerindeki baskılar kalksa bile medeni cesareti olmayanlarımızın yine de duyacağı bir ihtiyaç:

“Asıl ilgimi çeken, gerçekten kamusal alanda ve gerçekten “halk” tarafından görülme ihtimali olacak şekilde sevişenler. …

Etrafımdaki insanlarla cinsellik konusunda açık olsak bile, porno bana kendimin ve/veya partnerimin medeni cesareti(miz) olmadığı için gerçekleştiremediğim bir cinsel deneyim ve hayal gücü sağlıyor. Yani, dünyanın en özgürlükçü arkadaş çevresine bile sahip olsam, pornoya olan ihtiyacım ortadan kalkmayacak – ya da en azından “kamusal alan” kategorisine.” (Evet, porno izliyorum: Kamusal alan)

Üstelik pornonun dönüp kendime bakmamı sağlayan bir yanı da var:

“[Amatör çekimlerde] kendimi görüyorum. Bunu hem iyi hem kötü anlamıyla söylüyorum. İyi anlamıyla, çünkü bazen “işi gücü” bırakıp “aktör”ün beceriksizliğini izlemek yalnız olmadığımı hissettiriyor. Kötü anlamıyla, çünkü ticari olmayan bir ortamda dahi kadının rolüyle ilgili kodların nasıl yeniden üretildiğini görüyorum – üstelik bunlar çoğunlukla benim de tekrar ettiğim kodlar oluyor.” (Evet, porno izliyorum: Amatör çekimler)neverseenanythinglikethis

Dahası, pornoyu tersten izlemek, yani orada gördüklerimin gerçeği ne kadar yansıttığını sorgulamak da mümkün. Çünkü,

“geleneksel porno sektörü, bir erkeğe, sadece kadınların ne istediğiyle ilgili yanlış bilgi vermiyor. Aynı zamanda, nelerin erkeğin hoşuna gideceğiyle ilgili de gizli varsayımlar yapıyor.

Penetrasyonun daha hızlı ve daha sert olması gerekmediğini … fark etmek için dahi olmaya falan gerek yok. …

Ama nihayetinde, erkek egemen bir toplumda olduğumuzu, bu fast and furious tarzın erkeğin fiziksel hazzını arttırdığını ve dolayısıyla – kadınların orgazmı diye bir derdimiz olmadığına göre – kendi keyfimize bakmamızın öğütlendiğini sanmıştım. Oysa erkeğin en çok keyif aldığı yöntemin bu olduğu da hiç bariz değil. Mesela sevişmenin sonuna doğru bilinçli olarak yavaşlamak hiç aklıma gelmemişti yakın zamana kadar. Bir süredir bunu deniyorum ve şaşırtıcı derecede zevk alıyorum.” (Daha hızlı ! Evet ! Daha hızlı !)

Ayrıca mesela, porno filmlerinin tam aksine,

“Bence kadın cinsel organının “tıraşlı” olması hiç de iyi bir şey değil.

Bir kere, genellikle, sevişmeden hemen önce değil biraz zaman önce tıraş olunduğu için, yeni çıkmaya başlayan kıllar batıyor (oysa biraz uzun olsalar hiç batmayacaklar). Dahası, atlanmış tek bir kıl veya kesilmiş ama deriye yapışıp kalmış bir küçük parça, ayakkabı içine kaçan küçücük bir taş parçası gibi sinir bozucu olabiliyor. (Oysa plajda yalınayak yürümek dert değil mesela.)” (Cunnilingus’ta dikkat edilecek hususlar)

Pornonun erkekleri (ve kadınları) yanlış yönlendirmesinin dahi faydalı olabileceğini sanıyorum. Hepimiz zaten sürekli tüm toplum tarafından gizli veya açık kodlarla kadın-erkek rolleri ve seks konusunda yanlış yönlendiriliyoruz; porno eserleri bu yanlışları somut olarak göstermek için iyi bir araç olabiliyor. Yani toplumun kılcal damarlarında akan cinsiyetçiliği göz önüne çıkarıyor olması başlı başına faydalı olabilir. (Öte yandan, porno eserlerdeki birçok abartılı sahnenin izleyicide “Bu ne be?” tepkisi oluşturabileceğine de inanmak istiyorum.)

Safinaz'ın Temel Reis'e "Erkekim benim." diye  sarılmasını hatırlıyor musun?

İşte bir “Bu ne be?” anı.

Örneğin bu yazının en başındaki alıntıdaki gibi, seksin kızlara yapılan bir şey olması bilgisi, porno olsa da olmasa da benim hayatımdaki temel varsayımlardan biriydi. Üstelik etrafımdaki kadınlar da bunu büyük ölçüde böyle görüyorlardı:

“… büyüdüm, büyüdükçe de azıcık akıllanır gibi oldum. Kadın “gideri olan/olmayan”, yani “götürülecek” bir şey olmaktan çıktı. Lisenin sonlarına doğru ve üniversitenin ilk yıllarında artık kadınları bu anlamda cinsel obje olarak görmüyordum.

Ama yine de cinsellik açısından obje olarak görüyordum kadınları ! …

Cinsellik hâlâ erkeğin talep ettiği bir şeydi. Kadın bu talebi değerlendiren ve kabul veya reddeden kişiydi. Bir bakıma, sanki kadınlar normal şartlar altında sevişmek istemezler, gibime geliyordu. …

Dolayısıyla seks, erkeğin talep ettiği, kadının arz ettiği bir hizmetti.” (Gideri olan kızlar özelden yazsın.)

Cinsiyetçi pornografik eserlerin bu toplumsal algıyı deşifre etmemize yardımcı olabileceğini sanıyorum.

Öte yandan, madem öyle, kendi cinselliğimle ilgili de video ve fotoğraf çekmeye olumlu yaklaşmam lazım değil mi? Bir bakıma evet, ama her şeyden önce şu var:

“… bugün bir kadının seks videosunu çekmek aynı zamanda ciddi bir şantaj aracı olabiliyor. Dolayısıyla, böyle bir şeyi hiçbir partnerime asla önermek istemem. Hadi diyelim bana güvendiler (bence kimseye bu kadar çok güvenmesin kadınlar), ya bir şekilde bizim elimizden çıkıverirse video?” (Evet, porno izliyorum: Peki orada olmak ister miydim?)

Bu sorunu ortadan kaldıracak ama başka bir soruna işaret edecek şekilde, şöyle bir yorum yapmıştı biri:

“Bi keresinde ben (kadın tarafı) bi sevişmeyi kaydetmiştim. Tripod üstünde bir kameraya karşı sevişirken insan kaydedilmekte olduğu hissinden kurtulamıyor, iş “performans”a dönüşüyor ister istemez. Sonra çektiğimiz şeyi hiç bilgisayara aktarmadan, kameradan izleyip silmiştik. Hepsini izlemeye dayanamamıştım, hiç uyarıcı filan gelmediği gibi rahatsız edici gelmişti bir de.” (Evet, porno izliyorum: Peki orada olmak ister miydim? – “eyyorcu” isimli okuyucunun yorumu)

Toparlarsak:

1. Porno endüstrisinin ezici bir çoğunluğu cinsiyetçi normları güçlendirerek yeniden üretiyor.

2. Pornografik eserlere, hem cinsellik bugün yaşamımızın doğal bir parçası olamadığı için, hem de hayal gücümüzü geliştirebileceği için ihtiyacımız var.

3. Pornografik eserlerin cinsiyetçi normları vurgulaması, ayrıca bu normların deşifre edilmesine ve sorgulanmasına önayak olabilir. (Böyle çalışmalar feminist literatürde bolca mevcut.)

4. Öte yandan, tüm pornografik eserlerin belli bir ölçüde “performans” olduğunu akılda tutmamız gerekiyor. Bu sırf sik boyuna ve kaslarına göre seçilmiş aktörlerle stüdyoda çekilmiş videolar için değil, orada bir kameranın olduğunu bilen amatörler için de geçerli. Tüm pornografiyi bu gözle izlememiz lazım: Hem insanların nasıl göründüğünü, hem de nasıl görünmeye çalıştıklarını göz önünde bulundurarak.

Pornografiyle haşır neşir olmak (ve aynı zamanda aramıza bir mesafe koymak) cinsellik hakkında algımızı genişletebilir. Özellikle de bu haşır neşir olma halini açıktan açığa yaparsak…

first time

***

* Mesela HES karşıtı mücadele de suyun metalaştırılmasına karşı çıkıyor.

Gideri olan kızlar özelden yazsın.

Gideri olmak diye bir şey var biliyorsun. Hatta bence direkt şu resimle başlayalım. Sen olsan aşağıdaki kadınlardan hangisine sarkarsın?

PrintTabii ki sağdakine, değil mi? Beden diliyle bizi sekse davet ediyor resmen. Hatta, böyle oturduğuna göre, elde etmek kolay olacaktır muhtemelen.

Neredeyse bütün ilk ergenliğim boyunca kızlara böyle baktığımı kabul etmeliyim. Ve, ironiye bak, bu sürede hiç cinsel ilişki yaşamadım sayılır – ilk deneyimim lise son sınıftayken oldu.

Sonra tabii büyüdüm, büyüdükçe de azıcık akıllanır gibi oldum. Kadın “gideri olan/olmayan”, yani “götürülecek” bir şey olmaktan çıktı. Lisenin sonlarına doğru ve üniversitenin ilk yıllarında artık kadınları bu anlamda cinsel obje olarak görmüyordum.

Ama yine de cinsellik açısından obje olarak görüyordum kadınları ! Burada obje sözcüğünü “şeyleştirme” anlamında değil, subje/obje bağlamında, yani özne değil nesne olmak anlamında kullanıyorum. Bundan ne kast ettiğimi açıklamaya çalışayım.

Cinsellik hâlâ erkeğin talep ettiği bir şeydi. Kadın bu talebi değerlendiren ve kabul veya reddeden kişiydi. Bir bakıma, sanki kadınlar normal şartlar altında sevişmek istemezler, gibime geliyordu. Bunu gerçek dünyadaki gözlemlerim de destekliyordu tabii:

  • Erkeklerin sevişmekten anladıkları şeyin ne olduğunu gördükçe, “Lan ben olsam ben de istemem, o ne öyle be?!” diyordum kendi kendime. (Bunu hala diyorum aslında.)
  • Etrafımda hiç sevişmeyi talep eden kadın yoktu. Yani şey, benden talep etmesi anlamında demiyorum, ne yapsın beni zaten; birine “sarkıntılık eden”, bir erkeği “götür”meye çalışan bir kadın yoktu. Bunlar gayet erkeklerin görevi gibiydi.

Dolayısıyla seks, erkeğin talep ettiği, kadının arz ettiği bir hizmetti. Bunu çok uzun süre böyle gördüm ben. Böyle gördüm derken; bu, içinde yaşadığım gerçekliğe uygun bir varsayımdı ve bu yüzden sorgulanmasına gerek yoktu.

Kendini kıt kaynakların sınırsız ihtiyaçların varlığında yönetilmesi olarak tanımlayan klasik ekonomi imdadımıza yetişti tabii ki.  Benim gibi – sözcüğün her iki anlamında da – koca burunlu biriysen böyle rekabetçi bir piyasada kendine yer bulman hiç kolay değil.

Nitekim bu algıyı kırmamı sağlayan feminist yazının cinsel hayatımın sağlıklı gelişmesine çok katkısı oldu. “Hala koca burunluyum ama artık dert etmiyorum” de diyebiliriz.

Tabii bu özgürleşme başlı başına bir sorun. Çünkü, yukarıdaki çizime dönersek, muhtemelen sağdaki kadının soldakine kıyasla cinselliğiyle daha barışık olduğunu söyleyebiliriz sanıyorum. Böylece başladığımız yere geri dönmüş oluyoruz gibi sanki. Daha doğrusu, bir spiral çiziyoruz. Bundan on küsur yıl önce gideri var diye sarkacağım o kadına bugün olsa yine yazarım, ama daha sağlıklı bir iletişim kurabileceğimi düşündüğüm için.

hit on girls

Benimle uyur musun?

İngilizce’deki “to sleep with someone” lafının Türkçe karşılığı “biriyle yatmak”. Birebir çevirsek “biriyle uyumak” olması lazım ama teklif tam da yatmak ama uyumamak olduğu için çeviride itiraz edilecek bir şey yok.

Ama ne İngilizce’de ne de Türkçe’de gerçekten de biriyle birlikte uyumak için geniş kabul gören bir deyiş olmaması konuşmaya değer. Nasıl ki “erkek arkadaş” lafı illa ki romantik bir şeyler çağrıştırıyorsa ve “cinsiyeti erkek olan bir arkadaş” gibi tuhaflıklarla uğraşıyorsak, benzer şekilde, uyumak da illa seksle denkleşecek şekilde kullanılıyor.

Dikkat edersen, uyumak, seksi içerecek değil, seksle denkleşecek şekilde kullanılıyor.Print

Bu denkliğin kendisine de karşı çıkılabilir, ama benim bu yazıda yapmak istediğim, denklenen şeyin ne olduğunu konuşmak. Çünkü (benim durumumda, en iyi ihtimalle) bir saat süren bir etkinliğe kıyasla; birlikte uykuya dalmak, sarılarak uyumak, ten kokularımız birbirine karışmış bir şekilde uyanmak, öpülerek uyandırılmak (ya da öperek uyandırmak) vb. ile geceden sabaha uzanan tüm süreçten aldığım cinsel haz çok daha fazla.

Söylemek istediğim şey “Ay orgazm da neymiş, önemli olan duygusal paylaşımlar.” gibi romantik klişeler değil. Bak şimdi bir kenara “sevişme”yi, bir kenara da “birlikte uyuma”yı koyalım.

  • Her şeyden önce, bunların birbirini dışlamasına gerek yok. Sevişip birlikte uyunabileceği gibi, birlikte uyuyup sabah sevişerek uyanılabilir. Bu “bir kenara onu, bir kenara öbürünü koyma” ile varmak istediğim yer şu:
    • Biriyle sevişip evlerimize dağılmamız yerine, o kişiyle cinselliği çağrıştıran hiçbir şey yapmadan birlikte uyumayı açık ara tercih ederim. Evet seksin kendisi önemli, ama özellikle seksten hemen sonra hissettiklerim tüm deneyimi anlamlandırmam açısından kilit rol oynuyor.
      Sevişmenin ardından tüm bedenim rahatlamışken ve gevşemişken gelen yalnızlık hissi, biriyle (istememe rağmen) sevişememiş ama yine de birlikte uyumuş olmaktan çok daha zor. Dahası, o yalnızlık hissiyle seksi baştan düşünmeye başlıyorum ve daha az önce aldığım haz da ortadan kalkıyor.
    • Üstelik boşalmak benim kendi başıma tuvalette beş-on dakikada yapabildiğim bir şey.

      one-night-stand

      “One night stand” kostümü

Bu uyarıdan sonra, hadi şimdi ikisi birbirinden ayrıkmış gibi yapalım.

  • Ne kadar enteresan pozisyonlar falan denersek deneyelim, hardcore sevişme sırasında olan biten şeylerin ciddi bir kısmı partnerimden bağımsız oluyor. Yani, partnerimin kim olduğu, birçok açıdan o kadar da önemli olmuyor.
    Çünkü aslında o ana anlamı veren, anın ardından gelenler oluyor. Böylece sevişmenin güzel geçip geçmediği, sevişmenin kendisinden daha çok sevişmenin sonrasına bağlı oluyor.
    Bu süreç  devam ettikçe, partnerimin kokusu ve teniyle hem bilinç düzeyinde hem de bilinçsiz olarak (uykudaki dokunuşlar vb.) etkileşim içinde oldukça, saatler önceki seksin de anlamı gelişiyor ve derinleşiyor. İşte ancak bu aşamada partnerim kimliğini kazanıyor ve gerçekten onunla sevişmiş olduğumu hissedebiliyorum.
  • Ayrıca, eğer bu post-sevişme süreci telaşa gelirse, sanki tüm seks telaşa gelmiş gibi hissediyorum.
    Sevişme benim için yatağa girmeden çok çok önce başlıyor. (üstelik yalnız olsam bile) Aynı şekilde, apar topar bittiği zaman da kafam karışıyor.
    Bir anda başlayıp bir anda biten bir sevişme yerine, yavaş yavaş yoğunlaşan ama soyunma noktasına bile gelmeden yine aynı şekilde yavaş yavaş durulan bir deneyimi tercih ederim.*

Böylece, özgür seksle ilgili şu yazının sonundaki soruların hepsine bir miktar yanıt vermiş oldum kendi açımdan. Bitirmeden, bir konuya tekrar dikkatini çekmek istiyorum: Burada

“Önemli olan Cuma gecesini kimle geçirmek istediğin değil, tüm Cumartesi gününü kimle geçirmek istediğin”.

gibi “romantizm vs. seks” gibi bir ayrım yapmıyorum. Tam tersine, doğrudan seksten aldığım zevk ve anlam açısından kıyaslıyorum biriyle yatmak ve biriyle birlikte uyumayı.

waking up next to you

***

* Tabii uzun bir ilişkiden bahsediyorsak bu son dediğim pek anlamlı değil. Uzun süreli bir ilişkide cinsellik zaten tüm ilişkiye yayılmış oluyor ve, ister asansörde sevişelim ister çalıların arasında, o deneyimi anlamlandırmak için ihtiyacım olan süreç hayat içerisinde devam ediyor. Burada, ilk kez tanıştığım veya cinsel olarak yakınlaşmaya yeni başladığım durumları kast ediyorum.

Özgür seks ne kadar özgür?

Özgür seks nedir?

Daha doğrusu, herhangi bir şeyin başına özgür sözcüğünü eklemek ne anlama gelir?sexual freedom

Özgürlük sözcüğüne (bu bağlamda, en az) üç ayrı anlam yükleniyor.

Bunlardan biri doğrudan politikayla ilgili: Devletin kişilerin davranışlarını engellememesi anlamında “cinsellik özgürlüğü” ya da “cinsel özgürlükler” var. Ben bundan değil, daha felsefi iki anlamından bahsetmek istiyorum.

Bu iki felsefi anlamın ilkine liberal, ikincisine toplumcu (sosyalist) diyeceğim. Bu terimler bu bağlamda genel kabul görmüyor olabilir, ama bu yazı bağlamında şimdilik böyle kabul edelim.

LİBERAL ANLAMDA ÖZGÜR SEKS

Özgürlüğe yüklenen liberal anlam, her türlü ön yargıdan, kavramsal ve düşünsel sınırlamadan bağımsız olmayı kast ediyor. Buna göre, herkes içinden geldiği gibi cinsellik yaşayabilir ve diğerlerinin bunu eleştirmeye hakkı yoktur. Daha doğrusu, eleştirilse de, bu ya da şu eylemin “yanlış” olduğu sonucuna varılamaz.

Bu, kişinin cinsel deneyimlerine sadece devletin değil, toplumun da karışmaması gerektiği anlamına geliyor.

“Beni rahat bırak!” ile “Bırakınız yapsınlar.” arasında ciddi bir benzerlik gördüğüm için, bu görüşe liberal diyorum.

sex_the_city_and_the_price_of_freedom

Liberal anlamda özgür seks deyince: Sex and the City

Özgür seks deyince benim aklıma gelen şey bu değil, ama sanırım birçok insanın aklına böyle bir şey geliyor. Cinselliğin tamamen bağımsızlığını ilan etmesi, tarihsel ön yargıların ve tüm toplumsal normların yıkılması anlamında, özgür seks isteyen ve/veya özgür seks yaşayan insanlar var.

Ama burada ciddi bir sorun var. Özgürlük bu kadar keyfi ve rastgele bir şeyse, mevcut şartlarda yaşamaya devam etmek isteyenler ve toplumsal normlarla hiçbir problemi olmayanlar da o normları sorgulayanlarla aynı miktarda özgür sayılıyorlar.

Yani örneğin köleciliği savunan kişi ile eşit vatandaşlığı savunan iki kişinin “düşünce özgürlüğü” açısından bir farkı olamıyor. Benzer denklik milliyetçilik, ırkçılık, homofobi vb. için de geçerli.

Dikkat ederseniz, tuhaf bir şey oluyor bu örnekte: Düşünenin düşünme eyleminin şartlandırılmış olması, yani bu kişinin zihninin dogmalarla zincirlenmiş olması, düşünce özgürlüğü açısından hiçbir şey ifade etmiyor. Egemen ideolojinin kölesi olan bir düşüncenin özgürlüğünden bahsetmek gibi bir duruma düşebiliyoruz.

TOPLUMCU ANLAMDA ÖZGÜR SEKS

Toplumcuların özgürlük anlayışı ise farklı bir bakış açısına dayanıyor. Toplumcular öncelikle bir tarihsel olguyu “yabancılaşma” olarak saptıyorlar. Bu yabancılaşma, ilk ortaya çıktığında özgürleştirici vb. olabilir; ancak onun yabancılaşma olarak saptanması, artık aşılmış olduğunu ve insanın önünde bir engele dönüştüğünü ifade ediyor.

Örneğin toplumcular özel mülkiyetin ilk ortaya çıkışının ilkel ölçekte artı-değer üretimini merkezileştirdiğini ve böylece tarihsel anlamda daha ileri bir üretim ilişkisine tekabül ettiğini düşünürler. Yine toplumculara göre, bu özel mülkiyet olgusu tarih boyunca çeşitli formlara bürünür (kölecilik, feodalizm, kapitalizm gibi) ve dünya sanayi toplumunun kuruluşuna ön ayak olur. Ancak, sanayileşme ile artık artı-değer üretimi öyle bir boyut alır ki, bu artı-değere el koyanların (yani üretim araçlarına sahip olanların, yani burjuvazinin) varlığı insanlığın ilerlemesine engel teşkil etmeye başlar. Böylece, toplumculara göre, insanlığın bugün artık özel mülkiyetten özgürleştirilmesi gerekir. Özgür toplumun gerek şartıdır özel mülkiyetin ortadan kaldırılması.freed

Özel mülkiyet örneğini kimseyi sosyalizme ikna etmek için vermiyorum. Sadece, yaklaşım farkını açıklamak amacıyla anlatıyorum. Bu yazı için, şu farkı gösterebilmem yeterli: Toplumcular açısından, özel mülkiyet özgürlüğü kavramı oksimorondur. Özel mülkiyetin kendisi bir sömürü ilişkisidir; olsa olsa özel mülkiyetten özgürlük diye bir şeyden bahsedilebilir. İnsanlar arasında (giderek, insan ile doğa arasında) özgür bir ilişkilenme kurulabilmesi için, yani özgür bir toplum için, özel mülkiyetten kurtulmak (“Kurtuluş yok tek başına …”daki kurtuluş bu.) gerekir.

Konumuza dönersek, liberal anlamda “özgür seks”ten bahsediyorsak, belki de toplumcu anlamda “seksin özgürleşmesi”nden bahsetmek daha doğru olabilir.

Bir büyük parantez açmak istiyorum burada. Çoğumuz bu yaklaşımı birçok durumda zaten benimsiyoruz. Örneğin, bir ırkçıyla karşılaştığımızda onun görüşleriyle bizimkinin denk olmadığını, onun yanıldığını düşünüyoruz. (Bu kişinin görüşlerini bastırıp bastırmamanın apayrı bir konu olduğuna dikkatinizi çekerim. Bu, özgürlüğün – benim bu yazıda bahsetmeyeceğimi söylediğim – ilk anlamına, yani politik anlamına giriyor.) Irkçı görüşlerin kendilerini ifade etme imkanı olsa da olmasa da, liberal felsefe ile toplumcu felsefe arasında bir fark var: Toplumcu “ortada bir sorun olduğunu” düşünüyor ve ırkçının görüşlerini ya değiştirmeye çalışıyor ya da o görüşlerin toplumda baskın hale gelmemesi için çaba sarf ediyor. Liberal ise ırkçıya bunun sadece kendi görüşü olduğunu, liberalin başka görüşleri olduğunu ve ırkçının görüşlerine yine de saygı duyduğunu söylüyor.

Örneği ırkçılık gibi uç bir konudan verince her şey çok bariz. Ama mesela yıllarca “türban özgürlüğü” diye bir şeyi tartıştık. Kadının kendi özgür iradesiyle toplumsal alanda başını örtebileceğini, bunun onun doğal bir hakkı olduğunu falan söyledi bize birçok yazar. Yani, fiziksel dış baskıya maruz kalsa da kalmasa da, bir kadının bir dogmanın etkisiyle aldığı kararlara saygı duymamız beklendi. Çok az kimse türban takmanın, yani türban takma eyleminin kendisinin özgür bir karar olup olmadığını sorguladı. Dolayısıyla tartışma toplumcu değil liberal bir tabanda yürüdü. Bu büyük parantezi burada kapatıyorum ve konuya dönüyorum.hair image

SEKSİN ÖZGÜRLEŞMESİ

Yukarıdakilerden şöyle bir sonuç çıkıyor. Eğer liberaller “özgür seks”i toplumcular ise “seksin özgürleşmesi”ni savunuyorsa, aslında liberaller seksin her şeyden özgürleşmesini, yani tüm toplumsal değer yargılarından bağımsız cinsel faaliyeti savunmuş oluyor.

Peki, toplumcular neyi savunuyor? Yani, toplumcular seksi nelerden özgürleştirmek istiyor?

Bir kalemde aklıma gelenler arasında şunlar var:

  • toplumsal cinsiyet baskısından, yani “kadının yapması gerekenler”, “erkeğin yapması gerekenler” gibi rollerden özgürleşmiş,
  • cinselliği anormal bir şey gibi gören (giderek, aynı evi “kızlı-erkekli” paylaşan insanları fuhuşla zinayla falan suçlayan) muhafazakar zihniyetten özgürleşmiş,
  • cinsel deneyimi sadece çoğalma merkezli gören (aslında muhtemelen Musa’nın başlattığı ama bugün Katolik Kilisesi’yle özdeşleşen ve İslam’ın da benimsediği) aile odaklı, dini hukuki cinsellik algısından özgürleşmiş,
  • kadınla erkeği sadece cinsellik için var olduğuna inanan, böylece bir kadınla bir erkeğin yaşayabilecekleri tüm duygusal, tensel vb. paylaşımların ancak ve sadece seks için olabileceğini düşünen, cinselliğin bastırıldığı ve tabulaştırıldığı bir bakış açısından özgürleşmiş, ve öte yandan
  • sadece kadınla erkeğin cinsellik için var olduğunu sanan cinsiyetçi ve heteronormatif zihniyetten özgürleşmiş

bir cinsellik istiyoruz sanırım.

Dikkat ederseniz listedeki her bir madde, devlet veya kültür düzeyinde kurumsallaşmış bir toplumsal yapıya işaret ediyor, tarihsel bir “yabancılaşma” olgusu tanımlıyor ve bunlardan özgürleşmekten bahsediyor.

Bu olguların yabancılaşma olmadığını düşünebilirsiniz. Bu, gayet ilginç bir tartışma başlatabilir. Ve yahut, listeyi çok kısa bulabilir ve başka maddeler eklenmesi gerektiğini söyleyebilirsiniz. Ben şimdilik, başka bir yazıya aktarılmak üzere, kafamı kurcalayan birkaç soru yazacağım:

  • Cinsellik “romantizm”den bağımsız hale getirilebilir mi? (örneğin performatif cinsel deneyimler; eş-değiştirme, seks partileri vb.)
  • Cinsellik “duygusal paylaşım”dan bağımsız hale getirilebilir mi? (örneğin, başka hiçbir yakınlık duymadığın biriyle fuck-buddy, yani seks partneri olmak)
  • Cinsellik tüm “anlam”dan bağımsız hale getirilebilir mi? (örneğin bir gecelik ilişkiler)

Benim bunlara yanıtım büyük ölçüde olumsuz oluyor. Bu örneklerde özgürleşilen toplumsal – tarihsel yapıyı henüz göremiyorum. (O yüzden “bağımsız” sözcüğünü kullandım şimdilik.) Her bir sorudan upuzun başka yazılar çıkabilir, o yüzden burada bitiriyorum.hair poster 1

***

Not: Cinselliğin tamamen biyolojik bir ihtiyaç olduğunu söylerseniz tüm bu yukarıda yazdıklarımdan bağımsız bir cinsellik düşünülebilir. Yalnız, bu durumda cinsellik tüm ahlaktan da bağımsız hale gelebilir. Örneğin taciz, tecavüz vb. faaliyetlere de “özgür seks” adını takar durumda bulabiliriz kendimizi.

“Kinsey”

Kinsey” filmini izleyin. (Fragman şurada.) Lütfen izleyin. İkna olmadınız mı? Peki madem, biraz bahsedeyim Alfred Kinsey’den ve filmden.

ALFRED KINSEY ve kINSEY RAPORLARI

Kinsey, ABD’nin dört bir yanında binlerce katılımcıyla teker teker gerçekleştirilen yüz yüze röportajlar aracılığıyla “Sexual Behavior in the Human Male” (1948) ve “Sexual Behavior in the Human Female” (1953) raporlarını oluşturan, seksoloji diye bir bilimsel alanı neredeyse yoktan var eden*, cinsellik araştırmalarında devrim yapan biyoloji kökenli bir bilim insanı.andyourwife

Özellikle evlilik öncesi cinsellik, eşcinsel ilişkiler, orgazm gibi konularda Amerikan toplumunun (Pazar ayinlerinde papağan gibi tekrarlanan cinsellikten kaçınma (abstinence) propagandası dışında) hiç konuşmadığı mevzuları, açıkça ve bilimsel soğukkanlılıkla tartışmaya açtı.

Kinsey Raporları öyle çok şeyi ilk kez söyledi ve öyle çok yeni fikre ilham verdi ki, saymaya kalkıp da önemli bazılarını unutmaktan korkuyorum. Bu yüzden, beni en çok etkileyen fikre, Kinsey skalasına değinmekle yetineceğim.

KINSEY SKALASI

Kinsey, bireyleri heteroseksüel – homoseksüel olarak ayırt etmektense, 0-6 arasında numaralandırılmış bir yelpazeye yerleştirilmelerini öneriyor. 0 tamamen heteroseksüel, 6 ise tamamen homoseksüel anlamına geliyor. Biraz bu skaladan bahsetmek istiyorum, ama önce Kinsey’in kendinden öğrenelim ne yapmaya çalıştığını. Erkek cinselliği raporunda 639-656. sayfalar arasından bir bölüm:

“Erkekler heteroseksüel ve homoseksüel diye iki ayrık populasyona ayrılmazlar. Dünya koyunlar ve keçiler diye bölünmez. Taksonominin temel ilkelerinden biri, doğanın çok nadiren ayrık kategorilerle çalışmasıdır. … Yaşayan dünya her açıdan bir continuum (süreç, süreklilik) ifade eder.

Sadece heteroseksüel ve sadece homoseksüel hikayeler arasındaki seviyelendirmenin sürekliliğini vurgulamakla beraber, her katılımcının hikayesindeki heteroseksüel ve homoseksüel deneyim veya yanıtların görece miktarına dayanan bir çeşit sınıflandırma geliştirmek cazip göründü. […] Bir birey, hayatının her dönemi için bu skalada bir konuma yerleştirilebilir. […] Yedi-puanlı bir skala, gerçekte var olan seviyelendirmeleri göstermeye en yaklaşan oldu.”

Burada benim dikkatimi çeken birkaç şey var.

  • Birincisi, Kinsey bir deneyime veya yanıta, yani geçici nitelikte bir şeye heteroseksüel veya homoseksüel adını takarak başlıyor; bir kişiye değil. Sonrasında, oluşan öyküye göre kişiyi skalada bir yere koyuyor. Yani aslında olağanüstü bir kıvraklıkla, dogmatik kalıpları materyalist yöntemle değiştiriyor. Deneyimler kişiliğin sonucu oluşmuyor, deneyimlere bakarak kişilikle ilgili bir yargıya varıyor.
  • İkincisi, skalaya yerleştirme işi, gayet subjektif kriterlere göre yapılıyor. Subjektiften kastım Kinsey’in kafasına göre insanlara isim takması değil. Dikkat ederseniz, hikayenin oluşturulması katılımcıların yorumları, deneyimlerini anlamlandırmaları vb. öznel değerlendirmelere dayanıyor. Yani aslında katılımcı bizzat kendisi, kendine skalada bir yer belirliyor.
  • Son olarak, tabii ki, bu konuda yapılan ilk araştırma olmasından dolayı, “cinsel kimlik” ve “cinsel yönelim” konularının biraz iç içe geçtiğini, bugünkü terminolojimizin daha ince ayarlanmış olduğunu eklemek lazım.Kinsey_movie

“KİNSEY” (2004)

Filme gelirsek.

Senaryosu, klasik Hollywood biyografilerinden farklı değil. Bir yanda araştırmalar ve onların yarattığı toplumsal infialle mücadele, bir yandan Kinsey’in çocukluktan evlilik hayatına kadar kendi cinsel deneyimleri… Ama Kinsey’in hem araştırmaları hem de özel hayatı o kadar ilham verici ki, senaristin çok da yaratıcı olmasına gerek kalmıyor.**

Filmden onlarca anekdot aktarabilirim şu anda, ama sadece şunu söylemekle yetineyim: 1940’larda ABD’de tartışılan konularla 2014’te Türkiye’de nelerle uğraştığımızı kıyaslamak bile dudak uçuklatıyor.

Tekrar ediyorum: Lütfen izleyin.

İyi seyirler.

Kinsey (2004)

Yönetmen: Bill Condon

Oyuncular: Liam Neeson, Laura Linney, Chris O’Donnell

***

* Seksoloji diye bir şey önceden de vardı elbette. Burada asıl olarak bu alanın “bilimsel” bir alana dönüştürülmesine, yani verilerin önyargılardan (en azından metodolojik olarak) önce gelmesi ve tezlerin özgürce tartışılabilmesi gibi kriterlerin konmasına vurguda bulunmak istedim.

** A Beautiful Mind‘dan mesela, tamamen senaristin uydurduğu görsel aldanmaları çıkarın (John Nash’te şizofreni sadece sesler duymaya ve zihinsel kurgulara dayanıyor.) bakın geriye ne kalacak. İpucu: Fragmandaki neredeyse tüm sahneleri çıkartmanız gerekecek.