Tag Archives: feminizm

#MeToo. Bu iş döner dolaşır bizi de bulur mu?

Trump’ın Yargıtay çoğunluğunu elde etmek için aday gösterdiği Kavanaugh tecavüzle suçlandı ve özel bir oturumda tanık olarak dinlendi. Tüm iddiaları reddetti. Açıkça yalan söylüyordu. Onu dinleyen tüm senatörler de yalan söylediğini biliyorlardı. Ama bu suçu kabul etmenin ne anlama geldiğini de gayet iyi biliyorlardı. Kavanaugh Yargıtay üyeliğine seçildi. Beyaz Saray’a yakın bir avukat Politico gazetesine verdiği bir röportajda şöyle konuştu:

“If somebody can be brought down by accusations like this, then you, me, every man certainly should be worried.”

Yani, Eğer bu gibi ithamlarla birinin adaylığı düşürülebilirse, her erkek kesinlikle endişelenmelidir.”

Aynı hafta, Cristiano Ronaldo’nun ABD’de bir kadına tecavüz ettiği ardından da “konuyu kapatmak için” kadına 375 bin dolar ödediği ortaya çıktı. Portekiz’in ünlü simalarından Marco Costa, Instagram’da yazdığı bir notla Ronaldo’yu savundu. Sonradan düzeltmek zorunda kaldığı mesajında, “Todos nós já violámos alguém…” yani “Hepimizin birinin ırzına geçmişliğimiz vardır.” yazmıştı.

Bu erkekler haklı olabilir mi?

Yani, #NotAllMen diyenlere verilecek feminist yanıt “Konu ataerkil sistem ve bu sistemin yarattığı meşruluk zemini.” vb. söylemler yerine doğrudan #YesAllMen olabilir mi?

Hepimizi, tüm erkekleri korkutacak bir dalga mı bu?

Benim yanıtım, evet.*

Nasıl ki tüm kadınlar şu veya bu şekilde cinsel saldırıya maruz kalmışlarsa, tüm erkekler de şu veya bu şekilde bir kadının rıza göstermediği cinsel hamleler yaptılar.** İnsanı şok edecek kadar çoğumuz kadınlara tecavüz ettik. Birçoğumuz kadınları sokakta veya iş yerlerinde (veya otobüste) taciz ettik. Bazılarımız bunu yaptığında ergendi, kimimiz hala yapıyor. Daha medeni olanlarımız, bu gibi cinsel zorlamaları yalnızca kendi partnerlerimize uyguladık. Açık ve net bir rıza ifadesi yokken, varmış gibi davrandık.

Tek tek bakıldığında belki sen ben travmatik bir deneyim yaşatmadık kimseye. Ama o kadın seni de beni de hatırlıyor. Çünkü yaptığımız şey diğer yaşadıklarıyla birlikte yığılarak yarattı #MeToo’nun açığa çıkarttığı sosyal travmayı. Ve çünkü muhtemelen sana bana daha çok güveniyordu o kadın ve bu yüzden kafasında yer etti o yaptığın, yaptığım.

Hepimizi hatırlıyorlar.

Peki ne olacak?

Şanslı olanlarımız, stratejik sebeplerle affedilecekler. Yani, kadınlar, sırf başka hedeflere saldırmanın daha etkili olacağını düşündükleri için bizim yaptıklarımızı sümen altı edecekler.

Çok şanslı olanlarımız gerçekten affedilecekler. Belki değişmiş olduğumuzu gördükleri için, belki zamanla onlara insan gibi (“kadın gibi” değil yani) davrandığımız için, ve eğer yaptığımız çok derin bir iz bırakmamışsa, yeni bizi teşvik etmek adına eski defterleri kapatacaklar.

Çok çok şanslı olanlarımızla ise kadınlar gelip konuşacaklar. Yapmış olduğumuz şeyi ve onlara nasıl bir etki bıraktığını doğrudan bize anlatacaklar. Belki birlikte, bu noktadan sonra durumu telafi etmek ve o kadına saygı duyduğumuzu göstermek için ne yapabileceğimizi konuşacağız. Yani af falan değil, adil bir barış yapacağız.

Şans dediğime bakma. Bu kadınların bizimle nasıl ve ne zaman hesaplaşacakları, büyük ölçüde, bizim şu anda ve bugünden itibaren ne yaptığımıza bağlı.

Hiçbir erkek muaf değil bu dersten.

#YesAllMen


* Bu cümlenin sonundaki nokta önemli. Virgül değil, noktalı virgül değil, üç nokta değil. Nokta.

** Burada “cinsel saldırı”nın ardından “cinsel hamle” diyerek lafı yumuşatmış gibi olmuşum. Amacım sadece aynı sözcük öbeğini tekrar etmekten kaçınmaktı.

Zincirler

Bu ay çok enteresan bir şey oldu.

Bir Cihan, Kadıköy’de metroda içinin ısındığı bir griojelikız’la muhabbet açmak istedi, ama çekindi, sonra pişman oldu, bir internet sitesi açıp griojelikız’dan onunla irtibata geçmesini istedi, binlerce insan yanıt verdi, ve nihayetinde griojelikız Cihan’ı buldu ve görüştüler.

Sitenin ismi Zincirlerimizden Başka Kaybedecek Neyimiz Var?. Mutlaka git oku, hem şimdi yorum kutusuna yazılanları da paylaşıyor. Ben aşağıya onun ilk iletisini kopyalamakla yetineceğim.

Siteye bu ismi vermesinin (birincil) sebebi griojelikız’ın metroda okuduğu kitabın adının bu olması. Metroda yanına oturunca gözü kaymış, o da kitabı okumaya başlamış. Sonra griojelikız onunla sohbet açınca utanıp kendi kitabını açıp okumuş. Metrodan inince kafasına dank edince de işte bu siteyi açmaya karar vermiş.

Cihan’ın okuduğu kitabın ismi de İnsan Olmak.

Benzer şeyler benim de başıma geldi, sanırım birçok insanın da başına gelmiştir öyle ya da böyle. Benim örneklerimde, bir göz göze gelme ve gülümseme, veya çok çok çok kısa bir konuşma oluyor genellikle. Sonra sessizlik ve birinin olay mahallini terk etmesiyle mutsuz son.

Benimse dikkatimi başka bir şey çekti Cihan’ın öyküsünde.

Aynı durumu düşün, ama yanında gazete okuyan kişi orta yaşlı bir adam veya yaşlı bir teyze olsun. Sana aynı şeyi söylemiş olsun: “Okuduysan sayfayı çevirebilir miyim?” Yüzün kızarır muhtemelen, ehüehueheue deyip evet diyebilirsin veya gözlerini kaçırabilirsin, ama sonuçta olsa olsa komik bir durum olur. Böyle bir şey olsa, ki gazete/kitap okurken değil ama başka vesilelerle başıma geldi benim, sonuç şudur: Muhabbet açılır.

Şimdi şunları düşünelim:

  • Aynı durumda kalan bir kadın olursa ne olur?

  • Yanındaki insan bir genç kadın değil de başka herhangi bir şey olunca neden aynı utancı duymazsın?

  • Nihayet: Her gün saatlerimizi geçirdiğimiz bir mekanda karşılaşan iki insan neden sıradan bir etkileşim kuramazlar?

Acaba diyorum ataerkillikle ilgili bir şeyler olabilir mi burada?

Bak öyküye dönelim: Kadın “Zincirlerimizden Başka Kaybedecek Neyimiz Var?” okuyor. Erkekle iletişime geçmeye çalışıyor. Erkek (zincirlerinden başka kaybedecek neyi var?) afallıyor, açıp “İnsan Olmak” okuyor. Ne güzel tesadüfler…

Halbuki Cihan griojelikız’a “ay ehuehue, kusura bakma, gözüm kaydı, kitap ilgimi çekti” diyebilmeli. Ben otobüstekiyeşileteklikız’a “eteğin ne güzelmiş” diyebilmeliyim. Göksu birlikte erik topladığı insandan telefonunu isteyebilmeli.

Tüm bunların olabilmesi için, feminizmin birkaç kazanımına ihtiyacımız var:

Birincisi, erkeklerin hayır’ı bir yanıt olarak kabul etmeleri lazım. (“İnsan Olmak” lazım.) Yani evet sohbet açabilmeliyiz, ama karşımızdaki insanın bizimle ilgilenmeme ihtimali korkunç, feci, dehşet verici bir şey olmaktan çıkmalı. Bir insanın bir insanla ilgilenmemesi (belki “tipi değilsin”, ama belki de sadece o anda başka bir şey düşünmek istiyordur) neden bu insanlardan birinin başarısızlığına delil olsun ki? Böyle bir sohbetin gerçekleşebilmesi için, sıradanlaşması ve normalleşmesi gerekir: “Birader çantan açık kalmış” dediklerinde nasıl şaşırmıyorsak ve “Sağolasın” deyip fermuarı çekiyorsak öyle olabilmeli. Mesela:

– Okuduysan sayfayı çevirebilir miyim?
– Ehuehuehue, kusura bakma, gözüm kaydı, kitap ilgimi çekti.
– Sorun değil, çeviriyorum o zaman? :)
– Olur. :) Ben Cihan.
– Selam Cihan, ben de … . Memnun oldum.
– Ben de. Zamanın varsa bir çay içmek ister misin?
– Çok sağol, maalesef eve dönmeyi tercih edeceğim.
– Başka bir zaman?
– Hayır, teşekkür ederim.
– Peki, teşekkürler. :(
– …
– …
– Bitirdin mi sayfayı?
– Evet, galiba zaten zamanlamamızı denkleştirdik bile. :)
– Ben bu durakta ineceğim. Memnun oldum, iyi akşamlar.
– İyi akşamlar.

İkincisi, “ilk görüşte aşk” olayını biraz deşmemizde fayda var. Hayır yanıtını kabullenmenin en büyük avantajı, sonrasında bu gibi “risk aldığımız” anların daha az gergin olması. İlişkilerimizi kurarken ilk görüşe, “gerçek” aşka, “işte bu” hissine bu kadar dayanmamızın altında, bu “risk sıçraması” var. Yani, öz güvenimizden tut da toplumsal kabule kadar, bir yığın şeyi riske ediyoruz birine çıkma teklif ettiğimizde mesela. Bu yüzden de “Bu kadar şeyi riske ettiğime değecek biri bu” hissine ihtiyacımız var.

Dan Savage buna “rounding up to one” diyor. Yani “the one” olan kişinin kendisinden ziyade, bizim illa ki bir “the one”a ihtiyacımız olduğundan, onu yuvarlak hesap o özel kişi olarak görmeye başlıyoruz. (Türkçe’ye “doğru kişi”yi aramak ve bulduğun kişiyi “doğrultmak” diye mi çeviririz?) İlişkilerimizi de böyle 0-1 sistemiyle analiz ettiğimizden, hatalar krize, krizler ayrılıklara dönüşüveriyor. (Çünkü yüzde yüz doğru kişi değilsen, bir elmanın iki yarısı değilsek, birbirimiz için yaratılmamışsak, birlikte olmamalıyız asla!)

Üçüncüsü, bir kadınla bir erkeğin ilişkilenme biçimleri bu kadar keskin sınırlarla çizilememeli.

Hatırlıyorum, yıllar önce, kız arkadaşım vajinasında bir yabancı parça fark etti. İsmini hatırlamıyorum şimdi, ama bulaşıcı bir şeydi, kist değildi de ona benzer bir şeydi galiba. Neyse, hastaneye gittik. İlk soru: Evli misin?

Hemşirenin asıl sormak istediği şey “Seks yapıyor musun?” veya “Seks yaptın mı hiç?”, ama öyle sormuyor. Eğer kız arkadaşım dalgınlıkla “hayır” dese, hemşirenin kafası karışacak. Soru tıbbi bir soru esasında ve mesela seks yapıyorsa beni de içerecek süreç ve saire. Konuyu düzünden konuşamadığımız için, dolambaçlı bir biçimde birbirimizi kandırıyoruz. Kız arkadaşım orada “Hayır ama erkek arkadaşım var” manasında bir şeyler söyledi, böylece o andan itibaren hastane deneyimini bir sosyal kabusa dönüştürdü. Haftalar sonra keşfettik ki “doğru” yanıt “Nişanlıyım” gibilerden bir şey olmalıymış.

Hadi bunlar muhafazakar insanlar deyip geçelim şimdilik. Ama daha genel olarak da “friendzoning” (“seni arkadaş olarak görüyorum”) gibi kalıplarla yaşamıyor muyuz? İki tür ilişkilenme tanımlı: 1) Sevgili 2) Arkadaş. Bu kadar. İkisinin de ne yapıp ne yapmayacakları belli. Kutular hazır. Tüm tanıdıklarını da bu kutulara sağlamca yerleştirince mesele tamamlanır.

Oysa belki de bir insan başka bir insanla bir şey yapmak istiyorsa bunu söyleyebilmeli. (Dön ilk hususa: hayır yanıtına aklı basmak şartıyla.) Evet, bu yapacakları şey ikisi arasındaki ilişkiyi başka bir yere götürebilir, ve evet, bunu göz önünde bulundurmakta fayda var. Ama eğer sadece iki durak kabul ediyorsak, arabayı yolun ortasında kenara çekip çimlere uzanmak mümkün olmayacaktır.

Bu son noktaya bir sonraki yazıda tekrar değineyim diyorum.

Şimdilik diyeceğim şu: Ne kadar sevimli ve romantik olursa olsun, Cihan’la griojelikız’ın öyküsü biraz da trajik. (Hele ki, eğer griojelikız onunla hiç iletişime geçmeseydi, veya iletişime geçip “O benim, peşimi bırak.” deseydi mesela.) Her halükarda, olan – ve benim de birçok gez başıma gelen – şey dramatik.

Kurtuluş? Kurtuluş feminizmde.

***

Cihan’ın kaleminden, o gün olanlar:

Kadıköy – Tavşantepe metrosunda 1 Ocak 2017 pazar günü 21:15 gibi kadıköy istasyonunda

“Zincirlerimizden Başka Kaybedecek Neyimiz Var” okuyan gri ojeli birinin yanına oturdum. Normalde yandakinin gazetesini okurum ama kitap?! Gözüm kaydı bi kere kitaba okumaya başladım, sayfalara yetişebildiğim kadarıyla. Belirli bir süre sonra sanırım senkronizasyonu tamamladık ki o sayfayı değiştirirken ben de bitirmiş oluyordum.

İnanılmaz iletişim kurma isteği duyduğum o sıralarda ilk açılışa özel %50indirim veren teknoloji marketlerin kapısını açtıklarında sağa sola koşturan birbirini ezen zilyon tane adam gibi kafamda düşünceler fikirler birbirini eziyor ve bir şeyler söylemek için matematiksel formüllerle uğraşıp doğru bir sonuç çıkarmaya çalışıyor derken sen gel bana “okuduysan sayfayı çevirebilir miyim ?” de.

Gitti tüm formüller denklemler patates oldu. Ben ki normal ortamda çenesi düşen adam yakalanmanın da verdiği yetkiye dayanarak saçma sapan bir şeyler dedim ve kendi kitabımı çıkarıp okumaya başladım. Ya mal bari merbaha ben cihan de di mi ? Yok… Neyse ineceğim durağa “Hastane/Adliye” durağına geldim nutkum tutuldu ve sadece indim. “lan olm napıyorsun?!” diyip geri dönene kadar kapılar kapandı. Kendime saya söve metrodan çıktım. Arabaya bindim hala kendime sövüyorum derken çok zayıf bir ihtimalin peşine düşmek geldi aklıma. Bir durak seçtim ve o durağa arabayla hızlıca gittim 2çıkışı da görebilecek şekilde arabayı bıraktım ve bakındım ama yok bu dizi veya film mi veya tekrardan serendipity’i mi çekiyoruz! Olmayacak tabii. Sonra eve geldim gelirken aklıma bir ton şey geldi ve bir arkadaşımla konuşup bu fikirde karar kıldım.

Aşadağıki kutucuğa sana ulaşabileceğim bir şeyler yazarsan ve eğer hatırlıyorsan benim okuduğum kitabın ismini de yazarsan troll insanlardan kurtarmış olursun beni.

Site yaptığım mallığı düzeltebilmek için ve haliyle seni bulabilmek için. tabii ben yanlış anlamadıysam ve bulunmak istiyorsan:))

Demet Akalın ve İbrahim Kutluay ayrılığı hayatımızda neler değiştirdi? – G.Y.

Tam olarak kestiremiyorum ilk kez ne zaman “Sen beni aldattın hain seni de oradan bir kaşar çıkıp aldatsın ve o tam bir şerefsiz tıpkı senin gibi hey pislik kapıma gelip sakın ağlama oh yes.” tadında şarkılara maruz kaldığımı. Belki bilinçsiz bir dönemimde bu türden yakarışlara denk gelmiştim fakat bu acımasız furyanın asıl başlangıcı İbrahim Kutluay’la Demet Akalın’ın ayrılığı idi benim nezdimde. Evet, o günden bugüne, “Sen de kendin gibi bir şerefsize aç”tan bugüne çok şey değişti, hatta Demet Akalın bir çocuk bile dünyaya getirdi, fakat o günlerden belki de çok çok önce başlayan bir şey sabit kalmaya devam etti: kadının kadına düşmanlığı.

Aşık olduğum adamlar oldu, aşkla seviştiğim, aşksız seviştiğim, sevişmediğim ama aşık olduğum ve birçok farklı kombinasyon. Bu adamların bana karşı davranışlarını değerlendirdiğimde, neredeyse hiçbiri beni “kaltaklık”la suçlamadı ve düşünülenin aksine birçoğuyla önce sohbet üzerinden doğurduğum bir çekim oluştu aramızda.

Lakin bu adamların eski sevgilileri, yeni sevgilileri, sevgilileri olmayıp platonik olarak onlara aşık olan kadınlar, hatta anneleri ve hatta kız kardeşleri çoğu zaman “aman feminist damarı kabarmış bunun”, “o ne be kazulet gibi 1.80 boyunda kadın mı olur”, “bi kendini beğenmiş kim ki o zaten duyduğum kadarıyla ‘veriyormuş’ “, “ayakları 42 numaraymış oha artık bizimkiyle aynı ayakkabıları giyecek asker arkadaşı misali”, “ben varken bunun neresini beğendi” gibi yalnızca dış görünüşe dayanan desteksiz yorumlarda bulundu. Bazıları ise benimle karakterim üzerinden gelişen tartışmalara girmeye yeltendiler.image1

Şimdi gerçekten soruyorum, mevzu erkeklere gelmeden evvel kadının kadına yapmış olduğu zalimce ve hatta cinsiyetçi eleştirileri ne yapmalı? Galiba çuvaldızı önce bir kendimize batırmanın vakti geldi!

Aldatılan kadının öfkesini kadından ziyade her iki tarafa da yönlendirmesinin, mümkünse bu öfkenin gerekli olup olmadığı hakkında düşünmesinin, vakti geldi. Çünkü “yuva yıkan kadın” yakıştırması bir nevi erkeğin aldatmasını meşru kıldığından (meşru olmadığını iddia etmiyorum yalnız burada bahsettiğim “irkektir yapar, gadın kısmısı bu işlere bulaşamaz” mantığı) ya da korktuğundan partnerinden alamadığı intikamı, karşı taraftaki kendine denk gördüğü kadını aşağılayarak alabileceğini zanneden kadın büyük bir yanlışın içerisindedir. Yalnız kendini sömüren bu sistemi şak şaklamakla kalmaz, kadın mücadelesinde özgür cinsellik vb. konularda atılmış tüm adımları mehteran bir düsturla geriye götürür. Üstelik bunun bir değişik versiyonu olarak gördüğüm “plaza kadını” hali hazırda kendini modernizmin serin kollarına bırakmış sevişmekle konservatif yapıları arasında gidip gelirken , özgürlüğünü seks ve gene steril dış görünüm üzerinden tanımlayıp , geri kalan orta ve altı sınıflara mensup kadınlara “Kezban” sıfatını yakıştırmaktan geri kalmayarak aynı sistemin devamını mümkün kılar.

image3

Kadın kadının neden destekçisi olmaz? Kadın kadını niçin yargılar? Kadın kadını neden bu kısır döngü içerisine sokar?

Her kadının neden hiç veremediği bir beş kilo fazlası vardır ve hatta bu beş kilo fazla neden onun aldatılmayı hak ettiğini düşündüren ve eğer bu karşı taraftaki kadında da varsa içini rahatlatan bir fazladır?

Bence tartışmaya değer bir konu!

Dünyanın bütün kadınları birbirimizi sevsek ya! Birbirimizi eleştirmekten ziyade tekil olarak kendimizi sevmeye ve tanımaya vücudumuzdaki her bir beni, her bir yara izini, her fazlalığı, her noksanlığı sevmeye vakit ayırsak ya. Çünkü kendimizde bunları sevdiğimizde başkasında gördüğümüz, onun sevilmemeyi hak ettiğini düşündüren fazlalık ya da noksanlıklar eleştirilmeye değer olmayacaktır.

Hatta bir başlangıç olarak; hayatımda iliklerime kadar aşık olduğum tek adamın yeni sevgilisini çok sevdiğimi ve taktir ettiğimi yazmak isterim. Kendisi benden altı yaş büyük, mavi gözlü, hafif topluca ve inanılmaz zarif bir kadın. Çok başarılı, dünyanın en çaplı okullarından birinde MBA yapıyor, mükemmel bir özgeçmişi var. Bunun yanında entelektüel ve kendini bilen biri. Onu kıskanıyorum ama onu takdir etmeme engel hiçbir şey yok görünürde. Hatta bir zamanlar beraber olduğum insanın tercihlerine olan güvenimin boşa çıkmadığını hissettiriyor bana bu kadın.

image

Erkekler Seksle İlgili Gerçeği Söyleyebilirler mi? – Noah Brand

Çağdaş cinselliği tartışan erkek sesleri nerede? Hayır gerçekten, erkekler nerede?AdultShop

Geçenlerde BBC’de çok ilginç bir makale okudum. Yazar Sarah Dunant, seksin insan deneyiminde ve toplumdaki rolüyle ilgili süregelen tartışmalarla kendi ilişkisini ve bu tartışmadaki son durumu özetliyor. Sonra da cesur ve zor bir soruyla bitiriyor yazıyı, sorulması gereken bir soruyla.

“Çağdaş cinselliği tartışan gür erkek sesleri nerede? Çok zor iş erkekleri seks hakkında dürüstçe konuşturmak. Barda birbirini dürtükleyerek yapılanından değil, ya da komedyenlerin laf arası esprilerinden de değil, ciddi bir sorgulamadan bahsediyorum.

Feminizmin ardından erkek olarak yetişmenin zor olduğunu kabul ediyoruz hepimiz; ama hani nerede erkeklerin cinselliğiyle ilgili büyük kamusal tartışmalar? Pornografinin etkisi. Bizim arzularımız onlarınkini ne kadar değiştirebildi? Neyin kabul edilebilir olup olmadığıyla ilgili çizgileri bizimkinden farklı mı?

Bu gibi itiraflar çoğunlukla politik açıdan doğrucu olmaz – seks çoğunlukla değildir zaten. Erkekler büyük sahnede ağızlarını açar açmaz kararlı bir hamleyle oradan indirilmeleri hiç de yardımcı olmuyor. Hem George Galloway hem de eski Adalet Sekreterimiz Ken Clarke beyanlarında düşüncesizlik etmiş olabilirler, ama beğenin ya da beğenmeyin onlar bir şeyler denmesi gerektiğini düşünmüşlerdi – ki ardından patlayan bir kadın öfkesi fırtınasında tüm tartışma boğuldu gitti.

Evet, daha gidecek çok yolumuz var. Ama bunun erkeklerin görüşleri olmadan yapamayız.

Dunant’ın temas ettiği nokta ciddi ve kamusal söylemin bir parçası olması gerekiyor. Erkeklerin sesleri, seksin işlevi ve arzularımızla ilgili kamusal alandaki konuşmaların bir parçası değil.

Tabii tam bu noktada geleneksel feminist düşünce canhıraş devreye girer: “Dur bir saniye, bizim tek duyduğumuz şey erkeklerin sesleri ! Erkek bakışı öyle yaygın ki kadınların buna uyum sağlaması insani değer konusundaki tek kaynağımız olmuş durumda. Porno ölçülemez miktarlarda üretiliyor ve neredeyse tamamı da erkeklerin arzuları hedeflenerek hazırlanıyor. Erkeklerin cinsel arzularla ilgili deneyimini biliyoruz çünkü bize ha bire toplumdaki her şeyin, her canlı kadının kamusal alandaki kılığından piyasaya çıkan her reklama kadar her şeyin, ona hizmet etmek için var olduğu anlatılıyor.”

Sorun şu ki, bu söylenenler tamamen yanlış değilse de otantik erkek arzuları hakkında hiçbir şey söylemiyor. Hayali ortalama erkek arzusunu tanımlıyor; geleneksel sağduyu ve toplumsal baskının en küçük ortak paydasından ortaya çıkan bir tanım bu, kimsenin donundan değil. Ve allah aşkına, eğer cinsel arzudan bahsedeceksek, gerçek insanların gerçek donlarının içinde neler olduğuna önem vermemiz gerekiyor, bizim orada ne olduğunu varsaydığımıza değil. (Ay yok, endişenmeyin, bu makale boyunca hiç sertleşme esprisi yapmayacağım.)

Seksle ilgili geleneksel sağduyu anlatısı der ki erkeklerin tek istediği incecik, büyük göğüslü, yirmi yaşında sarışınlardan çekilişsiz kurasız oral seks hizmeti almaktır; kadınların tek istediğiyse bronz tenli zengin doktorlarla oynaşmak ve bağlılık yeminleridir. Bu varsayımın her iki yönü de kelimenin tam anlamıyla sıç-bok. İnsan deneyiminin ve arzusunun zenginliğini, neredeyse kimsenin gerçekten sevmediği ama herkesin başkaları seviyor diye idare ettiği iki karikatüre indirgiyorlar.

İyi haber şu ki seks-pozitif feminizm birçok kadının Nuh-u nebi’den kalma bu saçmalığa karşı sesini yükseltmelerini ve kendi cinselliklerini ve onun icap ettirdiği ne varsa her şeyi gururla sahiplenmelerini sağladı. Evet, daha hâlâ bol miktarda şıllık-aşağılaması, toplumsal baskı ve basmakalıplaştırma var, ama nitelikli bir ilerleme de sağlandı.

Öte yandan erkekler büyük ölçüde bu toplumsal anlatıya hapsolmuş olarak kaldılar. Her yana nüfuz eden geleneksel sağduyu modelinin kendisi, ona karşı ses yükseltmeyi zorlaştırıyor. Eğer karşınıza çıkan her reklam bütün erkeklerin aynı sıkıcı şeyi istediğini varsayıyorsa, belki de onların bilip de sizin bilmediğiniz bir şey vardır? Sırf kendilerinden beklendiğini sandıkları için gündelik seks istiyormuş gibi yapan erkekler gördüm. Toplumsal baskıdan çekindikleri için iri kadınlardan hoşlansalar da zayıf kadınlarla çıkan erkekler gördüm. Erkekliklerine zeval gelmesin diye kendi cinselliklerinin kimi yanlarıyla ilgili yıllar yıllar boyunca yalan söyleyen erkekler gördüm. Ve bahse varım, bir oturup düşünseniz, siz de görmüşsünüzdür onları.

***

Erkek cinselliğinin ve arzusunun gerçekleriyle ilgili konuşan daha çok erkek sesine ihtiyacımız var. Basmakalıp laflar değil, önden varsayılmış roller değil, ucuz şakalar değil; aşk ve şehvetlerimizin karmaşıklığı ve çeşitliliğiyle ilgili ayağı yere basan gerçekleri duymaya ihtiyacımız var. Biz Good Men Project‘te bu diyaloğu başlatmaya çalışıyoruz, ama bir arabayı yokuş yukarı ittirmeye benziyor bu biraz. Bu benzetmedeki “ağırlık”, kültürel varsayımların, egemen erkeksiliğin, erkeklerin ne olması gerektiğiyle ilgili tüm o fikirlerin ve tüm o kriterleri sağlamıyorsan işi yanlış yaptığını başına kakan söylemin sonu gelmez yükünü temsil ediyor.

Esasında bu fenomenin bir ismi bile var: Çoğulcu cehalet deniyor buna. Birçok insanın bir şeyi beğenmediği, ama geri kalan herkesin beğendiğini varsaydıkları, böylece de görgülü davranma kaygısı veya garip kaçma korkusuyla seslerini çıkaramadıkları durumlar için kullanılıyor. Binlerce insanın hepsinin aptalca olduğunu bildikleri bir planın peşinden nasıl olup da gidebildiklerini açıklıyor bu durum, zira her biri tek şüphe duyanın kendisi olduğunu düşünüyor. Ve hepimizin yapay, üretilmiş, tuhaf derecede spesifik ve sınırları keskin biçimde çizilmiş erkek cinselliği kalıbını nasıl “normal” kabul ettiğimizi de açıklıyor.

Bir grup erkeği alın karşınıza ve onlara dergi kapaklarındaki sahte kadınları mı yoksa gerçek, kusurlu, insani kadınları mı tercih ettiklerini sorun; hep bir ağızdan size gerçek olanı tercih ettiklerini söyleyecekler. Gerçek kadınlar (burada gerçek derken kastım neyin gerçek olduğuyla ilgili bir tanım yapmak değil, sözcüğün ilk anlamıyla “hayali olmayan”ı kast ediyorum) incinebilirler. Gerçek kadınlarla ilişkilenilebilir. Gözenekleri yok olana kadar çılgıncasına zımparalanmış ve boyanmış fotoşop eseri aynı mayo modelinin bilmem kaçıncı versiyonunun aksine, gerçek kadınlar birçok renk, doku, şekil, ses ve kokuyla çıkabilirler karşınıza.

Gayet mantıklı. O yapay görseller plastik ne kadar seksiyse o kadar seksi. Endüstriyel ve medya kültürünün birer ürünü onlar – pazarlama komitelerinin, hiçbir kültürel varsayımın kılına dokunmadan ve böylece de markanın anahtar demografik gruptaki pazar payını maksimize edecek optimum konumunu garanti edecek şekilde beklentileri yerine getirmek için tasarlanmış toplantılarının mutabakata vardıkları ürün onlar. Ve size ciddi ciddi soruyorum, kim sikini böyle bir şeye sokmak ister?real

Yanıt, maalesef: Bazıları istiyor. Sesi can sıkıcı derecede çok çıkan bir erkek azınlık, hakikaten de kadınların kendi tüketimleri için işlenmiş bir ürün olduğunu düşünüyor. Ve daha da fenası, bu görüşlerinin duyulması konusunda da hiç çekingen değiller – özellikle de kendilerinin hatalı ürün olarak gördükleri kadınların duyması konusunda.

Aynı olay, biraz farklı bir formda olsa da, genel kabul gören erkek cinsel arzusu hikayesinde de geçerli. Tamamen penis odaklı, tamamen yüzeysel, tamamen penetrasyon ve kontrol hakkında… hepimizin bildiği şeyler işte. Yine; çoğu erkeğin asıl arzuları bundan sonsuz defa daha karmaşık, daha nüanslı, daha şapşalca ve hassas, ve çok çok daha acayip. Ama varsayılan normallikle ilgili koronun sesi öyle gür ve tuhaf ya da zayıf görünmek konusundaki toplumsal yaptırım öyle büyük ki, çoğu erkek gıkını çıkaramıyor ve anca kendinden ne yapması beklendiğini düşünüyorsa onu yapmaya çalışıp duruyor. Ve sonuçta herkes, ortalama olarak, aslında yaşayabileceğinden daha az eğlenceli bir seks yaşıyor.

Bu böyle gitmez. Erkeklerin cinselliğindeki olağanüstü çeşitliliği ve derinliği görmezden gelmeye devam edemeyiz. Sözcüğün ilk anlamıyla, insanları öldürüyor bu durum. Ve her şeyden önce de, durum son derece aptalca. Böylesine kişisel bir konu hakkında sesini yükseltmek zor olabilir, ama her birimizin yapabileceği bir şey var: “normal” normalmiş gibi davranmaktan vazgeç.

İşbu yazıyla tüm erkekleri haberdar etmek istiyorum ki, bira reklamları ya da sit-kom esprilerindeki tanımlardan sapan cinsel arzulara sahip tek erkek siz değilsiniz. Yalnız değilsiniz. Aslında galiba neredeyse hepimiz aynı vaziyetteyiz. Birçoğu gibi siz de bu yanlış mutabakatın bir parçası olmayı bırakmak için birilerinden izin bekliyorsanız, izin sizin. Normalmiş gibi davranmayı bırakın çünkü öyle bir şey yok ve hiç var olmadı.

***

[Noah Brand, Good Men Project‘in baş editörü. Bu yazının orijinali Good Men Project’te 1 Ekim 2012 tarihinde “Can Men Tell The Truth About Sex?” başlığıyla yayınlandı.]

Gideri olan kızlar özelden yazsın.

Gideri olmak diye bir şey var biliyorsun. Hatta bence direkt şu resimle başlayalım. Sen olsan aşağıdaki kadınlardan hangisine sarkarsın?

PrintTabii ki sağdakine, değil mi? Beden diliyle bizi sekse davet ediyor resmen. Hatta, böyle oturduğuna göre, elde etmek kolay olacaktır muhtemelen.

Neredeyse bütün ilk ergenliğim boyunca kızlara böyle baktığımı kabul etmeliyim. Ve, ironiye bak, bu sürede hiç cinsel ilişki yaşamadım sayılır – ilk deneyimim lise son sınıftayken oldu.

Sonra tabii büyüdüm, büyüdükçe de azıcık akıllanır gibi oldum. Kadın “gideri olan/olmayan”, yani “götürülecek” bir şey olmaktan çıktı. Lisenin sonlarına doğru ve üniversitenin ilk yıllarında artık kadınları bu anlamda cinsel obje olarak görmüyordum.

Ama yine de cinsellik açısından obje olarak görüyordum kadınları ! Burada obje sözcüğünü “şeyleştirme” anlamında değil, subje/obje bağlamında, yani özne değil nesne olmak anlamında kullanıyorum. Bundan ne kast ettiğimi açıklamaya çalışayım.

Cinsellik hâlâ erkeğin talep ettiği bir şeydi. Kadın bu talebi değerlendiren ve kabul veya reddeden kişiydi. Bir bakıma, sanki kadınlar normal şartlar altında sevişmek istemezler, gibime geliyordu. Bunu gerçek dünyadaki gözlemlerim de destekliyordu tabii:

  • Erkeklerin sevişmekten anladıkları şeyin ne olduğunu gördükçe, “Lan ben olsam ben de istemem, o ne öyle be?!” diyordum kendi kendime. (Bunu hala diyorum aslında.)
  • Etrafımda hiç sevişmeyi talep eden kadın yoktu. Yani şey, benden talep etmesi anlamında demiyorum, ne yapsın beni zaten; birine “sarkıntılık eden”, bir erkeği “götür”meye çalışan bir kadın yoktu. Bunlar gayet erkeklerin görevi gibiydi.

Dolayısıyla seks, erkeğin talep ettiği, kadının arz ettiği bir hizmetti. Bunu çok uzun süre böyle gördüm ben. Böyle gördüm derken; bu, içinde yaşadığım gerçekliğe uygun bir varsayımdı ve bu yüzden sorgulanmasına gerek yoktu.

Kendini kıt kaynakların sınırsız ihtiyaçların varlığında yönetilmesi olarak tanımlayan klasik ekonomi imdadımıza yetişti tabii ki.  Benim gibi – sözcüğün her iki anlamında da – koca burunlu biriysen böyle rekabetçi bir piyasada kendine yer bulman hiç kolay değil.

Nitekim bu algıyı kırmamı sağlayan feminist yazının cinsel hayatımın sağlıklı gelişmesine çok katkısı oldu. “Hala koca burunluyum ama artık dert etmiyorum” de diyebiliriz.

Tabii bu özgürleşme başlı başına bir sorun. Çünkü, yukarıdaki çizime dönersek, muhtemelen sağdaki kadının soldakine kıyasla cinselliğiyle daha barışık olduğunu söyleyebiliriz sanıyorum. Böylece başladığımız yere geri dönmüş oluyoruz gibi sanki. Daha doğrusu, bir spiral çiziyoruz. Bundan on küsur yıl önce gideri var diye sarkacağım o kadına bugün olsa yine yazarım, ama daha sağlıklı bir iletişim kurabileceğimi düşündüğüm için.

hit on girls