Tag Archives: taciz

Sen de tacizcinin tamamlayıcısı rolünde misin benim gibi?

Ben erkeğim. Bildiğin düz erkek.

Erkek doğdum erkek yaşarım. Kime ne, kime ne?

Neyse ki kimsenin sorduğu sorguladığı yok.

Ama böyle olunca, ne yaptığımın farkına varmıyorum zaman zaman. Yani, ne yaptığımı biliyorum, ama yaptığımın anlamını bilemiyorum. İki örnek vereyim sana:

Evdesin sevgilinle. Belki oturma odasında bir şeyler yapıyor, diyelim ki raflardaki kitapları kurcalıyor ayakta. Arkasından yavaşça yaklaşıp sarılıyorsun beline. Belki boynunu kokluyorsun sonra.

Ne romantik, değil mi?

Bilmem ki… Devam edelim örneğe.

Belki geçen hafta iş yorgunu eve dönüş yolunda, metrobüste kitap okurken fortçunun biri tam da bunu yaptıysa? Ve belki sevgilin uzaklaşmaya çalışınca adam ısrarla arkasından geldiyse? Ya bu deneyimi ona akşam vakti evinin ortasında (güvenli saydığı bir yerde) ona yeniden yaşatıyorsan?

“Belki” diyorum ya, aslında “muhtemelen” demem lazım. Geçen hafta değilse geçen ay. Sor bak etrafındaki kadınlara dolu metrobüste bunu yaşamayan var mı diye. Ben kategorik olarak dolu metrobüse binmeyen kadınlar tanıyorum.

İkinci örneğim seksle ilgili olacaktı, ama yazdım yazdım sildim. Dilimi döndürüp düzgünce yazamadım işte, anla. İkinci örneği sen yaz aslında. Sevişirken o çok sevdiğin şey var ya, artık bilemiyorum özel bir pozisyon mudur, oral mı olur, alengirli bir fantezi mi olur. Şimdi onu ilk kez yaparken hayal et kendini. Yataktasınız ve olayın heyecanıyla inisiyatif alıp deniyorsun.

Sonra şuna bak bir: Kız çocukların yüzde 11’i, veya yüzde 20’si, veya yüzde 33’ü cinsel tacize maruz kalmışlar. Üstelik bunlar Türkiye istatistiği değil. Dünya ortalaması hiç değil. O severek yaptığın seksi şeyi bir dayının, amcanın, kuzenin ona yapmış olması ihtimali çok yüksek.

Bu hikayeleri sana “ay erkek egemen toplum ne berbat bir şey, değil mi yoldaşlar?” diye vahvahlanalım diye anlatmıyorum. Berbat bir şey, evet, ama biz bu berbat şeyin aktif üyeleriyiz. Hayatında hiç kimseyi hiç taciz etmediğini dahi varsaysam, durum değişmiyor.

Ben bu yukarıda verdiğim gibi örnekleri yaptım partnerlerimle. Bu örnekler onlarda geçmiş deneyimi tetikledi. Ve onların iyileşme sürecini baltaladım. Bu baltalama kısmını ben yaptım, başka kimse değil: aktiften kastım bu. Üstelik evin oturma odası, yatağımız gibi ilişkimizde düzenli paylaştığımız yerleri şimdi taciz deneyimiyle ilişkilendirmiş oldum. Bu ilişkilendirmeyi de ben yaptım, metrobüsteki hıyar değil: aktiften kastım bu.

Halbuki insan sorabilir önce. Evet, benim gibi öküzsen ve bu konuları nazikçe açıp kapatmayı bilmiyorsan, sormak çok garip ve münasebetsiz olabilir. Üstelik romantizmin de içine etme riski var.

Neden bunları önceden tahmin edemiyorum? Yüzlerce haber, binlerce forum iletisi okudum, onlarca şahsi hikaye dinledim. Duyarsız bir hödük de değilim sanki. Peki neden bunları etrafımdaki gerçek kadınlarla ilişkilendirmiyorum? İlişkilendiremiyor muyum yoksa? Bak yine empatiye geldik.

Önceki yazıda hatırlarsan empatiyi engelleyen konulardan birinin mesafe olduğundan bahsetmiştim. Kadınla erkek arasındaki toplumsal cinsiyet mesafesi gerçekten de Mars’la Venüs arasındaki mesafeyi andırıyor.

Bu mesafeyi kapatmak için (ve daha genel anlamda empati kurmak için) geliştirilebilecek alışkanlıklar var. Biraz bunlardan bahsedesim var bugün. (Günün kitabı, Roman Krznaric’in yazdığı Empathy.)

Deneyimsel maceralar

Başkalarının neyi nasıl deneyimlediğini onlarla birlikte öğrenmek ve empati becerilerimizi geliştirmek için üç yöntem varmış.

  • İçine gömülme / Immersion: Hani aktörlerin canlandırdıkları karakteri anlamak için bütün hayatlarını değiştirdikleri örnekler var ya, öyle şeyler bunlar. Mesela kör bir karakteri canlandıracaksa set dışındaki bütün hayatını da gözleri kapalı geçiren insanlar var aylarca. Yani o kişinin içine gömülüp, onun deneyimini doğrudan yaşamaya çalışmaya dayalı bu yöntem.
  • Keşif / Exploration: Bu yöntemde, deneyimini doğrudan yaşamak için değil, farklı deneyimleri ve insanları kendi bağlamları içinde keşfediyorsun. Belki de en güzel örnek Che’nin motosikletle Latin Amerika gezisi. Halkla doğrudan temas ederek toplumsal gerçeklikle tanışıyor.
  • İşbirliği / Cooperation: Senden farklı insanlarla bir şeyler yaparak da onları tanıyabilirsin. Bunun en güzel örneği, bir felaketin sonunda bir araya gelip sorunlarını çözen insanlar.
    Bunu New York’taki ikiz kule saldırısı sonrasında gözlemlemişler. O kriz anını anlatan insanlar kimin kime nasıl su verdiğini, yarasına merhem sürdüğünü, yoldan geçen birinin abur cubur dağıttığını falan anlatırken mutlu oluyorlarmış. Trajik bir durum ama bir çeşit bir araya gelme ve dayanışma hissi aslında insanlara insanlıklarını hatırlatıyor. Benzer örnekler deprem ve yangın anlarında Türkiye’de de oluyor sanki.

Toplumsal cinsiyet mesafesini bu deneyimsel maceralarla aşmama imkan yok.

Belki kadınlarla birlikte aktivizm yapınca bir şeyler öğrenebilirim, ama aktivizmden öğrendiklerimden romantik ve seks hayatımı geliştirmeye giden yol uzun.

Sohbet zanaati

Muhabbet açma ve karşındakini dinleme becerisi hepimizde biraz var, bunu bir alışkanlık haline getirerek çeşit çeşit insanlar hakkında birçok şey öğrenebilirmişiz.

Bu da pek uymuyor durumuma. Çünkü denedim ve çuvalladım.

Etrafımdaki kadınlarla öylesine konu açıp nelerin travma tetiklediğini öğrenmek bir mayın tarlası. Öncelikle, kadının bunu konuşmak isteyip istemediğini anlamak zor, ve ısrar ediyor pozisyonda kalmak istemem. İkincisi, bunu konuşmanın kendisi travmayı tetikleyebiliyor. Bunları böyle “olabiliyor” diye anlatıyorum ama yanıltmayayım seni. Bunlar olabildiler, oldular, bizzat benim başıma geldiler. Daha doğrusu, ben bizzat bunu başkalarının başına geldirttim.

Oturduğun yerde geziye çıkmak

Son çaremiz, kimseye bulaşmadan sanat sepete bulaşmak. Tiyatro, sinema, fotoğraf, edebiyat ve internetteki zımbırtılar empatiyi güçlendirebilirler. (Bak sen bu blogu okuyarak erkek cinselliği hakkında benimle empati falan kuruyor olabilirsin mesela.)

Burası sağlam liman.

İlk aklıma gelen, Naomi Alderman’ın The Power romanı oldu. Ama biraz daha düşününce, yıllar önce okuduğum Orhan Kemal’in Tersine Dünya‘sını hatırladım. Konuları birbirine çok uzak değil. Henüz okumadıysan, Tersine Dünya’da erkek ve kadın rolleri değişmiştir ve gündelik hayattan kesitler verilir.

Bu iki kitap arasında iki ciddi fark var. İlki drama, ikincisi komedi. İlkinin yazarı kadın, ikincisininki erkek.

Erkek yazarın konuyu mizah unsuruyla yumuşatması aslında erkeklerin birbirine karşı nazik ve hoşgörülü olmalarının bir sonucu olabilir gibi. Ben ergendim o kitabı okuduğumda. Onlarca yıl geçmiş, hala hatırladığıma göre beğenmişim üstelik. Ama hiç de şahsen bana dokunmadı. Komedinin böyle bir kolaya kaçar yanı var. Sanki seninle ilgili değilmiş gibi bir izlenim uyandırıyor.

Okumanın izlemenin kendisi otomatik olarak empatiyi geliştirmiyor, çünkü o kitapları okuyup o filmleri izlerken hala erkek olarak izliyorum. Yani neyin bana dokunup dokunmayacağına hala ben karar veriyorum.

Neyin nerede ters gittiğini anlamam lazım. Okumaya ve yazmaya devam öyleyse.

Evet, tüm erkekler! #YesAllMen

Ben bu konuda yazmıştım daha önce, ama şimdi yazdıklarımı tekrar okumak ve üstüne başka bir şeyler koymak ihtiyacı hissettim.

Önce nerede kaldığımızı hatırlatayım. İki sene önce #MeToo hareketiyle ilgili olarak şöyle şeyler yazmışım:

Yani, #NotAllMen diyenlere verilecek feminist yanıt “Konu ataerkil sistem ve bu sistemin yarattığı meşruluk zemini.” vb. söylemler yerine doğrudan #YesAllMen olabilir mi?

Hepimizi, tüm erkekleri korkutacak bir dalga mı bu?

Benim yanıtım, evet.

Nasıl ki tüm kadınlar şu veya bu şekilde cinsel saldırıya maruz kalmışlarsa, tüm erkekler de şu veya bu şekilde bir kadının rıza göstermediği cinsellik içeren davranışlarda bulundular. İnsanı şok edecek kadar çoğumuz kadınlara tecavüz ettik. Birçoğumuz kadınları sokakta veya iş yerlerinde (veya otobüste) taciz ettik. Bazılarımız bunu yaptığında ergendi, kimimiz hala yapıyor. Daha medeni olanlarımız, bu gibi cinsel zorlamaları yalnızca kendi partnerlerimize uyguladık. Açık ve net bir rıza ifadesi yokken, varmış gibi davrandık.

Tek tek bakıldığında belki sen ben travmatik bir deneyim yaşatmadık kimseye. Ama o kadın seni de beni de hatırlıyor. Çünkü yaptığımız şey diğer yaşadıklarıyla birlikte yığılarak yarattı #MeToo’nun açığa çıkarttığı sosyal travmayı. Ve çünkü muhtemelen sana bana daha çok güveniyordu o kadın ve bu yüzden kafasında yer etti o yaptığın, yaptığım.

Hepimizi hatırlıyorlar.

Peki ne olacak?

Şanslı olanlarımız, stratejik sebeplerle affedilecekler. Yani, kadınlar, sırf başka hedeflere saldırmanın daha etkili olacağını düşündükleri için bizim yaptıklarımızı sümen altı edecekler.

Çok şanslı olanlarımız gerçekten affedilecekler. Belki değişmiş olduğumuzu gördükleri için, belki zamanla onlara insan gibi (“kadın gibi” değil yani) davrandığımız için, ve eğer yaptığımız çok derin bir iz bırakmamışsa, yeni bizi teşvik etmek adına eski defterleri kapatacaklar.

Çok çok şanslı olanlarımızla ise kadınlar gelip konuşacaklar. Yapmış olduğumuz şeyi ve onlara nasıl bir etki bıraktığını doğrudan bize anlatacaklar. Belki birlikte, bu noktadan sonra durumu telafi etmek ve o kadına saygı duyduğumuzu göstermek için ne yapabileceğimizi konuşacağız. Yani af falan değil, adil bir barış yapacağız.

Şans dediğime bakma. Bu kadınların bizimle nasıl ve ne zaman hesaplaşacakları, büyük ölçüde, bizim şu anda ve bugünden itibaren ne yaptığımıza bağlı.

Hiçbir erkek muaf değil bu dersten.

#YesAllMen

Şimdi yeni bir yazı yazmamın sebebi şu.

8 Aralık 2020’de Twitter’da Hasan Ali Toptaş’la ilgili birçok cinsel taciz suçlaması ortaya atıldı. Toptaş bu iddiaları reddetmedi, yalnızca 9 Aralık’ta üç cümlelik bir özür mesajı yayınladı. 10 Aralık’ta Everest Yayınları Toptaş’la ilişkilerini kestiklerini açıkladı. Bu arada sanırım TRT 2 de bir yayınını mı kaldırmış, bir şeyler olmuş.

Kadınların söylediklerinin doğruyu yansıttığını (yani mesela, taciz meselesinin yalnızca Twitter’da ses çıkaran 20 kadınla sınırlı olduğunu) varsayarak devam edeceğim.

Hasan Ali Toptaş, 62 yaşında, görece sosyal iktidar ve ayrıcalık sahibi bir adam. Muhtemelen birçoğumuzdan daha çok ve daha rahat cinsel tacizde bulunmuştur. (Öte yandan, muhtemelen aramızdaki en çürük yumurta olmadığı da kesin.)

Şimdi yukarıda ilk yazdıklarıma dönelim.

İddiam, erkek olarak yetiştirilmiş hepimizin, fırsatını bulduğumuz ölçüde, kadınlara “hadlerini bildiren” veya “hak ettikleri” ve muhtemelen “amaan amma da abarttıkları” bir şeyler yapmış olduğumuz.

Bu cümledeki “hepimizin” sözcüğü önemli.

Hasan Ali Toptaş’ın iki günde tüm kariyerini çöpe atan süreci, tacize uğramış kadınlar için bir şifa oldu mu? Veya, bu süreç diğer erkekleri “adam” etmeye yaradı mı?

Şunu demek istiyorum aslında: Eğer sezgilerim doğruysa ve hepimiz, tüm erkekler, geçmişimizin bir yerinden bu ipe bağlıysak, o zaman Toptaş’ı veya türevlerini yalıtarak yalnızca iyi erkeklerden oluşan, kadınların rahat edebilecekleri bir toplum kurmamız mümkün olmayacak.

Kadınların rahat edebilecekleri tek toplum, erkeksiz bir toplum olabilecek (ki muhtemelen kadınların da bir kısmı yine diğer kadınları rahat bırakmayacaklar). Buna teorik bir itirazım yok. Stratejik olarak, daha gerçekçi bir senaryoya oynamalıyız gibime geliyor sadece.

Kadınların talep ettiği adaletin cezalandırıcı (punitive) değil dönüştürücü adalet (transformative justice) olmasını sağlamamız lazım.

Kadınlar bu adaletin inşa edilmesi için hali hazırda olağanüstü çalışıyorlar: travmalarının üstünden atlayıp seslerini yükseltiyor ve diğer erkeklerin karşı saldırılarına kendilerini hedef ediyorlar.

Ama yetmez, yetmiyor. Başka bir şeyler daha gerekiyor. (Merak etme, devlet mevlet demeyeceğim tabii ki şimdi.) Aklıma şunlar geliyor, belki bir başlangıç olarak:

1. Erkeklerin özür dilemeyi öğrenmeleri gerekiyor.

“Üzgünüm. Özür dilerim.” dememiz çok az şey ifade ediyor. Özür dilemenin kendisi, hesap verebilirliğin dört adımından ikincisi.

İlk adım, gerçek bir özdüşünüm (self reflection) sürecinde, somut eylemimizi ve bu eylemin karşımızdaki kişiye olan somut etkisi anlamamız. İkinci adım, özür dileme eyleminin kendisi. Üçüncü adım, hatamızı onarma (ve bunun için, diğer insana danışmamız gerekir). Dördüncü adım, davranış değişikliği.

Birçoğumuzun yaptığı gibi, olayı yalnızca ikinci adıma indirgediğimizde, ne incittiğimiz kişi bize inanıyor, ne Everest Yayınları bize inanıyor, ne de diğer erkekler herhangi bir şey öğreniyorlar.

Sonracığıma, o ikinci adım da, Özür Dileme adımı da beş adımdan oluşuyor. Bunu tane tane yazmak isterim:

  1. “Özür dilerim.”: Bunu açıkça söylemekten kaçınmamamız lazım.
  2. Verdiğin zararın ismini koy: Tam olarak ne yaptığını, davranışını, kendi sözcüklerinle ifade et. Geçiştirme. Tacize taciz de, cinsiyetçiye cinsiyetçi. “Uygunsuz”, “dikkatsiz” gibi sıfatlardan kaçın.
  3. Etkinin ismini koy: Bu tavrın karşındaki insana etkisini açıkça ifade et. Karşındaki insanın duygularını tahmin et. (Yalnızca bu basamağa, yani ikini adımın üçüncü adımına geldiğinde karşındaki insanla gerçek bir bağ kurma ihtimalin oluşuyor.)
  4. Davranışının ismini koy ve sorumluluk al: Ne yaptıysan onu söyle. Ellediysen “Elledim” de. Üzgünsen, burada davranışını açıkça ifade ederek üzgün olduğunu gerçekten gösterebilirsin.
  5. Bir daha zarar vermemeye söz ver: Şimdi, “Bu davranışımın böyle bir etkisi oldu ve şu zarara yol açtı.” demiş olduğuna göre, bu davranışını tekrarlamayacağını söyle.

Özür dileme eylemi, bu adımların tamamlandığı noktada sonlanıyor.

Ama dönüştürücü adalet için, yani karşımızdaki insanın bizi gerçekten affetmesi ihtimali olması ve bizim de bu arada bir şeyler öğrenebilmemiz için, daha hala iki adım daha var.

Üçüncü adım, hatanı onarman. Taciz gibi travmaya yol açabilecek durumlarda onarmak için ne yapman gerektiğini bilemeyebilirsin. Ama şanslıysan etrafındaki insanlar ve çok şanslıysan bizzat incittiğin kadının kendisi sana yardımcı olacaktır. (Eğer etki daha somut ve doğrudansa, mesela senin yüzünden bir kadın kariyerinden olduysa, ona kariyerine dönmesinde yardımcı olabilirsin ve geçmiş iş arkadaşlarıyla konuşarak sorumluluk alabilirsin.)

Dördüncü adım, seni o davranışa iten değerler bütününe bakman ve kendini değiştirmek için bir plan yapman. Birçok durumda, bu planı açıkça ifade etmen gerekebilir: mesela kadınlara erkekler kadar saygı duymadığını fark edebilirsin ve bununla mücadele etmek için okumalar yapmaya karar verebilirsin.

Bu dört adımın tamamını samimiyetle yaptığımızda hakiki bir hesap verebilirlik (accountability) inşa etmeye başlıyoruz.

2. Erkeklerin de #MeToo demeleri gerekiyor.

Kadınlar “barışçıl” yollardan adalet bulabileceklerine inanmıyorlar. Haklılar.

Bu algıyı kırmak için bu olguyu kırmak gerekiyor.

Fark ettiysen, konuyu hep kadınlar açıyor. Erkekler savunmaya (veya hödüklerse karşı saldırıya) geçiyorlar. Bunu değiştirmemiz lazım.

Daha çok erkeğin, kimse bir şey sormadan konuyu açması, “Ben böyle böyle şeyler yaptım ve bunun şöyle şöyle etkileri oldu, üzgünüm, bunu tekrar etmemeye ve kendimi şunu şunu yaparak değiştirmeye karar verdim.” demeleri gerekiyor.

Tabii ki bunu Twitter’dan falan yapmana gerek yok. İlla ki öyle yapacaksan kadınların ismini vermen tabii ki saçma olur (ama hiç isim vermeyince de kaçak oynama sayılır belki). Belki yediğin haltları hatırlayınca, incittiğin kadınlarla doğrudan iletişim kurup özür dilemeyi seçebilirsin.

Adaleti, kadınların şikayetçi olduğu erkeklere saldırarak kuramayacağız. Çünkü gün gelecek sıra bize gelecek ve bunu hepimiz derinden hissediyoruz. Adaleti, kendimizle hesaplaşarak kurmaya başlayacağız.

3. Erkeklerin, kadınları meşgul etmeden bir adalet kurmaları gerekiyor.

Dedim ya adaleti kendimizle hesaplaşarak kuracağız diye, buradan “adalet içimizde” anlamı çıkmasın. Kişisel düzeyde bir şeyden bahsetmiyorum. Kişisel etkisi olabilse de, erkekler kolektifi açısından konuşuyorum.

Feminizm müttefiki erkeklerin taciz mağduru kadınlarla dayanışması iyi hoş. Ama yetmiyor. Sınıfımıza ihanet etmemiz, kadınların seslerini çıkarmadıkları durumlarda bile erkeklere karşı harekete geçmemiz gerekiyor.

Kadınlar bize ne yapmamız gerektiğini söylediler, üstelik dillerinde tüy bitti anlata anlata. Neler yapmamız gerektiğini biliyoruz. Bunları yalnızca kadınlar söylediklerinde yapmamız, sorumluluğu hep onlara devretmemiz anlamına geliyor. Böyle giderse, güven inşa edemeyeceğiz.

Emir ve direktif almayı öğrenmemiz lazım acilen. Emirleri teyit etmemiz lazım başına buyruk hareket etmemek için. Kadınları dinlememiz lazım. Ve her bir özel durumda, duruma muhatap kadını da dinlememiz lazım. Ancak erkeklere karşı eyleme geçmek için her seferinde kadınları beklersek, biz eli yüzü düzgün bir toplum kurana kadar deniz suyu seviyeleri on yirmi metre yükselecek geriye pek bir uygarlık kalmayacak.

Bu üçüncü maddedeki nüans açık mı emin değilim. Demek istediğim şu: Kadınların politik veya sosyal faaliyeti, ortamdaki erkeklerle mücadele etmek gibi bir ara basamaktan geçiyor hep. Bu erkeklerle erkeklerin de mücadele etmesi lazım ki diğer faaliyetteki görevleri eşit pay edebilelim. Bunun için, taciz konusunda erkeklerin proaktif bir rol üstlenmeleri, kendilerine ve etrafındaki erkeklere hesap sormaları gerekiyor. Böyle bir şeyler yani… Yoksa, feminizmi erkekler inşa edecekmiş gibi bir anlam çıkmasın lütfen.

4. Erkeklerin fırsatları kaçırmaması lazım.

Hasan Ali Toptaş olayı faydalı olabilir. Ama bunun için, Hasan Ali Toptaş hakkında konuşmayı bırakmamız gerek. Nitekim kadınlar tam da bunu yaptılar ve adını bile duymadığım başka yazarları da denkleme eklediler. Ama erkekler hala yalnızca listedeki erkekleri konuşuyorlar.

Ben, sayfayı çevirmeye karar verdim.

Bu blogun anonimliğini riske atarak (ki kendi cinselliğimle ilgili ne çok utanç verici şey yazmış olmama rağmen hem de, bak!) geçmişte taciz ettiğim, rahatsız ettiğim, gereksiz ısrarlarımla gerdiğim vb. en az üç kadınla irtibata geçip yukarıda yazdığım hesap-verebilirlik adımlarını uygulamaya çalışacağım.

Muhtemelen başarısız bir girişim olacak. Özürden çok bahane olacak. Tıka basa “o kişi geçmişte kaldı” ile dolu olacak. Böyle böyle öğreneceğim, öğreneceksem.

Zaman alacak bunu yapmam. Çok düşünmem gerekiyor öncesinde. Aylar alacak. Ama önümüzdeki altı ay içinde gerçekleşecek. (Bak teslim tarihi de koydum kendime.) Sonra da gelip burada sana rapor vereceğim.

#MeToo. Bu iş döner dolaşır bizi de bulur mu?

Trump’ın Yargıtay çoğunluğunu elde etmek için aday gösterdiği Kavanaugh tecavüzle suçlandı ve özel bir oturumda tanık olarak dinlendi. Tüm iddiaları reddetti. Açıkça yalan söylüyordu. Onu dinleyen tüm senatörler de yalan söylediğini biliyorlardı. Ama bu suçu kabul etmenin ne anlama geldiğini de gayet iyi biliyorlardı. Kavanaugh Yargıtay üyeliğine seçildi. Beyaz Saray’a yakın bir avukat Politico gazetesine verdiği bir röportajda şöyle konuştu:

“If somebody can be brought down by accusations like this, then you, me, every man certainly should be worried.”

Yani, Eğer bu gibi ithamlarla birinin adaylığı düşürülebilirse, her erkek kesinlikle endişelenmelidir.”

Aynı hafta, Cristiano Ronaldo’nun ABD’de bir kadına tecavüz ettiği ardından da “konuyu kapatmak için” kadına 375 bin dolar ödediği ortaya çıktı. Portekiz’in ünlü simalarından Marco Costa, Instagram’da yazdığı bir notla Ronaldo’yu savundu. Sonradan düzeltmek zorunda kaldığı mesajında, “Todos nós já violámos alguém…” yani “Hepimizin birinin ırzına geçmişliğimiz vardır.” yazmıştı.

Bu erkekler haklı olabilir mi?

Yani, #NotAllMen diyenlere verilecek feminist yanıt “Konu ataerkil sistem ve bu sistemin yarattığı meşruluk zemini.” vb. söylemler yerine doğrudan #YesAllMen olabilir mi?

Hepimizi, tüm erkekleri korkutacak bir dalga mı bu?

Benim yanıtım, evet.*

Nasıl ki tüm kadınlar şu veya bu şekilde cinsel saldırıya maruz kalmışlarsa, tüm erkekler de şu veya bu şekilde bir kadının rıza göstermediği cinsel hamleler yaptılar.** İnsanı şok edecek kadar çoğumuz kadınlara tecavüz ettik. Birçoğumuz kadınları sokakta veya iş yerlerinde (veya otobüste) taciz ettik. Bazılarımız bunu yaptığında ergendi, kimimiz hala yapıyor. Daha medeni olanlarımız, bu gibi cinsel zorlamaları yalnızca kendi partnerlerimize uyguladık. Açık ve net bir rıza ifadesi yokken, varmış gibi davrandık.

Tek tek bakıldığında belki sen ben travmatik bir deneyim yaşatmadık kimseye. Ama o kadın seni de beni de hatırlıyor. Çünkü yaptığımız şey diğer yaşadıklarıyla birlikte yığılarak yarattı #MeToo’nun açığa çıkarttığı sosyal travmayı. Ve çünkü muhtemelen sana bana daha çok güveniyordu o kadın ve bu yüzden kafasında yer etti o yaptığın, yaptığım.

Hepimizi hatırlıyorlar.

Peki ne olacak?

Şanslı olanlarımız, stratejik sebeplerle affedilecekler. Yani, kadınlar, sırf başka hedeflere saldırmanın daha etkili olacağını düşündükleri için bizim yaptıklarımızı sümen altı edecekler.

Çok şanslı olanlarımız gerçekten affedilecekler. Belki değişmiş olduğumuzu gördükleri için, belki zamanla onlara insan gibi (“kadın gibi” değil yani) davrandığımız için, ve eğer yaptığımız çok derin bir iz bırakmamışsa, yeni bizi teşvik etmek adına eski defterleri kapatacaklar.

Çok çok şanslı olanlarımızla ise kadınlar gelip konuşacaklar. Yapmış olduğumuz şeyi ve onlara nasıl bir etki bıraktığını doğrudan bize anlatacaklar. Belki birlikte, bu noktadan sonra durumu telafi etmek ve o kadına saygı duyduğumuzu göstermek için ne yapabileceğimizi konuşacağız. Yani af falan değil, adil bir barış yapacağız.

Şans dediğime bakma. Bu kadınların bizimle nasıl ve ne zaman hesaplaşacakları, büyük ölçüde, bizim şu anda ve bugünden itibaren ne yaptığımıza bağlı.

Hiçbir erkek muaf değil bu dersten.

#YesAllMen


* Bu cümlenin sonundaki nokta önemli. Virgül değil, noktalı virgül değil, üç nokta değil. Nokta.

** Burada “cinsel saldırı”nın ardından “cinsel hamle” diyerek lafı yumuşatmış gibi olmuşum. Amacım sadece aynı sözcük öbeğini tekrar etmekten kaçınmaktı.

OkCupid tespitleri: Sonuçta sevişicez di mi?

Her ne kadar OkCupid profilimi bu blogdaki keşif sürecimin bir parçası olarak açtıysam ve pratik olarak kimseyle çıkmaya ihtiyacım olmasa da, şöyle bir dinamik keşfettim:

Sohbeti ister ben başlatayım ister karşımdaki, sohbetimiz ister havadan sudan olsun ister derin felsefi, ortada her daim “Biz bir online dating sitesindeyiz.” hissi var. Bu histen de ben tabii düz (düz’ü hem hetero anlamında hem de bodos anlamında diyorum) bir erkek olarak “Yani sonuçta biz sevişir miyiz? Sevişiriz, değil mi?” moduna bağlıyorum.okcupidcom_logo_3742

Ama tabii bu kurgu burada bitmiyor, kadınlar da anlaşılan erkeklerin bu moda bağlayacaklarından eminler, o yüzden çok daha temkinli ve yer yer itici yorumlar yapmaları gerektiğini hissediyorlar.

Ama tabii kurgu burada da bitmiyor, biraz kafası çalışan düz erkekler kadınların bunu böyle yapacağını da hesaba katıp iyicene alttan alıyorlar.

Neyse işte lafı uzatmayayım, sonunda bu alt-metinlerle, imalarla dolu muharebeyi elbette sosyal yetenekleri bilenmiş olan kadınlar kazanıyorlar.

Nihayetinde benim gibi malların elinde kalan şöyle bir durum oluyor:

“Ben sevişmemiz seçeneğinin hep açık olduğunu varsayıyorum, sonuçta bir eş bulma sitesindeyiz yahu. Ve bu varsayımı açıkça dillendirip teyit etmek de istiyorum. Ama bu demek değil ki birbirimizi beğenmezsek ben sana “Ay ama bu kadar konuştuk, şimdi illa ki benle sevişmen lazım, yarı yolda bırakman etik değil.” diye çemkireceğim. Rahat olalım, aktif rızayı birinci planda tutalım, ama beklentilerimizle ilgili de birbirimizi kandırmayalım, olmaz mı?”out of the box

Hem, erkeklerin her daim sekse aç ve kadınların her daim sekse tok oldukları varsayımına dayanan bu oyun ne kadar işlevli? Ya buluştuğumuzda ben sana bakıp “Ya ben seni arkadaş olarak görüyorum.” veya “Ay göğüslerin çok büyük ben küçük göğüs seviyorum.” deyiverirsem? Niye bu ihtimal yokmuş da benim her cinsel hamlem tacizmiş gibi konuşuyoruz? Hadi gerçek hayatta bunu böyle yorumlamamızın sebepleri var… İyi ama bir eş bulma sitesinde (hele ki benim gibi profili bas bas bağıran biriyle konuşurken) bu kutuların dışına çıkamaz mıyız?

Yoklama: Hani nerede kadınların anlattığı o erkekler? … BURDA.

Bugün, bir tercih yapıyorum.

Bu uzun bir yazı olacak, lütfen oku sonuna kadar.

Özgecan’ı bıçakladılar ve ona tecavüz ettiler. Onu öldürdüler. Sonra ellerini kestiler. Sonra yaktılar. Sıra çok önemli. Yakarak öldürmediler onu mesela, öldürüp sonra yaktılar. Bıçaklayıp sonra tecavüz etmediler, bıçaklama parçasıydı tecavüzün. Ellerini keserek öldürmediler onu, öldürdükten sonra parmak izini ortadan kaldırmak için kestiler ellerini.

ozgecanSıra çok önemli.

Çünkü bu sıralamayı, kadınların yaşadığı cehennemin katları olarak görebiliriz.

Bugün bir tercih yapıyorum. Sosyal medyada #sendeanlat etiketiyle cehennemi tasvir edenler kadınlar bağırıyorlar: “Hani, erkekler nerede peki?”

Off.. Uzun bir yazı olacak bu.

Her koyun kendİ bacağından, her kurt kendİ kuyruğundan…

Bugün, ben de anlatacağım. Ve böylece, daha uzun bir süre açık kimlikle yazmamayı tercih ediyorum.

İlkokulda kızların eteklerini kaldırmayı oyun haline getiren benim. Şöyleydi oyun, anlatayım bak:

Kızlar bir kaldırımın üstüne çıkarlar. Ben aşağıda dururum. (Tek oğlan çocuk, tek avcı ben miydim, hatırlamıyorum.) Kaldırım “güvenli bölge”dir. Aşağı inenin eteğini kaldırmaya çalışırım.

Onlar da geri, kaldırıma kaçarlar. Daha cesur olanlar kaldırımdan uzağa koşarlar ve bir yakalamaca oyunu başlar.

Evet, bu bir oyundu. Ve sadece oynamak isteyenler dahildi oyuna. (En az beş kız hatırlıyorum.) Her şey bir çeşit rıza mekanizmasına dayanıyordu. (Yedi yaşında çocuklar arasında rıza ne kadar anlamlıysa o kadar…)

Ancak, madem ki bundan 20 yıl sonra sevgilimle beraber evini ziyaret ettiğim ilkokul arkadaşım bu hikayeyi hâlâ hatırlıyordu ve bir çocukluk anısı olarak  anlatmaya değer buluyordu (gülerek, bana takılarak ve biraz da beni sevgilimin yanında utandırmak için anlatmıştı), demek ki ortada bir tuhaflık vardı.

Ama orada dur!.. Asıl öyküden kaçıyorum. Araya masumane anılar sıkıştırıyorum. Demiştim, uzun bir yazı olacak bu, çünkü başlamak bile çok zor; yine de lütfen oku sonuna kadar.

SADEDE GELELİM.

Ortaokulda kızların bacaklarını ve kalçalarını elleyen de benim.

Hatta dilersen, nasıl yapılır öğretebilirim…

1. KURBANIN SEÇİLMESİ

Öncelikle, doğru kızları seçeceksin. Bu seçenekleri de tabii ki diğer erkek arkadaşlarının anlattığı hikayelerden süzerek bulacaksın. Bunlara “kolay kızlar” diyelim. Bunlar arasından, çekingenlik açısından senin seviyende birini seçmelisin.

Kolay kızlardan havalısını seçersen, kız çıngar çıkaracaktır ve sen “E ama şu şu erkeklere izin veriyorsun?” gibi hak arama çabalarınla iyice yerin dibine girersin. Ha yok, kolay kızlar arasından çok ezik birini seçersen, bu sefer ezilenin öfkesiyle karşılaşırsın; seninle sosyal temasını kaybetmekten çekinmeyeceği için, gürültü edecektir kız. Bu gürültüyü bastırabilirsin (ezik o nasıl olsa, aşağılamak ve alay etmek kolaydır) ama tacizi tekrarlamana izin vermeyecektir.

Böylece, seninle aynı sosyal kategoride (hatta tercihen azıcık altta) kalan birini seçmelisin ki ne hakkını savunabilsin, ne de seni engelleyebilsin.

Benim durumumda bu seçilmişler, aynı benim gibi, kendilerini havalılara eklemlemeye çalışan, ve aynı benim yaptığım gibi, havalı saydıkları bir önderin etrafında takılan tiplerdi.

2. MORAL DEPOLAMA

Kurbanlarını seçtiğine göre şimdi sıra kendini motive etmekte.

Öncelikle, ergenliğin ilk yıllarındasın, unutma. Cinsellik, öpüşmek, “çıkmak” falan öyle önemli şeyler sayılıyor ve öyle az bulunuyor ki, senin gibi hiçbir deneyimi olmayanların biyolojik açlığı iyice kışkırtılmış vaziyette.

Buna bir de kendini ispat etme kaygını ekle. Herkesin saygısını gören, kızların etrafında pervane olduğu havalılar bunca şey yaşarken, sen eğer hiçbir şey yapmıyorsan gerçek bir erkek değilsin demektir. Bu yapacaklarını da kimseye anlatmak zorunda değilsin zaten. Yapman, özgüven kazanmana yetecektir. (Hem zaten kime yaptığını anlatınca kendi düşük sosyal sınıfını da açığa vurmuş olursun. İyisi mi hiç anlatma.)

Son olarak, havalı arkadaşlarının anlattığına bakılırsa, bu kolay kızlar bunu hak ediyor ve/veya istiyorlardır. Böyle bir şeyi kızların kendilerine sormak enayiliğini etmediğin sürece, vicdanını da rahat tutabilirsin.

3. EYLEM PLANI

Şimdi, kurbanını seçtiğine ve cesaretini topladığına göre, sıra taktik geliştirmeye geldi.

Ne sandıydın? Öylece elini kolunu sallayarak gidip kızı kıstıracak halin yok herhalde sınıfın orta yerinde! Unutma ki etrafta kolay-olmayan kızlar da var ve onların bu yaptıklarını görmelerini istemezsin. Bilakis, arkadaşlarını daima bu kolay-olmayanlar arasından seçtiğine göre, onların gözleri önünde böyle şeyler yapmak hiç de akıllıca olmayacaktır.

Önünde yine de bol miktarda fırsat var. Ama ben tek bir tanesini, birkaç ay boyunca uyguladığım ve sonuç aldığım bir yöntemi tanıtmak istiyorum burada.

Bildiğin gibi okulda zil iki kez çalar: 10 dakikalık teneffüsün 8. dakikasında öğrenci zili, 10.dakikanın sonunda ise öğretmen zili çalar. İkinci zille beraber öğretmenler, Öğretmenler Odası’ndan çıkarlar ve onları gören öğrenciler de sınıfa koşuşurlar.

Zaten bildiğin bu detayları neden mi anlatıyorum? Çünkü dikkatli bakarsan görebileceğin gibi, eğer öğrenci zili çalınca kızdan önce sınıfa girersen, sonra hoca geliyor mu diye bakma bahanesiyle dışarı çıkabilir ve tamamen tesadüfen onunla aynı anda kapıdan geçebilirsin. Bu da sana ihtiyacın olan yakın mesafeyi ve konfigürasyonu verecektir. Şimdi tek yapman gereken, onun tarafındaki elini doğru kullanmaktan ibarettir. Hem kazara olmuş izlenimi vermeli, hem de maksimum teması sağlamalısın.

Avantajın, doğal olarak günde (evet, hem de her hafta beş gün) 6-7 kez böyle bir fırsatının olması. Dezavantajın, bir süre sonra kızın seninle aynı anda kapıdan geçmekten kaçınmaya başlaması.

İyice öğrendin mi?

Aferin.

YETİŞKİNLERİN DÜNYASINA, KADINLARIN CEHENNEMİNE DÖNÜŞ

Bunları kafamdan silip atmak yıllarımı aldı benim. (İngilizce’de unlearn diye çok güzel bir fiil var; öğrenilmiş bir şeyi silmek/unutmak anlamında.) Sadece okumak, dinlemek, sorgulamak değil kastım; koskoca bir blog oluştu bu kaygının etrafında.

Ve benim bugünkü tercihim, beni bu blogun yazarı olarak tanıyan insanlara açılmaktan ibaret. Onlara karşı hep dürüst olduğumu iddia edegeldiğim insanlar, arkadaşlarım, dostlarım, eski sevgililerim…

Ayrıca bugünkü tercihimle “Hayır,” demiş oluyorum, “hiç de o kadar cesur değilim.” Hayır, hem bunları anlatmaya hem de altına imza atmaya yüreğim yok.

Tam olarak anlatabildiğimden de emin değilim zaten. Özet geçeyim: Ortaokulda sınıf arkadaşlarını taciz eden, virgül, benim. Nokta.

“Sen de anlat” dediler, anlattım. Bu, hikayelerden sadece biri. Üstelik kendime de ilk kez anlattım. (Dürüstlük mü demiştim?) Bir şey değişti mi anlatınca? Bilmiyorum.

Ben o günlerden bugüne biraz olsun değişmiş olduğum için anlatabildim belki de.

Ama mesela, o “arkadaş”larımla, mezun olduğumuzdan beri – özür dilemeyi geçtim – konuşmuşluğum dahi yok. Konuşsam, konuya nasıl girerdim, ne derdim, hiçbir fikrim yok.

ozgecan-aslan

***

Son bir itiraf: Öyküler yazmaya biraz da bu gibi şeyleri anlatabilmek için başlamıştım. Bir arkadaşımın önerisiyle, anlatıcıyı olayın dışına çıkarmanın anlatmayı kolaylaştıracağına karar vermiştim. Özgecan’ın katli tüm hesaplarımı altüst etti.

Kızlar, bacaklar ve etekler

Ortaokulda kızların bacaklarına bakıyordum. Bakıyorduk. Böyle bir genel pratik vardı.

Özellikle rüzgarlı havalarda, servise binerken ve tabii ki normal normal otururlarken… Yani “özellikle hep, daima“. Bilinen bir şeydi bu, üzerine konuşulan bir şeydi hatta.

Kızlar arasında pek ayrım yapılmazdı iş bakmaya gelince. Elbette üzerine konuşmak açısından ayrımlar vardı. Hangi kızlar hakkında konuşulacağı ve hangileri hakkında konuşmaya değmeyeceği ile ilgili genel kanılar vardı.just legs

Cinsellikle yeni tanışıyorduk. Her yerde seks görüyorduk. Cinsiyetçi küfürler havada uçuşuyordu. Neredeyse tüm hit şarkıların sözleri cinsiyetçi olarak değiştirilmiş versiyonları mevcuttu.

Biraz alakasız olabilir, ama bana önemliymiş gibi geliyor: Ben ortaokul ve liseyi aynı okulda okudum. Dolayısıyla 12 yaşındayken, okuldaki en küçük bizdik ve 17 yaşındaki insanlarla aynı ortamdaydık. Bunun cinsellikle ilgili bir miktar “çabuk olgunlaşma”ya, bir miktarda “aceleciliğe” yol açtığını sanıyorum. Bunu kötü bir şey olarak söylemiyorum. Sadece, serviste, teneffüslerde vb. cinsel gelişiminin ileri evrelerinde olan insanlarla karşılaşmanın bizi çok etkilediğini söylüyorum. Konuya dönelim.

Evet, kızların bacaklarına bakıyorduk.

Cinsellikle ilgili bilgimiz de deneyimimiz de sıfırdı. Daha da uzunca bir süre sıfır kalacaktı (çünkü o “havalılar” arasında değildik biz).

Normalde, bir kızı/kadını seyretmek, eğer bu kişiyi huzursuz edecek veya cinsel anlamda tehdit edecek bir sonuç vermeyecekse gayet kabul edilebilir bir durum. Genellikle (ama her zaman değil*) ne fiziksel ne sözlü taciz ima ediyordu bakışlarımız. Sadece bakıyorduk. Bakmak için binbir şekle giriyorduk, ama nihayetinde sadece bakıyorduk.

body language

Al sana beden dili. Çöz bakalım ne anlatıyor bu poz…

Ama aslında kızları tehdit ediyorduk !

Evet, bakarken pek ayırt etmiyorduk.

Ama kimin ne kadar açık-saçık olduğu, kimin altına ne giydiği vb. konular kızların etiketlenmesinde önemli bir unsurdu. Neyin göründüğünü umursamayanlar da, bir şeylerin görünmemesi için ciddi emek sarf edenler de hoş karşılanmıyordu. Yani ortada çok yoğun bir kolektif kontrol mekanizması vardı.

Her an, her saniye, her kızı tüm bu sosyal sonuçlarla tehdit ediyorduk.

Buradan, erkekler üzerinde kontrol mekanizması olmadığı anlamı çıkmasın. Düzgün küfredebilmekten kavgadan kaçmamaya, karı-kız mevzularında ahkam kesmekten çok entel-dantel olmamaya kadar birçok kriter vardı. Bu kriterleri hem erkekler hem kızlar kontrol ederler, seninle ona göre ilişkilenirlerdi.

Kızlar üzerindeki bu yoğun kolektif kontrolde diğer kızların rolü neydi bilmiyorum, ama sanıyorum onlar da bu konuları konuşuyorlardı.

bad-luck-brian

Ortaokul öğrencisi. (temsili resim)

Demek ki bizim bakışlarımız, tek başlarına pek bir anlama gelmemekle beraber, tüm bakışlarla birleştiklerinde aslında kızlara sürekli mesaj ileten ve duruşlarını kontrol etmelerini söyleyen bir büyük sosyal makine oluşturuyorlardı. Üstelik sadece çok açılıp saçılmamak anlamında değil, eteğini çekiştirmeyi takıntı haline getirmemek anlamında da kurallar koyan karmaşık bir değerler sistemi vardı.

Tüm bunların yanında, çok güçlü karakteri olan birkaç kişi hatırlıyorum. Bu kızlar, nerelerinin ne kadar açıldığından bağımsız olarak hepimizin saygısını gören, düzgün arkadaşlık kurulabilen insanlardı. Bir kalemde aklıma gelen örnekler

  • doğal olarak hiç eteği açılmayan, ama tüm kriterlere göre çok çekici bir esmer güzeli,
  • bir yerinin açılıp açılmadığıyla ilgilenmeyen, gerçek anlamda rahat davranan biri,
  • hepimizce “taş” kabul edilen ve daima kısa etek giyen biri,
  • pek çekici bulunmayan, orası burası da genellikle görünmeyen biri.

İki şeyi tekrar vurgulayayım: Bunlar tüm örnekler değil, ama ilk aklıma geldikleri ve bu yazı bağlamında çeşit yarattıkları için yazdım; bu bir. İkincisi, buradan bu kızların bacaklarına bakmadığımız veya bu konuda konuşmadığımız anlamı çıkmasın. Gayet de bakıyorduk. Farklı olan, bu bakışlarımızın veya konuşmalarımızın bu kızlara yaklaşımımızı değiştirmiyor olmasıydı.

Gerçekten, bazı kızlar için, “hafiflik” üzerine konuşulmayan bir konuydu. Hafif ya da kolay olup olmadıklarını konuşmuyorduk. Dikkat edin, konuşup da hafif/kolay olmadıklarına karar veriyorduk, demiyorum. Etekleri ve bacakları bu konuda bir kriter olmuyordu, diyorum. Bu konuyu bu açıdan konuşmuyorduk.

Bu kızlar nasıl olup da onca öküz erkeğe kendilerini kabul ettirmişlerdi? Kendilerine duydukları özgüvenin doğal bir sonucu muydu bu, yoksa bilinçli bir çaba mı sarf ediyorlardı? Kendilerini nasıl hissediyorlardı? Bizim hakkımızda ne düşünüyorlardı?

Hiç bilmiyorum.

Tek bildiğim, kızların cinselliklerini ifade etmeleriyle ilgili karmaşık ve yer yer tutarsız bir kurallar silsilesi olduğu, dolayısıyla, aslında – hele ki o yaşta – çok normal ve doğal olması gereken bakma/seyretme eyleminin gayet de taciz niteliği taşıdığı, üstelik tüm bunların kız-erkek hepimiz tarafından normal kabul edildiği.

Dahası, bugünden oraya baktığımda, acaba hem “en ezikler” grubuna düşmemeyi hem de bu konularda daha doğru bir konum almayı başarabilir miydim, bilmiyorum.

Böyle bitirince "Kızlar yapabilir ama erkekler yapamaz" gibi bir anlam çıktı, bari görselini de koyayım da iyice rezil olayım dedim.

Böyle bitirince “Kızlar yapabilir ama erkekler yapamaz” gibi bir anlam çıktı, bari görselini de koyayım da iyice rezil olayım dedim.

***

* Bu yıldız çok kilit. Burada hep “hepimiz”in yaptığı şeylerden bahsediyorum ve kişisel olarak yaptığım ve yıllardır yükünü üzerimden atamadığım birçok şeyi anlatmıyor, dahası tüm olan biteni anonimleştiriyorum. Daha ciddi itiraflardan konuşmak için hem cesarete hem de kafamı toplamaya ihtiyacım var.