Tag Archives: erkek

Sen de tacizcinin tamamlayıcısı rolünde misin benim gibi?

Ben erkeğim. Bildiğin düz erkek.

Erkek doğdum erkek yaşarım. Kime ne, kime ne?

Neyse ki kimsenin sorduğu sorguladığı yok.

Ama böyle olunca, ne yaptığımın farkına varmıyorum zaman zaman. Yani, ne yaptığımı biliyorum, ama yaptığımın anlamını bilemiyorum. İki örnek vereyim sana:

Evdesin sevgilinle. Belki oturma odasında bir şeyler yapıyor, diyelim ki raflardaki kitapları kurcalıyor ayakta. Arkasından yavaşça yaklaşıp sarılıyorsun beline. Belki boynunu kokluyorsun sonra.

Ne romantik, değil mi?

Bilmem ki… Devam edelim örneğe.

Belki geçen hafta iş yorgunu eve dönüş yolunda, metrobüste kitap okurken fortçunun biri tam da bunu yaptıysa? Ve belki sevgilin uzaklaşmaya çalışınca adam ısrarla arkasından geldiyse? Ya bu deneyimi ona akşam vakti evinin ortasında (güvenli saydığı bir yerde) ona yeniden yaşatıyorsan?

“Belki” diyorum ya, aslında “muhtemelen” demem lazım. Geçen hafta değilse geçen ay. Sor bak etrafındaki kadınlara dolu metrobüste bunu yaşamayan var mı diye. Ben kategorik olarak dolu metrobüse binmeyen kadınlar tanıyorum.

İkinci örneğim seksle ilgili olacaktı, ama yazdım yazdım sildim. Dilimi döndürüp düzgünce yazamadım işte, anla. İkinci örneği sen yaz aslında. Sevişirken o çok sevdiğin şey var ya, artık bilemiyorum özel bir pozisyon mudur, oral mı olur, alengirli bir fantezi mi olur. Şimdi onu ilk kez yaparken hayal et kendini. Yataktasınız ve olayın heyecanıyla inisiyatif alıp deniyorsun.

Sonra şuna bak bir: Kız çocukların yüzde 11’i, veya yüzde 20’si, veya yüzde 33’ü cinsel tacize maruz kalmışlar. Üstelik bunlar Türkiye istatistiği değil. Dünya ortalaması hiç değil. O severek yaptığın seksi şeyi bir dayının, amcanın, kuzenin ona yapmış olması ihtimali çok yüksek.

Bu hikayeleri sana “ay erkek egemen toplum ne berbat bir şey, değil mi yoldaşlar?” diye vahvahlanalım diye anlatmıyorum. Berbat bir şey, evet, ama biz bu berbat şeyin aktif üyeleriyiz. Hayatında hiç kimseyi hiç taciz etmediğini dahi varsaysam, durum değişmiyor.

Ben bu yukarıda verdiğim gibi örnekleri yaptım partnerlerimle. Bu örnekler onlarda geçmiş deneyimi tetikledi. Ve onların iyileşme sürecini baltaladım. Bu baltalama kısmını ben yaptım, başka kimse değil: aktiften kastım bu. Üstelik evin oturma odası, yatağımız gibi ilişkimizde düzenli paylaştığımız yerleri şimdi taciz deneyimiyle ilişkilendirmiş oldum. Bu ilişkilendirmeyi de ben yaptım, metrobüsteki hıyar değil: aktiften kastım bu.

Halbuki insan sorabilir önce. Evet, benim gibi öküzsen ve bu konuları nazikçe açıp kapatmayı bilmiyorsan, sormak çok garip ve münasebetsiz olabilir. Üstelik romantizmin de içine etme riski var.

Neden bunları önceden tahmin edemiyorum? Yüzlerce haber, binlerce forum iletisi okudum, onlarca şahsi hikaye dinledim. Duyarsız bir hödük de değilim sanki. Peki neden bunları etrafımdaki gerçek kadınlarla ilişkilendirmiyorum? İlişkilendiremiyor muyum yoksa? Bak yine empatiye geldik.

Önceki yazıda hatırlarsan empatiyi engelleyen konulardan birinin mesafe olduğundan bahsetmiştim. Kadınla erkek arasındaki toplumsal cinsiyet mesafesi gerçekten de Mars’la Venüs arasındaki mesafeyi andırıyor.

Bu mesafeyi kapatmak için (ve daha genel anlamda empati kurmak için) geliştirilebilecek alışkanlıklar var. Biraz bunlardan bahsedesim var bugün. (Günün kitabı, Roman Krznaric’in yazdığı Empathy.)

Deneyimsel maceralar

Başkalarının neyi nasıl deneyimlediğini onlarla birlikte öğrenmek ve empati becerilerimizi geliştirmek için üç yöntem varmış.

  • İçine gömülme / Immersion: Hani aktörlerin canlandırdıkları karakteri anlamak için bütün hayatlarını değiştirdikleri örnekler var ya, öyle şeyler bunlar. Mesela kör bir karakteri canlandıracaksa set dışındaki bütün hayatını da gözleri kapalı geçiren insanlar var aylarca. Yani o kişinin içine gömülüp, onun deneyimini doğrudan yaşamaya çalışmaya dayalı bu yöntem.
  • Keşif / Exploration: Bu yöntemde, deneyimini doğrudan yaşamak için değil, farklı deneyimleri ve insanları kendi bağlamları içinde keşfediyorsun. Belki de en güzel örnek Che’nin motosikletle Latin Amerika gezisi. Halkla doğrudan temas ederek toplumsal gerçeklikle tanışıyor.
  • İşbirliği / Cooperation: Senden farklı insanlarla bir şeyler yaparak da onları tanıyabilirsin. Bunun en güzel örneği, bir felaketin sonunda bir araya gelip sorunlarını çözen insanlar.
    Bunu New York’taki ikiz kule saldırısı sonrasında gözlemlemişler. O kriz anını anlatan insanlar kimin kime nasıl su verdiğini, yarasına merhem sürdüğünü, yoldan geçen birinin abur cubur dağıttığını falan anlatırken mutlu oluyorlarmış. Trajik bir durum ama bir çeşit bir araya gelme ve dayanışma hissi aslında insanlara insanlıklarını hatırlatıyor. Benzer örnekler deprem ve yangın anlarında Türkiye’de de oluyor sanki.

Toplumsal cinsiyet mesafesini bu deneyimsel maceralarla aşmama imkan yok.

Belki kadınlarla birlikte aktivizm yapınca bir şeyler öğrenebilirim, ama aktivizmden öğrendiklerimden romantik ve seks hayatımı geliştirmeye giden yol uzun.

Sohbet zanaati

Muhabbet açma ve karşındakini dinleme becerisi hepimizde biraz var, bunu bir alışkanlık haline getirerek çeşit çeşit insanlar hakkında birçok şey öğrenebilirmişiz.

Bu da pek uymuyor durumuma. Çünkü denedim ve çuvalladım.

Etrafımdaki kadınlarla öylesine konu açıp nelerin travma tetiklediğini öğrenmek bir mayın tarlası. Öncelikle, kadının bunu konuşmak isteyip istemediğini anlamak zor, ve ısrar ediyor pozisyonda kalmak istemem. İkincisi, bunu konuşmanın kendisi travmayı tetikleyebiliyor. Bunları böyle “olabiliyor” diye anlatıyorum ama yanıltmayayım seni. Bunlar olabildiler, oldular, bizzat benim başıma geldiler. Daha doğrusu, ben bizzat bunu başkalarının başına geldirttim.

Oturduğun yerde geziye çıkmak

Son çaremiz, kimseye bulaşmadan sanat sepete bulaşmak. Tiyatro, sinema, fotoğraf, edebiyat ve internetteki zımbırtılar empatiyi güçlendirebilirler. (Bak sen bu blogu okuyarak erkek cinselliği hakkında benimle empati falan kuruyor olabilirsin mesela.)

Burası sağlam liman.

İlk aklıma gelen, Naomi Alderman’ın The Power romanı oldu. Ama biraz daha düşününce, yıllar önce okuduğum Orhan Kemal’in Tersine Dünya‘sını hatırladım. Konuları birbirine çok uzak değil. Henüz okumadıysan, Tersine Dünya’da erkek ve kadın rolleri değişmiştir ve gündelik hayattan kesitler verilir.

Bu iki kitap arasında iki ciddi fark var. İlki drama, ikincisi komedi. İlkinin yazarı kadın, ikincisininki erkek.

Erkek yazarın konuyu mizah unsuruyla yumuşatması aslında erkeklerin birbirine karşı nazik ve hoşgörülü olmalarının bir sonucu olabilir gibi. Ben ergendim o kitabı okuduğumda. Onlarca yıl geçmiş, hala hatırladığıma göre beğenmişim üstelik. Ama hiç de şahsen bana dokunmadı. Komedinin böyle bir kolaya kaçar yanı var. Sanki seninle ilgili değilmiş gibi bir izlenim uyandırıyor.

Okumanın izlemenin kendisi otomatik olarak empatiyi geliştirmiyor, çünkü o kitapları okuyup o filmleri izlerken hala erkek olarak izliyorum. Yani neyin bana dokunup dokunmayacağına hala ben karar veriyorum.

Neyin nerede ters gittiğini anlamam lazım. Okumaya ve yazmaya devam öyleyse.

Evet, tüm erkekler! #YesAllMen

Ben bu konuda yazmıştım daha önce, ama şimdi yazdıklarımı tekrar okumak ve üstüne başka bir şeyler koymak ihtiyacı hissettim.

Önce nerede kaldığımızı hatırlatayım. İki sene önce #MeToo hareketiyle ilgili olarak şöyle şeyler yazmışım:

Yani, #NotAllMen diyenlere verilecek feminist yanıt “Konu ataerkil sistem ve bu sistemin yarattığı meşruluk zemini.” vb. söylemler yerine doğrudan #YesAllMen olabilir mi?

Hepimizi, tüm erkekleri korkutacak bir dalga mı bu?

Benim yanıtım, evet.

Nasıl ki tüm kadınlar şu veya bu şekilde cinsel saldırıya maruz kalmışlarsa, tüm erkekler de şu veya bu şekilde bir kadının rıza göstermediği cinsellik içeren davranışlarda bulundular. İnsanı şok edecek kadar çoğumuz kadınlara tecavüz ettik. Birçoğumuz kadınları sokakta veya iş yerlerinde (veya otobüste) taciz ettik. Bazılarımız bunu yaptığında ergendi, kimimiz hala yapıyor. Daha medeni olanlarımız, bu gibi cinsel zorlamaları yalnızca kendi partnerlerimize uyguladık. Açık ve net bir rıza ifadesi yokken, varmış gibi davrandık.

Tek tek bakıldığında belki sen ben travmatik bir deneyim yaşatmadık kimseye. Ama o kadın seni de beni de hatırlıyor. Çünkü yaptığımız şey diğer yaşadıklarıyla birlikte yığılarak yarattı #MeToo’nun açığa çıkarttığı sosyal travmayı. Ve çünkü muhtemelen sana bana daha çok güveniyordu o kadın ve bu yüzden kafasında yer etti o yaptığın, yaptığım.

Hepimizi hatırlıyorlar.

Peki ne olacak?

Şanslı olanlarımız, stratejik sebeplerle affedilecekler. Yani, kadınlar, sırf başka hedeflere saldırmanın daha etkili olacağını düşündükleri için bizim yaptıklarımızı sümen altı edecekler.

Çok şanslı olanlarımız gerçekten affedilecekler. Belki değişmiş olduğumuzu gördükleri için, belki zamanla onlara insan gibi (“kadın gibi” değil yani) davrandığımız için, ve eğer yaptığımız çok derin bir iz bırakmamışsa, yeni bizi teşvik etmek adına eski defterleri kapatacaklar.

Çok çok şanslı olanlarımızla ise kadınlar gelip konuşacaklar. Yapmış olduğumuz şeyi ve onlara nasıl bir etki bıraktığını doğrudan bize anlatacaklar. Belki birlikte, bu noktadan sonra durumu telafi etmek ve o kadına saygı duyduğumuzu göstermek için ne yapabileceğimizi konuşacağız. Yani af falan değil, adil bir barış yapacağız.

Şans dediğime bakma. Bu kadınların bizimle nasıl ve ne zaman hesaplaşacakları, büyük ölçüde, bizim şu anda ve bugünden itibaren ne yaptığımıza bağlı.

Hiçbir erkek muaf değil bu dersten.

#YesAllMen

Şimdi yeni bir yazı yazmamın sebebi şu.

8 Aralık 2020’de Twitter’da Hasan Ali Toptaş’la ilgili birçok cinsel taciz suçlaması ortaya atıldı. Toptaş bu iddiaları reddetmedi, yalnızca 9 Aralık’ta üç cümlelik bir özür mesajı yayınladı. 10 Aralık’ta Everest Yayınları Toptaş’la ilişkilerini kestiklerini açıkladı. Bu arada sanırım TRT 2 de bir yayınını mı kaldırmış, bir şeyler olmuş.

Kadınların söylediklerinin doğruyu yansıttığını (yani mesela, taciz meselesinin yalnızca Twitter’da ses çıkaran 20 kadınla sınırlı olduğunu) varsayarak devam edeceğim.

Hasan Ali Toptaş, 62 yaşında, görece sosyal iktidar ve ayrıcalık sahibi bir adam. Muhtemelen birçoğumuzdan daha çok ve daha rahat cinsel tacizde bulunmuştur. (Öte yandan, muhtemelen aramızdaki en çürük yumurta olmadığı da kesin.)

Şimdi yukarıda ilk yazdıklarıma dönelim.

İddiam, erkek olarak yetiştirilmiş hepimizin, fırsatını bulduğumuz ölçüde, kadınlara “hadlerini bildiren” veya “hak ettikleri” ve muhtemelen “amaan amma da abarttıkları” bir şeyler yapmış olduğumuz.

Bu cümledeki “hepimizin” sözcüğü önemli.

Hasan Ali Toptaş’ın iki günde tüm kariyerini çöpe atan süreci, tacize uğramış kadınlar için bir şifa oldu mu? Veya, bu süreç diğer erkekleri “adam” etmeye yaradı mı?

Şunu demek istiyorum aslında: Eğer sezgilerim doğruysa ve hepimiz, tüm erkekler, geçmişimizin bir yerinden bu ipe bağlıysak, o zaman Toptaş’ı veya türevlerini yalıtarak yalnızca iyi erkeklerden oluşan, kadınların rahat edebilecekleri bir toplum kurmamız mümkün olmayacak.

Kadınların rahat edebilecekleri tek toplum, erkeksiz bir toplum olabilecek (ki muhtemelen kadınların da bir kısmı yine diğer kadınları rahat bırakmayacaklar). Buna teorik bir itirazım yok. Stratejik olarak, daha gerçekçi bir senaryoya oynamalıyız gibime geliyor sadece.

Kadınların talep ettiği adaletin cezalandırıcı (punitive) değil dönüştürücü adalet (transformative justice) olmasını sağlamamız lazım.

Kadınlar bu adaletin inşa edilmesi için hali hazırda olağanüstü çalışıyorlar: travmalarının üstünden atlayıp seslerini yükseltiyor ve diğer erkeklerin karşı saldırılarına kendilerini hedef ediyorlar.

Ama yetmez, yetmiyor. Başka bir şeyler daha gerekiyor. (Merak etme, devlet mevlet demeyeceğim tabii ki şimdi.) Aklıma şunlar geliyor, belki bir başlangıç olarak:

1. Erkeklerin özür dilemeyi öğrenmeleri gerekiyor.

“Üzgünüm. Özür dilerim.” dememiz çok az şey ifade ediyor. Özür dilemenin kendisi, hesap verebilirliğin dört adımından ikincisi.

İlk adım, gerçek bir özdüşünüm (self reflection) sürecinde, somut eylemimizi ve bu eylemin karşımızdaki kişiye olan somut etkisi anlamamız. İkinci adım, özür dileme eyleminin kendisi. Üçüncü adım, hatamızı onarma (ve bunun için, diğer insana danışmamız gerekir). Dördüncü adım, davranış değişikliği.

Birçoğumuzun yaptığı gibi, olayı yalnızca ikinci adıma indirgediğimizde, ne incittiğimiz kişi bize inanıyor, ne Everest Yayınları bize inanıyor, ne de diğer erkekler herhangi bir şey öğreniyorlar.

Sonracığıma, o ikinci adım da, Özür Dileme adımı da beş adımdan oluşuyor. Bunu tane tane yazmak isterim:

  1. “Özür dilerim.”: Bunu açıkça söylemekten kaçınmamamız lazım.
  2. Verdiğin zararın ismini koy: Tam olarak ne yaptığını, davranışını, kendi sözcüklerinle ifade et. Geçiştirme. Tacize taciz de, cinsiyetçiye cinsiyetçi. “Uygunsuz”, “dikkatsiz” gibi sıfatlardan kaçın.
  3. Etkinin ismini koy: Bu tavrın karşındaki insana etkisini açıkça ifade et. Karşındaki insanın duygularını tahmin et. (Yalnızca bu basamağa, yani ikini adımın üçüncü adımına geldiğinde karşındaki insanla gerçek bir bağ kurma ihtimalin oluşuyor.)
  4. Davranışının ismini koy ve sorumluluk al: Ne yaptıysan onu söyle. Ellediysen “Elledim” de. Üzgünsen, burada davranışını açıkça ifade ederek üzgün olduğunu gerçekten gösterebilirsin.
  5. Bir daha zarar vermemeye söz ver: Şimdi, “Bu davranışımın böyle bir etkisi oldu ve şu zarara yol açtı.” demiş olduğuna göre, bu davranışını tekrarlamayacağını söyle.

Özür dileme eylemi, bu adımların tamamlandığı noktada sonlanıyor.

Ama dönüştürücü adalet için, yani karşımızdaki insanın bizi gerçekten affetmesi ihtimali olması ve bizim de bu arada bir şeyler öğrenebilmemiz için, daha hala iki adım daha var.

Üçüncü adım, hatanı onarman. Taciz gibi travmaya yol açabilecek durumlarda onarmak için ne yapman gerektiğini bilemeyebilirsin. Ama şanslıysan etrafındaki insanlar ve çok şanslıysan bizzat incittiğin kadının kendisi sana yardımcı olacaktır. (Eğer etki daha somut ve doğrudansa, mesela senin yüzünden bir kadın kariyerinden olduysa, ona kariyerine dönmesinde yardımcı olabilirsin ve geçmiş iş arkadaşlarıyla konuşarak sorumluluk alabilirsin.)

Dördüncü adım, seni o davranışa iten değerler bütününe bakman ve kendini değiştirmek için bir plan yapman. Birçok durumda, bu planı açıkça ifade etmen gerekebilir: mesela kadınlara erkekler kadar saygı duymadığını fark edebilirsin ve bununla mücadele etmek için okumalar yapmaya karar verebilirsin.

Bu dört adımın tamamını samimiyetle yaptığımızda hakiki bir hesap verebilirlik (accountability) inşa etmeye başlıyoruz.

2. Erkeklerin de #MeToo demeleri gerekiyor.

Kadınlar “barışçıl” yollardan adalet bulabileceklerine inanmıyorlar. Haklılar.

Bu algıyı kırmak için bu olguyu kırmak gerekiyor.

Fark ettiysen, konuyu hep kadınlar açıyor. Erkekler savunmaya (veya hödüklerse karşı saldırıya) geçiyorlar. Bunu değiştirmemiz lazım.

Daha çok erkeğin, kimse bir şey sormadan konuyu açması, “Ben böyle böyle şeyler yaptım ve bunun şöyle şöyle etkileri oldu, üzgünüm, bunu tekrar etmemeye ve kendimi şunu şunu yaparak değiştirmeye karar verdim.” demeleri gerekiyor.

Tabii ki bunu Twitter’dan falan yapmana gerek yok. İlla ki öyle yapacaksan kadınların ismini vermen tabii ki saçma olur (ama hiç isim vermeyince de kaçak oynama sayılır belki). Belki yediğin haltları hatırlayınca, incittiğin kadınlarla doğrudan iletişim kurup özür dilemeyi seçebilirsin.

Adaleti, kadınların şikayetçi olduğu erkeklere saldırarak kuramayacağız. Çünkü gün gelecek sıra bize gelecek ve bunu hepimiz derinden hissediyoruz. Adaleti, kendimizle hesaplaşarak kurmaya başlayacağız.

3. Erkeklerin, kadınları meşgul etmeden bir adalet kurmaları gerekiyor.

Dedim ya adaleti kendimizle hesaplaşarak kuracağız diye, buradan “adalet içimizde” anlamı çıkmasın. Kişisel düzeyde bir şeyden bahsetmiyorum. Kişisel etkisi olabilse de, erkekler kolektifi açısından konuşuyorum.

Feminizm müttefiki erkeklerin taciz mağduru kadınlarla dayanışması iyi hoş. Ama yetmiyor. Sınıfımıza ihanet etmemiz, kadınların seslerini çıkarmadıkları durumlarda bile erkeklere karşı harekete geçmemiz gerekiyor.

Kadınlar bize ne yapmamız gerektiğini söylediler, üstelik dillerinde tüy bitti anlata anlata. Neler yapmamız gerektiğini biliyoruz. Bunları yalnızca kadınlar söylediklerinde yapmamız, sorumluluğu hep onlara devretmemiz anlamına geliyor. Böyle giderse, güven inşa edemeyeceğiz.

Emir ve direktif almayı öğrenmemiz lazım acilen. Emirleri teyit etmemiz lazım başına buyruk hareket etmemek için. Kadınları dinlememiz lazım. Ve her bir özel durumda, duruma muhatap kadını da dinlememiz lazım. Ancak erkeklere karşı eyleme geçmek için her seferinde kadınları beklersek, biz eli yüzü düzgün bir toplum kurana kadar deniz suyu seviyeleri on yirmi metre yükselecek geriye pek bir uygarlık kalmayacak.

Bu üçüncü maddedeki nüans açık mı emin değilim. Demek istediğim şu: Kadınların politik veya sosyal faaliyeti, ortamdaki erkeklerle mücadele etmek gibi bir ara basamaktan geçiyor hep. Bu erkeklerle erkeklerin de mücadele etmesi lazım ki diğer faaliyetteki görevleri eşit pay edebilelim. Bunun için, taciz konusunda erkeklerin proaktif bir rol üstlenmeleri, kendilerine ve etrafındaki erkeklere hesap sormaları gerekiyor. Böyle bir şeyler yani… Yoksa, feminizmi erkekler inşa edecekmiş gibi bir anlam çıkmasın lütfen.

4. Erkeklerin fırsatları kaçırmaması lazım.

Hasan Ali Toptaş olayı faydalı olabilir. Ama bunun için, Hasan Ali Toptaş hakkında konuşmayı bırakmamız gerek. Nitekim kadınlar tam da bunu yaptılar ve adını bile duymadığım başka yazarları da denkleme eklediler. Ama erkekler hala yalnızca listedeki erkekleri konuşuyorlar.

Ben, sayfayı çevirmeye karar verdim.

Bu blogun anonimliğini riske atarak (ki kendi cinselliğimle ilgili ne çok utanç verici şey yazmış olmama rağmen hem de, bak!) geçmişte taciz ettiğim, rahatsız ettiğim, gereksiz ısrarlarımla gerdiğim vb. en az üç kadınla irtibata geçip yukarıda yazdığım hesap-verebilirlik adımlarını uygulamaya çalışacağım.

Muhtemelen başarısız bir girişim olacak. Özürden çok bahane olacak. Tıka basa “o kişi geçmişte kaldı” ile dolu olacak. Böyle böyle öğreneceğim, öğreneceksem.

Zaman alacak bunu yapmam. Çok düşünmem gerekiyor öncesinde. Aylar alacak. Ama önümüzdeki altı ay içinde gerçekleşecek. (Bak teslim tarihi de koydum kendime.) Sonra da gelip burada sana rapor vereceğim.