Tag Archives: film

“Pink Flamingos” ve vanilla olmak

Konumuz, John Waters’ın senaryosunu yazıp yönettiği Pink Flamingos (1972) filmi. Detaylar aşağıda, ben kısaca sinopsisini vereyim: Divine, dünyanın en iğrenç insanı (the filthiest person alive) olmakla ünlüdür. Bu ünvanı ondan daha çok hak ettiklerini düşünen Connie ve Raymond Marble çifti, Divine’a bir komplo düzenlerler.pink flamingos

IMDb’de filmin türü olarak komedi, polisiye ve korku yazılmış.

Filmin başı bizi yaptıkları yüzünden polis tarafından aranan Divine’ın ne kadar iğrenç olduğuna ikna etmeye, devamı ise Marble çiftinin iğrençliğine ikna etmeye odaklanmış. Son bölümleri ise bu iki iğrençliğin bir tür rekabeti gibi geçiyor. Dolayısıyla film boyunca iğrençlik dozajı sürekli artıyor.

Filmden tiksindim, tüm oyunculardan tiksindim. (Demek ki film amacına ulaşmış.) O kadar tiksindim ki, sinemadan çıktığımda sırf uykuya dalabilmek için Çernobil’le ilgili kısa bir film izledim.

Şaka yapmıyorum. Çernobil faciasıyla ilgili bir deneysel belgesel izlemek iyi geldi; çünkü bu tarz bir duygusal acıyla nasıl başa çıkacağımı az çok biliyorum ve birkaç saat içinde gözüme uyku girecek bir ruh haline ulaşıyorum. Oysa Pink Flamingos‘u haftalar önce izlemiş olmama rağmen bu satırları yazarken hâlâ midem bulanıyor.

Filmin bu blogla ilgisi şu: Karakterler sadece iğrençlikler yapmıyolar, ayrıca bu iğrençliklerden cinsel bir haz alıyorlar.

pink-flamingos-image

Böylece ben de gerçek bir vanilla olduğumu keşfettim. Vanilla seks lafı, kültürel olarak normal ve standart kabul edilen cinsel etkinlikler için kullanılıyor. Bugünün kültürüne bakıyorum da, normal kabul edilen şeylerin bile büyük bir kısmıyla benim uzaktan yakından alakam yok. Belki de ben sade‘yimdir.

Kinky şeyler, ne bileyim BDSM falan bir kenara, daha henüz rektal uyarılma konusunda bile kaygılarım var. Bu kaygının kendini gösterdiği başka bir nokta, partnerimi uyarırkenki çekingenliğim. Henüz içinde “anal” geçebilecek hiçbir deneyimim olmadı. (Ve sanırım bu standartın bayağı dışında: Kamusal alanda pek dillendirmeseler de erkeklerin rektal uyarma ve uyarılma deneyimleri gayet renkli.)

Bunun benim üzerimde bir ölçüde baskı oluşturduğunu söylemem gerekiyor. Yani, “pornografiyle ilgili yanlışlar” temasıyla ilgili çevirdiğim yazıların (Çeviriler‘den ulaşılabilir) alt metni benim açımdan hiç de “Bak porno yüzünden kadınları ne kadar yanlış anlıyoruz.” değil. Ya da daha doğrusu, bununla sınırlı değil. Ana akım porno, birçok erkeğin, kendisini olmak istediğinden daha “enteresan” göstermek zorunda hissetmesine yol açıyor. Ana akım pornonun öğretmediği, hiç bahsetmediği, hatta aslında ana akım olsun olmasın hiçbir heteroseksüel pornonun değinmek lüzumu bile hissetmediği bir şey, erkeğin “Hayır” deme lüksü. Etkisi altında bulunduğumuz cinsellik söylemi, seks esnasında erkeğin istemediği bir şeyin (değil ki erkeğin bunu reddetmesi) gerçekleşmesi ihtimalini bile dışlıyor.

Ya bu, ya da ben tek heteroseksüel sade erkeğim. Nedir bahis oranları?

***

PS: Eğer filmi izlemeye başlarsanız, lütfen en son sahnesine kadar bırakmayın. Zaten başlamışsınız, sonuna kadar devam edin. Gerçekten insanı hayrete düşürecek bir şekilde bitiyor film.

***

Pink Flamingos (1972)

Senarist ve Yönetmen: John Waters

Oyuncular: Divine, David Lochary, Mary Vivian Pearce.

“Fake Orgasm” ve bilumum sahte şeyler

Bu bir film tanıtımı. Filmin künyesi şöyle:

“Fake Orgasm” 2010fake-orgasm-24

Yönetmen: Jo Sol

Oyuncular:
Lazlo Pearlman,
Veronika Arauzo,
Lydia Lunch.

İspanyol yapımı bir film. Hem belgesel, hem bir aktivist proje, hem kurgusal, hem de kişisel bir gizeme yolculuk projesi. İngilizce ve İspanyolca blogları var. Ayrıca üç tane fragmanı var.

Film, bir gece kulübünde düzenlenen orgazm taklidi yapma yarışmasıyla başlıyor. Önce kadınlar çıkıyor sahneye, ardından erkekler. Neden orgazm taklidi yaptıklarını, ne sıklıkta yaptıklarını anlatıyorlar, ardından da performanslarını izliyoruz.

Ama bu, filmin sadece ilk 15 dakikası.

Ardından, taklit etmek, rol yapmak vb. kavramlar üzerine çok şaşırtıcı bir tartışma başlıyor. Filmde bundan sonra olanları söyleyip spoiler yapmamanın imkanı yok, o yüzden daha fazla anlatmayacağım.

55-LazloShanti

Belki şöyle birkaç iştah açıcı soru sorabilirim, filmin sürprizlerini mahvetmeden:

  • Ne sıklıkta, partnerine, onun “başarılı” bir partner olduğu mesajını vermek için bir şeyler yapıyorsun? Bu orgazm taklidi de olabilir, ama daha genel olarak, onun övgü beklediğini fark edip yaptığın övgüler de olabilir.
  • Bir kadın neden orgazm taklidi yapar?
  • Bir erkek neden orgazm taklidi yapar?
  • “İşlerin yolunda gittiği” izlenimi uyandırmak için başka ne gibi taklitler yapıyoruz? Bizden beklenenleri gerçekleştirmek için neleri taklit ediyoruz?
  • Örneğin, “erkek adam ağlamaz” ya hani, “adam gibi adam” taklidi yapıp gözyaşlarını saklayan bir erkeğe denk geldin mi hiç? Ya da, ne bileyim, kadın-erkek rollerinin değişik biçimde yapıldığı bir salsa gecesine tanık oldun mu?

Filmin tamamına şu bağlantıdan ulaşılabiliyor. Şiddetle ve ısrarla tavsiye ediyorum.

fakeorgasm1

“Kinsey”

Kinsey” filmini izleyin. (Fragman şurada.) Lütfen izleyin. İkna olmadınız mı? Peki madem, biraz bahsedeyim Alfred Kinsey’den ve filmden.

ALFRED KINSEY ve kINSEY RAPORLARI

Kinsey, ABD’nin dört bir yanında binlerce katılımcıyla teker teker gerçekleştirilen yüz yüze röportajlar aracılığıyla “Sexual Behavior in the Human Male” (1948) ve “Sexual Behavior in the Human Female” (1953) raporlarını oluşturan, seksoloji diye bir bilimsel alanı neredeyse yoktan var eden*, cinsellik araştırmalarında devrim yapan biyoloji kökenli bir bilim insanı.andyourwife

Özellikle evlilik öncesi cinsellik, eşcinsel ilişkiler, orgazm gibi konularda Amerikan toplumunun (Pazar ayinlerinde papağan gibi tekrarlanan cinsellikten kaçınma (abstinence) propagandası dışında) hiç konuşmadığı mevzuları, açıkça ve bilimsel soğukkanlılıkla tartışmaya açtı.

Kinsey Raporları öyle çok şeyi ilk kez söyledi ve öyle çok yeni fikre ilham verdi ki, saymaya kalkıp da önemli bazılarını unutmaktan korkuyorum. Bu yüzden, beni en çok etkileyen fikre, Kinsey skalasına değinmekle yetineceğim.

KINSEY SKALASI

Kinsey, bireyleri heteroseksüel – homoseksüel olarak ayırt etmektense, 0-6 arasında numaralandırılmış bir yelpazeye yerleştirilmelerini öneriyor. 0 tamamen heteroseksüel, 6 ise tamamen homoseksüel anlamına geliyor. Biraz bu skaladan bahsetmek istiyorum, ama önce Kinsey’in kendinden öğrenelim ne yapmaya çalıştığını. Erkek cinselliği raporunda 639-656. sayfalar arasından bir bölüm:

“Erkekler heteroseksüel ve homoseksüel diye iki ayrık populasyona ayrılmazlar. Dünya koyunlar ve keçiler diye bölünmez. Taksonominin temel ilkelerinden biri, doğanın çok nadiren ayrık kategorilerle çalışmasıdır. … Yaşayan dünya her açıdan bir continuum (süreç, süreklilik) ifade eder.

Sadece heteroseksüel ve sadece homoseksüel hikayeler arasındaki seviyelendirmenin sürekliliğini vurgulamakla beraber, her katılımcının hikayesindeki heteroseksüel ve homoseksüel deneyim veya yanıtların görece miktarına dayanan bir çeşit sınıflandırma geliştirmek cazip göründü. […] Bir birey, hayatının her dönemi için bu skalada bir konuma yerleştirilebilir. […] Yedi-puanlı bir skala, gerçekte var olan seviyelendirmeleri göstermeye en yaklaşan oldu.”

Burada benim dikkatimi çeken birkaç şey var.

  • Birincisi, Kinsey bir deneyime veya yanıta, yani geçici nitelikte bir şeye heteroseksüel veya homoseksüel adını takarak başlıyor; bir kişiye değil. Sonrasında, oluşan öyküye göre kişiyi skalada bir yere koyuyor. Yani aslında olağanüstü bir kıvraklıkla, dogmatik kalıpları materyalist yöntemle değiştiriyor. Deneyimler kişiliğin sonucu oluşmuyor, deneyimlere bakarak kişilikle ilgili bir yargıya varıyor.
  • İkincisi, skalaya yerleştirme işi, gayet subjektif kriterlere göre yapılıyor. Subjektiften kastım Kinsey’in kafasına göre insanlara isim takması değil. Dikkat ederseniz, hikayenin oluşturulması katılımcıların yorumları, deneyimlerini anlamlandırmaları vb. öznel değerlendirmelere dayanıyor. Yani aslında katılımcı bizzat kendisi, kendine skalada bir yer belirliyor.
  • Son olarak, tabii ki, bu konuda yapılan ilk araştırma olmasından dolayı, “cinsel kimlik” ve “cinsel yönelim” konularının biraz iç içe geçtiğini, bugünkü terminolojimizin daha ince ayarlanmış olduğunu eklemek lazım.Kinsey_movie

“KİNSEY” (2004)

Filme gelirsek.

Senaryosu, klasik Hollywood biyografilerinden farklı değil. Bir yanda araştırmalar ve onların yarattığı toplumsal infialle mücadele, bir yandan Kinsey’in çocukluktan evlilik hayatına kadar kendi cinsel deneyimleri… Ama Kinsey’in hem araştırmaları hem de özel hayatı o kadar ilham verici ki, senaristin çok da yaratıcı olmasına gerek kalmıyor.**

Filmden onlarca anekdot aktarabilirim şu anda, ama sadece şunu söylemekle yetineyim: 1940’larda ABD’de tartışılan konularla 2014’te Türkiye’de nelerle uğraştığımızı kıyaslamak bile dudak uçuklatıyor.

Tekrar ediyorum: Lütfen izleyin.

İyi seyirler.

Kinsey (2004)

Yönetmen: Bill Condon

Oyuncular: Liam Neeson, Laura Linney, Chris O’Donnell

***

* Seksoloji diye bir şey önceden de vardı elbette. Burada asıl olarak bu alanın “bilimsel” bir alana dönüştürülmesine, yani verilerin önyargılardan (en azından metodolojik olarak) önce gelmesi ve tezlerin özgürce tartışılabilmesi gibi kriterlerin konmasına vurguda bulunmak istedim.

** A Beautiful Mind‘dan mesela, tamamen senaristin uydurduğu görsel aldanmaları çıkarın (John Nash’te şizofreni sadece sesler duymaya ve zihinsel kurgulara dayanıyor.) bakın geriye ne kalacak. İpucu: Fragmandaki neredeyse tüm sahneleri çıkartmanız gerekecek.

“Friends with Benefits” ve Hollywood’un seksten anladığı

Çok kötü bir Hollywood filmi izledim. Yine de, iyi ki izlemişim.

Friends with Benefits, başrollerde Mila Kunis ile Justin Timberlake’in oynadığı, neredeyse hiçbir özgünlük barındırmayan ve film çekme reçetelerinin eklektik bir şekilde birbirine yapıştırılmasıyla oluşturulmuş bir film. Kesinlikle bir zaman kaybı. Sakın izlemeyin.benefits

Film, arkadaşlıklarına seks, ama sadece ve sadece seks eklemeye karar veren bir kadınla bir erkeğin hikayesi. Erkek New York’a taşınıyor ve kadınla tanışıyor. Tesadüfe bak, ikisi de hemen öncesinde bağlanma sorunları sebebiyle sevgililerinden ayrılmışlar. Günlerden bir gün konuşurken “E hadi sevişelim lan.” deyip arkadaşlıklarına böyle bir boyut ekliyorlar. Sonra malum kafaları karışıyor falan filan.

Uzatmayayım. Sonunda, beklendiği üzere, birbirlerine aşık oluyorlar ve tadaa, mutlu son.

Filmde kayda değer iki nokta var:

Bunlardan ilki şu: Erkek karakter “Neden seks de diğer başka faaliyetler gibi olamıyor ki? Mesela tenis. Buluşursun, tenis oynarsın. Sonra el sıkışır ayrılırsın.” diyor. Kadın onaylıyor. Zaten bu konuşmadan hemen sonra erkek kadına “Ya aslında, tenis oynasak ya?” diyor vesaire. Bu elbette özgün bir laf değil. Sadece bana bu konuyu, yani cinselliğe ne anlam yüklediğim konusunu hiç işlemediğimi hatırlattı. Buna başka bir yazıda değineceğim.

İkinci ve asıl önemli olan ise, tenis muamelesi gösterecekler ya sekse, öncesinde paldır küldür kurallar koymaya başlıyorlar: “Şunu yaparım.”, “Şundan hiç hoşlanmam.”, “Şunu mutlaka yapmalısın.” gibi. Dahası, sevişirken de sözlü olarak birbirlerini yönlendiriyorlar: “Daha hızlı.”, “Boynumu öp.”, “Saçımı tut.” vb. Hatta ilk seks sahnesinde kadın erkeğin oral seks konusundaki kabiliyetsizliğiyle dalga geçiyor ve ona ne yapması gerektiğini öğretiyor.justenough

Hollywood karakterlerimiz tüm bunları, tenis oynarkenki profesyonel yaklaşımla yapıyorlar. Filmin bize verdiği mesaj, mahrem alanın yerini araçsallaştırılmış hayvani bir faaliyetin almakta olduğu. Zaten film bu “sorunu” çözecek şekilde “mutlu” sonla bitiyor.

Şimdi artık filmi unutalım ve kendimize şu soruyu soralım: Ya biz partnerlerimizle hiç konuşuyor muyuz cinsellik aktivitesi hakkında?

Hadi diyelim ki bazılarımız için seks esnasında bu gibi konuşmalar anın büyüsünü bozuyor, peki ya öncesinde veya sonrasında konuşuyor muyuz?

Bu meseleye “Kadınlar Ne İster?” yazımda biraz değinmiştim, şimdi başka bir boyutuna odaklanmak istiyorum.

Benim şimdiye kadarki deneyimim, hiçbir kadının ben sormadan bana ne yapacağımı söylememiş olması. Konuyu, tabii ki gayet tedirgin bir biçimde, hep ben açıyorum. Açtıktan sonra da genellikle partnerimin ağzından cımbızla laf alıyormuş gibi hissediyorum.

Sadede geleyim:

Tüm cinsellik bilgisini abuk subuk porno filmlerden edinmiş olan bunca erkek, eğer kimse onları uyarmazsa uzunca bir süre kendilerini kandırarak (ve partnerlerini mutsuz ederek) yaşayacak.

İşin kötüsü, doğrusunu öğrenmenin bir yolu yok, çünkü “doğrusu” diye bir şey yok. Her kadının tahrik oldukları şeyler farklı, her kadını rahatsız eden şeyler farklı. Dolayısıyla her partnerin bedeniyle baştan tanışmak gerekiyor. Kolay yol, her kadının profesyonel porno vidtalkaboutiteolarındaki kadınlar gibi olduğunu varsayıp bodoslama dalmak. Daha az kolay yol, her yeni kadının, önceki partnerlerimizle hemen hemen aynı olduğunu varsayıp bodoslama dalmak. Zor olan ama cinselliğin sağlıklı bir paylaşım haline gelmesini sağlayan yol içinse, mutlaka ve mutlaka kadınların açıkça konuşmaları lazım.

Kadınlar, her şeyden önce kendi cinsel hazlarını kurtarmak için ama aynı zamanda benim durumumdaki güvensiz ve kararsız erkekleri “adam etmek” için de seslerini çıkarsalar ne güzel olurdu.

***

Eksik kalmasın, filmin künyesini de vereyim.

Friends with Benefits (2011)

Yönetmen: Will Gluck

Oyuncular: Mila Kunis, Justin Timberlake, Patricia Clarkson

Liebte der Osten anders? (Doğu [Almanya]’dakiler daha farklı mı sevişiyordu?)

Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından, sadece birkaç nesildir ayrı yaşayan halk yeniden karşılaşıyor. Bu insanlar “ırk” veya “etnisite” olarak neredeyse tamamen aynılar. Sosyologlar için muhteşem bir durum. Toplumsal olarak inşa edilen kavramları ve olguları tespit etmek için bundan iyi bir fırsat olamaz.communists afiche

Sosyologlar bir saha araştırması başlatıyorlar ve iki Almanya’daki cinselliği inceliyorlar. Belgeselden alıntılayarak: “Doğu Almanya’da seks: Daha erken, daha iyi, daha sık.” Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde (DDR) kadınların orgazm oranı, Alman Federal Cumhuriyeti’ndeki (BRD) kadınların iki katı çıkıyor.

Batı Avrupa’daki 1960lar’ın cinsel devriminin ardından 1990’da böyle bir resimle karşılaşmak sosyologları hayrete düşürüyor. Belgeselde “Bu nasıl olabilirdi? Batı, yurttaşlarının arzularını pekiştirmek için her şeyi yapmamış mıydı? Her erkek için her köşe başında bolca seks yok muydu?” diye soruluyor.Do-Communists-Have-Better-Sex

Belgesel de tam olarak bu noktada başlıyor zaten. Tarihten politikaya, toplumsal hareketlerden Marksizm’e uzanan birçok noktaya değiniyor film. En ilginci de, DDR’den bol miktarda televizyon spotu ve programı gösteriliyor konuyla ilgili.

filmden bir sahne

Cinsellik eğitimi ve cinsellikle ilgili sosyal politikaların nasıl başarılı sonuçlar verebileceğini görüyoruz filmde. Ama bence daha da önemlisi, Batı Avrupa’da yıllarca süren ama kapitalizm içinde kalan cinsel devrimin nesnel sınırlarını gösteriyor belgesel.

poster of liebte der osten anders

İngilizce’ye “Do Communists Have Better Sex?” olarak çevrilen 2006 yapımı bu belgesel filme şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

The Price of Sex (Seksin Bedeli)

Önce şu fragmanı bir izleyin. Sonra konuşalım.

Bir süredir “rıza” ve onun üzerinden “seks işçiliği” hakkında yazmak istiyordum.

Sonra “The Price of Sex”i izledim.

Doğu Avrupa ülkelerinde Sovyetler Birliği sonrasında yaşanan yıkımın en önemli yönlerinden biri, tüm Doğu Avrupalı kadınların bir anda aynı isme sahip oluvermeleri: Nataşa.

Bu isimsizlik kendi başına çok şeyi açıklıyor gerçi, ama “neler döndüğünü” anlamak için filmi izlemenizi şiddetle öneririm.

Seks işçiliği (ya da en son hangi terim politik olarak doğru kabul ediliyorsa artık onunla değiştirin) tartışması biraz et yeme tartışmasına benziyor. Hayal ettiğiniz dünyada et yenip yenmeyeceği sorunsalıyla bugünkü işkencenin boyutları arasında öyle bir açı var ki, meseleyi genel-geçer felsefi normlar içinde tartışmak abesle iştigal etmek oluyor. Aynı geniş açı, bugünkü modern kölelik düzeni içinde özgür cinsellik ve seks işçiliği konuşmak için de var.

Filmin büyük bir kısmı İstanbul Aksaray’da geçiyor. Filmin yönetmeni Mimi Chakarova, benim girmeye dahi cesaret edemeyeceğim sokakları kamerasıyla geziyor, önünden geçerken başımı eğip adımlarımı hızlandıracağım adamlarla röportaj yapıyor.

Aksaray. Hem öyle uzak, hem de öyle yakın ki.

Çok tuhaf.

Belki de bir gün cesaretimi toplayıp Aksaray’a gitmeyi denemeliyim. Belki de böyle bir şey yapmak cinsellik üzerine (özellikle erkek cinselliği üzerine) görüşlerimi alt üst edecek.

Çok tuhaf.

Aksaray. Hem öyle uzak, hem de öyle yakın ki.

price