Tag Archives: toplumsal cinsiyet

Duygular ve Eylemler

Geçen yazıda Duyguları kabaca “kızgınlık” (anger), “üzüntü” (sadness), “mutluluk” (happiness), “korku” (fear), “kıskanma ve imrenme” (jealousy and envy), “utanç ve suç” (shame and guilt) ve “intihara yönelim” (suicidal urge) diye gruplara ayırdımdı. Her bir duygu grubunu da zayıf, ruhsal durum ve yoğun diye üç seviyede anlattımdı. Bu sınıflandırmayı Karla McLaren’in Art of Empathy kitabından öğrendim, ama internette onlarca farklı sınıflandırma var.

Duyguya isim vermek önemli. Çünkü duygular, eylem gerektiren nörolojik programlar. Duygunun tanımı bu. Eğer duygunun gerektirdiği eylemi yerine getirirsen, duygu geri çekiliyor. Getirmezsen, duygu seni tüketmeye devam ediyor.

Peki “duygunun gerektirdiği eylem” ne demek?

Bunun için duyguların anlam ve işlevine bakalım biraz.

Kızgınlık

Kızgınlık duygusu, onurumuzu ve görüşlerimizi koruyor. Sınırlarımız aşıldığında bizi uyarıyor.

Kızdığında, kendine şu soruları sor: Neyin korunması gerekiyor? Neyin yerine konması gerekiyor?

Bu şeyi tespit ettiğinde, eyleminin o şeyi korumanı veya yerine koymanı sağlamasına dikkat et. Yoğun kızgınlık duyguları yaşadığımızda korunacak şeye değil bizzat kendimize odaklanıyoruz ve genel anlamda sınırlarımızı çizecek ve onurumuzu yeniden inşa edecek şeyler yapıyoruz. Bu odak, kızgınlığımızı azaltacağına arttırıyor, çünkü neyin bizi tetiklediğini ve neyin öfkemizi beslediğini görmez oluyoruz. Yukarıdaki iki soruyla öfkemizden daha rahat faydalanabiliriz.

Üzüntü

Üzüntü duyguları kişiliğimizin temellerine inmemize ve rahatlamamıza yardımcı oluyorlar.

Kendini üzgün hissettiğinde, şu soruları sor: Neyin serbest bırakılması lazım? Neyin canlandırılması lazım?

Böylece üzüntünün kökenindeki tıkanıklığı görebilir ve onu neyin çözeceğine odaklanabilirsin.

Mutluluk

Mutluluk duygularının iki işlevi olabilir: yeni olanaklara bakma (umut, merak, vb.) ve özgüven (başarı hissi, tatmin, zevk, vb.)

Mutlu hissettiğinde, kutlama yapmayı unutma.

Korku

Korku duyguları sezgilerimize ve içgüdülerimize dayanıyorlar ve bizi hemen eyleme geçmeye yöneltiyorlar. Bize kararlılık, zindelik ve netlik sağlıyorlar.

Korktuğunu hissettiğinde, soru basit: Ne yapılması gerekiyor?

Bununla ilişkili olarak, kaygı ve endişe duyguları var. Bunlar bizim odaklanmamızı ve elimizdeki işleri bitirmemizi sağlıyorlar. İçinde bulunduğumuz durumun bilincine varmamızı ve ileri görüşlü olmamızı sağlıyorlar.

Endişeli veya kaygılı olduğunda, şu soruları sor: Neyin gerçekten yapılması gerekiyor?

Kıskanma ve İmrenme

Ben çok ileri yaşımda bu iki sözcük arasındaki farkı öğrendim. İmrenme, başkasında olan bir şeyi istemen durumundaki his. Kıskanma, başkasının sende olan bir şeyi istemesi durumundaki his.

Bu duygular ilişkilerimizi ve etkileşimlerimizi yönetmemize yardımcı oluyorlar. Kıskanma güvenlik, bağlantı ve taahhütlerimize odaklanıyor. İmrenme ise, adalet ve tanınma ihtiyaçlarımıza hitap ediyor.

Kıskançlık hissettiğinde şunu sor: Tam olarak neye ihanet edildi? Neyin iyileşmeye ihtiyacı var?

İmrenme hissettiğinde şunu sor: Tam olarak neye ihanet edildi? Neyin düzeltilmesi lazım?

Bu sorular – kızgınlıkta olduğu gibi – bizi kişilerden ziyade şeylere yöneltiyorlar. Böylece karşımızdaki kişiyle birlikte sorunumuzu çözebilir ve bu duyguların geri çekilmesini sağlayabiliriz.

Utanç ve Suç

Utanç ve suçluluk duyguları, kişisel bütünlüğümüzü yeniden kurmamıza yardımcı oluyorlar. Kendimize olan saygımızı koruyorlar.

Bu duyguları hissettiğinde, kendine şunları sor: Neye zarar verildi? Neyin onarılması gerekiyor?


Eylem adamı olmak ne demek?

Erkekler daha çok eylem odaklılar ya hani. Bunda, eylemden ne anladığımızın önemli bir rolü var. Eylemden genellikle anladığımız, başka insanlarca gözlemlenebilir, acil hareket odaklı şeyler.

Bak mesela korku, utanç ve mutluluk duygularındaki sorulara. Yanıtlar çoğunlukla bu dediğim türden eylemler. Böyle olunca da erkekler bu duygulara daha iyi yanıt verebiliyorlar.

Kadınların daha duygusal olması ne demek?

Şimdi de kızgınlık, üzüntü ve kıskanma duygularındaki sorulara bak. Bu sorular, kişinin hemen harekete geçmemesini gerektiren, biraz derinlemesine düşünme gerektiren şeyler.

Ayrıca bu soruların yanıtı olan eylemler de öyle rahatlıkla görülebilir şeyler değil. Mesela utandığında, hemen bir şaka falan yapıp normale dönmek istersin, ama kıskandığında ihtiyacın olan şey, karşındaki kişinin sana durumu düzgünce anlatması. Şaka yaptığındaki eylemi ben rahatlıkla görebilirim. Ama eğer eylemin birini dinlemekse, ben muhtemelen senden çok konuşanın eylemini fark ederim. Buradaki dinleme eylemini görmediğimiz için de, kadınların daha duygusal oldukları ve erkeklerin daha eylem odaklı olduklarını düşünüyoruz.

Erkeklerin daha az duygusal olmasından benim anladığım, erkeklerin duygularla doğrudan muhatap olmamaları. Eğer duygunun gerektirdiği eylemi kolaylıkla görebiliyorlarsa, duygunun üzerinden atlayıp eyleme geçebiliyoruz. Eğer duygunun kendisiyle haşır neşir olup eylemi keşfetmek gerekiyorsa, sanki o duygu yokmuş gibi davranıyoruz.

Ama aslında bu ayrım gerçek değil. Duygular ve eylemler arasında bir denklik var. Bazı duygularla yakın ilişki kurmadığımızda, o duyguların gerektirdiği eyleme geçmiyoruz ve böylece o duygu başımıza kakılıp kalıyor. “Duygulara değil eylemlere odaklanmak” diye bir şey yok. Yani, nörolojik olarak böyle bir seçenek yok.

Enteresan değil mi?

Ben bunu fark ettiğimde çok şaşırdım.

Yoklama: Hani nerede kadınların anlattığı o erkekler? … BURDA.

Bugün, bir tercih yapıyorum.

Bu uzun bir yazı olacak, lütfen oku sonuna kadar.

Özgecan’ı bıçakladılar ve ona tecavüz ettiler. Onu öldürdüler. Sonra ellerini kestiler. Sonra yaktılar. Sıra çok önemli. Yakarak öldürmediler onu mesela, öldürüp sonra yaktılar. Bıçaklayıp sonra tecavüz etmediler, bıçaklama parçasıydı tecavüzün. Ellerini keserek öldürmediler onu, öldürdükten sonra parmak izini ortadan kaldırmak için kestiler ellerini.

ozgecanSıra çok önemli.

Çünkü bu sıralamayı, kadınların yaşadığı cehennemin katları olarak görebiliriz.

Bugün bir tercih yapıyorum. Sosyal medyada #sendeanlat etiketiyle cehennemi tasvir edenler kadınlar bağırıyorlar: “Hani, erkekler nerede peki?”

Off.. Uzun bir yazı olacak bu.

Her koyun kendİ bacağından, her kurt kendİ kuyruğundan…

Bugün, ben de anlatacağım. Ve böylece, daha uzun bir süre açık kimlikle yazmamayı tercih ediyorum.

İlkokulda kızların eteklerini kaldırmayı oyun haline getiren benim. Şöyleydi oyun, anlatayım bak:

Kızlar bir kaldırımın üstüne çıkarlar. Ben aşağıda dururum. (Tek oğlan çocuk, tek avcı ben miydim, hatırlamıyorum.) Kaldırım “güvenli bölge”dir. Aşağı inenin eteğini kaldırmaya çalışırım.

Onlar da geri, kaldırıma kaçarlar. Daha cesur olanlar kaldırımdan uzağa koşarlar ve bir yakalamaca oyunu başlar.

Evet, bu bir oyundu. Ve sadece oynamak isteyenler dahildi oyuna. (En az beş kız hatırlıyorum.) Her şey bir çeşit rıza mekanizmasına dayanıyordu. (Yedi yaşında çocuklar arasında rıza ne kadar anlamlıysa o kadar…)

Ancak, madem ki bundan 20 yıl sonra sevgilimle beraber evini ziyaret ettiğim ilkokul arkadaşım bu hikayeyi hâlâ hatırlıyordu ve bir çocukluk anısı olarak  anlatmaya değer buluyordu (gülerek, bana takılarak ve biraz da beni sevgilimin yanında utandırmak için anlatmıştı), demek ki ortada bir tuhaflık vardı.

Ama orada dur!.. Asıl öyküden kaçıyorum. Araya masumane anılar sıkıştırıyorum. Demiştim, uzun bir yazı olacak bu, çünkü başlamak bile çok zor; yine de lütfen oku sonuna kadar.

SADEDE GELELİM.

Ortaokulda kızların bacaklarını ve kalçalarını elleyen de benim.

Hatta dilersen, nasıl yapılır öğretebilirim…

1. KURBANIN SEÇİLMESİ

Öncelikle, doğru kızları seçeceksin. Bu seçenekleri de tabii ki diğer erkek arkadaşlarının anlattığı hikayelerden süzerek bulacaksın. Bunlara “kolay kızlar” diyelim. Bunlar arasından, çekingenlik açısından senin seviyende birini seçmelisin.

Kolay kızlardan havalısını seçersen, kız çıngar çıkaracaktır ve sen “E ama şu şu erkeklere izin veriyorsun?” gibi hak arama çabalarınla iyice yerin dibine girersin. Ha yok, kolay kızlar arasından çok ezik birini seçersen, bu sefer ezilenin öfkesiyle karşılaşırsın; seninle sosyal temasını kaybetmekten çekinmeyeceği için, gürültü edecektir kız. Bu gürültüyü bastırabilirsin (ezik o nasıl olsa, aşağılamak ve alay etmek kolaydır) ama tacizi tekrarlamana izin vermeyecektir.

Böylece, seninle aynı sosyal kategoride (hatta tercihen azıcık altta) kalan birini seçmelisin ki ne hakkını savunabilsin, ne de seni engelleyebilsin.

Benim durumumda bu seçilmişler, aynı benim gibi, kendilerini havalılara eklemlemeye çalışan, ve aynı benim yaptığım gibi, havalı saydıkları bir önderin etrafında takılan tiplerdi.

2. MORAL DEPOLAMA

Kurbanlarını seçtiğine göre şimdi sıra kendini motive etmekte.

Öncelikle, ergenliğin ilk yıllarındasın, unutma. Cinsellik, öpüşmek, “çıkmak” falan öyle önemli şeyler sayılıyor ve öyle az bulunuyor ki, senin gibi hiçbir deneyimi olmayanların biyolojik açlığı iyice kışkırtılmış vaziyette.

Buna bir de kendini ispat etme kaygını ekle. Herkesin saygısını gören, kızların etrafında pervane olduğu havalılar bunca şey yaşarken, sen eğer hiçbir şey yapmıyorsan gerçek bir erkek değilsin demektir. Bu yapacaklarını da kimseye anlatmak zorunda değilsin zaten. Yapman, özgüven kazanmana yetecektir. (Hem zaten kime yaptığını anlatınca kendi düşük sosyal sınıfını da açığa vurmuş olursun. İyisi mi hiç anlatma.)

Son olarak, havalı arkadaşlarının anlattığına bakılırsa, bu kolay kızlar bunu hak ediyor ve/veya istiyorlardır. Böyle bir şeyi kızların kendilerine sormak enayiliğini etmediğin sürece, vicdanını da rahat tutabilirsin.

3. EYLEM PLANI

Şimdi, kurbanını seçtiğine ve cesaretini topladığına göre, sıra taktik geliştirmeye geldi.

Ne sandıydın? Öylece elini kolunu sallayarak gidip kızı kıstıracak halin yok herhalde sınıfın orta yerinde! Unutma ki etrafta kolay-olmayan kızlar da var ve onların bu yaptıklarını görmelerini istemezsin. Bilakis, arkadaşlarını daima bu kolay-olmayanlar arasından seçtiğine göre, onların gözleri önünde böyle şeyler yapmak hiç de akıllıca olmayacaktır.

Önünde yine de bol miktarda fırsat var. Ama ben tek bir tanesini, birkaç ay boyunca uyguladığım ve sonuç aldığım bir yöntemi tanıtmak istiyorum burada.

Bildiğin gibi okulda zil iki kez çalar: 10 dakikalık teneffüsün 8. dakikasında öğrenci zili, 10.dakikanın sonunda ise öğretmen zili çalar. İkinci zille beraber öğretmenler, Öğretmenler Odası’ndan çıkarlar ve onları gören öğrenciler de sınıfa koşuşurlar.

Zaten bildiğin bu detayları neden mi anlatıyorum? Çünkü dikkatli bakarsan görebileceğin gibi, eğer öğrenci zili çalınca kızdan önce sınıfa girersen, sonra hoca geliyor mu diye bakma bahanesiyle dışarı çıkabilir ve tamamen tesadüfen onunla aynı anda kapıdan geçebilirsin. Bu da sana ihtiyacın olan yakın mesafeyi ve konfigürasyonu verecektir. Şimdi tek yapman gereken, onun tarafındaki elini doğru kullanmaktan ibarettir. Hem kazara olmuş izlenimi vermeli, hem de maksimum teması sağlamalısın.

Avantajın, doğal olarak günde (evet, hem de her hafta beş gün) 6-7 kez böyle bir fırsatının olması. Dezavantajın, bir süre sonra kızın seninle aynı anda kapıdan geçmekten kaçınmaya başlaması.

İyice öğrendin mi?

Aferin.

YETİŞKİNLERİN DÜNYASINA, KADINLARIN CEHENNEMİNE DÖNÜŞ

Bunları kafamdan silip atmak yıllarımı aldı benim. (İngilizce’de unlearn diye çok güzel bir fiil var; öğrenilmiş bir şeyi silmek/unutmak anlamında.) Sadece okumak, dinlemek, sorgulamak değil kastım; koskoca bir blog oluştu bu kaygının etrafında.

Ve benim bugünkü tercihim, beni bu blogun yazarı olarak tanıyan insanlara açılmaktan ibaret. Onlara karşı hep dürüst olduğumu iddia edegeldiğim insanlar, arkadaşlarım, dostlarım, eski sevgililerim…

Ayrıca bugünkü tercihimle “Hayır,” demiş oluyorum, “hiç de o kadar cesur değilim.” Hayır, hem bunları anlatmaya hem de altına imza atmaya yüreğim yok.

Tam olarak anlatabildiğimden de emin değilim zaten. Özet geçeyim: Ortaokulda sınıf arkadaşlarını taciz eden, virgül, benim. Nokta.

“Sen de anlat” dediler, anlattım. Bu, hikayelerden sadece biri. Üstelik kendime de ilk kez anlattım. (Dürüstlük mü demiştim?) Bir şey değişti mi anlatınca? Bilmiyorum.

Ben o günlerden bugüne biraz olsun değişmiş olduğum için anlatabildim belki de.

Ama mesela, o “arkadaş”larımla, mezun olduğumuzdan beri – özür dilemeyi geçtim – konuşmuşluğum dahi yok. Konuşsam, konuya nasıl girerdim, ne derdim, hiçbir fikrim yok.

ozgecan-aslan

***

Son bir itiraf: Öyküler yazmaya biraz da bu gibi şeyleri anlatabilmek için başlamıştım. Bir arkadaşımın önerisiyle, anlatıcıyı olayın dışına çıkarmanın anlatmayı kolaylaştıracağına karar vermiştim. Özgecan’ın katli tüm hesaplarımı altüst etti.

Perili köşkte seks

Sahne: Bir yatak odasında, ikiz yatak. Erkek kadının üstündedir. İkisi de büyük ölçüde giyiniktirler. Birbirlerine sürtünerek öpüşmektedirler.

Ta orta okuldan beri cebelleş oldunuz başıma. Değil mi, C? Değil mi, E? Değil mi, M? Ve diğerleri! Konuşsanıza ulan. Aylarca, yıllarca, sizin zaferlerinizi dinledik durduk. Okul servisinde, basketbol oynarken, deneme sınavı çıkışında, teneffüs arasında, sürekli kızlarla yaşadığınız küçük maceraları anlattınız. Gözümü kocaman aça aça dinledim hikayelerinizi. Çünkü daha o yaşta Marx’tan haberimizin olmadığı için, insanlar üç sınıfa ayrılırdı: Havalılar, ezikler ve orta sınıflar. Ve ben de bir ezik-orta sınıf mensubu olarak imreniyordum size.haunted house storyboard art[4]

“Verir mi? – Ne zaman verir?” muhabbetlerini, öperken hatunun alt dudağını ısırışınızı, okulu ekip kafeye gitmek için otostop çektiğinizde yeterince yer olmadığından kucağınıza oturduğunda sikinizin nasıl sertleştiğini ve kızın bunu fark etmesine rağmen pozisyonunu değiştirmemesini, “Oğlum onun öyle sessiz göründüğüne bakma ha, aslında…”larınızı… Hepsini, hepsini, hiç sevgilisi olmamış, hiç bir kızın bacaklarına dokunmamış bir ilk ergenin açlığıyla kazıdım zihnime. Ve tüm C’ler, tüm E’ler, tüm M’ler, tüm havalılar, hepinizin sentezinden oluşan o soyut kişi gibi olmayı marifet sandım. Kız tavlamak için sizin gibi olmak gerekir sandım.

Gerçek insanlarla tanışana kadar, gerçekten romantik ve/veya erotik şeyler yaşayana kadar, her şey anlattığınız gibi olacak sandım. Sizin hiç eliniz ayağınıza dolaşmıyordu sevişirken, ve bütün kızlar “vermeye” can atıyorlardı, hiç reddedilip üzülmüyordunuz, hiç kimse kalbinizi kıramıyordu. Gerçek insanlarla tanıştıktan, gerçekten romantik ve/veya erotik şeyler yaşadıktan sonra hüsranım arttı. Hem sevişiyordum, hem de yine de sizin gibi olamıyordum. İşler yolunda gitmiyordu.

Liseden mezun olduğumdan beri (yani kabaca 10-15 yıldır) görüşmüyoruz. Tek tük karşılaşmalarımızda, kilo aldığınızı veya hâlâ orta okuldaki cümle öbekleriyle kendinizi ifade edebildiğinizi veya sadece ve sadece mutsuz olduğunuzu gördüğümde, sevinmemiştim. Çok istemiştim sevinmeyi, ama becerememiştim.; çünkü sizin hüsranınız da benim hüsranıma eklenmiş, o hepinizin sentezi soyut kişi daha da erişilmez hale gelmişti.Barnabys-Dream

İşte şimdi de tüm bunları çoktan geride bırakmış olmam gerekirken yine, bir kez daha aklıma gelmeniz öfkelendiriyor beni.

Neyin peşindesiniz?

Bir tarife göre sarışın, mavi gözlü, saçlarını at kuyruk yapan, mizah duygusu gelişmiş bu kadınla arama neden giriyorsunuz? Sarışın mavi gözlü deyince aklımıza gelen, belki de birinizin bir keresinde tam da böyle anlattığı bu kadının gözlüklerini çıkarınca yüzünün yuvarlaklığının belirginleşmesi, yattığında gıdısının ortaya çıkması, keyif aldığını belli eden nefes alış verişlerinde burnundan çıkan hırıltı neden dikkatimi çekiyor? Neden hiçbir şeyin masallarınızdaki gibi olmasına izin vermiyorsunuz?

Ve ben neyin peşindeyim?

Epi topu üç gün önce tanıştığım ve en iyi ihtimalle “sevimli” bulduğum bu kadınla neden sevişiyorum? Size kendimi ispat etmeye mi çalışıyorum hâlâ? Daha da önemlisi: Neden şu oynaşma halinden huzur içinde keyif alamıyorum?

– Gel yanıma uzan. Biraz ağırdan almak istiyorum.

İşte kurtarıcı müdahale! Beni sizin hortlaklarınızdan hep ne istediğini bilen kadınlar kurtardı zaten. Şimdi rahat bırakın beni, çünkü bu gece sadece sarılıp uyumak istiyorum bu insanla.

Devamı gelmeyecek.

Ve yarın kimseye anlatacak bir maceram olmayacak.

waking up next to you

Erkekler Seksle İlgili Gerçeği Söyleyebilirler mi? – Noah Brand

Çağdaş cinselliği tartışan erkek sesleri nerede? Hayır gerçekten, erkekler nerede?AdultShop

Geçenlerde BBC’de çok ilginç bir makale okudum. Yazar Sarah Dunant, seksin insan deneyiminde ve toplumdaki rolüyle ilgili süregelen tartışmalarla kendi ilişkisini ve bu tartışmadaki son durumu özetliyor. Sonra da cesur ve zor bir soruyla bitiriyor yazıyı, sorulması gereken bir soruyla.

“Çağdaş cinselliği tartışan gür erkek sesleri nerede? Çok zor iş erkekleri seks hakkında dürüstçe konuşturmak. Barda birbirini dürtükleyerek yapılanından değil, ya da komedyenlerin laf arası esprilerinden de değil, ciddi bir sorgulamadan bahsediyorum.

Feminizmin ardından erkek olarak yetişmenin zor olduğunu kabul ediyoruz hepimiz; ama hani nerede erkeklerin cinselliğiyle ilgili büyük kamusal tartışmalar? Pornografinin etkisi. Bizim arzularımız onlarınkini ne kadar değiştirebildi? Neyin kabul edilebilir olup olmadığıyla ilgili çizgileri bizimkinden farklı mı?

Bu gibi itiraflar çoğunlukla politik açıdan doğrucu olmaz – seks çoğunlukla değildir zaten. Erkekler büyük sahnede ağızlarını açar açmaz kararlı bir hamleyle oradan indirilmeleri hiç de yardımcı olmuyor. Hem George Galloway hem de eski Adalet Sekreterimiz Ken Clarke beyanlarında düşüncesizlik etmiş olabilirler, ama beğenin ya da beğenmeyin onlar bir şeyler denmesi gerektiğini düşünmüşlerdi – ki ardından patlayan bir kadın öfkesi fırtınasında tüm tartışma boğuldu gitti.

Evet, daha gidecek çok yolumuz var. Ama bunun erkeklerin görüşleri olmadan yapamayız.

Dunant’ın temas ettiği nokta ciddi ve kamusal söylemin bir parçası olması gerekiyor. Erkeklerin sesleri, seksin işlevi ve arzularımızla ilgili kamusal alandaki konuşmaların bir parçası değil.

Tabii tam bu noktada geleneksel feminist düşünce canhıraş devreye girer: “Dur bir saniye, bizim tek duyduğumuz şey erkeklerin sesleri ! Erkek bakışı öyle yaygın ki kadınların buna uyum sağlaması insani değer konusundaki tek kaynağımız olmuş durumda. Porno ölçülemez miktarlarda üretiliyor ve neredeyse tamamı da erkeklerin arzuları hedeflenerek hazırlanıyor. Erkeklerin cinsel arzularla ilgili deneyimini biliyoruz çünkü bize ha bire toplumdaki her şeyin, her canlı kadının kamusal alandaki kılığından piyasaya çıkan her reklama kadar her şeyin, ona hizmet etmek için var olduğu anlatılıyor.”

Sorun şu ki, bu söylenenler tamamen yanlış değilse de otantik erkek arzuları hakkında hiçbir şey söylemiyor. Hayali ortalama erkek arzusunu tanımlıyor; geleneksel sağduyu ve toplumsal baskının en küçük ortak paydasından ortaya çıkan bir tanım bu, kimsenin donundan değil. Ve allah aşkına, eğer cinsel arzudan bahsedeceksek, gerçek insanların gerçek donlarının içinde neler olduğuna önem vermemiz gerekiyor, bizim orada ne olduğunu varsaydığımıza değil. (Ay yok, endişenmeyin, bu makale boyunca hiç sertleşme esprisi yapmayacağım.)

Seksle ilgili geleneksel sağduyu anlatısı der ki erkeklerin tek istediği incecik, büyük göğüslü, yirmi yaşında sarışınlardan çekilişsiz kurasız oral seks hizmeti almaktır; kadınların tek istediğiyse bronz tenli zengin doktorlarla oynaşmak ve bağlılık yeminleridir. Bu varsayımın her iki yönü de kelimenin tam anlamıyla sıç-bok. İnsan deneyiminin ve arzusunun zenginliğini, neredeyse kimsenin gerçekten sevmediği ama herkesin başkaları seviyor diye idare ettiği iki karikatüre indirgiyorlar.

İyi haber şu ki seks-pozitif feminizm birçok kadının Nuh-u nebi’den kalma bu saçmalığa karşı sesini yükseltmelerini ve kendi cinselliklerini ve onun icap ettirdiği ne varsa her şeyi gururla sahiplenmelerini sağladı. Evet, daha hâlâ bol miktarda şıllık-aşağılaması, toplumsal baskı ve basmakalıplaştırma var, ama nitelikli bir ilerleme de sağlandı.

Öte yandan erkekler büyük ölçüde bu toplumsal anlatıya hapsolmuş olarak kaldılar. Her yana nüfuz eden geleneksel sağduyu modelinin kendisi, ona karşı ses yükseltmeyi zorlaştırıyor. Eğer karşınıza çıkan her reklam bütün erkeklerin aynı sıkıcı şeyi istediğini varsayıyorsa, belki de onların bilip de sizin bilmediğiniz bir şey vardır? Sırf kendilerinden beklendiğini sandıkları için gündelik seks istiyormuş gibi yapan erkekler gördüm. Toplumsal baskıdan çekindikleri için iri kadınlardan hoşlansalar da zayıf kadınlarla çıkan erkekler gördüm. Erkekliklerine zeval gelmesin diye kendi cinselliklerinin kimi yanlarıyla ilgili yıllar yıllar boyunca yalan söyleyen erkekler gördüm. Ve bahse varım, bir oturup düşünseniz, siz de görmüşsünüzdür onları.

***

Erkek cinselliğinin ve arzusunun gerçekleriyle ilgili konuşan daha çok erkek sesine ihtiyacımız var. Basmakalıp laflar değil, önden varsayılmış roller değil, ucuz şakalar değil; aşk ve şehvetlerimizin karmaşıklığı ve çeşitliliğiyle ilgili ayağı yere basan gerçekleri duymaya ihtiyacımız var. Biz Good Men Project‘te bu diyaloğu başlatmaya çalışıyoruz, ama bir arabayı yokuş yukarı ittirmeye benziyor bu biraz. Bu benzetmedeki “ağırlık”, kültürel varsayımların, egemen erkeksiliğin, erkeklerin ne olması gerektiğiyle ilgili tüm o fikirlerin ve tüm o kriterleri sağlamıyorsan işi yanlış yaptığını başına kakan söylemin sonu gelmez yükünü temsil ediyor.

Esasında bu fenomenin bir ismi bile var: Çoğulcu cehalet deniyor buna. Birçok insanın bir şeyi beğenmediği, ama geri kalan herkesin beğendiğini varsaydıkları, böylece de görgülü davranma kaygısı veya garip kaçma korkusuyla seslerini çıkaramadıkları durumlar için kullanılıyor. Binlerce insanın hepsinin aptalca olduğunu bildikleri bir planın peşinden nasıl olup da gidebildiklerini açıklıyor bu durum, zira her biri tek şüphe duyanın kendisi olduğunu düşünüyor. Ve hepimizin yapay, üretilmiş, tuhaf derecede spesifik ve sınırları keskin biçimde çizilmiş erkek cinselliği kalıbını nasıl “normal” kabul ettiğimizi de açıklıyor.

Bir grup erkeği alın karşınıza ve onlara dergi kapaklarındaki sahte kadınları mı yoksa gerçek, kusurlu, insani kadınları mı tercih ettiklerini sorun; hep bir ağızdan size gerçek olanı tercih ettiklerini söyleyecekler. Gerçek kadınlar (burada gerçek derken kastım neyin gerçek olduğuyla ilgili bir tanım yapmak değil, sözcüğün ilk anlamıyla “hayali olmayan”ı kast ediyorum) incinebilirler. Gerçek kadınlarla ilişkilenilebilir. Gözenekleri yok olana kadar çılgıncasına zımparalanmış ve boyanmış fotoşop eseri aynı mayo modelinin bilmem kaçıncı versiyonunun aksine, gerçek kadınlar birçok renk, doku, şekil, ses ve kokuyla çıkabilirler karşınıza.

Gayet mantıklı. O yapay görseller plastik ne kadar seksiyse o kadar seksi. Endüstriyel ve medya kültürünün birer ürünü onlar – pazarlama komitelerinin, hiçbir kültürel varsayımın kılına dokunmadan ve böylece de markanın anahtar demografik gruptaki pazar payını maksimize edecek optimum konumunu garanti edecek şekilde beklentileri yerine getirmek için tasarlanmış toplantılarının mutabakata vardıkları ürün onlar. Ve size ciddi ciddi soruyorum, kim sikini böyle bir şeye sokmak ister?real

Yanıt, maalesef: Bazıları istiyor. Sesi can sıkıcı derecede çok çıkan bir erkek azınlık, hakikaten de kadınların kendi tüketimleri için işlenmiş bir ürün olduğunu düşünüyor. Ve daha da fenası, bu görüşlerinin duyulması konusunda da hiç çekingen değiller – özellikle de kendilerinin hatalı ürün olarak gördükleri kadınların duyması konusunda.

Aynı olay, biraz farklı bir formda olsa da, genel kabul gören erkek cinsel arzusu hikayesinde de geçerli. Tamamen penis odaklı, tamamen yüzeysel, tamamen penetrasyon ve kontrol hakkında… hepimizin bildiği şeyler işte. Yine; çoğu erkeğin asıl arzuları bundan sonsuz defa daha karmaşık, daha nüanslı, daha şapşalca ve hassas, ve çok çok daha acayip. Ama varsayılan normallikle ilgili koronun sesi öyle gür ve tuhaf ya da zayıf görünmek konusundaki toplumsal yaptırım öyle büyük ki, çoğu erkek gıkını çıkaramıyor ve anca kendinden ne yapması beklendiğini düşünüyorsa onu yapmaya çalışıp duruyor. Ve sonuçta herkes, ortalama olarak, aslında yaşayabileceğinden daha az eğlenceli bir seks yaşıyor.

Bu böyle gitmez. Erkeklerin cinselliğindeki olağanüstü çeşitliliği ve derinliği görmezden gelmeye devam edemeyiz. Sözcüğün ilk anlamıyla, insanları öldürüyor bu durum. Ve her şeyden önce de, durum son derece aptalca. Böylesine kişisel bir konu hakkında sesini yükseltmek zor olabilir, ama her birimizin yapabileceği bir şey var: “normal” normalmiş gibi davranmaktan vazgeç.

İşbu yazıyla tüm erkekleri haberdar etmek istiyorum ki, bira reklamları ya da sit-kom esprilerindeki tanımlardan sapan cinsel arzulara sahip tek erkek siz değilsiniz. Yalnız değilsiniz. Aslında galiba neredeyse hepimiz aynı vaziyetteyiz. Birçoğu gibi siz de bu yanlış mutabakatın bir parçası olmayı bırakmak için birilerinden izin bekliyorsanız, izin sizin. Normalmiş gibi davranmayı bırakın çünkü öyle bir şey yok ve hiç var olmadı.

***

[Noah Brand, Good Men Project‘in baş editörü. Bu yazının orijinali Good Men Project’te 1 Ekim 2012 tarihinde “Can Men Tell The Truth About Sex?” başlığıyla yayınlandı.]

Blog okuması: Özgür seks efsanesi

Özgürlük çetrefilli konu. Hele ki cinsellik bağlamında…

Ama işte tutup kişisel cinsel deneyimimle ilgili blog yazmaya başlayınca, lafın dönüp dolaşıp geleceği yer tabii ki seks, cinsellik ve özgürlük konuları oluyor.sexual freedom

Seks ve cinsellik açısından özgürlük meselesi, her birimizin her gün yaşadığı üzere, sadece devlet baskısından kurtulmak anlamına gelmiyor. Ailemizden komşu teyzeye, otobüs şoföründen kahvede boş boş oturan adamlara kadar (hatta ders kitaplarına, filmlere kadar) hayatın her anında cinsellik daracık kutulara sıkıştırılıyor. Bu anlamda, mesela

  • “toplumsal cinsiyet baskısından, yani “kadının yapması gerekenler”, “erkeğin yapması gerekenler” gibi rollerden özgürleşmiş,
  • cinselliği anormal bir şey gibi gören (giderek, aynı evi “kızlı-erkekli” paylaşan insanları fuhuşla zinayla falan suçlayan) muhafazakar zihniyetten özgürleşmiş,
  • cinsel deneyimi sadece çoğalma merkezli gören (aslında muhtemelen Musa’nın başlattığı ama bugün Katolik Kilisesi’yle özdeşleşen ve İslam’ın da benimsediği) aile odaklı, dini hukuki cinsellik algısından özgürleşmiş,
  • kadınla erkeği sadece cinsellik için var olduğuna inanan, böylece bir kadınla bir erkeğin yaşayabilecekleri tüm duygusal, tensel vb. paylaşımların ancak ve sadece seks için olabileceğini düşünen, cinselliğin bastırıldığı ve tabulaştırıldığı bir bakış açısından özgürleşmiş, ve öte yandan
  • cinselliğin sadece kadınla erkeği ilgilendiren bir husus olduğunu sanan cinsiyetçi ve heteronormatif zihniyetten özgürleşmiş

bir cinsellik istiyoruz sanırım.” (Özgür seks ne kadar özgür?)

Bu örneklerin her birinde kendisinden özgürleşilecek şey de devlet veya kültür düzeyinde kurumsallaşmış bir toplumsal yapı oluyor. Bununla ilişkili olarak: Özgür seks yerine seksin özgürleşmesi lafını kullanıyorum dikkat edersen. Özgürlükten sadece “istediği gibi yaşama”yı anlamıyorum. Oradaki “istediği gibi” lafının altında yatan sosyal kabulleri de özgürlük açısından sorgulamak gerekiyor bence. Bu konuda uzun uzun ahkam kesmeyeceğim burada (keza şurada hazır kesilmişi var). Konuya dönelim.how sex looks like

Bu bloga başlamanın (hem düzenli yazma eyleminin, hem de arkadaşlarımla burada yazdıklarımdan hareketle yaptığım sohbetlerin) benim için özgürleştirici bir etkisi oldu.

Bu başarı blogun veya benim değil, toplumundur: Özgürleşilecek o kadar çok şey var ki, azıcık kafa yoran herkes bir ton ilginç şeye rastlayacaktır kendi cinsel hayatında.

Flört edeceğim diye şekilden şekile girmekten sünnete, yeni bir insanla tanışmaya çabalarken yaşadığım utançtan penetrasyonla ilgili dertlerime, partnerimin yaşadığımız cinsellikten zevk alıp almadığıyla ilgili kaygılarımdan daha geçen gün onu hayal ederek mastürbasyon yaptsensual danceığım bir arkadaşımla dedikodu yaparken yaşadığım gerginliğe kadar günün ve hayatın her anında cinselliği baskılayan unsurlarla çevriliyiz.

Ama madem ki bu blogun benim kişisel deneyimlerime dayandığını iddia ediyorum, o zaman burada tutup kadın cinayetlerinden, tacizden falan bahsetme ukalalığını etmeyeyim. Onun yerine, bu bloga yazarken keşfettiğim bazı özgürleşme noktaları hakkında ukalalık edeyim.

  • Neyin seks olup neyin seks olmadığı konusunda genellikle çok katı sınırlar çiziliyor. Mesela bekaret ve ilk sevişme konusunda hizayı vajinal penetrasyondan çiziyoruz ve olay bitiyor. Ama bence cinsel deneyimler sanıldığından daha geçişli. Örneğin dans etmek veya birlikte uyumak gibi son derece erotik eylemler bazen hiç de seks sayılmıyor. (Seks değilse bile seksi bir şey olduğuna eminim oysa ben.)
  • Yine de, seks sayılmayan bu şeyler bazen aldatma sayılabiliyor. (Bazen de sayılmayabiliyor.) Birçoğumuz şu ya da bu ölçüde açık ilişkiler yaşıyoruz, hatta çok-aşklı deneyimlerimiz oluyor, ama sırf o kalın çizgiler bu ayrıntıları göremediği için tüm o deneyimler de yokmuş gibi davranıyoruz.

Belki de yukarıda saydığım toplumsal yapılardan özgürleşme mücadelesi, bu yapıların kendi ahlak kalıplarımıza nasıl yansıdığını görerek onlardan özgürleşme çabasıyla el ele ilerlemeli. Bu da tabii yeni bir ahlak seti hakkında kafa yormak demek olacak. Yani kısacası diyorum ki, bence daha çok konuşmalıyız seks ve cinsellik hakkında.

really-sex

Blog okuması: Nasıl çocuk yetiştirilir?

Çocuk yetiştirme meselesi hep çok kafamı kurcalıyor. Bildiğim kısmı, toplumsal olarak cinsiyet rollerinin nasıl üretildiği. Bilmediğim(iz) kısmı, bu roller toplumsal ölçekte üretirken ebeveynlerin* neler yapabileceği.

Hatırlıyorum mesela, ortaokul ve hatta lise çağındayken bile, annemle babama isimleriyle hitap etmemi yadırgardı arkadaşlarım: Annem ve babam, birtakım çocuk yetiştirme kitapları okumuşlar ve anne/baba – çocuk şeklinde toplumsal roller üzerinden ilişkilenmek yerine arkadaşlık ilişkisi kurmak istemişler benimle. Dil de ilişkiyi şekillendirdiği için, bu kitaplarda doğrudan isimle hitap edilmesi öneriliyormuş. Ben de böylece konuşmaya başladığımdan beri isimleriyle seslenirim anneme de babama da. Mesela sokaktan eve seslenirken (diyelim yarım saat daha top oynama izni almak için), annemin ismini bağırıyordum ki balkona çıksın. Beni bu konuda uyaran arkadaşım bile oldu. Böyle yapmamamı, anne-babaya hürmet etmem gerektiğini falan söyledi. Ben ne kadar “Yahu bunu bana onlar öğretti, benim kendi kararım değil ki?!” dediysem de kesinlikle ikna olmamıştı.

Bu kadar basit bir şey – “hitap” meselesi – bile, üstelik bizim haklı olduğumuza eminken ben, arkadaşlarım arasında kendimi rahat hissedememe yol açıyordu azıcık. Bir de haklı olduğunu hissedemediğin durumlar var.

Bİ ÇOCUK LÜTFEN, CİNSİYETÇİ OLMASIN AMA ARKADAŞLARI DA DIŞLAMASIN MÜMKÜNSE

Temel pedagoji bilimi bize şunu söylüyor:

  • Çocuk, ilk yıllarında, her şeyi “olgu” olarak öğrenir. Yani doğru tektir ve ebeveynleriyle temsil edilir. Görecelilik kavramına yabancıdır. Hiçbir şey kişiden kişiye değişemez. Saat kaçta yatılacağından ne yiyeceğine, dışarı çıkarken ne giyileceğinden kiminle arkadaşlık edileceğine kadar her konuda ebeveynin söylediğidir asıl bilgi. Bu bilgiyi sorgulama algısı yoktur.
  • Bu ilk yılların ardından çocuğun algıları ve akıl yürütme kapasitesi gelişir. Böylece bazı konuların kişiden kişiye değişebileceği fikrini kavrayabilir hale gelir. Örneğin herkesin başka hobileri olabilir, kimileri yemeği daha tuzlu sevebilir vb. Bu yaşlarda kimi şeyler öznel hale gelse de, nesnel bilgi diye bir şey var olmaya devam eder. Örneğin “Sütte protein var, süt iç ki kemiklerin gelişsin.” lafında tartışılacak bir şey yoktur.
  • Bundan sonra ergenlikle falan birlikte her şey sorgulanır hale gelir falan filan… Bu kısmı boş ver şimdilik.

İlk aşamaya odaklanalım: Çocuğa toplumsal cinsiyet rollerini aşılamıyoruz. Çocuk sonra sokakta bu rolleri duyuyor. (“Erkek adam ağlamaz.”, “Karı gibi cimcirme lan!” vb.) Sonra gelip bunları ebeveynine soruyor. Ebeveyn “Yok öyle şey!” derse çocuğun zihninde çelişki yaratmış olacak, konu kestirip atılabilir değil çünkü çocuk için henüz “Onlar öyle düşünüyor, biz de böyle düşünüyoruz.” lafı bir anlam ifade etmiyor.

“Sanırım ailemden “adam olmak”la ya da “erkek olmak”la ilgili kayda değer bir eğitim almadım. … Anladığım kadarıyla, tam olarak toplum içinde tuhaf görünmememi ve davranmamamı garantiye alacak şekilde yetiştirildim.toys for boys

Yani: Evet, kıyafetlerim “erkek çocuk” kıyafetiydi. Evet, hiç oyuncak bebeğim yoktu, onun yerine arabalarım falan vardı. Evet, her konu herkesle konuşulmazdı, bazı konular sadece anneyle, bazıları sadece babayla konuşulurdu. Evet, çok büyük ihtimalle kız çocuk olsaydım bu kadar kişisel özgürlüğüm olmayacaktı.

Bunun yanında: Çok ileri bir yaşıma kadar hiç oyuncak silahım olmadı. (Sanırım ilkokul üçüncü sınıfa kadar) Erkeklerin ağlamayacağı gibi yorumlara hiç maruz kalmadım. Kavga etmem, kavga edebilmem, kendimi fiziksel olarak koruyabilmem beklenmedi.” (Adam olacak çocuk)

Mesela çocuğa şu resimlere bakıp doğru tuvalete gitmesini öğretmek lazım. Ama bunu öğretmek ayrıca “kadın”ın nasıl olması gerektiğini de yeniden üretmek anlamına geliyor.

Oğluna etek giydirirsen, sonra bu işaretleri nasıl tutarlı bir biçimde anlatacaksın? "Tüm toplum yanlış" deyince anlar mı acaba küçük çocuklar.

Oğluna etek giydirirsen, sonra bu işaretleri nasıl tutarlı bir biçimde anlatacaksın? “Tüm toplum yanlış” deyince anlar mı acaba küçük çocuklar.

Hadi diyelim bu yaşları geçti. Artık kendi başına karar alma yeteneği geliştirmeye başladı. Ama sosyal çevresinde dışlanmama baskısı (“erkek/delikanlı” olmak)  sürüyor. (örneğin bkz. İlk kılık kıyafet kuralları)

Bunun çarpıcı bir örneği, sünnet meselesi. Sünnet gerekli bir şey değil, üstelik zararları da olabilir sağlık açısından. (Bkz. Sünnetin Bilimsel Açıdan İncelenmesi ve Evrimsel Bakış Açısı – Evrim Ağacı) Ama şimdi diyelim yaptırmadın çocuğuna sünnet. E bu çocuk ilkokul çağındayken bütün arkadaşlarını görmeyecek mi düğünlü müğünlü “erkekliğe” adım atarlarken. Ortaokula geldiklerinde arkadaşlar “Lan sen sünnetli değil misin, ne biçim erkeksin olm sen?!” demeyecek mi? E o zaman illa ki düğünlü sünnet yaptırıp çocuğu maşallahlı kıyafetle ata mı bindireceğiz?

Mesela,

“annemle babam ben henüz birkaç günlükken sünnet işimi hastanede hallettirivermişler.

Böylece hem sünnet düğünü saçmalığından kurtulmuşlar, hem de kendi ailelerinin “Bu çocuk ne zaman sünnet olacak?” dırdırından. Ayrıca “gerçek erkek” olup olmadığımla ilgili aile içinden veya dışından gelebilecek eleştirileri de peşinen devre dışı bırakmışlar.

Yani, “Hayır canım, yaptırmıyoruz, ne saçma şeyler bunlar.” diyebilecekken, tam tersine, kelimenin tam anlamıyla ilk fırsatta sünnet yaptırdılar. Bir bakıma, toplumsal normları benimsemiş, normlara uyum sağlamış oldular.

Ama alakasız başka bir sonucu daha oldu: Benim sünnetle ilgili hiç başım ağrımadı. Ne çocukluğumda, ne de ergenliğimde bu konu başıma dert oldu. Erkekliğimi sünnet üzerinden tanımlamadım, hadi bu kolay. Ama etrafımdaki insanlar da (yani mesela yeni sünnet olan ve “erkekliğe adım atan” arkadaşlarım da) benim erkekliğimi sorgulamadı. “Sorgulamadı.” derken, onlar muhtemelen beni erkek saydılar; ancak bunun bana etkisi, bu konular üzerine düşünmemem oldu.

Erkekliğimi kışkırtan, ajite eden bir unsur devre dışı kaldı hayatım boyunca.

Ben bunu özgürleştirici buluyorum.

Son tahlilde, ailemin beni sünnet ettirmeyip bunun yerine bu konuda eleştirel bir görüş aşılamaya çalışmasına kıyasla bile daha özgürleştirici buluyorum. Nihayetinde, belli bir yaşa geldikten sonra bana “Biz bunu böyle yaptık. Sünnetin erkeklikle bir ilgisi yok bizce.” deyiverdiklerinde, mesajı aldım ben gayet.

Çocukluğum ve okul hayatım boyunca arkadaşlarımla bu konuyu konuşsam ve kendimi savunmak zorunda kalsam, en iyi ihtimalle erkekliğimi ispat etmeye çalışacak, erkekliğimle sünnetin alakası olmadığını göstermeye çabalayacaktım. Ama bunun da erkek rolünü kışkırtan bir etkisi olacaktı.” (Kışkırtılmış Erkeklik: Sünnet)

Belki de bazen doğru olan, toplumsal normları reddetmek yerine onları etkisiz hale getirecek yöntemi bulmaktır. Bunu “toplumsal” açıdan söylemiyorum bak, lütfen buradan genel bir “politikada taviz” tartışmasına zıplamayalım. Başlangıç sorum basit: Ortada bir çocuk var ve bu çocuğun sağlıksız bir toplumda sağlıklı bir biçimde nasıl yetiştirilebileceğini merak ediyorum.

DAHA DA ZOR SORULAR: KIZ ÇOCUK yetİştİrmek

dress properly

Buraya kadar, söylemeden de olsa, hep oğlan çocuklardan bahsettim. Çünkü hem böylece kendi deneyimlerimi anlatmam mümkün oldu, hem de daha basit iş. Kızlar açısından ise işler sanırım daha karışık: Hem o eteği giyerse sokakta yılışan erkekler olabileceği bilgisini vermek hem de ama o eteği giyme hakkını savunmak ve giymek istiyorsa da onu sonuna kadar desteklemek, falan filan. Zor işler. Nasıl yapılır, ne denir, hiç bilemiyorum. Bunca magandanın içinde (üstelik maganda bir sistemin içinde) kadın olmak zaten zor, bir de başka bir kadının büyümesine tanıklık etmek, hele ki bu büyüme sürecinde sorumluluk sahibi olmak… Daha söylerken kalbim sıkışıyor. (bkz. Hanım hanımcık)

***

* Yazı boyunca “ebeveyn” lafını kullandım. Bu sözcüğün anlamı “anne-baba” imiş, tam da kaçınmak istediğim anlam. Aslında kast etmek istediğim şu: çocuğun büyüme sürecinden sorumlu insan(lar). Bu insanın çocukla kan bağı olup olmamasının konuyla bir ilgisi yok, ama bu anlama gelecek doğru dürüst bir sözcük de bulamadım. İdare ediver.