Sahne: Bir yatak odasında, ikiz yatak. Erkek kadının üstündedir. İkisi de büyük ölçüde giyiniktirler. Birbirlerine sürtünerek öpüşmektedirler.
Ta orta okuldan beri cebelleş oldunuz başıma. Değil mi, C? Değil mi, E? Değil mi, M? Ve diğerleri! Konuşsanıza ulan. Aylarca, yıllarca, sizin zaferlerinizi dinledik durduk. Okul servisinde, basketbol oynarken, deneme sınavı çıkışında, teneffüs arasında, sürekli kızlarla yaşadığınız küçük maceraları anlattınız. Gözümü kocaman aça aça dinledim hikayelerinizi. Çünkü daha o yaşta Marx’tan haberimizin olmadığı için, insanlar üç sınıfa ayrılırdı: Havalılar, ezikler ve orta sınıflar. Ve ben de bir ezik-orta sınıf mensubu olarak imreniyordum size.
“Verir mi? – Ne zaman verir?” muhabbetlerini, öperken hatunun alt dudağını ısırışınızı, okulu ekip kafeye gitmek için otostop çektiğinizde yeterince yer olmadığından kucağınıza oturduğunda sikinizin nasıl sertleştiğini ve kızın bunu fark etmesine rağmen pozisyonunu değiştirmemesini, “Oğlum onun öyle sessiz göründüğüne bakma ha, aslında…”larınızı… Hepsini, hepsini, hiç sevgilisi olmamış, hiç bir kızın bacaklarına dokunmamış bir ilk ergenin açlığıyla kazıdım zihnime. Ve tüm C’ler, tüm E’ler, tüm M’ler, tüm havalılar, hepinizin sentezinden oluşan o soyut kişi gibi olmayı marifet sandım. Kız tavlamak için sizin gibi olmak gerekir sandım.
Gerçek insanlarla tanışana kadar, gerçekten romantik ve/veya erotik şeyler yaşayana kadar, her şey anlattığınız gibi olacak sandım. Sizin hiç eliniz ayağınıza dolaşmıyordu sevişirken, ve bütün kızlar “vermeye” can atıyorlardı, hiç reddedilip üzülmüyordunuz, hiç kimse kalbinizi kıramıyordu. Gerçek insanlarla tanıştıktan, gerçekten romantik ve/veya erotik şeyler yaşadıktan sonra hüsranım arttı. Hem sevişiyordum, hem de yine de sizin gibi olamıyordum. İşler yolunda gitmiyordu.
Liseden mezun olduğumdan beri (yani kabaca 10-15 yıldır) görüşmüyoruz. Tek tük karşılaşmalarımızda, kilo aldığınızı veya hâlâ orta okuldaki cümle öbekleriyle kendinizi ifade edebildiğinizi veya sadece ve sadece mutsuz olduğunuzu gördüğümde, sevinmemiştim. Çok istemiştim sevinmeyi, ama becerememiştim.; çünkü sizin hüsranınız da benim hüsranıma eklenmiş, o hepinizin sentezi soyut kişi daha da erişilmez hale gelmişti.
İşte şimdi de tüm bunları çoktan geride bırakmış olmam gerekirken yine, bir kez daha aklıma gelmeniz öfkelendiriyor beni.
Neyin peşindesiniz?
Bir tarife göre sarışın, mavi gözlü, saçlarını at kuyruk yapan, mizah duygusu gelişmiş bu kadınla arama neden giriyorsunuz? Sarışın mavi gözlü deyince aklımıza gelen, belki de birinizin bir keresinde tam da böyle anlattığı bu kadının gözlüklerini çıkarınca yüzünün yuvarlaklığının belirginleşmesi, yattığında gıdısının ortaya çıkması, keyif aldığını belli eden nefes alış verişlerinde burnundan çıkan hırıltı neden dikkatimi çekiyor? Neden hiçbir şeyin masallarınızdaki gibi olmasına izin vermiyorsunuz?
Ve ben neyin peşindeyim?
Epi topu üç gün önce tanıştığım ve en iyi ihtimalle “sevimli” bulduğum bu kadınla neden sevişiyorum? Size kendimi ispat etmeye mi çalışıyorum hâlâ? Daha da önemlisi: Neden şu oynaşma halinden huzur içinde keyif alamıyorum?
– Gel yanıma uzan. Biraz ağırdan almak istiyorum.
İşte kurtarıcı müdahale! Beni sizin hortlaklarınızdan hep ne istediğini bilen kadınlar kurtardı zaten. Şimdi rahat bırakın beni, çünkü bu gece sadece sarılıp uyumak istiyorum bu insanla.
Devamı gelmeyecek.
Ve yarın kimseye anlatacak bir maceram olmayacak.