Bu ay çok enteresan bir şey oldu.
Bir Cihan, Kadıköy’de metroda içinin ısındığı bir griojelikız’la muhabbet açmak istedi, ama çekindi, sonra pişman oldu, bir internet sitesi açıp griojelikız’dan onunla irtibata geçmesini istedi, binlerce insan yanıt verdi, ve nihayetinde griojelikız Cihan’ı buldu ve görüştüler.
Sitenin ismi Zincirlerimizden Başka Kaybedecek Neyimiz Var?. Mutlaka git oku, hem şimdi yorum kutusuna yazılanları da paylaşıyor. Ben aşağıya onun ilk iletisini kopyalamakla yetineceğim.
Siteye bu ismi vermesinin (birincil) sebebi griojelikız’ın metroda okuduğu kitabın adının bu olması. Metroda yanına oturunca gözü kaymış, o da kitabı okumaya başlamış. Sonra griojelikız onunla sohbet açınca utanıp kendi kitabını açıp okumuş. Metrodan inince kafasına dank edince de işte bu siteyi açmaya karar vermiş.
Cihan’ın okuduğu kitabın ismi de İnsan Olmak.
Benzer şeyler benim de başıma geldi, sanırım birçok insanın da başına gelmiştir öyle ya da böyle. Benim örneklerimde, bir göz göze gelme ve gülümseme, veya çok çok çok kısa bir konuşma oluyor genellikle. Sonra sessizlik ve birinin olay mahallini terk etmesiyle mutsuz son.
Benimse dikkatimi başka bir şey çekti Cihan’ın öyküsünde.
Aynı durumu düşün, ama yanında gazete okuyan kişi orta yaşlı bir adam veya yaşlı bir teyze olsun. Sana aynı şeyi söylemiş olsun: “Okuduysan sayfayı çevirebilir miyim?” Yüzün kızarır muhtemelen, ehüehueheue deyip evet diyebilirsin veya gözlerini kaçırabilirsin, ama sonuçta olsa olsa komik bir durum olur. Böyle bir şey olsa, ki gazete/kitap okurken değil ama başka vesilelerle başıma geldi benim, sonuç şudur: Muhabbet açılır.
Şimdi şunları düşünelim:
-
Aynı durumda kalan bir kadın olursa ne olur?
-
Yanındaki insan bir genç kadın değil de başka herhangi bir şey olunca neden aynı utancı duymazsın?
-
Nihayet: Her gün saatlerimizi geçirdiğimiz bir mekanda karşılaşan iki insan neden sıradan bir etkileşim kuramazlar?
Acaba diyorum ataerkillikle ilgili bir şeyler olabilir mi burada?
Bak öyküye dönelim: Kadın “Zincirlerimizden Başka Kaybedecek Neyimiz Var?” okuyor. Erkekle iletişime geçmeye çalışıyor. Erkek (zincirlerinden başka kaybedecek neyi var?) afallıyor, açıp “İnsan Olmak” okuyor. Ne güzel tesadüfler…
Halbuki Cihan griojelikız’a “ay ehuehue, kusura bakma, gözüm kaydı, kitap ilgimi çekti” diyebilmeli. Ben otobüstekiyeşileteklikız’a “eteğin ne güzelmiş” diyebilmeliyim. Göksu birlikte erik topladığı insandan telefonunu isteyebilmeli.
Tüm bunların olabilmesi için, feminizmin birkaç kazanımına ihtiyacımız var:
Birincisi, erkeklerin hayır’ı bir yanıt olarak kabul etmeleri lazım. (“İnsan Olmak” lazım.) Yani evet sohbet açabilmeliyiz, ama karşımızdaki insanın bizimle ilgilenmeme ihtimali korkunç, feci, dehşet verici bir şey olmaktan çıkmalı. Bir insanın bir insanla ilgilenmemesi (belki “tipi değilsin”, ama belki de sadece o anda başka bir şey düşünmek istiyordur) neden bu insanlardan birinin başarısızlığına delil olsun ki? Böyle bir sohbetin gerçekleşebilmesi için, sıradanlaşması ve normalleşmesi gerekir: “Birader çantan açık kalmış” dediklerinde nasıl şaşırmıyorsak ve “Sağolasın” deyip fermuarı çekiyorsak öyle olabilmeli. Mesela:
– Okuduysan sayfayı çevirebilir miyim?
– Ehuehuehue, kusura bakma, gözüm kaydı, kitap ilgimi çekti.
– Sorun değil, çeviriyorum o zaman? :)
– Olur. :) Ben Cihan.
– Selam Cihan, ben de … . Memnun oldum.
– Ben de. Zamanın varsa bir çay içmek ister misin?
– Çok sağol, maalesef eve dönmeyi tercih edeceğim.
– Başka bir zaman?
– Hayır, teşekkür ederim.
– Peki, teşekkürler. :(
– …
– …
– Bitirdin mi sayfayı?
– Evet, galiba zaten zamanlamamızı denkleştirdik bile. :)
– Ben bu durakta ineceğim. Memnun oldum, iyi akşamlar.
– İyi akşamlar.
İkincisi, “ilk görüşte aşk” olayını biraz deşmemizde fayda var. Hayır yanıtını kabullenmenin en büyük avantajı, sonrasında bu gibi “risk aldığımız” anların daha az gergin olması. İlişkilerimizi kurarken ilk görüşe, “gerçek” aşka, “işte bu” hissine bu kadar dayanmamızın altında, bu “risk sıçraması” var. Yani, öz güvenimizden tut da toplumsal kabule kadar, bir yığın şeyi riske ediyoruz birine çıkma teklif ettiğimizde mesela. Bu yüzden de “Bu kadar şeyi riske ettiğime değecek biri bu” hissine ihtiyacımız var.
Dan Savage buna “rounding up to one” diyor. Yani “the one” olan kişinin kendisinden ziyade, bizim illa ki bir “the one”a ihtiyacımız olduğundan, onu yuvarlak hesap o özel kişi olarak görmeye başlıyoruz. (Türkçe’ye “doğru kişi”yi aramak ve bulduğun kişiyi “doğrultmak” diye mi çeviririz?) İlişkilerimizi de böyle 0-1 sistemiyle analiz ettiğimizden, hatalar krize, krizler ayrılıklara dönüşüveriyor. (Çünkü yüzde yüz doğru kişi değilsen, bir elmanın iki yarısı değilsek, birbirimiz için yaratılmamışsak, birlikte olmamalıyız asla!)
Üçüncüsü, bir kadınla bir erkeğin ilişkilenme biçimleri bu kadar keskin sınırlarla çizilememeli.
Hatırlıyorum, yıllar önce, kız arkadaşım vajinasında bir yabancı parça fark etti. İsmini hatırlamıyorum şimdi, ama bulaşıcı bir şeydi, kist değildi de ona benzer bir şeydi galiba. Neyse, hastaneye gittik. İlk soru: Evli misin?
Hemşirenin asıl sormak istediği şey “Seks yapıyor musun?” veya “Seks yaptın mı hiç?”, ama öyle sormuyor. Eğer kız arkadaşım dalgınlıkla “hayır” dese, hemşirenin kafası karışacak. Soru tıbbi bir soru esasında ve mesela seks yapıyorsa beni de içerecek süreç ve saire. Konuyu düzünden konuşamadığımız için, dolambaçlı bir biçimde birbirimizi kandırıyoruz. Kız arkadaşım orada “Hayır ama erkek arkadaşım var” manasında bir şeyler söyledi, böylece o andan itibaren hastane deneyimini bir sosyal kabusa dönüştürdü. Haftalar sonra keşfettik ki “doğru” yanıt “Nişanlıyım” gibilerden bir şey olmalıymış.
Hadi bunlar muhafazakar insanlar deyip geçelim şimdilik. Ama daha genel olarak da “friendzoning” (“seni arkadaş olarak görüyorum”) gibi kalıplarla yaşamıyor muyuz? İki tür ilişkilenme tanımlı: 1) Sevgili 2) Arkadaş. Bu kadar. İkisinin de ne yapıp ne yapmayacakları belli. Kutular hazır. Tüm tanıdıklarını da bu kutulara sağlamca yerleştirince mesele tamamlanır.
Oysa belki de bir insan başka bir insanla bir şey yapmak istiyorsa bunu söyleyebilmeli. (Dön ilk hususa: hayır yanıtına aklı basmak şartıyla.) Evet, bu yapacakları şey ikisi arasındaki ilişkiyi başka bir yere götürebilir, ve evet, bunu göz önünde bulundurmakta fayda var. Ama eğer sadece iki durak kabul ediyorsak, arabayı yolun ortasında kenara çekip çimlere uzanmak mümkün olmayacaktır.
Bu son noktaya bir sonraki yazıda tekrar değineyim diyorum.
Şimdilik diyeceğim şu: Ne kadar sevimli ve romantik olursa olsun, Cihan’la griojelikız’ın öyküsü biraz da trajik. (Hele ki, eğer griojelikız onunla hiç iletişime geçmeseydi, veya iletişime geçip “O benim, peşimi bırak.” deseydi mesela.) Her halükarda, olan – ve benim de birçok gez başıma gelen – şey dramatik.
Kurtuluş? Kurtuluş feminizmde.
***
Cihan’ın kaleminden, o gün olanlar:
Kadıköy – Tavşantepe metrosunda 1 Ocak 2017 pazar günü 21:15 gibi kadıköy istasyonunda
“Zincirlerimizden Başka Kaybedecek Neyimiz Var” okuyan gri ojeli birinin yanına oturdum. Normalde yandakinin gazetesini okurum ama kitap?! Gözüm kaydı bi kere kitaba okumaya başladım, sayfalara yetişebildiğim kadarıyla. Belirli bir süre sonra sanırım senkronizasyonu tamamladık ki o sayfayı değiştirirken ben de bitirmiş oluyordum.
İnanılmaz iletişim kurma isteği duyduğum o sıralarda ilk açılışa özel %50indirim veren teknoloji marketlerin kapısını açtıklarında sağa sola koşturan birbirini ezen zilyon tane adam gibi kafamda düşünceler fikirler birbirini eziyor ve bir şeyler söylemek için matematiksel formüllerle uğraşıp doğru bir sonuç çıkarmaya çalışıyor derken sen gel bana “okuduysan sayfayı çevirebilir miyim ?” de.
Gitti tüm formüller denklemler patates oldu. Ben ki normal ortamda çenesi düşen adam yakalanmanın da verdiği yetkiye dayanarak saçma sapan bir şeyler dedim ve kendi kitabımı çıkarıp okumaya başladım. Ya mal bari merbaha ben cihan de di mi ? Yok… Neyse ineceğim durağa “Hastane/Adliye” durağına geldim nutkum tutuldu ve sadece indim. “lan olm napıyorsun?!” diyip geri dönene kadar kapılar kapandı. Kendime saya söve metrodan çıktım. Arabaya bindim hala kendime sövüyorum derken çok zayıf bir ihtimalin peşine düşmek geldi aklıma. Bir durak seçtim ve o durağa arabayla hızlıca gittim 2çıkışı da görebilecek şekilde arabayı bıraktım ve bakındım ama yok bu dizi veya film mi veya tekrardan serendipity’i mi çekiyoruz! Olmayacak tabii. Sonra eve geldim gelirken aklıma bir ton şey geldi ve bir arkadaşımla konuşup bu fikirde karar kıldım.
Aşadağıki kutucuğa sana ulaşabileceğim bir şeyler yazarsan ve eğer hatırlıyorsan benim okuduğum kitabın ismini de yazarsan troll insanlardan kurtarmış olursun beni.
Site yaptığım mallığı düzeltebilmek için ve haliyle seni bulabilmek için. tabii ben yanlış anlamadıysam ve bulunmak istiyorsan:))