Tag Archives: ergenlik

Blog okuması: Porno ne işe yarar?

New Internationalist dergisinde Hazel Healy’nin yazdığı “Is there a feminist spring?” başlıklı makalede şöyle bir tümce geçiyor:

” ‘Boys as young as 11 are watching porn and learning that sex is something you “do to” a girl,’ explains Sophie Bennett, who runs UK Feminista’s schools programme.” (Temmuz/Ağustos 2014, 474. sayı, sayfa 15)

Yani diyor ki:

” ‘Daha 11 yaşındaki çocuklar porno izliyorlar ve seksin “kızlara yapılacak” bir şey olduğunu öğreniyorlar.’ diye açıklıyor UK Feminista’nın okul programını yürüten Sophie Bennett.”

Porno endüstrisinin cinsiyet rollerini iyicene kuvvetlendirerek yeniden ürettiğini görmek için ne dahi olmaya ne de pek bir eleştirelliğe gerek var.watchin it

Porno endüstrisine cinselliği metalaştırdığı için* ve/veya topluma cinsiyetçilik aşıladığı için karşı çıkabiliriz. Ama karşı çıktığımız şeyin tam olarak ne olduğunu netleştirmemiz lazım. Ben, açık cinsellik içeren eserlere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

Kadınların cinselliği hakkında çok kısıtlı gerçek bilgimiz var zira:

Benim şimdiye kadarki deneyimim, hiçbir kadının ben sormadan bana ne yapacağımı söylememiş olması. Konuyu, tabii ki gayet tedirgin bir biçimde, hep ben açıyorum. Açtıktan sonra da genellikle partnerimin ağzından cımbızla laf alıyormuş gibi hissediyorum. …

Tüm cinsellik bilgisini abuk subuk porno filmlerden edinmiş olan bunca erkek, eğer kimse onları uyarmazsa uzunca bir süre kendilerini kandırarak (ve partnerlerini mutsuz ederek) yaşayacak.” (“Friends with Benefits” ve Hollywood’un seksten anladığı)

Şimdi pornografinin birçok versiyonu olduğunu, az da olsa bazılarının cinsiyetçi rollere belli ölçüde eleştirel yaklaştığını akılda tutarak, porno ihtiyacına bir de bu gözle bakalım. Bunun bir kısmı, bugün cinselliğin topyekun baskılanmış olmasından doğan bir ihtiyaç:

“Cinselliğe o kadar seyrek maruz kalıyoruz ki… Hiç tiyatro izlemeyen aktör gibi hissediyorum kendimi, pornodan uzun süre uzak kaldığımda. Bir adım geri atıp, “Yahu nasıl görünüyor acaba?” diye düşünerek kendimi ve başkalarını izlemek seksten aldığım keyfi arttırıyor.

Belki hayatın içinde cinsellikten bu kadar uzak olmasak, başka insanların cinselliğinden bir şeyler öğrenmek için odamın kapısını kapatmama, kulaklığımı takmama, internet tarayıcısında gizlilik modunu açmama falan gerek kalmazdı.” (Evet, porno izliyorum: Amatör çekimler)

Bir başka kısmı, cinselliğin kiminle yapılıp kiminle yapılmayacağına dair normların hepimize aynı ölçüde hitap etmemesi:

“Etrafımdaki insanlar içinde, yaşıtım kadınlar içinde etkilendiklerimin oranı çok düşük, oysa örneğin benden yaşça gayet de büyük olan kadınlar içinde etkilendiklerimin oranı bayağı yüksek. …dove ad

… Buna rağmen, yani paylaşabileceğimiz şeyler olduğuna dair somut bir veri olmasına rağmen, benim bu kadınlara yaklaşmam garip karşılanıyor.

Gerçek dünyada, farklı yaş gruplarından insanların cinsellik yaşama oranı çok çok düşük. Pornografik yayın yapan sitelerde, farklı yaş gruplarından insanların seviştiği videoların diğer videolar içinde oranı düşük, ama çok da düşük değil. Öte yandan, kendisinin dahil olmadığı yaş grubundan insanların pornosunu izleyenlerin oranı görece yüksek.

Üstelik bu izleyici davranışı çift yönlü çalışıyor: Yaşlılar gençleri izliyor, hadi onu anladık diyelim, ama gençler de yaşlıları izliyorlar gayet.

Demem o ki, yahu madem bu videoları izliyoruz, madem böyle şeyleri düşünüyoruz, neden bu konunun gerçek dünyada karşılığı yok?

Belki de, yalnız kaldığımızda ve tüm seçeneklerle serbestçe karşılaştığımızda yaptığımız tercihler (yani, bu yazı bağlamında, tercih ettiğimiz porno türleri) bize arzularımızla ilgili sosyal hayatta görmediğimiz ve göremeyeceğimiz şeyler anlatabilir.

Belki de, porno izleme alışkanlıklarımız üzerine düşünmek, kendi cinselliğimizi keşfetmemiz için, kendi cinselliğimizle barışmamız (ya da tersine, mücadele etmemiz) için bir fırsat sunabilir.” (Evet, porno izliyorum: Farklı yaş grupları)

Bir kısmı ise, belki cinsellik üzerindeki baskılar kalksa bile medeni cesareti olmayanlarımızın yine de duyacağı bir ihtiyaç:

“Asıl ilgimi çeken, gerçekten kamusal alanda ve gerçekten “halk” tarafından görülme ihtimali olacak şekilde sevişenler. …

Etrafımdaki insanlarla cinsellik konusunda açık olsak bile, porno bana kendimin ve/veya partnerimin medeni cesareti(miz) olmadığı için gerçekleştiremediğim bir cinsel deneyim ve hayal gücü sağlıyor. Yani, dünyanın en özgürlükçü arkadaş çevresine bile sahip olsam, pornoya olan ihtiyacım ortadan kalkmayacak – ya da en azından “kamusal alan” kategorisine.” (Evet, porno izliyorum: Kamusal alan)

Üstelik pornonun dönüp kendime bakmamı sağlayan bir yanı da var:

“[Amatör çekimlerde] kendimi görüyorum. Bunu hem iyi hem kötü anlamıyla söylüyorum. İyi anlamıyla, çünkü bazen “işi gücü” bırakıp “aktör”ün beceriksizliğini izlemek yalnız olmadığımı hissettiriyor. Kötü anlamıyla, çünkü ticari olmayan bir ortamda dahi kadının rolüyle ilgili kodların nasıl yeniden üretildiğini görüyorum – üstelik bunlar çoğunlukla benim de tekrar ettiğim kodlar oluyor.” (Evet, porno izliyorum: Amatör çekimler)neverseenanythinglikethis

Dahası, pornoyu tersten izlemek, yani orada gördüklerimin gerçeği ne kadar yansıttığını sorgulamak da mümkün. Çünkü,

“geleneksel porno sektörü, bir erkeğe, sadece kadınların ne istediğiyle ilgili yanlış bilgi vermiyor. Aynı zamanda, nelerin erkeğin hoşuna gideceğiyle ilgili de gizli varsayımlar yapıyor.

Penetrasyonun daha hızlı ve daha sert olması gerekmediğini … fark etmek için dahi olmaya falan gerek yok. …

Ama nihayetinde, erkek egemen bir toplumda olduğumuzu, bu fast and furious tarzın erkeğin fiziksel hazzını arttırdığını ve dolayısıyla – kadınların orgazmı diye bir derdimiz olmadığına göre – kendi keyfimize bakmamızın öğütlendiğini sanmıştım. Oysa erkeğin en çok keyif aldığı yöntemin bu olduğu da hiç bariz değil. Mesela sevişmenin sonuna doğru bilinçli olarak yavaşlamak hiç aklıma gelmemişti yakın zamana kadar. Bir süredir bunu deniyorum ve şaşırtıcı derecede zevk alıyorum.” (Daha hızlı ! Evet ! Daha hızlı !)

Ayrıca mesela, porno filmlerinin tam aksine,

“Bence kadın cinsel organının “tıraşlı” olması hiç de iyi bir şey değil.

Bir kere, genellikle, sevişmeden hemen önce değil biraz zaman önce tıraş olunduğu için, yeni çıkmaya başlayan kıllar batıyor (oysa biraz uzun olsalar hiç batmayacaklar). Dahası, atlanmış tek bir kıl veya kesilmiş ama deriye yapışıp kalmış bir küçük parça, ayakkabı içine kaçan küçücük bir taş parçası gibi sinir bozucu olabiliyor. (Oysa plajda yalınayak yürümek dert değil mesela.)” (Cunnilingus’ta dikkat edilecek hususlar)

Pornonun erkekleri (ve kadınları) yanlış yönlendirmesinin dahi faydalı olabileceğini sanıyorum. Hepimiz zaten sürekli tüm toplum tarafından gizli veya açık kodlarla kadın-erkek rolleri ve seks konusunda yanlış yönlendiriliyoruz; porno eserleri bu yanlışları somut olarak göstermek için iyi bir araç olabiliyor. Yani toplumun kılcal damarlarında akan cinsiyetçiliği göz önüne çıkarıyor olması başlı başına faydalı olabilir. (Öte yandan, porno eserlerdeki birçok abartılı sahnenin izleyicide “Bu ne be?” tepkisi oluşturabileceğine de inanmak istiyorum.)

Safinaz'ın Temel Reis'e "Erkekim benim." diye  sarılmasını hatırlıyor musun?

İşte bir “Bu ne be?” anı.

Örneğin bu yazının en başındaki alıntıdaki gibi, seksin kızlara yapılan bir şey olması bilgisi, porno olsa da olmasa da benim hayatımdaki temel varsayımlardan biriydi. Üstelik etrafımdaki kadınlar da bunu büyük ölçüde böyle görüyorlardı:

“… büyüdüm, büyüdükçe de azıcık akıllanır gibi oldum. Kadın “gideri olan/olmayan”, yani “götürülecek” bir şey olmaktan çıktı. Lisenin sonlarına doğru ve üniversitenin ilk yıllarında artık kadınları bu anlamda cinsel obje olarak görmüyordum.

Ama yine de cinsellik açısından obje olarak görüyordum kadınları ! …

Cinsellik hâlâ erkeğin talep ettiği bir şeydi. Kadın bu talebi değerlendiren ve kabul veya reddeden kişiydi. Bir bakıma, sanki kadınlar normal şartlar altında sevişmek istemezler, gibime geliyordu. …

Dolayısıyla seks, erkeğin talep ettiği, kadının arz ettiği bir hizmetti.” (Gideri olan kızlar özelden yazsın.)

Cinsiyetçi pornografik eserlerin bu toplumsal algıyı deşifre etmemize yardımcı olabileceğini sanıyorum.

Öte yandan, madem öyle, kendi cinselliğimle ilgili de video ve fotoğraf çekmeye olumlu yaklaşmam lazım değil mi? Bir bakıma evet, ama her şeyden önce şu var:

“… bugün bir kadının seks videosunu çekmek aynı zamanda ciddi bir şantaj aracı olabiliyor. Dolayısıyla, böyle bir şeyi hiçbir partnerime asla önermek istemem. Hadi diyelim bana güvendiler (bence kimseye bu kadar çok güvenmesin kadınlar), ya bir şekilde bizim elimizden çıkıverirse video?” (Evet, porno izliyorum: Peki orada olmak ister miydim?)

Bu sorunu ortadan kaldıracak ama başka bir soruna işaret edecek şekilde, şöyle bir yorum yapmıştı biri:

“Bi keresinde ben (kadın tarafı) bi sevişmeyi kaydetmiştim. Tripod üstünde bir kameraya karşı sevişirken insan kaydedilmekte olduğu hissinden kurtulamıyor, iş “performans”a dönüşüyor ister istemez. Sonra çektiğimiz şeyi hiç bilgisayara aktarmadan, kameradan izleyip silmiştik. Hepsini izlemeye dayanamamıştım, hiç uyarıcı filan gelmediği gibi rahatsız edici gelmişti bir de.” (Evet, porno izliyorum: Peki orada olmak ister miydim? – “eyyorcu” isimli okuyucunun yorumu)

Toparlarsak:

1. Porno endüstrisinin ezici bir çoğunluğu cinsiyetçi normları güçlendirerek yeniden üretiyor.

2. Pornografik eserlere, hem cinsellik bugün yaşamımızın doğal bir parçası olamadığı için, hem de hayal gücümüzü geliştirebileceği için ihtiyacımız var.

3. Pornografik eserlerin cinsiyetçi normları vurgulaması, ayrıca bu normların deşifre edilmesine ve sorgulanmasına önayak olabilir. (Böyle çalışmalar feminist literatürde bolca mevcut.)

4. Öte yandan, tüm pornografik eserlerin belli bir ölçüde “performans” olduğunu akılda tutmamız gerekiyor. Bu sırf sik boyuna ve kaslarına göre seçilmiş aktörlerle stüdyoda çekilmiş videolar için değil, orada bir kameranın olduğunu bilen amatörler için de geçerli. Tüm pornografiyi bu gözle izlememiz lazım: Hem insanların nasıl göründüğünü, hem de nasıl görünmeye çalıştıklarını göz önünde bulundurarak.

Pornografiyle haşır neşir olmak (ve aynı zamanda aramıza bir mesafe koymak) cinsellik hakkında algımızı genişletebilir. Özellikle de bu haşır neşir olma halini açıktan açığa yaparsak…

first time

***

* Mesela HES karşıtı mücadele de suyun metalaştırılmasına karşı çıkıyor.

İlk kılık kıyafet kuralları

Ne giydiğime tabii ki yıllarca ailem karar verdi – hayatımın ilk yıllarında yani. Ben de hiç yadırgamadım bu durumu.

Kıyafetlerimle ilgili hatırlayabildiğim ilk sosyal “baskı”yı sanırım 12-13 yaş civarında yaşadım. Baskı sözcüğünü tırnak içine alıyorum, çünkü ortada gerçek anlamda bir baskı yoktu. Şöyle:

Yazın birlikte sokağa çıktığım insanlar benden yaşça büyüktü. Büyük derken, sadece bir iki yaş fark vardı aramızda. Tabii onlar 14-15 yaşına geldiklerinde, bundan önce saklambaç falan oynarken hiçbir soruna yol açmayan yaş farkı şimdi göze batar oldu.

james bond

“Erkek gibi giyinmek” deyince James Bond

Gayet samimi bir şekilde, benimle takılmak istemediklerini söylediklerini hatırlıyorum. Büyüyorlardı, kızlara falan sarkıyorlardı; yanlarında da çocuk kılıklı birinin gezmesini istemiyorlardı. Onların yanında genellikle sessiz ve kendi halinde biri olduğum için, durumu açıklarken renkli kıyafetlerimden bahsetmişti aralarından biri – gerçekten de öyle falsolu bir laf etmişliğim yoktu pek.

Aslında ortada baskı yok gördüğün gibi. Sonuçta kimsenin bir başkasıyla takılması gerekmiyor. Takılmak istemediğini doğru dürüst söylediği sürece de ortada hiçbir sorun olmaması lazım. Ama elbette olaylar öyle gelişmedi tam olarak.

Yani evet, ben onlarla daha az görüşmeye başladım ve gece çıkarken beni de çağırmalarını beklemedim hiç. Öte yandan, kabaca on yıldır yaz tatilini birlikte geçirdiğim insanlardan bahsediyorum. Mahallede onlardan başka pek arkadaşım yoktu. Dahası, talihsiz bir şekilde, mahallede benim yaşımda pek kimse de yoktu. Onlarla takılmaya alternatifim, benden iki-üç yaş küçük olanlarla sıfırdan arkadaşlık kurmaktı. Ve tahmin edebileceğin üzere, ilk ergenler böyle şeyler yapmazlar pek.

Bu sürecin sonunda ne oldu hatırlamıyorum. Evden çıkmamış olmam mümkün değil, dışarı yalnız çıkmış da olamam. Belki “ne olduğu” değil de, “ne olduğunu hatırlamayışım” daha önemli bir husustur. Tek bir anı var, o da demin kısaca anlattığım “Abi mesela senin şortun renkli işte yani ne bileyim… Bizim de bir karizmamız var.” laflarının geçtiği konuşma.* Bu konuşmanın sonrasındaki aylarda ne olduğunu, hatta sonraki yazlarda neler olduğunu ise tamamen silmişim.

Silmediğim birkaç şey var gerçi:

  • O günden sonra, daha koyu renkli şortlarımı giydim hep. Renkli kıyafetler azalarak bitti. Siyah ve koyu kahverengi iki kay kaycı şortu hatırlıyorum mesela, uzun yıllar giydiğim.
  • Renkli şortu giymememle ilgili olarak annemle yaptığımız, çok çok kısa olmasına rağmen benim bugün hatırlayınca bile içimi bayan bir konuşma oldu. Saftirik bir biçimde – onun da tanıdığı – arkadaşlarımın ne dediğini anlattım. O da, bana o şortu almış kişi olarak, renkli giyinmekte ve rengarenk yaşamakta hiçbir sorun olmadığı, üstelik bu sıcakta kapkara giyinmenin pek de iyi bir fikir olmadığı gibi son derece mantıklı şeyler söylemişti. Tabii benim sorunum renkli giyinmekle değil arkadaşlarım arasında kabul görmekle ilgili olduğundan he deyip geçmiştim.
  • Sanırım aynı dönemde, aynı arkadaşlardan slip değil şort mayo giymem gerektiği konusunda da yorum aldım. O da jet hızıyla değiştirildi tabii.gangsta pants

Daha sonraki yıllarda, önce – Türkiye’de hiç olmamasına rağmen – MTV’deki hip hop furyasıyla (Eminem falan; yahu ne zordu Snoop Dogg kaseti bulmak…) beraber düşük belli pantolonlara geçiş yaptım. Türkiye’de yoktu deyince yurtdışından getirtiyormuşum gibi bir anlam çıkıyor, doğru değil o: Daha ziyade, mağazalarda zaten bulunan normal pantolonların çok büyük bedenlerini alıyordum.

Bu geniş giyinme alışkanlığım hiç değişmedi. Asla kumaş veya kadife pantolon giyemedim bu yüzden, ya da tayt gibi şeyler.

Epi topu birkaç yıl önce de tekrar renkli giyinmeye başladım. Bunu bir özgüven yenileme olarak görüyorum açıkçası.**

Sadede gelirsek:

Sanırım bu dışlanma kaygısı giyimimi ciddi ölçüde belirliyor. Bu belirleme, çift yönlü çalışıyor.

Bir ölçüde pozitif yanı var, yani hala kendi arkadaş çevremin kılık kıyafet yönetmeliklerine uymaya özen gösteriyorum. Ama bence artık daha baskın olan, negatif yönü: (Sosyal çevremin yoğun etkisiyle de olsa) kendimce bir “havalı” tanımı yapıyorum. Bu tanımın ayrılmaz parçalarından biri, farklı görünmek. Yani aslında dışlanma ihtimalini ortadan kaldırmaya değil, tam aksine dışlanma ihtimalini tamamen kendi kontrolüm altına almaya çalışıyorum.

Böylece, örneğin uzun saçıma dik dik bakan en-pek-müslüman bakkal amca beni dışlıyor ya, işte bu dışlanmadan kaçınabileceğim (sadece yarım saatini alır berberin) ve ama kaçınmıyor oluşum belirliyor kıyafetimi.

perroflauta

Perroflauta.

Sanki bir şeyleri savunuyormuşum gibi yazmışım. Belki de savunurum üzerine düşünsem gerçi. Ama şimdilik, sadece kendimde gözlemlediğim bir davranış kalıplarından bahsediyorum.

İyi ama tüm bunlar nereden mi geldi aklıma? İsmigül Şimşek’in Bianet‘teki “Bülent Arınç’a açık mektup” yazısını okudum***, benim “Tayyip ve adamları ! Sevişiyoruz. Alışın !” yazısı geldi aklıma. Bu blog doğası gereği do-it-yourself psikanaliz hizmeti sunuyor bana galiba; neler yapılıp nelerin yapılmaması gerektiği üzerine düşünürken ergenlik anılarım depreşti.

***

Not: Ergenlikten bahsederken çok zorlanıyorum. O dönemle ilgili hatırladığım pek az şey var zaten; üstelik hepsini şu üç kategoride sınıflandırabiliyorum: berbat, rezil, aşağılık. Kendim de fark ediyorum ki ne zaman bir şey anlatmaya çalışsam, bilinçsiz olarak lafı dolaştırıyorum ve/veya olayları eksik anlatıyorum. Buna rağmen, yazı bittikten sonra birkaç saate ihtiyacım oluyor kendime gelebilmem için. Yani demem o ki: Bu yazı sana çok dağınık geldiyse veya hiç ilgini çekmediyse, yapabileceğim bir şey yok, bazen (sıklıkla?) böyle olabiliyor, yine de arada bir ilginç şeyler çıkabilir bence.

***

* Bu konuşmayı çok detaylı hatırlıyorum aslında ama detaylandıramayacağım, çünkü yazdıkça kalbim sıkışıyor.

** Giyim kuşamımda çok köklü değişiklikler olmuyor, çünkü olamıyor. On iki yıldır giydiğim bir hırkam var, arkadaşlar arasında pek meşhur. Toplam üç kışlık pantolonuma bu sene bir yenisini ekledim, diğerleri arasında en yenisini yedi yıldır giyiyorum. Örnek olsun diye söylüyorum bunları, tüm kıyafetlerime genellenebilir.

*** “Biz iffetsiziz. Hem ulu orta kahkaha atan hem evlenmeyen hem sevişen hem bazen hemcinsleriyle sevişen hem de bazen doğurup bazen doğurmayan cüretkar iffetsizleriz biz.”

Kışkırtılmış Erkeklik: Sünnet

Bu bir “adam olacak çocuk” öyküsüdür.erdal atabek 1

Doğduğum dönemde Türkiye’de sünnet olmanın sağlıklı olduğuna dair bir kanı varmış. Biraz bu sebeple, ama aslında dedemin falan ısrar edeceğini bildiklerinden, annemle babam ben henüz birkaç günlükken sünnet işimi hastanede hallettirivermişler.

Böylece hem sünnet düğünü saçmalığından kurtulmuşlar, hem de kendi ailelerinin “Bu çocuk ne zaman sünnet olacak?” dırdırından. Ayrıca “gerçek erkek” olup olmadığımla ilgili aile içinden veya dışından gelebilecek eleştirileri de peşinen devre dışı bırakmışlar.

Sonuçta, sünnet olmak, sünnet olmuş olmak vb. konular asla hayatımın bir parçası olmadı. Hiç merak etmedim. Sünnet ile erkek olmak arasında hiçbir ilişki görmedim.

Öte yandan, Erdal Atabek’in “Kışkırtılmış Erkeklik, Bastırılmış Kadınlık” kitabında anlattığı şöyle bir anısı var:

erdal atabek 2

“Sünnet düğünümü anımsıyorum. Kandıra’daydık. Dokuz yaşındaydım. …

O günün canımı sıkan olayı, sünnetin acısı değildi. Onu pek anlayamamıştım.

Canımı sıkan olay bindirildiğim atın bir gözünün görmeyişiydi. At, tek gözünün gördüğü doğrultuya gidiyor, ikide bir yönünü düzeltmek için dizginin çekelenmesi gerekiyordu. Atın dizginleri üzerindeki ellerim göstermelikti, atın kantarması (ağzının içinden geçip yanlardan tutulan koşum parçası) birisi tarafından tutuluyor, atın asıl yönetimi böyle sağlanıyordu.

Doğrusu ya böylesi bir anlı şanlı günümde (tam kenti fetheden komutan olduğum günde) tek gözü görmeyen, ikide bir öndeki adam tarafından çekiştirilen bir ata bindirilmeyi içime sindiremedim.” [Alkım Yayınları baskısında 24. sayfada]

Ne acayip, değil mi?

Erkek olacaksın. Her şey hazır. Tüm ailen toplanmış bunu kutlamaya. Herkes gelip artık gerçek bir erkek olduğunu, erkekliğe giden önemli bir aşamayı geçtiğini falan söylüyor. Sonra büyük bir gururla, at sırtında bir geçit töreni yapıyorsun. Ama, aksiliğe bak, atın bir gözü kör. Bir türlü erkekliğe doğru gidemiyorsun, sürekli yolunda şaşıyorsun, başka yönlere sapıyorsun. Ama elbette erkekliğe kendi başına gitmiyorsun, seni oraya götüren biri var. O sürekli atın kantarmasını çekiştirip senin erkekliğe doğru gitmeni sağlıyor. Sen saptıkça, o seni tekrar yola sokuyor.erdal atabek 3

SÜNNET İYİ BİR ŞEY Mİ ?

Benim hiç böyle bir derdim olmadı neyse ki. Hatta, Atabek’in kitabını okuyana kadar aklıma bile gelmemişti sünnet düğünlerindeki bu geçit töreninin anlamı.

Sünnetle ilgilenmem, erkek cinselliğiyle ilgili ankette sünnet olup olmadığımı, bununla ilgili neler hissettiğimi sorduklarında başladı. Yani, sünnetimin üzerinden yirmi yıldan fazla zaman geçtikten sonra.

Sonra biraz araştırdım ve “sağlık” iddiasının hiçbir gerçekliği olmadığını görmem pek az zamanımı aldı.

Öte yandan, sünnet olmamış erkeklerin uyarıcıları daha kuvvetli hissetiklerine, yani sünnet olmanın cinsel hazzı azalttığına dair bir şeyler daha okudum. Tabii böyle bir şeyi kıyaslamak pek mümkün olamıyor. Kendi cinselliğiyle tanıştıktan ve cinsel deneyimler yaşadıktan sonra sünnet olan erkeklerin sayısı çok az. Ve aradaki farkın (varsa yani) psikolojik mi yoksa doğrudan fizyolojik mi olduğunu söylemek kolay değil.

Benim anladığım şu: En iyi ihtimalle gereksiz bir şey sünnet. Kötü ihtimal, cinsellikten alınan keyfi azaltması.religion is like

Ama tabii asıl en kötü ihtimali yaşıyoruz, yaşamaktayız: Pınar Selek’in erkeklik rolünün edinilmesi ile ilgili yazdığı “Sürüne Sürüne Erkek Olmak” kitabında anlattığı askerlik deneyiminden yıllar önce, henüz daha küçük bir çocukken ya da ergenliğe girmek üzereyken, “kesile biçile” erkek olma ritüelini yaşıyoruz.

BİTİRİRKEN: NE YAPMALI ?

Son olarak, ailemin sünnet konusundaki eleştirel duruşunun sonucunda bu travmatik dönemi yaşamamam için bir an önce beni sünnet ettirdiklerine dikkat çekmek istiyorum.

Yani, “Hayır canım, yaptırmıyoruz, ne saçma şeyler bunlar.” diyebilecekken, tam tersine, kelimenin tam anlamıyla ilk fırsatta sünnet yaptırdılar. Bir bakıma, toplumsal normları benimsemiş, normlara uyum sağlamış oldular.

Ama alakasız başka bir sonucu daha oldu: Benim sünnetle ilgili hiç başım ağrımadı. Ne çocukluğumda, ne de ergenliğimde bu konu başıma dert oldu. Erkekliğimi sünnet üzerinden tanımlamadım, hadi bu kolay. Ama etrafımdaki insanlar da (yani mesela yeni sünnet olan ve “erkekliğe adım atan” arkadaşlarım da) benim erkekliğimi sorgulamadı. “Sorgulamadı.” derken, onlar muhtemelen beni erkek saydılar; ancak bunun bana etkisi, bu konular üzerine düşünmemem oldu.

Erkekliğimi kışkırtan, ajite eden bir unsur devre dışı kaldı hayatım boyunca.

Ben bunu özgürleştirici buluyorum.

Son tahlilde, ailemin beni sünnet ettirmeyip bunun yerine bu konuda eleştirel bir görüş aşılamaya çalışmasına kıyasla bile daha özgürleştirici buluyorum. Nihayetinde, belli bir yaşa geldikten sonra bana “Biz bunu böyle yaptık. Sünnetin erkeklikle bir ilgisi yok bizce.” deyiverdiklerinde, mesajı aldım ben gayet.

Çocukluğum ve okul hayatım boyunca arkadaşlarımla bu konuyu konuşsam ve kendimi savunmak zorunda kalsam, en iyi ihtimalle erkekliğimi ispat etmeye çalışacak, erkekliğimle sünnetin alakası olmadığını göstermeye çabalayacaktım. Ama bunun da erkek rolünü kışkırtan bir etkisi olacaktı.

sünnet nedir

Bu arada, bu yaşınıza kadar sünnetin tam olarak ne olduğunu öğrenmediyseniz (mesela benim gibi), yapılan işlem budur.

Kızlar, bacaklar ve etekler

Ortaokulda kızların bacaklarına bakıyordum. Bakıyorduk. Böyle bir genel pratik vardı.

Özellikle rüzgarlı havalarda, servise binerken ve tabii ki normal normal otururlarken… Yani “özellikle hep, daima“. Bilinen bir şeydi bu, üzerine konuşulan bir şeydi hatta.

Kızlar arasında pek ayrım yapılmazdı iş bakmaya gelince. Elbette üzerine konuşmak açısından ayrımlar vardı. Hangi kızlar hakkında konuşulacağı ve hangileri hakkında konuşmaya değmeyeceği ile ilgili genel kanılar vardı.just legs

Cinsellikle yeni tanışıyorduk. Her yerde seks görüyorduk. Cinsiyetçi küfürler havada uçuşuyordu. Neredeyse tüm hit şarkıların sözleri cinsiyetçi olarak değiştirilmiş versiyonları mevcuttu.

Biraz alakasız olabilir, ama bana önemliymiş gibi geliyor: Ben ortaokul ve liseyi aynı okulda okudum. Dolayısıyla 12 yaşındayken, okuldaki en küçük bizdik ve 17 yaşındaki insanlarla aynı ortamdaydık. Bunun cinsellikle ilgili bir miktar “çabuk olgunlaşma”ya, bir miktarda “aceleciliğe” yol açtığını sanıyorum. Bunu kötü bir şey olarak söylemiyorum. Sadece, serviste, teneffüslerde vb. cinsel gelişiminin ileri evrelerinde olan insanlarla karşılaşmanın bizi çok etkilediğini söylüyorum. Konuya dönelim.

Evet, kızların bacaklarına bakıyorduk.

Cinsellikle ilgili bilgimiz de deneyimimiz de sıfırdı. Daha da uzunca bir süre sıfır kalacaktı (çünkü o “havalılar” arasında değildik biz).

Normalde, bir kızı/kadını seyretmek, eğer bu kişiyi huzursuz edecek veya cinsel anlamda tehdit edecek bir sonuç vermeyecekse gayet kabul edilebilir bir durum. Genellikle (ama her zaman değil*) ne fiziksel ne sözlü taciz ima ediyordu bakışlarımız. Sadece bakıyorduk. Bakmak için binbir şekle giriyorduk, ama nihayetinde sadece bakıyorduk.

body language

Al sana beden dili. Çöz bakalım ne anlatıyor bu poz…

Ama aslında kızları tehdit ediyorduk !

Evet, bakarken pek ayırt etmiyorduk.

Ama kimin ne kadar açık-saçık olduğu, kimin altına ne giydiği vb. konular kızların etiketlenmesinde önemli bir unsurdu. Neyin göründüğünü umursamayanlar da, bir şeylerin görünmemesi için ciddi emek sarf edenler de hoş karşılanmıyordu. Yani ortada çok yoğun bir kolektif kontrol mekanizması vardı.

Her an, her saniye, her kızı tüm bu sosyal sonuçlarla tehdit ediyorduk.

Buradan, erkekler üzerinde kontrol mekanizması olmadığı anlamı çıkmasın. Düzgün küfredebilmekten kavgadan kaçmamaya, karı-kız mevzularında ahkam kesmekten çok entel-dantel olmamaya kadar birçok kriter vardı. Bu kriterleri hem erkekler hem kızlar kontrol ederler, seninle ona göre ilişkilenirlerdi.

Kızlar üzerindeki bu yoğun kolektif kontrolde diğer kızların rolü neydi bilmiyorum, ama sanıyorum onlar da bu konuları konuşuyorlardı.

bad-luck-brian

Ortaokul öğrencisi. (temsili resim)

Demek ki bizim bakışlarımız, tek başlarına pek bir anlama gelmemekle beraber, tüm bakışlarla birleştiklerinde aslında kızlara sürekli mesaj ileten ve duruşlarını kontrol etmelerini söyleyen bir büyük sosyal makine oluşturuyorlardı. Üstelik sadece çok açılıp saçılmamak anlamında değil, eteğini çekiştirmeyi takıntı haline getirmemek anlamında da kurallar koyan karmaşık bir değerler sistemi vardı.

Tüm bunların yanında, çok güçlü karakteri olan birkaç kişi hatırlıyorum. Bu kızlar, nerelerinin ne kadar açıldığından bağımsız olarak hepimizin saygısını gören, düzgün arkadaşlık kurulabilen insanlardı. Bir kalemde aklıma gelen örnekler

  • doğal olarak hiç eteği açılmayan, ama tüm kriterlere göre çok çekici bir esmer güzeli,
  • bir yerinin açılıp açılmadığıyla ilgilenmeyen, gerçek anlamda rahat davranan biri,
  • hepimizce “taş” kabul edilen ve daima kısa etek giyen biri,
  • pek çekici bulunmayan, orası burası da genellikle görünmeyen biri.

İki şeyi tekrar vurgulayayım: Bunlar tüm örnekler değil, ama ilk aklıma geldikleri ve bu yazı bağlamında çeşit yarattıkları için yazdım; bu bir. İkincisi, buradan bu kızların bacaklarına bakmadığımız veya bu konuda konuşmadığımız anlamı çıkmasın. Gayet de bakıyorduk. Farklı olan, bu bakışlarımızın veya konuşmalarımızın bu kızlara yaklaşımımızı değiştirmiyor olmasıydı.

Gerçekten, bazı kızlar için, “hafiflik” üzerine konuşulmayan bir konuydu. Hafif ya da kolay olup olmadıklarını konuşmuyorduk. Dikkat edin, konuşup da hafif/kolay olmadıklarına karar veriyorduk, demiyorum. Etekleri ve bacakları bu konuda bir kriter olmuyordu, diyorum. Bu konuyu bu açıdan konuşmuyorduk.

Bu kızlar nasıl olup da onca öküz erkeğe kendilerini kabul ettirmişlerdi? Kendilerine duydukları özgüvenin doğal bir sonucu muydu bu, yoksa bilinçli bir çaba mı sarf ediyorlardı? Kendilerini nasıl hissediyorlardı? Bizim hakkımızda ne düşünüyorlardı?

Hiç bilmiyorum.

Tek bildiğim, kızların cinselliklerini ifade etmeleriyle ilgili karmaşık ve yer yer tutarsız bir kurallar silsilesi olduğu, dolayısıyla, aslında – hele ki o yaşta – çok normal ve doğal olması gereken bakma/seyretme eyleminin gayet de taciz niteliği taşıdığı, üstelik tüm bunların kız-erkek hepimiz tarafından normal kabul edildiği.

Dahası, bugünden oraya baktığımda, acaba hem “en ezikler” grubuna düşmemeyi hem de bu konularda daha doğru bir konum almayı başarabilir miydim, bilmiyorum.

Böyle bitirince "Kızlar yapabilir ama erkekler yapamaz" gibi bir anlam çıktı, bari görselini de koyayım da iyice rezil olayım dedim.

Böyle bitirince “Kızlar yapabilir ama erkekler yapamaz” gibi bir anlam çıktı, bari görselini de koyayım da iyice rezil olayım dedim.

***

* Bu yıldız çok kilit. Burada hep “hepimiz”in yaptığı şeylerden bahsediyorum ve kişisel olarak yaptığım ve yıllardır yükünü üzerimden atamadığım birçok şeyi anlatmıyor, dahası tüm olan biteni anonimleştiriyorum. Daha ciddi itiraflardan konuşmak için hem cesarete hem de kafamı toplamaya ihtiyacım var.

Adam olacak çocuk

Sanırım ailemden “adam olmak”la ya da “erkek olmak”la ilgili kayda değer bir eğitim almadım. Aile eğitiminin cinsiyet rollerini yeniden ürettiği konusunda atıp tutmak kolay. Ama kapalı bir kutuda yaşamıyoruz. Anladığım kadarıyla, tam olarak toplum içinde tuhaf görünmememi ve davranmamamı garantiye alacak şekilde yetiştirildim.

Yani: Evet, kıyafetlerim “erkek çocuk” kıyafetiydi. Evet, hiç oyuncak bebeğim yoktu, onun yerine arabalarım falan vardı. Evet, her konu herkesle konuşulmazdı, bazı konular sadece anneyle, bazıları sadece babayla konuşulurdu. Evet, çok büyük ihtimalle kız çocuk olsaydım bu kadar kişisel özgürlüğüm olmayacaktı.

Bir sürü arabam vardı. Şimdi ehliyetim bile yok.

Bir sürü arabam vardı küçükken. Şimdi ehliyetim bile yok.

Bunun yanında: Çok ileri bir yaşıma kadar hiç oyuncak silahım olmadı. (Sanırım ilkokul üçüncü sınıfa kadar) Erkeklerin ağlamayacağı gibi yorumlara hiç maruz kalmadım. Kavga etmem, kavga edebilmem, kendimi fiziksel olarak koruyabilmem beklenmedi.

Dahası, anneme ve babama “anne” ve “baba” demek yerine isimleriyle hitap etmem öğretildi. Bence bu yeterince challenging bir şeydi zaten. Başka hiçbir arkadaşımın yapmadığı bir şeydi. Bahsettiğim birkaç arkadaşım da bunu çok tuhaf karşılamıştı. (“Ayıp, öyle denmez.” diye uyaranlar bile oldu.) Arkadaşlarımın yanında anneme seslenmeye çekinirdim. “Acayip” görünmek istemezdim.

Yine bir yolunu bulup acayip görünmeyi başardım yaşamım boyu. Ama bunların hiçbiri anne-baba eğitimim yüzünden değildi.gender-roles

Hiçbir konunun “Bu böyledir çünkü erkekler böyle böyledir” diye açıklandığını hatırlamıyorum. (Fizyolojiyle ilgili sorular dışında.) Hiçbir soruma “Erkek adam böyle yapar” diye yanıt verildiğini hatırlamıyorum.

Ailem toplumsal cinsiyet konusunda ne kadar “eleştirel”dir bilemiyorum.

Ama düşündükçe kafam karışıyor.

Nasıl yıllar boyu haşır neşir olduğun bir çocuğa güçlü bir toplumsal cinsiyet rolü aşılamaktan kaçınırken aynı anda onun toplumsal olarak dışlanmamasını sağlayabilirsin? Yani, eğer ailemin toplumsal cinsiyetle ilgili çok radikal görüşleri olsaydı, o zamankinden farklı mı davranmaları gerekirdi? Farklı davransalardı ve bana farklı bir eğitim verselerdi, acaba sokakta oynayabilir miydim, arkadaş edinebilir miydim? Dedem beni sever miydi? Dedem beni sevmeseydi ne olurdu? Bunlar zor sorular.

Oğluna etek giydirirsen, sonra bu işaretleri nasıl tutarlı bir biçimde anlatacaksın? "Tüm toplum yanlış" deyince anlar mı acaba küçük çocuklar.

Oğluna etek giydirirsen, sonra bu işaretleri nasıl tutarlı bir biçimde anlatacaksın? “Tüm toplum yanlış” deyince anlar mı acaba küçük çocuklar.

Toplumsal cinsiyet (ve genel olarak queer) tartışmalarını okudukça nelerin sözüm-ona “yanlış” yapıldığını fark ediyorum, fark ediyoruz. Ama galiba “yanlış”, bir davranışın tek boyut üzerindeki koordinatıyla tanımlanmamalı.

Çocuk yetiştirmekle ilgili her düşündüğümde korkuya kapılıyorum. Bir insanın psikolojik sağlığından ve sosyal beceriler geliştirmesinden bahsediyoruz. Ama bunu bahane edip tüm toplumsal normları çocuğa boca etmeyi savunacak değilim. Peki ama, ne kadar ileri gidilebilir? Bugün ne kadar genderless bir çocuk yetiştirmek mümkün? Ailem beni yetiştirirken ne kadar mümkündü? Ailemin yaptığıyla mümkün olan arasında ne kadar fark var?

Hafızamı tekrar tekrar yokluyorum. Tek bir şey var, “Bu olmasa olurmuş yahu.” dediğim.

Gelmişim 16 yaşına. Babamla oturuyoruz. Laf arasında öğüt veriyor* – söylediği şeyin önemli olacağını hissediyorum. Evden çıkarken her daim yanımda cüzdanımı ve anahtarlarımı bulundurmamı söylüyor. Bir erkek, dışarıya cüzdan ve anahtarsız çıkmazmış.

İnsan 16 yaşında ciddi felsefi polemiklere girmiyor ailesiyle – dandik günlük polemikler yeterince meşgul ediyor zaten. Ben de “Kadınlar çıkabilir mi yani cüzdansız?” minvalinde bir şeyler sormuyorum hiç. Zaten erkek olup olmamamdan bağımsız, “Cüzdan ve anahtarını hep kontrol et evden çıkarken.” uyarısı aklıma yatıyor. Ama oradaki “erkek” lafı da biraz eğreti geliyor kulağıma. Üstüne gitmiyorum ama mevzunun. Zaten dışarı çıkmak üzereyiz.

Safinaz'ın Temel Reis'e "Erkekim benim." diye  sarılmasını hatırlıyor musun?

Safinaz’ın Temel Reis’e “Erkekim benim.” diye sarılmasını hatırlıyor musun?

Tüm içtenliğimle söylüyorum, bundan başka tek bir örnek bile gelmiyor aklıma. Bu kadar kusur kadı kızında bile olur, demeyeceğim. Kendimi ailemin yerine koymaya çalışıyorum. Bu yer öyle noktasal değil, dikkat edin. Bu yere koymak demek, yirmi küsür yıllık bir zaman diliminin içine kendimi koymaya çalışmam demek. İşte, kendimi onların yerine koyunca, ve aklıma sadece yukarıdaki anekdot geldiğini hesaba katınca, çocuk yetiştirmek iyice dehşet verici oluyor.

Olay sadece tek bir kez aktif olarak toplumsal cinsiyetle ilgili bir önermede bulunmuş olmaları değil bak. Asıl soru şu: Acaba yirmi küsür yaşına gelip geriye dönüp baktığında anca bu üç saniyelik anıyı aklına getirebilecek olan ve başkaca hiçbir toplumsal cinsiyet kodu hatırlayamayan bir çocuk yetiştirebilir miyim?

Yani, mesele benim yaptıklarımdan ziyade, onun tüm bu sürecin ardından neyi nasıl hatırlayacağı, neyin onu gerçekten etkileyeceği. Öteki uçta, “Beni bir weirdo olarak yetiştirdikleri için kimse benimle arkadaş olmadı.” diyen çocuk var zira.

Şu şöyledir, bu böyledir, demiyorum. Sadece, çocuk sahibi olmanın çok zor bir şey olduğunu, neyi nasıl yapmak gerektiğini düşünmenin aklımı oynatmam için yettiğini söylüyorum. Çok zor sorular bunlar. İnsanlar nasıl paldır küldür çocuk yapıyor, hayret…

Bugün bir genç kız arkadaşlarına rahatça "Benimle cinsellik konusunda annemle babam birlikte konuştu" diyebilir mi?

Bugün bir genç kız arkadaşlarına rahatça “Benimle cinsellik konusunda annemle babam birlikte konuştu” diyebilir mi?

* Öğüt veriyor deyince hep kötü bir şey geliyor akla. Ben kötü anlamda kullanmıyorum lafı. Ahkam kesmiyordu. Normal bir şekilde, kendi hayatından çıkarsadığı bir sonucu bana anlatıyordu.

Erkekler boşalmadan orgazm olabilir mi?

Yıllardır düşündüğüm bu soruya şimdi “Yanıt ‘Hayır’ değil.” şeklinde net bir yanıt verebilirim.

Çok tatmin edici bir yanıt gibi durmuyor, ama zayıf da olsa ortada bir iddia olduğunda anlaşalım.

Öncelikle, sanırım orgazmın ne olduğu konusunda çok az fikrim var.orgasmic hand

Genellikle, boşalmam orgazm olduğumu ifade ediyor, ama her zaman değil. Biraz kötü bir örnek ama “tanım” yapmaya çalışırken tanımı uç örneklerle test etmekte fayda var: Uykumda boşalmama orgazm diyemem. Daha fizyolojik bir şey o; bedenin sperm üretme döngüsünü bana rağmen çalıştırmasından ibaret. (Zaten, tatmin edici bir cinsel hayatım varken uykumda boşalmıyorum.)

Bu durumda ilk akla gelen, duygusal başka kriterlerin yanında, boşalmayı da orgazm için bir gerek koşul olarak görmek. Bu diğer kriterleri tartışmak da eğlenceli olabilirdi, ama ben boşalmanın orgazm için gerekli olup olmadığından bile emin değilim.

Biriyle hem duygusal olarak yoğun hem de erotik bir anı paylaştığınızı, ancak daha ileri* bir aşamaya geçmenizi engelleyen şartlar olduğunu farz edin. Benim buna verebileceğim birkaç örnek var. Soyut konuşmamak için, gerçekte olanı azıcık değiştirerek kendimden örnek veriyorum:

  • Hep çekici bulmuş olduğum bir arkadaşımla bardaydık. İkimiz de biraz sarhoştuk; hani başın dönmeye başlar ama hala bilincin sağlamdır ya, öyle. Birbirimize normalden biraz daha fazla izin verip dansın kendisini bir cinsel deneyim dönüştürmüştük. (Ya da en azından benim için öyleydi. Zaten, dansla sevişmek arasında ne fark var ki?)
  • Bir arkadaşımla deniz kıyısında oturmuştuk. Önümüzden kimse geçmiyordu, ama sonuçta başka insanlar vardı çevremizde. Birbirimizi çok özlemiştik. Birbirimizin bedenine dokunmaya başladık. Uzunca bir süre birbirimizi okşadık, sonra yürüyüşümüze devam ettik.
  • Bir de şu çok önemli örnek var: Ciddi romantik hisler beslediğim bir arkadaşıma masaj yaptım. Benim hislerimden haberdardı, ama sevgilisi vardı ve ilişkileri benimle yakınlaşmasına açık olmadığı için tereddüt yaşıyordu. Buna ve benim hislerimi bilmesine rağmen, masaj yapmamı kabul etti. (Basit bir omuz masajından massage examplebahsetmiyorum.) Saatlerce süren ve benim birçok “normal” cinsellik deneyimimden daha yoğun, daha mahrem, daha erotik olan bir şey yaşadık. Bu örneği diğerlerinden ayıran birkaç nokta var: Yalnızdık. Bizi daha ileri* gitmekten alıkoyan, etik gerekçelerdi. Dahası, bir bakıma, sadece ben bir şeyler yapıyordum; o daha ziyade yaptıklarımı kabul ediyordu.

Tüm bu örneklerde ortak olan birkaç şey var, benim deneyimim açısından:

  • Penisime hiçbir temas olmadı. Ne dokunma, ne sürtünme.
  • Çok heyecanlandığımı hissettim. Karşımdaki insanla yaşadığım şey özel bir andı, ve ikimiz de bunun farkındaydık.
  • Bitti. Yani, bu hissin bir sonu vardı. Anın sonlanmasını değil, benim hissimin sonlanmasını kast ediyorum. Bir zirveye ulaştım, yavaşlamak ve ara vermek ihtiyacı hissettim.
  • Boşalmadım.

Örneklerden sadece sonuncusunda (masaj örneği) olan ve aslında bana yazının başındaki yanıtı (“Yanıt ‘Hayır.’ değil.” yanıtını yani) böyle net bir biçimde verdiren bir şey var. “Normal” bir cinsellikte dokunmayacağım, hatta birçok partnerimde hiç dokunmamış olduğum bölgelerine dokundum onun. (Bu bölgelerin “erotik” bölgeler olmasına gerek yok.) Ve bunun farkındaydım. Karşımdaki kadının bedeniyle çok yoğun bir iletişim içerisindeydim. Eğer bu yaşadığımız cinsellik değildiyse, cinsellik sözcüğü işe yaramaz bir sözcüktür. Bir diğer deyişle, içinde ne penetrasyon, ne çıplaklık, ne cinsel organlar, ne de öpüşme bulunmasına rağmen; yaşadığımız şey cinsellik değilse, cinselliğin istediğim bir şey olduğuna emin değilim. Sonuç olarak, bu uzun saatlerin ardından huzurlu bir şekilde uyuyabildim. Yaşanacak başka bir şey kalmamıştı. Daha ileri* gitmek diye bir şey kalmamıştı.

Yani ortada bir “zirve” var. Ve ben bu zirveyi orgazmdan ayırt etmenin kolay bir yolunu bulamadım.peak

Gerçi yukarıdaki anlatımda bir hususu düzeltmem lazım: Boşalmayı sadece spermle sınırlamazsak ve zevk suyu denilen (asla neyin nesi olduğunu anlamadığım) sıvıyı da dahil edersek, ortada bir boşalma vardı.

(Sanırım birçok erkek için zevk suyu, spermin geçişini kolaylaştırmak üzere “boşalma öncesinde akan” bir sıvıdır. Bu “biyolojik” olarak büyük ihtimalle doğru. Ama bu blogun tüm olayı zaten “cinsellik” ve “üreme” arasındaki denkliği sorgulamak olduğuna göre, adında bile “zevk” geçen bir sıvıyı sadece evrimsel terimlerle anlamaya çalışmak kaçak dövüşmek olur.)

 Üstelik düşünsenize: Ergenliğe girme sürecimde mastürbasyon yapıyordum ve gayet de orgazm oluyordum. Ortada sperm falan yoktu, ama basit bir “şeyiyle oynama”dan falan ibaret değildi. Aslında, şu anki mastürbasyonlarımın aynısıydı, tek farklı olan şey spermin olmayışıydı. (Tekrar düşününce, gayet iyiymiş öylesi. Çünkü mastürbasyon çok meşakkatli bir iştir.) Bence “Sperm yoksa orgazm da yok” diyemeyiz. Dahası, “O sayılmaz. Yetişkinliğe erişmemiş ki daha.” demeyi o sivilceli çocuğun deneyimlerine bir hakaret sayarım. Orgazmı nasıl tanımlarız bilmiyorum, ama o yaşadıklarımda kesinlikle bir çeşit orgazm vardı.

İnternette orgazm olan erkek fotoğrafı bulmanın çok zor olduğunu fark etmiş miydiniz? Bir deneyin. Ne yazarsanız yazın, çığlık atan kadın fotoğrafları çıkıyor karşınıza.

İnternette orgazm olan erkek fotoğrafı bulmanın çok zor olduğunu fark etmiş miydiniz? Bir deneyin. Ne yazarsanız yazın, çığlık atan kadın fotoğrafları çıkıyor karşınıza.

Toparlayayım.

Orgazm için, mutlaka duygusal bir boyutu olmalı işin. Ayrıca, bir çeşit zirveye ulaşma hissi olmalı. Bu hissi kalp atışlarımdan vücudumun kasılmasına kadar çeşitli şekillerde fizyolojik olarak fark edebilirim. Ancak “boşalma” dediğimiz şey, her ne kadar çoğunlukla gerçekleşse de, tanıma dahil değil.

Belki de, çoğunlukla boşalmaksızın orgazm olamayışımın bizzat kendisi düşünmeye değer bir konudur.

* “Daha ileri” derken ne kast ettiğimi pek bilmiyorum. Genel kabul gören bir anlamda kullanıyorum sözcüğü. Hareketlerin ve hızın artmasını anlayın siz.

***

Not: Bu yazının yayınlanmasından tam bir yıl sonra, aynı soruyla ilgili bir şeyler daha karaladım: Erkekler boşalmadan orgazm olabilir sanki…?