Monthly Archives: December 2013

Mastürbasyon “gerçek” cinselliğin yedeği midir?

Önceki bir yazımda

Fark ettim ki mastürbasyonu neredeyse her zaman “boşalmak” amacıyla yapıyorum. Mastürbasyonun kendisinden keyif almak gibi bir kaygım olmuyor, önceliğim boşalmak oluyor.

demiştim. Şimdi buradan devam ederek, partnerli cinsel ilişkilerim ile mastürbasyon arasındaki ilişkiye bakmak istiyorum kısaca.

İlk gözüme çarpan fark, sevişmekteki “amacımın” boşalmak olmaması.  Daha doğrusu, en azından birçok başka amaçtan biri olması. Zaten tek amaç boşalmak olsa ne bunca kur yapmakla ne de sevişirken karşımdaki insanın hisleriyle uğraşmazdım; nihayetinde elim ne istediğimi bütün kadınlardan daha iyi anlıyor.

right hand

Bu açıdan bakınca mastürbasyon, partnerimin olmadığı durumda fizyolojik bir ihtiyacımı karşılamaktan başka bir işe yaramıyormuş gibi görünüyor. Yani, bir yanda, mastürbasyonun tek manası olan boşalmayı da sağlayan ve ama birçok başka şey de içeren sevişme var; diğer yanda sevişmenin yokluğunda boşalma işini gören mastürbasyon var. Hele ki mastürbasyonun benim için ne kadar meşakkatli bir iş olduğunu da göz önünde bulundurursak bu gayet akla yatkın bir açıklama gibi görünüyor.

Tam öyle değil ama olay.

MASTÜRBASYON (BAŞKA) NE İŞE YARAR?

Yukarıda alıntıladığım cümleyi tekrar okuyunca, iki önemli husus çarptı gözüme.

Birincisi, boşalmak “neredeyse her zaman” amaç oluyor, ama her zaman değil. Hayatınızda toplam kaç kez mastürbasyon yaptığınızı bir hesap ederseniz, bu “neredeyse her zaman”ın dışında kalan istisnaların da gayet çok sayıda olabileceğini fark edebilirsiniz. Bu bol miktarda bulunan istisnalarda, kendi cinselliğimle ilgili birçok enteresan şey keşfettim. Bunlardan bazıları,

  • penisimin hangi bölgelerine hangi şekilde dokunduğumda kendimi nasıl hissettiğim,
  • mastürbasyon sırasında vücudumun hangi bölgelerine dokunmanın beni tahrik ettiği ve
  • mastürbasyon esnasında penisime dokunmak yerine vücudumun neresine dokunmanın heyecanımı arttırdığı.

get to learn

Bu listeyi fizyolojik konuları genişleterek (hangi pozisyonda oturduğum veya uzandığım gibi) ve fizyolojik olmayan konuları dahil ederek (kimi ve nasıl hayat ettiğim gibi) uzatabilirim. Şimdilik, mastürbasyonun partnerim olup olmamasından ve/veya düzenli olarak sevişip sevişmememden “bağımsız” olabileceğini söylemekle yetineceğim. Mastürbasyon, benim kendi bedenimle iletişim kurmamı sağlayan araçlardan biri olarak da çok önemli bir yer tutuyor hayatımda.

Bu verdiğim üç örnekle ilgili bir not: Bu gözlemler bir kere keşfedilince sonra kayıt altına alınan sabit gerçekler falan değil. Hissetiklerim zaman içinde veya yeni deneyimlerle değişebiliyor. Dolayısıyla da bu deneme/inceleme eylemini arada bir tekrar etmenin faydası oluyor.

Alıntıda fark ettiğim ikincisi konuysa şu: Amaç boşalmak olsa bile, boşalmayı partnerim olmadığı için değil tam tersine partnerim olduğu için istiyor olabilirim. Bu, sıklıkla deneyimlediğim bir durum. Bazen, partnerimle sevişirken fazla heyecanlanacağımı fark ediyorum. Tabii bu fark etme, onunla buluşmamdan çok önce oluyor. Heyecanlanacağımı tahmin etmemin farklı sebepleri olabilir; onu çok arzulamam, uzun süredir görüşmemiş olmamız veya yeni bir pozisyon denemek istemem gibi. Her ne sebeple olursa olsun, buluşmaya İngilizce’de loaded gun denen bir şekilde gitmemeyi tercih edebiliyorum, sevişirken boşalmamı geciktirmekle falan uğraşmamak isteyebiliyorum.havin it

Dikkat ederseniz bu ikinci durumda amaç yine “boşalmak”, ama sebep partnerli cinselliğin yokluğu değil, partnerli cinselliğin varlığı. Yani bu durumda mastürbasyon sevişmenin yerine geçmiyor, sevişmeyi tamamlıyor ve geliştiriyor.

Bu iki husus, sevişmenin yedeği olarak görmediğim birçok mastürbasyon yaşadığımı gösteriyor.

Mastürbasyonun bizzat kendisinin sevişmenin bir parçası olabileceği gibi aslında gayet normal bir seçeneği birçoğumuza tuhaf geleceğini düşünerek şimdilik es geçiyorum. (Ben partnerimi mastürbasyon yaparken izlemeyi sadece tahrik edici değil, ayrıca onun bedenini tanımak için da iyi bir fırsat olarak görüyorum. Gerçi bunu şimdiye kadar sadece bir kez deneyimleme imkanım oldu.) Yine de, mastürbasyonun sevişmeye dahil olarak yapılabileceği gözlemi bile, mastürbasyonun sevişmeyi ikame ettiği tespitini kökten bir biçimde çürütüyor. Ayrıca, alıntıya dönersek, mastürbasyonun, o anda cinselliği yaşayan herkesin keyif almasına da yarayabileceğini gösteriyor.

Sonuçta, evet, çoğunlukla sadece fizyolojik bir ihtiyacımı karşılamak için mastürbasyon yapıyorum, ama birçok kez de bambaşka amaçlarım oluyor. Aslında azınlıkta olan ama az olmayan bu diğer durumlar benim için mastürbasyonun asli işlevini ifade ediyorlar.

Bu arada, tüm bu anlattıklarım sadece erkeklerin mastürbasyonuyla ilgili gibiydi, ama kadınların deneyimlerini de çok merak ettiğimi eklemeden geçmeyeyim.

Liebte der Osten anders? (Doğu [Almanya]’dakiler daha farklı mı sevişiyordu?)

Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından, sadece birkaç nesildir ayrı yaşayan halk yeniden karşılaşıyor. Bu insanlar “ırk” veya “etnisite” olarak neredeyse tamamen aynılar. Sosyologlar için muhteşem bir durum. Toplumsal olarak inşa edilen kavramları ve olguları tespit etmek için bundan iyi bir fırsat olamaz.communists afiche

Sosyologlar bir saha araştırması başlatıyorlar ve iki Almanya’daki cinselliği inceliyorlar. Belgeselden alıntılayarak: “Doğu Almanya’da seks: Daha erken, daha iyi, daha sık.” Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde (DDR) kadınların orgazm oranı, Alman Federal Cumhuriyeti’ndeki (BRD) kadınların iki katı çıkıyor.

Batı Avrupa’daki 1960lar’ın cinsel devriminin ardından 1990’da böyle bir resimle karşılaşmak sosyologları hayrete düşürüyor. Belgeselde “Bu nasıl olabilirdi? Batı, yurttaşlarının arzularını pekiştirmek için her şeyi yapmamış mıydı? Her erkek için her köşe başında bolca seks yok muydu?” diye soruluyor.Do-Communists-Have-Better-Sex

Belgesel de tam olarak bu noktada başlıyor zaten. Tarihten politikaya, toplumsal hareketlerden Marksizm’e uzanan birçok noktaya değiniyor film. En ilginci de, DDR’den bol miktarda televizyon spotu ve programı gösteriliyor konuyla ilgili.

filmden bir sahne

Cinsellik eğitimi ve cinsellikle ilgili sosyal politikaların nasıl başarılı sonuçlar verebileceğini görüyoruz filmde. Ama bence daha da önemlisi, Batı Avrupa’da yıllarca süren ama kapitalizm içinde kalan cinsel devrimin nesnel sınırlarını gösteriyor belgesel.

poster of liebte der osten anders

İngilizce’ye “Do Communists Have Better Sex?” olarak çevrilen 2006 yapımı bu belgesel filme şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

Adam olacak çocuk

Sanırım ailemden “adam olmak”la ya da “erkek olmak”la ilgili kayda değer bir eğitim almadım. Aile eğitiminin cinsiyet rollerini yeniden ürettiği konusunda atıp tutmak kolay. Ama kapalı bir kutuda yaşamıyoruz. Anladığım kadarıyla, tam olarak toplum içinde tuhaf görünmememi ve davranmamamı garantiye alacak şekilde yetiştirildim.

Yani: Evet, kıyafetlerim “erkek çocuk” kıyafetiydi. Evet, hiç oyuncak bebeğim yoktu, onun yerine arabalarım falan vardı. Evet, her konu herkesle konuşulmazdı, bazı konular sadece anneyle, bazıları sadece babayla konuşulurdu. Evet, çok büyük ihtimalle kız çocuk olsaydım bu kadar kişisel özgürlüğüm olmayacaktı.

Bir sürü arabam vardı. Şimdi ehliyetim bile yok.

Bir sürü arabam vardı küçükken. Şimdi ehliyetim bile yok.

Bunun yanında: Çok ileri bir yaşıma kadar hiç oyuncak silahım olmadı. (Sanırım ilkokul üçüncü sınıfa kadar) Erkeklerin ağlamayacağı gibi yorumlara hiç maruz kalmadım. Kavga etmem, kavga edebilmem, kendimi fiziksel olarak koruyabilmem beklenmedi.

Dahası, anneme ve babama “anne” ve “baba” demek yerine isimleriyle hitap etmem öğretildi. Bence bu yeterince challenging bir şeydi zaten. Başka hiçbir arkadaşımın yapmadığı bir şeydi. Bahsettiğim birkaç arkadaşım da bunu çok tuhaf karşılamıştı. (“Ayıp, öyle denmez.” diye uyaranlar bile oldu.) Arkadaşlarımın yanında anneme seslenmeye çekinirdim. “Acayip” görünmek istemezdim.

Yine bir yolunu bulup acayip görünmeyi başardım yaşamım boyu. Ama bunların hiçbiri anne-baba eğitimim yüzünden değildi.gender-roles

Hiçbir konunun “Bu böyledir çünkü erkekler böyle böyledir” diye açıklandığını hatırlamıyorum. (Fizyolojiyle ilgili sorular dışında.) Hiçbir soruma “Erkek adam böyle yapar” diye yanıt verildiğini hatırlamıyorum.

Ailem toplumsal cinsiyet konusunda ne kadar “eleştirel”dir bilemiyorum.

Ama düşündükçe kafam karışıyor.

Nasıl yıllar boyu haşır neşir olduğun bir çocuğa güçlü bir toplumsal cinsiyet rolü aşılamaktan kaçınırken aynı anda onun toplumsal olarak dışlanmamasını sağlayabilirsin? Yani, eğer ailemin toplumsal cinsiyetle ilgili çok radikal görüşleri olsaydı, o zamankinden farklı mı davranmaları gerekirdi? Farklı davransalardı ve bana farklı bir eğitim verselerdi, acaba sokakta oynayabilir miydim, arkadaş edinebilir miydim? Dedem beni sever miydi? Dedem beni sevmeseydi ne olurdu? Bunlar zor sorular.

Oğluna etek giydirirsen, sonra bu işaretleri nasıl tutarlı bir biçimde anlatacaksın? "Tüm toplum yanlış" deyince anlar mı acaba küçük çocuklar.

Oğluna etek giydirirsen, sonra bu işaretleri nasıl tutarlı bir biçimde anlatacaksın? “Tüm toplum yanlış” deyince anlar mı acaba küçük çocuklar.

Toplumsal cinsiyet (ve genel olarak queer) tartışmalarını okudukça nelerin sözüm-ona “yanlış” yapıldığını fark ediyorum, fark ediyoruz. Ama galiba “yanlış”, bir davranışın tek boyut üzerindeki koordinatıyla tanımlanmamalı.

Çocuk yetiştirmekle ilgili her düşündüğümde korkuya kapılıyorum. Bir insanın psikolojik sağlığından ve sosyal beceriler geliştirmesinden bahsediyoruz. Ama bunu bahane edip tüm toplumsal normları çocuğa boca etmeyi savunacak değilim. Peki ama, ne kadar ileri gidilebilir? Bugün ne kadar genderless bir çocuk yetiştirmek mümkün? Ailem beni yetiştirirken ne kadar mümkündü? Ailemin yaptığıyla mümkün olan arasında ne kadar fark var?

Hafızamı tekrar tekrar yokluyorum. Tek bir şey var, “Bu olmasa olurmuş yahu.” dediğim.

Gelmişim 16 yaşına. Babamla oturuyoruz. Laf arasında öğüt veriyor* – söylediği şeyin önemli olacağını hissediyorum. Evden çıkarken her daim yanımda cüzdanımı ve anahtarlarımı bulundurmamı söylüyor. Bir erkek, dışarıya cüzdan ve anahtarsız çıkmazmış.

İnsan 16 yaşında ciddi felsefi polemiklere girmiyor ailesiyle – dandik günlük polemikler yeterince meşgul ediyor zaten. Ben de “Kadınlar çıkabilir mi yani cüzdansız?” minvalinde bir şeyler sormuyorum hiç. Zaten erkek olup olmamamdan bağımsız, “Cüzdan ve anahtarını hep kontrol et evden çıkarken.” uyarısı aklıma yatıyor. Ama oradaki “erkek” lafı da biraz eğreti geliyor kulağıma. Üstüne gitmiyorum ama mevzunun. Zaten dışarı çıkmak üzereyiz.

Safinaz'ın Temel Reis'e "Erkekim benim." diye  sarılmasını hatırlıyor musun?

Safinaz’ın Temel Reis’e “Erkekim benim.” diye sarılmasını hatırlıyor musun?

Tüm içtenliğimle söylüyorum, bundan başka tek bir örnek bile gelmiyor aklıma. Bu kadar kusur kadı kızında bile olur, demeyeceğim. Kendimi ailemin yerine koymaya çalışıyorum. Bu yer öyle noktasal değil, dikkat edin. Bu yere koymak demek, yirmi küsür yıllık bir zaman diliminin içine kendimi koymaya çalışmam demek. İşte, kendimi onların yerine koyunca, ve aklıma sadece yukarıdaki anekdot geldiğini hesaba katınca, çocuk yetiştirmek iyice dehşet verici oluyor.

Olay sadece tek bir kez aktif olarak toplumsal cinsiyetle ilgili bir önermede bulunmuş olmaları değil bak. Asıl soru şu: Acaba yirmi küsür yaşına gelip geriye dönüp baktığında anca bu üç saniyelik anıyı aklına getirebilecek olan ve başkaca hiçbir toplumsal cinsiyet kodu hatırlayamayan bir çocuk yetiştirebilir miyim?

Yani, mesele benim yaptıklarımdan ziyade, onun tüm bu sürecin ardından neyi nasıl hatırlayacağı, neyin onu gerçekten etkileyeceği. Öteki uçta, “Beni bir weirdo olarak yetiştirdikleri için kimse benimle arkadaş olmadı.” diyen çocuk var zira.

Şu şöyledir, bu böyledir, demiyorum. Sadece, çocuk sahibi olmanın çok zor bir şey olduğunu, neyi nasıl yapmak gerektiğini düşünmenin aklımı oynatmam için yettiğini söylüyorum. Çok zor sorular bunlar. İnsanlar nasıl paldır küldür çocuk yapıyor, hayret…

Bugün bir genç kız arkadaşlarına rahatça "Benimle cinsellik konusunda annemle babam birlikte konuştu" diyebilir mi?

Bugün bir genç kız arkadaşlarına rahatça “Benimle cinsellik konusunda annemle babam birlikte konuştu” diyebilir mi?

* Öğüt veriyor deyince hep kötü bir şey geliyor akla. Ben kötü anlamda kullanmıyorum lafı. Ahkam kesmiyordu. Normal bir şekilde, kendi hayatından çıkarsadığı bir sonucu bana anlatıyordu.

Mastürbasyonlarım neden bu kadar kısa sürüyor?

Bir şey fark ettim: Mastürbasyon yaparken, daha doğrusu penisimi uyarırken geçen toplam süre, genellikle beş dakikayı geçmiyor. Çoğunlukla, bu beş dakika içerisinde boşalıyorum.

Tabii bunu durup dururken fark etmedim.

Başlıktaki sorunun altında yatan gizli soru, kadınlarla yaşadığım cinselliklerde* penetrasyon (veya oral seks) sırasında heyecanımı kontrol edip edemeyeceğimdi. Alışagelen durumun tersine genellikle penetrasyonu kadın talep ediyor, ben büyük ölçüde kaçınıyorum penetrasyondan. (Bundan ayrıca bir yazı çıkarmış bak.) Ben de, penetrasyonun süresini uzatıp uzatamayacağımı merak etmeye başladım.

1948’de yayınlanan Kinsey Raporu, erkeklerin dörtte üçünün, cinsel ilişkilerinin yarıdan fazlasında, penetrasyonun ilk iki dakikası içerisinde boşaldıklarını ileri sürüyor. (Dikkat edin, bu “erken boşalma” demek değil. Erken boşalma dediğimiz şey bir hastalık, ve Uluslararası Hastalık Sınıflandırması (ICD-10) erken boşalmayı cinsel ilişkinin başlamasından itibaren ilk 15 saniye içinde boşalma olarak tanımlıyor.) İsterseniz “çabuk boşalma” gibi bir şey diyebiliriz, zaten Kinsey de gözlemini bir sorun olarak değil daha ziyade “erkeksi dinçlik” işareti olarak yorumluyor. (“Erkeksi dinçlik” bir toplumsal sorun olabilir elbette. Demek ki, blogun sorunsalı açısından doğru yerdeyiz.)kinsey report

Partnerimle birbirimizin bedenini tanımaya yeterince zaman ayırdığımız takdirde genellikle çabuk boşalmıyorum. (Bu, örneğin soyunmanın zamana yayılmasını falan içeriyor.) Ama belki bana çabuk gelmeyen partnerim için çabuk olabilir mi?

Daha da önemlisi: Süreyi uzatmayı fiziken becerebilir miyim?

Mastürbasyon tam da bu işe yarayabilir: kendi bedenimi gözlemlemeye ve sınırlarımı tespit etmeye.

Bunu söylerken aklımda “Denedim, hep beş dakikada boşalıyorum” gibi fiziksel bir teşhis yok. Aksini denedim, evet, uzunca bir süre penisimi uyarmama rağmen boşalmayıp mastürbasyonu uzatabiliyorum.watchin it

Dolayısıyla asıl soru şu: Uzatabilecek olmama rağmen, neden mastürbasyonu kısa tutmayı tercih ediyorum?

Kısa sürmesinin iki sebebini keşfettim. Bunlardan ilki mastürbasyonu nasıl tanımladığımla ilgili, ikincisi ve daha önemlisi ise mastürbasyondan ne anladığımla ilgili.

Ne mastürbasyon sayılır, ne sayılmaz?

Tıpkı cinsellikte olduğu gibi, mastürbasyonda da bir ön-sevişme evresi olduğunu fark ettim. Nasıl cinsellikte penetrasyon, oral seks vb. hardcore eylemlerin dışında kalanları yapay ve manasız bir biçimde ayırıp onlara ön-sevişme diyorsak, bence mastürbasyonda da benzer bir ayrım yapıyoruz.

Mastürbasyonu 31 çekmekle, yani el çekmekle denk tutuyoruz. (Ebced hesabında “el” sözcüğü 31 sayısına denk gelir. Böylece “ayıp” olan eylem sözüm ona gizlenmiş oluyor.) Yani, penisini okşamıyorsan mastürbasyon yok.

Oysa cinsellik bundan çok önce başlıyor. Pornografik videolar izliyor olabiliriz. Bize çok çekici gelen bir kadınla/erkekle zaman geçiriyor olabiliriz. Hatta sadece yolda yürürken partnerimizi (veya arzuladığımız kişiyi) hayal etmeye başlamış olabiliriz. Tüm bu örneklerde cinsellik tek taraflı; yani karşımızdaki (gerçek ya da hayali) kişi bizimle bir cinsel deneyim yaşamıyor ama biz yaşıyoruz. Heyecanlanıyoruz. Sertleşiyoruz/ıslanıyoruz. Belki ellerimiz titriyor, belki cümlelerimiz dağınıklaşıyor. Sonra, bir noktada odamıza veya tuvalete gidip boşalabiliriz. Ya da hiç boşalmayabiliriz.

Sonuçta, ortada cinsel bir deneyim yok mu?

Bence var. Bence yaşadığımız bu şeyin bir karşılığı olmalı. Daha doğrusu, mastürbasyona tüm bunlar dahil olmalı. Dolayısıyla, nasıl cinsel ilişki “tak-çıkar”dan ibaret olmamalıysa, mastürbasyon da el çekmekten ibaret olmamalı.

Bu genişletilmiş mastürbasyon kavramı, “Neden bu kadar kısa sürüyor?” sorusuna “Aslında kısa sürmüyor, tanımın yanlış.” diye bir yanıt veriyor.

Güzel. Ama soruyu ıskaladık.timetable

“Mastürbasyon esnasında penisime dokunduğum süreyi neden bu kadar kısa tutuyorum?” sorusu hala yanıtlanmadı. Üstelik penetrasyon meselesi sebebiyle asıl önemli olan tam da buydu.

Neden mastürbasyon?

Bu da bizi mastürbasyonun anlamına getiriyor.

Fark ettim ki mastürbasyonu neredeyse her zaman “boşalmak” amacıyla yapıyorum. Mastürbasyonun kendisinden keyif almak gibi bir kaygım olmuyor, önceliğim boşalmak oluyor.

Çekici birini uzun süre izleyebilir ya da hayal edebilirim. Yukarıda da bahsettiğim gibi, bunu – her nedense – cinsellik olarak görmüyor(d)um. Sonrasında boşalmakla falan uğraşmadığım takdirde, olan biteni “güzellikle karşılaşma” olarak tarifleyip işin içinden çıkabilirim.** Penisimle haşır neşir olacaksam, bunu gerçekten de “Boşalayım bari” dediğim için yapıyorum. Yani, cinsel deneyimi sonlandırmak için; sürdürmek için değil.

Nitekim, mastürbasyon yaptığımda sadece bir kez boşalıyorum, boşaldıktan sonra kendime dokunmaya devam etmiyorum.

Bunun partnerli cinselliklerime yansıması tersten oluyor sanırım. Mastürbasyonda sırf boşalmak için penisimi okşuyorum, bedenim bunu böyle kodladığı için de penetrasyon demek boşalma zamanı demek oluyor. Dolayısıyla bu süreyi “uzatmak” diye bir dert oluşuyor.

Soruyu düzgün sorunca yanıt kendiliğinden ortaya çıktı.

Yenİ sorular, yenİ dertlerhavin it

Zor bir soruyla, kadınlarla yaşadığım cinselliklerde penetrasyonun süresini uzatıp uzatamayacağım sorusuyla başladım. Görece daha kolay olan bir soruyu, neden mastürbasyonu kısa tutmayı tercih ettiğim sorusunu yanıtlamış oldum.

Aslında, tüm bu soruları içeren daha ilginç bir soru ortaya çıktı. Cinsellik esnasında belirli bir sıra izliyoruz: dokunma, öpüşme, sarılma, okşama, oynaşma, elle uyarma, ağızla uyarma, penetrasyon(lar), boşalma. Acaba bu sıra ne kadar değiştirilebilir? Daha doğrusu, bu sıra neden böyledir? Örneğin, neden boşalma en sondadır? Ve neden penetrasyonu takiben boşalma vardır?

Bunun üzerine de düşünmek lazım.

* Şimdiye kadar bir erkekle cinsellik olarak tarifleyebileceğim bir deneyim yaşamadığım için “kadınlarla yaşadığım cinsellikler” yazıyorum, ama konunun cinsiyetle ilgisi yok. “Bir partnerle” yazmak eğreti geldi kulağıma, çünkü böyle bir genelliği ima etmem ukalalık olurmuş gibi geldi.

** Porno izlerken “güzellik”ten başka motivasyonlarım da olabilir ve bazen boşalmakla uğraşmamayı seçebilirim: Örneğin kamusal alan videoları ve amatör çekimler.