Monthly Archives: August 2014

Blog okuması: Nasıl çocuk yetiştirilir?

Çocuk yetiştirme meselesi hep çok kafamı kurcalıyor. Bildiğim kısmı, toplumsal olarak cinsiyet rollerinin nasıl üretildiği. Bilmediğim(iz) kısmı, bu roller toplumsal ölçekte üretirken ebeveynlerin* neler yapabileceği.

Hatırlıyorum mesela, ortaokul ve hatta lise çağındayken bile, annemle babama isimleriyle hitap etmemi yadırgardı arkadaşlarım: Annem ve babam, birtakım çocuk yetiştirme kitapları okumuşlar ve anne/baba – çocuk şeklinde toplumsal roller üzerinden ilişkilenmek yerine arkadaşlık ilişkisi kurmak istemişler benimle. Dil de ilişkiyi şekillendirdiği için, bu kitaplarda doğrudan isimle hitap edilmesi öneriliyormuş. Ben de böylece konuşmaya başladığımdan beri isimleriyle seslenirim anneme de babama da. Mesela sokaktan eve seslenirken (diyelim yarım saat daha top oynama izni almak için), annemin ismini bağırıyordum ki balkona çıksın. Beni bu konuda uyaran arkadaşım bile oldu. Böyle yapmamamı, anne-babaya hürmet etmem gerektiğini falan söyledi. Ben ne kadar “Yahu bunu bana onlar öğretti, benim kendi kararım değil ki?!” dediysem de kesinlikle ikna olmamıştı.

Bu kadar basit bir şey – “hitap” meselesi – bile, üstelik bizim haklı olduğumuza eminken ben, arkadaşlarım arasında kendimi rahat hissedememe yol açıyordu azıcık. Bir de haklı olduğunu hissedemediğin durumlar var.

Bİ ÇOCUK LÜTFEN, CİNSİYETÇİ OLMASIN AMA ARKADAŞLARI DA DIŞLAMASIN MÜMKÜNSE

Temel pedagoji bilimi bize şunu söylüyor:

  • Çocuk, ilk yıllarında, her şeyi “olgu” olarak öğrenir. Yani doğru tektir ve ebeveynleriyle temsil edilir. Görecelilik kavramına yabancıdır. Hiçbir şey kişiden kişiye değişemez. Saat kaçta yatılacağından ne yiyeceğine, dışarı çıkarken ne giyileceğinden kiminle arkadaşlık edileceğine kadar her konuda ebeveynin söylediğidir asıl bilgi. Bu bilgiyi sorgulama algısı yoktur.
  • Bu ilk yılların ardından çocuğun algıları ve akıl yürütme kapasitesi gelişir. Böylece bazı konuların kişiden kişiye değişebileceği fikrini kavrayabilir hale gelir. Örneğin herkesin başka hobileri olabilir, kimileri yemeği daha tuzlu sevebilir vb. Bu yaşlarda kimi şeyler öznel hale gelse de, nesnel bilgi diye bir şey var olmaya devam eder. Örneğin “Sütte protein var, süt iç ki kemiklerin gelişsin.” lafında tartışılacak bir şey yoktur.
  • Bundan sonra ergenlikle falan birlikte her şey sorgulanır hale gelir falan filan… Bu kısmı boş ver şimdilik.

İlk aşamaya odaklanalım: Çocuğa toplumsal cinsiyet rollerini aşılamıyoruz. Çocuk sonra sokakta bu rolleri duyuyor. (“Erkek adam ağlamaz.”, “Karı gibi cimcirme lan!” vb.) Sonra gelip bunları ebeveynine soruyor. Ebeveyn “Yok öyle şey!” derse çocuğun zihninde çelişki yaratmış olacak, konu kestirip atılabilir değil çünkü çocuk için henüz “Onlar öyle düşünüyor, biz de böyle düşünüyoruz.” lafı bir anlam ifade etmiyor.

“Sanırım ailemden “adam olmak”la ya da “erkek olmak”la ilgili kayda değer bir eğitim almadım. … Anladığım kadarıyla, tam olarak toplum içinde tuhaf görünmememi ve davranmamamı garantiye alacak şekilde yetiştirildim.toys for boys

Yani: Evet, kıyafetlerim “erkek çocuk” kıyafetiydi. Evet, hiç oyuncak bebeğim yoktu, onun yerine arabalarım falan vardı. Evet, her konu herkesle konuşulmazdı, bazı konular sadece anneyle, bazıları sadece babayla konuşulurdu. Evet, çok büyük ihtimalle kız çocuk olsaydım bu kadar kişisel özgürlüğüm olmayacaktı.

Bunun yanında: Çok ileri bir yaşıma kadar hiç oyuncak silahım olmadı. (Sanırım ilkokul üçüncü sınıfa kadar) Erkeklerin ağlamayacağı gibi yorumlara hiç maruz kalmadım. Kavga etmem, kavga edebilmem, kendimi fiziksel olarak koruyabilmem beklenmedi.” (Adam olacak çocuk)

Mesela çocuğa şu resimlere bakıp doğru tuvalete gitmesini öğretmek lazım. Ama bunu öğretmek ayrıca “kadın”ın nasıl olması gerektiğini de yeniden üretmek anlamına geliyor.

Oğluna etek giydirirsen, sonra bu işaretleri nasıl tutarlı bir biçimde anlatacaksın? "Tüm toplum yanlış" deyince anlar mı acaba küçük çocuklar.

Oğluna etek giydirirsen, sonra bu işaretleri nasıl tutarlı bir biçimde anlatacaksın? “Tüm toplum yanlış” deyince anlar mı acaba küçük çocuklar.

Hadi diyelim bu yaşları geçti. Artık kendi başına karar alma yeteneği geliştirmeye başladı. Ama sosyal çevresinde dışlanmama baskısı (“erkek/delikanlı” olmak)  sürüyor. (örneğin bkz. İlk kılık kıyafet kuralları)

Bunun çarpıcı bir örneği, sünnet meselesi. Sünnet gerekli bir şey değil, üstelik zararları da olabilir sağlık açısından. (Bkz. Sünnetin Bilimsel Açıdan İncelenmesi ve Evrimsel Bakış Açısı – Evrim Ağacı) Ama şimdi diyelim yaptırmadın çocuğuna sünnet. E bu çocuk ilkokul çağındayken bütün arkadaşlarını görmeyecek mi düğünlü müğünlü “erkekliğe” adım atarlarken. Ortaokula geldiklerinde arkadaşlar “Lan sen sünnetli değil misin, ne biçim erkeksin olm sen?!” demeyecek mi? E o zaman illa ki düğünlü sünnet yaptırıp çocuğu maşallahlı kıyafetle ata mı bindireceğiz?

Mesela,

“annemle babam ben henüz birkaç günlükken sünnet işimi hastanede hallettirivermişler.

Böylece hem sünnet düğünü saçmalığından kurtulmuşlar, hem de kendi ailelerinin “Bu çocuk ne zaman sünnet olacak?” dırdırından. Ayrıca “gerçek erkek” olup olmadığımla ilgili aile içinden veya dışından gelebilecek eleştirileri de peşinen devre dışı bırakmışlar.

Yani, “Hayır canım, yaptırmıyoruz, ne saçma şeyler bunlar.” diyebilecekken, tam tersine, kelimenin tam anlamıyla ilk fırsatta sünnet yaptırdılar. Bir bakıma, toplumsal normları benimsemiş, normlara uyum sağlamış oldular.

Ama alakasız başka bir sonucu daha oldu: Benim sünnetle ilgili hiç başım ağrımadı. Ne çocukluğumda, ne de ergenliğimde bu konu başıma dert oldu. Erkekliğimi sünnet üzerinden tanımlamadım, hadi bu kolay. Ama etrafımdaki insanlar da (yani mesela yeni sünnet olan ve “erkekliğe adım atan” arkadaşlarım da) benim erkekliğimi sorgulamadı. “Sorgulamadı.” derken, onlar muhtemelen beni erkek saydılar; ancak bunun bana etkisi, bu konular üzerine düşünmemem oldu.

Erkekliğimi kışkırtan, ajite eden bir unsur devre dışı kaldı hayatım boyunca.

Ben bunu özgürleştirici buluyorum.

Son tahlilde, ailemin beni sünnet ettirmeyip bunun yerine bu konuda eleştirel bir görüş aşılamaya çalışmasına kıyasla bile daha özgürleştirici buluyorum. Nihayetinde, belli bir yaşa geldikten sonra bana “Biz bunu böyle yaptık. Sünnetin erkeklikle bir ilgisi yok bizce.” deyiverdiklerinde, mesajı aldım ben gayet.

Çocukluğum ve okul hayatım boyunca arkadaşlarımla bu konuyu konuşsam ve kendimi savunmak zorunda kalsam, en iyi ihtimalle erkekliğimi ispat etmeye çalışacak, erkekliğimle sünnetin alakası olmadığını göstermeye çabalayacaktım. Ama bunun da erkek rolünü kışkırtan bir etkisi olacaktı.” (Kışkırtılmış Erkeklik: Sünnet)

Belki de bazen doğru olan, toplumsal normları reddetmek yerine onları etkisiz hale getirecek yöntemi bulmaktır. Bunu “toplumsal” açıdan söylemiyorum bak, lütfen buradan genel bir “politikada taviz” tartışmasına zıplamayalım. Başlangıç sorum basit: Ortada bir çocuk var ve bu çocuğun sağlıksız bir toplumda sağlıklı bir biçimde nasıl yetiştirilebileceğini merak ediyorum.

DAHA DA ZOR SORULAR: KIZ ÇOCUK yetİştİrmek

dress properly

Buraya kadar, söylemeden de olsa, hep oğlan çocuklardan bahsettim. Çünkü hem böylece kendi deneyimlerimi anlatmam mümkün oldu, hem de daha basit iş. Kızlar açısından ise işler sanırım daha karışık: Hem o eteği giyerse sokakta yılışan erkekler olabileceği bilgisini vermek hem de ama o eteği giyme hakkını savunmak ve giymek istiyorsa da onu sonuna kadar desteklemek, falan filan. Zor işler. Nasıl yapılır, ne denir, hiç bilemiyorum. Bunca magandanın içinde (üstelik maganda bir sistemin içinde) kadın olmak zaten zor, bir de başka bir kadının büyümesine tanıklık etmek, hele ki bu büyüme sürecinde sorumluluk sahibi olmak… Daha söylerken kalbim sıkışıyor. (bkz. Hanım hanımcık)

***

* Yazı boyunca “ebeveyn” lafını kullandım. Bu sözcüğün anlamı “anne-baba” imiş, tam da kaçınmak istediğim anlam. Aslında kast etmek istediğim şu: çocuğun büyüme sürecinden sorumlu insan(lar). Bu insanın çocukla kan bağı olup olmamasının konuyla bir ilgisi yok, ama bu anlama gelecek doğru dürüst bir sözcük de bulamadım. İdare ediver.

Blog okuması: Seks olmayan seksi şeyler

Seksin nerede başlayıp nerede bittiğini anlamak çok kolay değil. Birçok eylemi, ön-sevişme denilen bir gruba sokuyoruz. Ama sevgilin bu ön-sevişme dediğin şeyleri bir başkasıyla yapınca bazen aldatma sayılabiliyor, bazen de sayılmıyor. Aldatma denilen şeyden büyük ölçüde cinselliği anlıyoruz, ama aldatmadan ne anladığımız pek o kadar açık değil, çünkü cinselliğin ne olduğu hakkında biraz daha konuşmamız lazım:lets talk

Ailemizle, yakın arkadaşlarımızla ya da video koleksiyonumuzla yaşadığımız birçok şey, farklı şekilde anlamlandırıldığında aldatma sayılabilir. (öpüşmek, dans etmek, beraber uyumak, onu düşünerek mastürbasyon yapmak, rüyanda onunla seviştiğini görmek vb.) Gözlemlenebilir dünyada yaşanan şey aynı kalıyor. Ama, sırf biz “Ben bu eylemi yaparken onu aldatmıyordum.” dediğimiz için – ve muhtemelen o üçüncü kişi de aynı kanıda olduğu için – hiçbir rahatsızlık hissetmiyoruz.

Tam da bu yüzden, “Sadece bir gecelik bir şeydi.” lafı meşru olabiliyor. Tam da bu yüzden, “Hiçbir şey yaşamadık, ama başka birine karşı bunları hissetmiş olmam yeter.” deyip ayrılmayı seçebiliyoruz.

Yani “O sayılmaz, çünkü o sayılmaz.” ya da “Bu sayılır, çünkü bu sayılır.” diyoruz.” (Polyamory / Poliamori / Çok-aşklılık nedir?)

Tabii ki aldatmayı cinsellik üzerinden tanımlamak bariz değil. Demek istediğim, öyle tanımlasak bile ortada konuşulacak bir şey olduğu. Biriyle sevişmek dediğimiz şeyin kendisi bile alengirli:

“Cinsellikle ilgili ilkler konusunda şöyle bir liste var:gelmeden

1. aşama – öpüşme, yakın bedensel temasla sarılma

2. aşama – ateşli öpüşme ve okşama (kıyafet üzerinden)

3. aşama – ten teması, genital bölgenin ve göğüslerin okşanması

4. aşama – birleşme

Yani ortalıkta, bu aşamalardan hangisine ilk kez kimle geçtiğinin çetelesini tutan, dahası hangi date‘iyle hangi aşamaya kadar geldiğini hesap eden insanlar var.” (İlk sevişme)

Tüm bu aşamaların ardında yatan şey, sevişmenin hayatımızdaki yerini çok daraltmış olmamız galiba. Bunu mesela “ilk deneyimler”ini düşünürsen fark edebilirsin:is this sex

  • “Mastürbasyon yaparken hayal ettiğim ilk kadını hatırlamıyorum. Oysa cinsel hayatımda çok özel bir yeri falan olması gerekmez mi?
  • İlk kez romantik bir şekilde elini tuttuğum insanı hatırlıyorum, ama daha o zaman bile önemsiz bulmuştum bunu. (Devamının gelip gelmeyeceğiyle meşguldü kafam. (Gelmemişti.) )
  • Sürtünme ve okşamayı içeren ilk deneyimleri, hiç de romantik beklentilerimin olmadığı bir durumda, bir arkadaşımla yaşadım. Bunu özellikle enteresan buluyorum, çünkü seksle doğrudan ilişkilendirilen bir etkinlik bu: Gayet erotik bir an. Ama tüm olay bir çeşit oyun (oynaşma?) olarak cereyan ediyor. Tuhaf.” (Bakir olmak ne demektir?)

Yani demem o ki, bence ortada birçoğumuzun sandığından daha çok seks var. Ve bunu kesinlikle kötü anlamda söylemiyorum. Ortada seks var ama biz ona seks demiyoruz, diyemiyoruz her nedense. Bunun benim açımdan belki de en belirgin örneği, arkadaşlarımla ilişkilerim:

“Yaptığım hesaba göre, son bir yıl içerisinde, mastürbasyon yaparken hayal ettiğim kadın arkadaşlarımın sayısı en az yirmi.

Bunlar, hayal ettiğim tüm kadınlar değil elbette. Porno videolarında gördüğüm birini veya arkadaşım sayamayacağım tanıdıklarımı da hayal ettiğim oluyor. Ama, bana ilginç gelen, hayallerimde ezici çoğunluğu (herhalde %90′dan fazlasını) arkadaşlarımın oluşturması.

… İlginç olan nokta şu: Beni arkadaşı sayan bir kadın, günün birinde onu hayal ederek mastürbasyon yapacağımı düşünürse, tahmininin doğru olma ihtimali hiç de az değil !” (Evet arkadaşlar, buyurun hayallerime)

Anlaşılan o ki, benim arkadaşlık ilişkilerimin kayda değer bir kısmında, seks değilse bile, seksi bir yan, yani cinsellikle ilgili bir yan var. Yine mesela dans etmeyi birçok durumda seks olarak tanımlamayız (hani ne bileyim, biriyle dans eden yarı-muhafazakar bir kadın bekaretini kaybettiğini düşünmez mesela dansın sonunda).

Ama gerçekten de dans ile sevişmek arasında bolca ortak nokta olduğunu düşünüyorum.

… Karşımdaki kişiye olduğu kadar kendi bedensel hazzıma da odaklıyım. Birbirimizi kişisel mahremiyet alanlarımıza kabul ediyoruz. Genellikle sözlü olmayan bir iletişim kuruyoruz partnerimle; “uyum”, “fazla ileri gitmemek” vb. yine tanımlı. (Üstelik “sınırlar” daha belirgin, bu bir ölçüde kolaylık bile sağlıyor.)dance and love

Dikkat edersen direk dansı veya “dirty dance” gibi doğrudan erotizmle ilişkilendirilen örnekler vermemeye özen gösteriyorum. Mesele dansın türü değil.  (Nasıl ki mesele seks pozisyonları da değilse.)

Ve fakat, sorunu görüyor musun? Dans, genellikle Latin danslarında olduğu gibi sadece teknikten ve dış estetikten ibaret bile olsa, çoğunlukla seks de öyle değil mi? Neredeyse herkesin takip ettiği “adımlar” yok mu sekste de? (Sırasıyla, okşama, öpüşme, elle uyarma, oral seks, penetrasyon, boşalma gibi mesela?)” (Dans ile sevişmek arasındaki fark nedir?)

Biriyle dans ettiğimde yaşadığımın seks olmadığını kabul edebilirim bir ölçüde, ama cinsel bir deneyim olduğuna da eminim. Üstelik bu kendisi seks olmayıp seksi olan şeyler konusu, ortamda başka biri olmadan da ilginç:

Mastürbasyonu 31 çekmekle, yani el çekmekle denk tutuyoruz. … Yani, penisini okşamıyorsan mastürbasyon yok.

Oysa cinsellik bundan çok önce başlıyor. Pornografik videolar izliyor olabiliriz. Bize çok çekici gelen bir kadınla/erkekle zaman geçiriyor olabiliriz. Hatta sadece yolda yürürken partnerimizi (veya arzuladığımız kişiyi) hayal etmeye başlamış olabiliriz. Tüm bu örneklerde cinsellik tek taraflı; yani karşımızdaki (gerçek ya da hayali) kişi bizimle bir cinsel deneyim yaşamıyor ama biz yaşıyoruz. Heyecanlanıyoruz. Sertleşiyoruz/ıslanıyoruz. Belki ellerimiz titriyor, belki cümlelerimiz dağınıklaşıyor. Sonra, bir noktada odamıza veya tuvalete gidip boşalabiliriz. Ya da hiç boşalmayabiliriz.

Sonuçta, ortada cinsel bir deneyim yok mu?

Bence var. Bence yaşadığımız bu şeyin bir karşılığı olmalı. Daha doğrusu, mastürbasyona tüm bunlar dahil olmalı. Dolayısıyla, nasıl cinsel ilişki “tak-çıkar”dan ibaret olmamalıysa, mastürbasyon da el çekmekten ibaret olmamalı.” (MastPrintürbasyonlarım neden bu kadar kısa sürüyor?)

Bu biraz uç bir örnek oldu, ama sanırım derdimi anlatabildim: Hayatımızın ciddi bir kısmında seksle ilişkili şeyler oluyor ve genellikle ya bunlar yokmuş gibi davranıyoruz ya da görmemize rağmen tanımlarımızı bunlardaki cinselliği dışlayacak şekilde yapıyoruz. (Örneğin dansı cinsellikten, porno izlemeyi cinsel deneyimden saymıyoruz.)

“Şimdi kendimize soralım. Şunlardan hangilerini flört sayarız:

  • birlikte sinemaya/tiyatroya/konsere gitmek
  • sarılmak
  • birlikte uyumak
  • başını okşamak
  • dans etmek
  • masaj yapmak
  • konuşurken sık sık dokunmak
  • konuşurken “canım”, “hayatım” gibi sözcüklerle hitap etmek

Şimdi, aynı şeyleri, farklı açılardan soralım:hands

  • Sen bunların hangilerini hiçbir cinsel çağrışımda bulunmadan yaptın?
  • Biri sana bunlardan birini yapsa, nasıl hissedersin? Ne tepki verirsin? Onun sana “işaret verdiğini” düşünür müsün?
  • Bunları, iki arkadaşın arasında gözlemlediğinde, aralarında “bir şeyler” olduğundan şüphelenir misin?

Ve en zor soru geliyor:

  • Karşındaki insan sana bunlardan birini yaptığında ya da sen ona bunlardan birini yaptığında, onun vaziyeti nasıl anlamlandırdığını anlayabiliyor musun?” (Flörtün Eleştirisine Katkı: Giriş)

Tüm bunların ardında, neyin seks ve neyin seksi olduğu soru var. Benim iddiam, bu yukarıda saydıklarımın ciddi bir kısmının (ve daha birçok şeyin) birçok insan açısından seks sayılmayıp seksi sayılacağı. Mesela yukarıdaki maddelerden birine bakalım:

“İngilizce’deki “to sleep with someone” lafının Türkçe karşılığı “biriyle yatmak”. Birebir çevirsek “biriyle uyumak” olması lazım ama teklif tam da yatmak ama uyumamak olduğu için çeviride itiraz edilecek bir şey yok.

Ama ne İngilizce’de ne de Türkçe’de gerçekten de biriyle birlikte uyumak için geniş kabul gören bir deyiş olmaması konuşmaya değer.waking up next to you

Dikkat edersen, uyumak, seksi içerecek değil, seksle denkleşecek şekilde kullanılıyor.” (Benimle uyur musun?)

Gerçi, hayatımızda cinsellikle ilgili sandığımızdan daha çok şey olduğunu söylerken, bir hatırlatmada bulunmak isterim:

“Ne yöne baksan seks görmekte sorun var elbette; ama bazen bazı yerlere bakıp (oralarda seks olmasa da) seks görmekte bir sorun yok. Fanteziler, hayaller falan tam da buralardan çıkıyor.” (Tahrik edici unsurlar her yerde)

Yani seks tanımımızı genişletmek aslında cinsel hazzı da doğrudan arttırabilir. Hatta birçok insan arasında alttan alta yaşanan cinsel gerginlikler ortadan kalkabilir, en azından neyin seks olduğu konusunu konuştukça…

Sonuç olarak, tuhaf bir döngüdeyiz sanki: Cinsellik hakkında pek az konuşuyoruz, çünkü seks dediğimiz şeyler oldukça az yaşanıyor. Seks dediğimiz şeyler oldukça az yaşanıyor, çünkü seksle ilgili tanımlarımızı çok dar yapıyoruz. Seksle ilgili tanımlarımızı çok dar yapıyoruz, çünkü cinselliğin hayatımızın ne kadar da her yere nüfuz eden bir parçası olduğunu görmüyoruz. Cinselliğin hayatımızdaki önemini görmüyoruz, göremiyoruz, çünkü cinsellik hakkında pek az konuşuyoruz. (başa dön, tekrar et)

Blog okuması: Porno ne işe yarar?

New Internationalist dergisinde Hazel Healy’nin yazdığı “Is there a feminist spring?” başlıklı makalede şöyle bir tümce geçiyor:

” ‘Boys as young as 11 are watching porn and learning that sex is something you “do to” a girl,’ explains Sophie Bennett, who runs UK Feminista’s schools programme.” (Temmuz/Ağustos 2014, 474. sayı, sayfa 15)

Yani diyor ki:

” ‘Daha 11 yaşındaki çocuklar porno izliyorlar ve seksin “kızlara yapılacak” bir şey olduğunu öğreniyorlar.’ diye açıklıyor UK Feminista’nın okul programını yürüten Sophie Bennett.”

Porno endüstrisinin cinsiyet rollerini iyicene kuvvetlendirerek yeniden ürettiğini görmek için ne dahi olmaya ne de pek bir eleştirelliğe gerek var.watchin it

Porno endüstrisine cinselliği metalaştırdığı için* ve/veya topluma cinsiyetçilik aşıladığı için karşı çıkabiliriz. Ama karşı çıktığımız şeyin tam olarak ne olduğunu netleştirmemiz lazım. Ben, açık cinsellik içeren eserlere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

Kadınların cinselliği hakkında çok kısıtlı gerçek bilgimiz var zira:

Benim şimdiye kadarki deneyimim, hiçbir kadının ben sormadan bana ne yapacağımı söylememiş olması. Konuyu, tabii ki gayet tedirgin bir biçimde, hep ben açıyorum. Açtıktan sonra da genellikle partnerimin ağzından cımbızla laf alıyormuş gibi hissediyorum. …

Tüm cinsellik bilgisini abuk subuk porno filmlerden edinmiş olan bunca erkek, eğer kimse onları uyarmazsa uzunca bir süre kendilerini kandırarak (ve partnerlerini mutsuz ederek) yaşayacak.” (“Friends with Benefits” ve Hollywood’un seksten anladığı)

Şimdi pornografinin birçok versiyonu olduğunu, az da olsa bazılarının cinsiyetçi rollere belli ölçüde eleştirel yaklaştığını akılda tutarak, porno ihtiyacına bir de bu gözle bakalım. Bunun bir kısmı, bugün cinselliğin topyekun baskılanmış olmasından doğan bir ihtiyaç:

“Cinselliğe o kadar seyrek maruz kalıyoruz ki… Hiç tiyatro izlemeyen aktör gibi hissediyorum kendimi, pornodan uzun süre uzak kaldığımda. Bir adım geri atıp, “Yahu nasıl görünüyor acaba?” diye düşünerek kendimi ve başkalarını izlemek seksten aldığım keyfi arttırıyor.

Belki hayatın içinde cinsellikten bu kadar uzak olmasak, başka insanların cinselliğinden bir şeyler öğrenmek için odamın kapısını kapatmama, kulaklığımı takmama, internet tarayıcısında gizlilik modunu açmama falan gerek kalmazdı.” (Evet, porno izliyorum: Amatör çekimler)

Bir başka kısmı, cinselliğin kiminle yapılıp kiminle yapılmayacağına dair normların hepimize aynı ölçüde hitap etmemesi:

“Etrafımdaki insanlar içinde, yaşıtım kadınlar içinde etkilendiklerimin oranı çok düşük, oysa örneğin benden yaşça gayet de büyük olan kadınlar içinde etkilendiklerimin oranı bayağı yüksek. …dove ad

… Buna rağmen, yani paylaşabileceğimiz şeyler olduğuna dair somut bir veri olmasına rağmen, benim bu kadınlara yaklaşmam garip karşılanıyor.

Gerçek dünyada, farklı yaş gruplarından insanların cinsellik yaşama oranı çok çok düşük. Pornografik yayın yapan sitelerde, farklı yaş gruplarından insanların seviştiği videoların diğer videolar içinde oranı düşük, ama çok da düşük değil. Öte yandan, kendisinin dahil olmadığı yaş grubundan insanların pornosunu izleyenlerin oranı görece yüksek.

Üstelik bu izleyici davranışı çift yönlü çalışıyor: Yaşlılar gençleri izliyor, hadi onu anladık diyelim, ama gençler de yaşlıları izliyorlar gayet.

Demem o ki, yahu madem bu videoları izliyoruz, madem böyle şeyleri düşünüyoruz, neden bu konunun gerçek dünyada karşılığı yok?

Belki de, yalnız kaldığımızda ve tüm seçeneklerle serbestçe karşılaştığımızda yaptığımız tercihler (yani, bu yazı bağlamında, tercih ettiğimiz porno türleri) bize arzularımızla ilgili sosyal hayatta görmediğimiz ve göremeyeceğimiz şeyler anlatabilir.

Belki de, porno izleme alışkanlıklarımız üzerine düşünmek, kendi cinselliğimizi keşfetmemiz için, kendi cinselliğimizle barışmamız (ya da tersine, mücadele etmemiz) için bir fırsat sunabilir.” (Evet, porno izliyorum: Farklı yaş grupları)

Bir kısmı ise, belki cinsellik üzerindeki baskılar kalksa bile medeni cesareti olmayanlarımızın yine de duyacağı bir ihtiyaç:

“Asıl ilgimi çeken, gerçekten kamusal alanda ve gerçekten “halk” tarafından görülme ihtimali olacak şekilde sevişenler. …

Etrafımdaki insanlarla cinsellik konusunda açık olsak bile, porno bana kendimin ve/veya partnerimin medeni cesareti(miz) olmadığı için gerçekleştiremediğim bir cinsel deneyim ve hayal gücü sağlıyor. Yani, dünyanın en özgürlükçü arkadaş çevresine bile sahip olsam, pornoya olan ihtiyacım ortadan kalkmayacak – ya da en azından “kamusal alan” kategorisine.” (Evet, porno izliyorum: Kamusal alan)

Üstelik pornonun dönüp kendime bakmamı sağlayan bir yanı da var:

“[Amatör çekimlerde] kendimi görüyorum. Bunu hem iyi hem kötü anlamıyla söylüyorum. İyi anlamıyla, çünkü bazen “işi gücü” bırakıp “aktör”ün beceriksizliğini izlemek yalnız olmadığımı hissettiriyor. Kötü anlamıyla, çünkü ticari olmayan bir ortamda dahi kadının rolüyle ilgili kodların nasıl yeniden üretildiğini görüyorum – üstelik bunlar çoğunlukla benim de tekrar ettiğim kodlar oluyor.” (Evet, porno izliyorum: Amatör çekimler)neverseenanythinglikethis

Dahası, pornoyu tersten izlemek, yani orada gördüklerimin gerçeği ne kadar yansıttığını sorgulamak da mümkün. Çünkü,

“geleneksel porno sektörü, bir erkeğe, sadece kadınların ne istediğiyle ilgili yanlış bilgi vermiyor. Aynı zamanda, nelerin erkeğin hoşuna gideceğiyle ilgili de gizli varsayımlar yapıyor.

Penetrasyonun daha hızlı ve daha sert olması gerekmediğini … fark etmek için dahi olmaya falan gerek yok. …

Ama nihayetinde, erkek egemen bir toplumda olduğumuzu, bu fast and furious tarzın erkeğin fiziksel hazzını arttırdığını ve dolayısıyla – kadınların orgazmı diye bir derdimiz olmadığına göre – kendi keyfimize bakmamızın öğütlendiğini sanmıştım. Oysa erkeğin en çok keyif aldığı yöntemin bu olduğu da hiç bariz değil. Mesela sevişmenin sonuna doğru bilinçli olarak yavaşlamak hiç aklıma gelmemişti yakın zamana kadar. Bir süredir bunu deniyorum ve şaşırtıcı derecede zevk alıyorum.” (Daha hızlı ! Evet ! Daha hızlı !)

Ayrıca mesela, porno filmlerinin tam aksine,

“Bence kadın cinsel organının “tıraşlı” olması hiç de iyi bir şey değil.

Bir kere, genellikle, sevişmeden hemen önce değil biraz zaman önce tıraş olunduğu için, yeni çıkmaya başlayan kıllar batıyor (oysa biraz uzun olsalar hiç batmayacaklar). Dahası, atlanmış tek bir kıl veya kesilmiş ama deriye yapışıp kalmış bir küçük parça, ayakkabı içine kaçan küçücük bir taş parçası gibi sinir bozucu olabiliyor. (Oysa plajda yalınayak yürümek dert değil mesela.)” (Cunnilingus’ta dikkat edilecek hususlar)

Pornonun erkekleri (ve kadınları) yanlış yönlendirmesinin dahi faydalı olabileceğini sanıyorum. Hepimiz zaten sürekli tüm toplum tarafından gizli veya açık kodlarla kadın-erkek rolleri ve seks konusunda yanlış yönlendiriliyoruz; porno eserleri bu yanlışları somut olarak göstermek için iyi bir araç olabiliyor. Yani toplumun kılcal damarlarında akan cinsiyetçiliği göz önüne çıkarıyor olması başlı başına faydalı olabilir. (Öte yandan, porno eserlerdeki birçok abartılı sahnenin izleyicide “Bu ne be?” tepkisi oluşturabileceğine de inanmak istiyorum.)

Safinaz'ın Temel Reis'e "Erkekim benim." diye  sarılmasını hatırlıyor musun?

İşte bir “Bu ne be?” anı.

Örneğin bu yazının en başındaki alıntıdaki gibi, seksin kızlara yapılan bir şey olması bilgisi, porno olsa da olmasa da benim hayatımdaki temel varsayımlardan biriydi. Üstelik etrafımdaki kadınlar da bunu büyük ölçüde böyle görüyorlardı:

“… büyüdüm, büyüdükçe de azıcık akıllanır gibi oldum. Kadın “gideri olan/olmayan”, yani “götürülecek” bir şey olmaktan çıktı. Lisenin sonlarına doğru ve üniversitenin ilk yıllarında artık kadınları bu anlamda cinsel obje olarak görmüyordum.

Ama yine de cinsellik açısından obje olarak görüyordum kadınları ! …

Cinsellik hâlâ erkeğin talep ettiği bir şeydi. Kadın bu talebi değerlendiren ve kabul veya reddeden kişiydi. Bir bakıma, sanki kadınlar normal şartlar altında sevişmek istemezler, gibime geliyordu. …

Dolayısıyla seks, erkeğin talep ettiği, kadının arz ettiği bir hizmetti.” (Gideri olan kızlar özelden yazsın.)

Cinsiyetçi pornografik eserlerin bu toplumsal algıyı deşifre etmemize yardımcı olabileceğini sanıyorum.

Öte yandan, madem öyle, kendi cinselliğimle ilgili de video ve fotoğraf çekmeye olumlu yaklaşmam lazım değil mi? Bir bakıma evet, ama her şeyden önce şu var:

“… bugün bir kadının seks videosunu çekmek aynı zamanda ciddi bir şantaj aracı olabiliyor. Dolayısıyla, böyle bir şeyi hiçbir partnerime asla önermek istemem. Hadi diyelim bana güvendiler (bence kimseye bu kadar çok güvenmesin kadınlar), ya bir şekilde bizim elimizden çıkıverirse video?” (Evet, porno izliyorum: Peki orada olmak ister miydim?)

Bu sorunu ortadan kaldıracak ama başka bir soruna işaret edecek şekilde, şöyle bir yorum yapmıştı biri:

“Bi keresinde ben (kadın tarafı) bi sevişmeyi kaydetmiştim. Tripod üstünde bir kameraya karşı sevişirken insan kaydedilmekte olduğu hissinden kurtulamıyor, iş “performans”a dönüşüyor ister istemez. Sonra çektiğimiz şeyi hiç bilgisayara aktarmadan, kameradan izleyip silmiştik. Hepsini izlemeye dayanamamıştım, hiç uyarıcı filan gelmediği gibi rahatsız edici gelmişti bir de.” (Evet, porno izliyorum: Peki orada olmak ister miydim? – “eyyorcu” isimli okuyucunun yorumu)

Toparlarsak:

1. Porno endüstrisinin ezici bir çoğunluğu cinsiyetçi normları güçlendirerek yeniden üretiyor.

2. Pornografik eserlere, hem cinsellik bugün yaşamımızın doğal bir parçası olamadığı için, hem de hayal gücümüzü geliştirebileceği için ihtiyacımız var.

3. Pornografik eserlerin cinsiyetçi normları vurgulaması, ayrıca bu normların deşifre edilmesine ve sorgulanmasına önayak olabilir. (Böyle çalışmalar feminist literatürde bolca mevcut.)

4. Öte yandan, tüm pornografik eserlerin belli bir ölçüde “performans” olduğunu akılda tutmamız gerekiyor. Bu sırf sik boyuna ve kaslarına göre seçilmiş aktörlerle stüdyoda çekilmiş videolar için değil, orada bir kameranın olduğunu bilen amatörler için de geçerli. Tüm pornografiyi bu gözle izlememiz lazım: Hem insanların nasıl göründüğünü, hem de nasıl görünmeye çalıştıklarını göz önünde bulundurarak.

Pornografiyle haşır neşir olmak (ve aynı zamanda aramıza bir mesafe koymak) cinsellik hakkında algımızı genişletebilir. Özellikle de bu haşır neşir olma halini açıktan açığa yaparsak…

first time

***

* Mesela HES karşıtı mücadele de suyun metalaştırılmasına karşı çıkıyor.

Blogda yeni bir evre

Bu blogdaki ilk yazıyı 4 Ekim 2013’te yayınlamışım. O tarihten beri de tam kırk yedi yazı yazmışım. Haftada en az bir yazı.

Şunu diyerek başlamıştım:

“Birilerini eğitmek gibi ulvi bir amacım yok. Sadece, aklımdaki dağınık fikir parçalarını derli toplu olarak anlatmaya çalışmanın benim için eğitici olacağını düşünüyorum. Hem, belki, bunu okuyan birinin aklına ilginç bir şey gelir de benimle paylaşır.

Meseleyi çözmüş olduğum için değil, tam tersine, meseleyi anlamaya dahi çok uzak olmanın öfkesiyle yazıyorum.”

Daha önce de bir yerde söylemiştim ya, her hafta bilgisayarın başında birkaç saatimi bir başkasının okuyabileceği yazılar oluşturmaya çalışmanın kendisi (okuyucunun halini bilemem) benim için do-it-yourself psikanaliz seansları etkisi yarattı.

Kendimle ilgili birçok şey keşfettim.

Üstelik, bazı haftalar konu hazırdan yaşamın içinden falan gelmedi, oturup “Bu hafta ne yazsam” diye kafa patlatmam gerekti. Bu da birçok normal bulduğum şeyi sorgulamamı sağladı.

Uzun lafın kısası, ortaya çıkan sonuçtan memnunum. Ama sonucun ne olduğunu pek de bilmiyorum esasında… Şimdiye kalets talkdar hiç dönüp yazıları okumadım – bağlantılı konularda yazmıyorsam.

İşte şimdi, blogu baştan okumaya karar verdim. Ve seni de bu okumaya dahil etmeyi umuyorum.

Bazı yazıların, her ne kadar ayrı ayrı yazılmış olsalar da, ortak bir problematik bağlamında birlikte okunabileceklerini sanıyorum. Yapmayı planladığım da, bu kesişim noktalarını bulmak ve önceki yazıları derleyip başka anlamlara gelecek şekilde yeni yazılar oluşturmak.

Bu arada belki elim giderse blogun görünümünü de azıcık değiştirebilirim, bazı yazıları daha erişilebilir yapmak için.

Blogu okurken, ne şekilde devam etmek istediğime karar vermeye çalışacağım. Belki içerik konusunda da değişiklikler yapmakta fayda olabilir.

Tüm bu olan bitende elbette ki yorumlara falan her şeye açığım. Haydi cupidon utandırmasın inşeros.

Evet, porno izliyorum. Peki orada olmak ister miydim?

Pornoyla ilgili üç yazı yazmışım: amatör çekimler, kamusal alan ve farklı yaş grupları hakkında. Şimdi soruyu testen soracağım: Orada olmak ister miydim?

Gerçi bu soru tek başına pek bir belirsiz oldu. Daha yakından bakalım:

– Porno film çekilen bir stüdyoda bulunmak ister miydim?

– Porno film çeken amatör bir çifti canlı olarak izlemek ister miydim?

– Sevişen insanları canlı olarak izlemek ister miydim?

– Peki, başka insanlar benim seks videolarımı izlesin ister miyim? Ya mastürbasyon yaparken?

– Kendi cinselliğimi amatör olarak kaydetmek ister miydim?

– Bir stüdyoda, yani orada iş icabı bulunan ve benim yaptıklarımı kayda alan insanların arasında seks yapmak ister miydim?

Bunlar tek yazıya sığmayacak kadar büyük sorular, ama ben yine de sığdırmayı deneyeceğim. Tabii soruları tek tek yanıtlamaya çalışmayacağım. Yukarıdaki sorularda aslında iki kategori var; izlenirken cinsellik yaşamak ve cinsellik yaşayanı izlemek.

İZLENİRKEN CİNSELLİK YAŞAMAK

Hayatımda cinsellik açısından en tuhaf hissettiğim anlardan birini lisedeyken yaşamıştım. Bir arkadaşım şöyle bir şey anlatmıştı: Bir grup arkadaş porno izleyip mastürbasyon yapıyorlarmış; adam sanırım kadının arkasındaymış; sonra bir noktada kadına şaplak atmaya başlamış, bunlara da bir gülme gelmiş. Kahkahalarla gülmekten mastürbasyonu bırakmışlar.

pinup vintageBunu anlattı, diğer arkadaşlar da güldüler. (Böyle benim gibi sıkıcı anlatmadı tabii o, daha komikli falan anlattı.) Bense olayın sonuna erişemedim, çünkü aklımda “Bir arada otuz bir mi çekiyordunuz?” sorusu dönüp duruyordu. Hala da inanamıyorum. Ne yani, toplanıp birlikte “Lan otuz bir çeksek ya?” deyip sonra da video mu açıyorlar? Ya da önceden mastürbasyon yapmak için anlaşıp mı bir araya geliyorlar? Nasıl başlıyorlar mesela?

Her neyse, yani sonuçta bence ben böyle bir şeyi mümkün değil yapamam. Biri bana bakarken işeyemiyorum daha. (Hatta bu yüzden umumi tuvaletlerde uzun sıralar bekliyorum kabine girmek için.) Başkalarıyla birlikteyken nasıl sertleşilir? Ya onlar benden önce sertleşirse, ya da mesela herkes boşalıp da bir ben kalırsam?

Benim başkaları bana bakarken cinsellik yaşamama imkan yok. Ben partnerimin bile beni yargılamasından kaygılanıyorum, bir de başka gözler mi eklenecek denkleme? Olacak şey değil. Utancımdan ölürüm de sevişmem.

CİNSELLİK YAŞAYANI İZLEMEK

Öte yandan, sevişeni izlemek ayrı bir soru. Gerçi tabii porno izlemek tam da bu oluyor, dolayısıyla “Ay yok izlemem” diyemeyeceğim kesin. Belki daha ilginç olan, tanıdığım birini cinsellik yaşarken izlemek.

Tabii ki o kişinin kim olduğu önemli. Burada şimdilik kendimin de çekici bulduğum insanlardan bahsedeceğim.

Bir keresinde sevişmekte olduğum birinden, ben ortamdayken mastürbasyon yapmasını istemiştim. Karşısında oturup öyle mal mal izlemedim gerçi, bir yandan ona dokunmaya devam etmiştim.

Ama sanki başka biriyle sevişirken de izlemek istermişim gibime geliyor. Daha doğrusu şöyle: Zaten sevişirken partnerimi heyecanlandıran beni de heyecanlandırıyor. Tabii sevişirken gözlemleme imkanım biraz kısıtlı oluyor, malum meşgul oluyor insan biraz. Ama partnerimin zevk aldığını izlemekten çok hoşlanacağımdan eminim. (Evet, bu aldığı zevki benim sayemde almıyor olacak; ama zaten sevişirken de, nasıl haz alacağını bilmeyen biri sırf ben bir şeyler yaptım diye olaydan zevk alır mı hiç emin değilim.*)

TÜM SEÇENEKLER BU İKİSİ DEĞİL Kİ

Gerçek bir eleştirel çalışmalar öğrencisinin fark edeceği üzere, seçenekler gözlemci veya gözlenen olmaktan ibaret değil. Bu ikisini aynı anda olmak da mümkün: Kendim sevişirken videomu çekebilirim mesela.

Bir kere, kendi bedenimi izlemeyi hiç istemem, zaten erkek bedenini çirkin buluyorum gayet. Olsa olsa partnerimi izlemek istiyor olabilirim. Tabii böyle bir videonun çekilmesi demek benim yine gerilmem demek: Ya hiç zevk almazsa? Ya da, ya zaten hiç zevk almıyorsa ama bunu şimdiye kadar fark etmediysem? vb.

Tabii bugün bir kadının seks videosunu çekmek aynı zamanda ciddi bir şantaj aracı olabiliyor. Dolayısıyla, böyle bir şeyi hiçbir partnerime asla önermek istemem. Hadi diyelim bana güvendiler (bence kimseye bu kadar çok güvenmesin kadınlar), ya bir şekilde bizim elimizden çıkıverirse video?

Yani teorik olarak bu ihtimal olsa da, gerçek dünyada asla denemeyeceğim bir seçenek gibi görünüyor bu. Yine de bahsetmeden geçmeyeyim dedim.

BİTİRMEDEN HEMEN ÖNCE

Hiç tanımadığım insanları sevişirken izleme sorusunu es geçtiğimin farkındayım. Oysa porno çoğunlukla bundan oluşuyor; hayal gücü gerçekte izlediğimiz şeye çok daha baskın oluyor. Belki başka yazıya artık…

İlk kılık kıyafet kuralları

Ne giydiğime tabii ki yıllarca ailem karar verdi – hayatımın ilk yıllarında yani. Ben de hiç yadırgamadım bu durumu.

Kıyafetlerimle ilgili hatırlayabildiğim ilk sosyal “baskı”yı sanırım 12-13 yaş civarında yaşadım. Baskı sözcüğünü tırnak içine alıyorum, çünkü ortada gerçek anlamda bir baskı yoktu. Şöyle:

Yazın birlikte sokağa çıktığım insanlar benden yaşça büyüktü. Büyük derken, sadece bir iki yaş fark vardı aramızda. Tabii onlar 14-15 yaşına geldiklerinde, bundan önce saklambaç falan oynarken hiçbir soruna yol açmayan yaş farkı şimdi göze batar oldu.

james bond

“Erkek gibi giyinmek” deyince James Bond

Gayet samimi bir şekilde, benimle takılmak istemediklerini söylediklerini hatırlıyorum. Büyüyorlardı, kızlara falan sarkıyorlardı; yanlarında da çocuk kılıklı birinin gezmesini istemiyorlardı. Onların yanında genellikle sessiz ve kendi halinde biri olduğum için, durumu açıklarken renkli kıyafetlerimden bahsetmişti aralarından biri – gerçekten de öyle falsolu bir laf etmişliğim yoktu pek.

Aslında ortada baskı yok gördüğün gibi. Sonuçta kimsenin bir başkasıyla takılması gerekmiyor. Takılmak istemediğini doğru dürüst söylediği sürece de ortada hiçbir sorun olmaması lazım. Ama elbette olaylar öyle gelişmedi tam olarak.

Yani evet, ben onlarla daha az görüşmeye başladım ve gece çıkarken beni de çağırmalarını beklemedim hiç. Öte yandan, kabaca on yıldır yaz tatilini birlikte geçirdiğim insanlardan bahsediyorum. Mahallede onlardan başka pek arkadaşım yoktu. Dahası, talihsiz bir şekilde, mahallede benim yaşımda pek kimse de yoktu. Onlarla takılmaya alternatifim, benden iki-üç yaş küçük olanlarla sıfırdan arkadaşlık kurmaktı. Ve tahmin edebileceğin üzere, ilk ergenler böyle şeyler yapmazlar pek.

Bu sürecin sonunda ne oldu hatırlamıyorum. Evden çıkmamış olmam mümkün değil, dışarı yalnız çıkmış da olamam. Belki “ne olduğu” değil de, “ne olduğunu hatırlamayışım” daha önemli bir husustur. Tek bir anı var, o da demin kısaca anlattığım “Abi mesela senin şortun renkli işte yani ne bileyim… Bizim de bir karizmamız var.” laflarının geçtiği konuşma.* Bu konuşmanın sonrasındaki aylarda ne olduğunu, hatta sonraki yazlarda neler olduğunu ise tamamen silmişim.

Silmediğim birkaç şey var gerçi:

  • O günden sonra, daha koyu renkli şortlarımı giydim hep. Renkli kıyafetler azalarak bitti. Siyah ve koyu kahverengi iki kay kaycı şortu hatırlıyorum mesela, uzun yıllar giydiğim.
  • Renkli şortu giymememle ilgili olarak annemle yaptığımız, çok çok kısa olmasına rağmen benim bugün hatırlayınca bile içimi bayan bir konuşma oldu. Saftirik bir biçimde – onun da tanıdığı – arkadaşlarımın ne dediğini anlattım. O da, bana o şortu almış kişi olarak, renkli giyinmekte ve rengarenk yaşamakta hiçbir sorun olmadığı, üstelik bu sıcakta kapkara giyinmenin pek de iyi bir fikir olmadığı gibi son derece mantıklı şeyler söylemişti. Tabii benim sorunum renkli giyinmekle değil arkadaşlarım arasında kabul görmekle ilgili olduğundan he deyip geçmiştim.
  • Sanırım aynı dönemde, aynı arkadaşlardan slip değil şort mayo giymem gerektiği konusunda da yorum aldım. O da jet hızıyla değiştirildi tabii.gangsta pants

Daha sonraki yıllarda, önce – Türkiye’de hiç olmamasına rağmen – MTV’deki hip hop furyasıyla (Eminem falan; yahu ne zordu Snoop Dogg kaseti bulmak…) beraber düşük belli pantolonlara geçiş yaptım. Türkiye’de yoktu deyince yurtdışından getirtiyormuşum gibi bir anlam çıkıyor, doğru değil o: Daha ziyade, mağazalarda zaten bulunan normal pantolonların çok büyük bedenlerini alıyordum.

Bu geniş giyinme alışkanlığım hiç değişmedi. Asla kumaş veya kadife pantolon giyemedim bu yüzden, ya da tayt gibi şeyler.

Epi topu birkaç yıl önce de tekrar renkli giyinmeye başladım. Bunu bir özgüven yenileme olarak görüyorum açıkçası.**

Sadede gelirsek:

Sanırım bu dışlanma kaygısı giyimimi ciddi ölçüde belirliyor. Bu belirleme, çift yönlü çalışıyor.

Bir ölçüde pozitif yanı var, yani hala kendi arkadaş çevremin kılık kıyafet yönetmeliklerine uymaya özen gösteriyorum. Ama bence artık daha baskın olan, negatif yönü: (Sosyal çevremin yoğun etkisiyle de olsa) kendimce bir “havalı” tanımı yapıyorum. Bu tanımın ayrılmaz parçalarından biri, farklı görünmek. Yani aslında dışlanma ihtimalini ortadan kaldırmaya değil, tam aksine dışlanma ihtimalini tamamen kendi kontrolüm altına almaya çalışıyorum.

Böylece, örneğin uzun saçıma dik dik bakan en-pek-müslüman bakkal amca beni dışlıyor ya, işte bu dışlanmadan kaçınabileceğim (sadece yarım saatini alır berberin) ve ama kaçınmıyor oluşum belirliyor kıyafetimi.

perroflauta

Perroflauta.

Sanki bir şeyleri savunuyormuşum gibi yazmışım. Belki de savunurum üzerine düşünsem gerçi. Ama şimdilik, sadece kendimde gözlemlediğim bir davranış kalıplarından bahsediyorum.

İyi ama tüm bunlar nereden mi geldi aklıma? İsmigül Şimşek’in Bianet‘teki “Bülent Arınç’a açık mektup” yazısını okudum***, benim “Tayyip ve adamları ! Sevişiyoruz. Alışın !” yazısı geldi aklıma. Bu blog doğası gereği do-it-yourself psikanaliz hizmeti sunuyor bana galiba; neler yapılıp nelerin yapılmaması gerektiği üzerine düşünürken ergenlik anılarım depreşti.

***

Not: Ergenlikten bahsederken çok zorlanıyorum. O dönemle ilgili hatırladığım pek az şey var zaten; üstelik hepsini şu üç kategoride sınıflandırabiliyorum: berbat, rezil, aşağılık. Kendim de fark ediyorum ki ne zaman bir şey anlatmaya çalışsam, bilinçsiz olarak lafı dolaştırıyorum ve/veya olayları eksik anlatıyorum. Buna rağmen, yazı bittikten sonra birkaç saate ihtiyacım oluyor kendime gelebilmem için. Yani demem o ki: Bu yazı sana çok dağınık geldiyse veya hiç ilgini çekmediyse, yapabileceğim bir şey yok, bazen (sıklıkla?) böyle olabiliyor, yine de arada bir ilginç şeyler çıkabilir bence.

***

* Bu konuşmayı çok detaylı hatırlıyorum aslında ama detaylandıramayacağım, çünkü yazdıkça kalbim sıkışıyor.

** Giyim kuşamımda çok köklü değişiklikler olmuyor, çünkü olamıyor. On iki yıldır giydiğim bir hırkam var, arkadaşlar arasında pek meşhur. Toplam üç kışlık pantolonuma bu sene bir yenisini ekledim, diğerleri arasında en yenisini yedi yıldır giyiyorum. Örnek olsun diye söylüyorum bunları, tüm kıyafetlerime genellenebilir.

*** “Biz iffetsiziz. Hem ulu orta kahkaha atan hem evlenmeyen hem sevişen hem bazen hemcinsleriyle sevişen hem de bazen doğurup bazen doğurmayan cüretkar iffetsizleriz biz.”