Özgürlük çetrefilli konu. Hele ki cinsellik bağlamında…
Ama işte tutup kişisel cinsel deneyimimle ilgili blog yazmaya başlayınca, lafın dönüp dolaşıp geleceği yer tabii ki seks, cinsellik ve özgürlük konuları oluyor.
Seks ve cinsellik açısından özgürlük meselesi, her birimizin her gün yaşadığı üzere, sadece devlet baskısından kurtulmak anlamına gelmiyor. Ailemizden komşu teyzeye, otobüs şoföründen kahvede boş boş oturan adamlara kadar (hatta ders kitaplarına, filmlere kadar) hayatın her anında cinsellik daracık kutulara sıkıştırılıyor. Bu anlamda, mesela
- “toplumsal cinsiyet baskısından, yani “kadının yapması gerekenler”, “erkeğin yapması gerekenler” gibi rollerden özgürleşmiş,
- cinselliği anormal bir şey gibi gören (giderek, aynı evi “kızlı-erkekli” paylaşan insanları fuhuşla zinayla falan suçlayan) muhafazakar zihniyetten özgürleşmiş,
- cinsel deneyimi sadece çoğalma merkezli gören (aslında muhtemelen Musa’nın başlattığı ama bugün Katolik Kilisesi’yle özdeşleşen ve İslam’ın da benimsediği) aile odaklı, dini hukuki cinsellik algısından özgürleşmiş,
- kadınla erkeği sadece cinsellik için var olduğuna inanan, böylece bir kadınla bir erkeğin yaşayabilecekleri tüm duygusal, tensel vb. paylaşımların ancak ve sadece seks için olabileceğini düşünen, cinselliğin bastırıldığı ve tabulaştırıldığı bir bakış açısından özgürleşmiş, ve öte yandan
- cinselliğin sadece kadınla erkeği ilgilendiren bir husus olduğunu sanan cinsiyetçi ve heteronormatif zihniyetten özgürleşmiş
bir cinsellik istiyoruz sanırım.” (Özgür seks ne kadar özgür?)
Bu örneklerin her birinde kendisinden özgürleşilecek şey de devlet veya kültür düzeyinde kurumsallaşmış bir toplumsal yapı oluyor. Bununla ilişkili olarak: Özgür seks yerine seksin özgürleşmesi lafını kullanıyorum dikkat edersen. Özgürlükten sadece “istediği gibi yaşama”yı anlamıyorum. Oradaki “istediği gibi” lafının altında yatan sosyal kabulleri de özgürlük açısından sorgulamak gerekiyor bence. Bu konuda uzun uzun ahkam kesmeyeceğim burada (keza şurada hazır kesilmişi var). Konuya dönelim.
Bu bloga başlamanın (hem düzenli yazma eyleminin, hem de arkadaşlarımla burada yazdıklarımdan hareketle yaptığım sohbetlerin) benim için özgürleştirici bir etkisi oldu.
Bu başarı blogun veya benim değil, toplumundur: Özgürleşilecek o kadar çok şey var ki, azıcık kafa yoran herkes bir ton ilginç şeye rastlayacaktır kendi cinsel hayatında.
Flört edeceğim diye şekilden şekile girmekten sünnete, yeni bir insanla tanışmaya çabalarken yaşadığım utançtan penetrasyonla ilgili dertlerime, partnerimin yaşadığımız cinsellikten zevk alıp almadığıyla ilgili kaygılarımdan daha geçen gün onu hayal ederek mastürbasyon yaptığım bir arkadaşımla dedikodu yaparken yaşadığım gerginliğe kadar günün ve hayatın her anında cinselliği baskılayan unsurlarla çevriliyiz.
Ama madem ki bu blogun benim kişisel deneyimlerime dayandığını iddia ediyorum, o zaman burada tutup kadın cinayetlerinden, tacizden falan bahsetme ukalalığını etmeyeyim. Onun yerine, bu bloga yazarken keşfettiğim bazı özgürleşme noktaları hakkında ukalalık edeyim.
- Neyin seks olup neyin seks olmadığı konusunda genellikle çok katı sınırlar çiziliyor. Mesela bekaret ve ilk sevişme konusunda hizayı vajinal penetrasyondan çiziyoruz ve olay bitiyor. Ama bence cinsel deneyimler sanıldığından daha geçişli. Örneğin dans etmek veya birlikte uyumak gibi son derece erotik eylemler bazen hiç de seks sayılmıyor. (Seks değilse bile seksi bir şey olduğuna eminim oysa ben.)
- Yine de, seks sayılmayan bu şeyler bazen aldatma sayılabiliyor. (Bazen de sayılmayabiliyor.) Birçoğumuz şu ya da bu ölçüde açık ilişkiler yaşıyoruz, hatta çok-aşklı deneyimlerimiz oluyor, ama sırf o kalın çizgiler bu ayrıntıları göremediği için tüm o deneyimler de yokmuş gibi davranıyoruz.
Belki de yukarıda saydığım toplumsal yapılardan özgürleşme mücadelesi, bu yapıların kendi ahlak kalıplarımıza nasıl yansıdığını görerek onlardan özgürleşme çabasıyla el ele ilerlemeli. Bu da tabii yeni bir ahlak seti hakkında kafa yormak demek olacak. Yani kısacası diyorum ki, bence daha çok konuşmalıyız seks ve cinsellik hakkında.