Monthly Archives: February 2014

Kızlar, bacaklar ve etekler

Ortaokulda kızların bacaklarına bakıyordum. Bakıyorduk. Böyle bir genel pratik vardı.

Özellikle rüzgarlı havalarda, servise binerken ve tabii ki normal normal otururlarken… Yani “özellikle hep, daima“. Bilinen bir şeydi bu, üzerine konuşulan bir şeydi hatta.

Kızlar arasında pek ayrım yapılmazdı iş bakmaya gelince. Elbette üzerine konuşmak açısından ayrımlar vardı. Hangi kızlar hakkında konuşulacağı ve hangileri hakkında konuşmaya değmeyeceği ile ilgili genel kanılar vardı.just legs

Cinsellikle yeni tanışıyorduk. Her yerde seks görüyorduk. Cinsiyetçi küfürler havada uçuşuyordu. Neredeyse tüm hit şarkıların sözleri cinsiyetçi olarak değiştirilmiş versiyonları mevcuttu.

Biraz alakasız olabilir, ama bana önemliymiş gibi geliyor: Ben ortaokul ve liseyi aynı okulda okudum. Dolayısıyla 12 yaşındayken, okuldaki en küçük bizdik ve 17 yaşındaki insanlarla aynı ortamdaydık. Bunun cinsellikle ilgili bir miktar “çabuk olgunlaşma”ya, bir miktarda “aceleciliğe” yol açtığını sanıyorum. Bunu kötü bir şey olarak söylemiyorum. Sadece, serviste, teneffüslerde vb. cinsel gelişiminin ileri evrelerinde olan insanlarla karşılaşmanın bizi çok etkilediğini söylüyorum. Konuya dönelim.

Evet, kızların bacaklarına bakıyorduk.

Cinsellikle ilgili bilgimiz de deneyimimiz de sıfırdı. Daha da uzunca bir süre sıfır kalacaktı (çünkü o “havalılar” arasında değildik biz).

Normalde, bir kızı/kadını seyretmek, eğer bu kişiyi huzursuz edecek veya cinsel anlamda tehdit edecek bir sonuç vermeyecekse gayet kabul edilebilir bir durum. Genellikle (ama her zaman değil*) ne fiziksel ne sözlü taciz ima ediyordu bakışlarımız. Sadece bakıyorduk. Bakmak için binbir şekle giriyorduk, ama nihayetinde sadece bakıyorduk.

body language

Al sana beden dili. Çöz bakalım ne anlatıyor bu poz…

Ama aslında kızları tehdit ediyorduk !

Evet, bakarken pek ayırt etmiyorduk.

Ama kimin ne kadar açık-saçık olduğu, kimin altına ne giydiği vb. konular kızların etiketlenmesinde önemli bir unsurdu. Neyin göründüğünü umursamayanlar da, bir şeylerin görünmemesi için ciddi emek sarf edenler de hoş karşılanmıyordu. Yani ortada çok yoğun bir kolektif kontrol mekanizması vardı.

Her an, her saniye, her kızı tüm bu sosyal sonuçlarla tehdit ediyorduk.

Buradan, erkekler üzerinde kontrol mekanizması olmadığı anlamı çıkmasın. Düzgün küfredebilmekten kavgadan kaçmamaya, karı-kız mevzularında ahkam kesmekten çok entel-dantel olmamaya kadar birçok kriter vardı. Bu kriterleri hem erkekler hem kızlar kontrol ederler, seninle ona göre ilişkilenirlerdi.

Kızlar üzerindeki bu yoğun kolektif kontrolde diğer kızların rolü neydi bilmiyorum, ama sanıyorum onlar da bu konuları konuşuyorlardı.

bad-luck-brian

Ortaokul öğrencisi. (temsili resim)

Demek ki bizim bakışlarımız, tek başlarına pek bir anlama gelmemekle beraber, tüm bakışlarla birleştiklerinde aslında kızlara sürekli mesaj ileten ve duruşlarını kontrol etmelerini söyleyen bir büyük sosyal makine oluşturuyorlardı. Üstelik sadece çok açılıp saçılmamak anlamında değil, eteğini çekiştirmeyi takıntı haline getirmemek anlamında da kurallar koyan karmaşık bir değerler sistemi vardı.

Tüm bunların yanında, çok güçlü karakteri olan birkaç kişi hatırlıyorum. Bu kızlar, nerelerinin ne kadar açıldığından bağımsız olarak hepimizin saygısını gören, düzgün arkadaşlık kurulabilen insanlardı. Bir kalemde aklıma gelen örnekler

  • doğal olarak hiç eteği açılmayan, ama tüm kriterlere göre çok çekici bir esmer güzeli,
  • bir yerinin açılıp açılmadığıyla ilgilenmeyen, gerçek anlamda rahat davranan biri,
  • hepimizce “taş” kabul edilen ve daima kısa etek giyen biri,
  • pek çekici bulunmayan, orası burası da genellikle görünmeyen biri.

İki şeyi tekrar vurgulayayım: Bunlar tüm örnekler değil, ama ilk aklıma geldikleri ve bu yazı bağlamında çeşit yarattıkları için yazdım; bu bir. İkincisi, buradan bu kızların bacaklarına bakmadığımız veya bu konuda konuşmadığımız anlamı çıkmasın. Gayet de bakıyorduk. Farklı olan, bu bakışlarımızın veya konuşmalarımızın bu kızlara yaklaşımımızı değiştirmiyor olmasıydı.

Gerçekten, bazı kızlar için, “hafiflik” üzerine konuşulmayan bir konuydu. Hafif ya da kolay olup olmadıklarını konuşmuyorduk. Dikkat edin, konuşup da hafif/kolay olmadıklarına karar veriyorduk, demiyorum. Etekleri ve bacakları bu konuda bir kriter olmuyordu, diyorum. Bu konuyu bu açıdan konuşmuyorduk.

Bu kızlar nasıl olup da onca öküz erkeğe kendilerini kabul ettirmişlerdi? Kendilerine duydukları özgüvenin doğal bir sonucu muydu bu, yoksa bilinçli bir çaba mı sarf ediyorlardı? Kendilerini nasıl hissediyorlardı? Bizim hakkımızda ne düşünüyorlardı?

Hiç bilmiyorum.

Tek bildiğim, kızların cinselliklerini ifade etmeleriyle ilgili karmaşık ve yer yer tutarsız bir kurallar silsilesi olduğu, dolayısıyla, aslında – hele ki o yaşta – çok normal ve doğal olması gereken bakma/seyretme eyleminin gayet de taciz niteliği taşıdığı, üstelik tüm bunların kız-erkek hepimiz tarafından normal kabul edildiği.

Dahası, bugünden oraya baktığımda, acaba hem “en ezikler” grubuna düşmemeyi hem de bu konularda daha doğru bir konum almayı başarabilir miydim, bilmiyorum.

Böyle bitirince "Kızlar yapabilir ama erkekler yapamaz" gibi bir anlam çıktı, bari görselini de koyayım da iyice rezil olayım dedim.

Böyle bitirince “Kızlar yapabilir ama erkekler yapamaz” gibi bir anlam çıktı, bari görselini de koyayım da iyice rezil olayım dedim.

***

* Bu yıldız çok kilit. Burada hep “hepimiz”in yaptığı şeylerden bahsediyorum ve kişisel olarak yaptığım ve yıllardır yükünü üzerimden atamadığım birçok şeyi anlatmıyor, dahası tüm olan biteni anonimleştiriyorum. Daha ciddi itiraflardan konuşmak için hem cesarete hem de kafamı toplamaya ihtiyacım var.

Daha hızlı ! Evet ! Daha hızlı !

Sevişirken partnerimin ne istediğini anlamadığımı ya da en azından anladığımı hissetmediğimi söylemiştim. Özellikle seks etkinliğini bir etkinlik olarak sadece pornodan öğrenen benim gibi insanların, partnerlerini anlamak için mutlaka bir çeşit yönlendirmeye ihtiyacı olduğunu düşündüğümden bahsetmiştim.

Yakın zamanda, meselenin sandığımdan da karışık olduğunu fark ettim.neverseenanythinglikethis

Geleneksel porno sektörü, bir erkeğe, sadece kadınların ne istediğiyle ilgili yanlış bilgi vermiyor. Aynı zamanda, nelerin erkeğin hoşuna gideceğiyle ilgili de gizli varsayımlar yapıyor.

Penetrasyonun daha hızlı ve daha sert olması gerekmediğini, hatta bunun çoğunlukla (ama her zaman değil) sikmek anlamını içerdiğini, yani seksin kadının bir çeşit cezalandırılması (ve kadının da bunu istediği) anlamına geldiğini fark etmek için dahi olmaya falan gerek yok. “Lan ben ne izliyorum?” diye bir an düşünseniz, ilk aklınıza bu gelir zaten.

Ama nihayetinde, erkek egemen bir toplumda olduğumuzu, bu fast and furious tarzın erkeğin fiziksel hazzını arttırdığını ve dolayısıyla – kadınların orgazmı diye bir derdimiz olmadığına göre – kendi keyfimize bakmamızın öğütlendiğini sanmıştım. Oysa erkeğin en çok keyif aldığı yöntemin bu olduğu da hiç bariz değil. Mesela sevişmenin sonuna doğru bilinçli olarak yavaşlamak hiç aklıma gelmemişti yakın zamana kadar. Bir süredir bunu deniyorum ve şaşırtıcı derecede zevk alıyorum.erkekorgazm

Evet, hızlanmak bazen çok eğlenceli olabiliyor. Sadece partnerimin çıkardığı sesler veya bedenlerimizin birbirine çarpmasıyla çıkan sesler değil, etrafımızdaki nesnelerden (koltuk, yatak, masa, artık her ne varsa çevremizde) çıkan sesler de ayrıca tahrik edici olabiliyor.

Yine de, cinselliğin yavaş ve yumuşak başlayıp (öpüşme, sarılma vb.) düzenli olarak hızlanması ve en hızlı şekilde de bitmesi diye bir kural yok. Daha doğrusu, böyle bir kural varmış gibi hareket ediyoruz sanki. Oysa ben boşalma anımı daha ziyade “düzensiz kasılmalar” ve “sarsıntılar” şeklinde ifade ederim. Yani tam da hızın aksi şeyler oluyor bedenimde orgazm esnasında.*

Bu bariz gözlemin ardından, cinselliğin sonuna doğru yavaşlamayı denedim. (Tabii bunu önce mastürbasyon yaparken denedim, yoksa partnerimi deney alanı olarak kullanıyor değilim.) Ve çok ilginç bir şey fark ettim !

Yavaş ve yumuşak bir penetrasyonla orgazma yaklaştığım takdirde, orgazm esnasında ne sarsılma ne de benzeri bir kesintili tepki veriyor bedenim. Aynı tempoda devam ederek boşalıyorum.

“E ne var yani, bu da başka bir yöntem sadece.” diyebilirsiniz, ama bence birkaç ciddi faydası var:

  • Boşalma anını yaşamamı sağlıyor. Genellikle tüm diğer cinselliği yaşayıp son boşalma anında kelimenin ilk anlamıyla “boşalmak” yerine, orgazmın bizzat kendisini de deneyimleyebiliyorum. Görüntülere, hareketlere, seslere odaklanabiliyor, beni daha da heyecanlandıracak şeyler (bedenimin/bedeninin özel bir noktasına dokunmak, öpmek vb.) yapabiliyorum.
  • Bu anı yaşamak, ayrıca, sonrasındaki takıntılarımın da bir kısmını çözüyor. Diğer durumda orgazm anında hiçbir şey gözlemleyemediğim için her aklımın bir köşesinde “Acaba bu onun hoşuna gidiyor mu?”, “Canını acıtacak bir şey yapmış olabilir miyim?” gibi sorular dururdu. Oysa bu yavaşlık, partnerimle iletişimimi korumamı sağlıyor ve bahsettiğim dertlerden muaf olabiliyorum.oneofmany
  • Son olarak, sarsıntılarla boşaldığımda her şey çok aniden olurken, penetrasyonu yavaşlattığımda orgazmın daha da uzadığını gözlemledim.

Kısacası, orgazmı yavaş penetrasyonla yaşamanın cinsel zevki arttırabileceğini fark ettim. Daha da ilginci, bugüne kadar böyle yapmamamın ardında sadece izlediğim/okuduğum/gördüğüm/duyduğum kalıplardan doğan bir şartlanma olduğunu fark ettim.

Oysa her zaman “başka türlü bir şey” mümkün.

***

* Orgazmla boşalma aynı şey mi bilmiyorum ama karıştırma şimdi başka şey anlatıyorum bak.

Aşk yoksa seks yok… mu?

Kısa yanıt: Var.

Uzun yanıt zor ve tek yazıya sığdırabilir miyim emin değilim.Tennis Australia Commission Shoot

Önceki yazımda seksle tenis oynamak arasında paralellik kuran bir diyalogdan bahsetmiştim. Ben de böyle bir paralellik görüyorum, ama “altı üstü tenis gibi bir şey” anlamında değil, “tenisle kıyaslanabilir bir aktivite” anlamında görüyorum. Daha doğrusu: İki faaliyetin kıyaslanabilmesi, kıyaslanınca denk çıkacakları anlamına gelmiyor.

Evet, seks de, tenis gibi, zaman ve enerjimi başka biriyle/birileriyle paylaştığım, keyif aldığım ve beni geliştirdiğini hissettiğim bir etkinlik.

Seksle tenis arasında gerçekten de kategorik bir fark olmadığını düşünüyorum. Evet, ortada nicelik açısından, yani paylaşımın niceliği açısından ciddi bir fark var. Ama bu niteliksel bir farka denk düşmüyor.

Maç sırasında dur otur küfreden biriyle tenis oynayabilir miyim bilmiyorum. Ya da, iyi bir oyuncu olsa bile, çirkeflik yapan biriyle oynayabilir miyim? Hatta ırkçı olduğunu bildiğim biriyle tenis oynayabilir miyim emin değilim mesela. Yani tenis oynamak da öyle herhangi biriyle yapacağım bir şey değil.

Burada kilit olan, teniste kendimden paylaştığım kısmın görece sınırlı olması. Bunu sadece bedenimi paylaşmak olarak düşünmeyin ama. Teniste duygusal paylaşım da görece sınırlı oluyor. Bu anlamda, tenisten sekse kadarki yolda* benim paylaşım diyeceğim bir sürü aktivite var: sohbet etmek, birlikte yemeğe çıkmak, dans etmek bunlardan sadece bazıları.dancingromantic

Yine de, seks, çok yoğun bir paylaşım olmakla beraber, paylaşımlardan bir paylaşım olmak dışında bir şey değil. Zaten örneğin dans etmek gibi şeyleri seksten nasıl ayırt ediyoruz bilmiyorum pek. Dahası, eğer arkadaşlarımla seviştiğimi hayal edebiliyorsam, onların bir kısmıyla gerçekten de sevişebileceğimi inkar etmek ikiyüzlülük olur.

Seks ve tenis hakkında bu kadar konuştuktan sonra, başlıkta geçen ilk sözcükle ilgili de birkaç laf etmem lazım herhalde.

Seks hakkında konuşmak biraz daha kolay, ama gayet de zor. Cinselliğin nerede başladığı hakkında kafam çok karışık. (Yine de, tenis oynamanın seks olmadığını söyleyebilecek kadar net sayılırım.) Ama konu aşk olunca, fiziksel dünyada yapılan şeyler üzerinden referans noktası aradığımda hep kendimle çelişiyorum. Bir yandan, tüm ilişkilerin bir ölçüde çok-aşklı (poly-amorous) olduğundan şüpheleniyorum. Bir yandan da, sanki aşk dediğim şey “her şeyini paylaşma isteği”ni içeriyor olmalıymış, dolayısıyla yukarıdaki tenis-seks tartışmasından bağımsız olamazmış gibime geliyor. Neyse ki buradaki “her şey”, sadece verili bir anda fiziksel dünyadaki paylaşımlardan ibaret olmayıp, geleceğe desohesays uzanan, planları vb. de içeren bir genel paylaşma hali anlamına geliyor. Zaten böyle de olmasa, arzularımla aşkı ayırt edemezdim muhtemelen.

Aşk hakkında ilham verici bir şeyler yazamayacağım ortada. Onun yerine seksin “sadece seks” olmadığı hakkında bir şey söylemek istiyorum:

Dikkat ederseniz yukarıda tenisten sekse giden bir yol olduğundan ve arada birçok başka etkinlik olabileceğinden bahsettim. Yani aslında cinselliği, bir açıdan, diğer etkinliklere kıyasla daha üst bir yere, hatta belki de en üst yere koydum. Bu gayet öznel bir değerlendirme tabii ki. Yine de, benim için seksin hem “paylaşımlardan bir paylaşım” olduğunu söylerken, hem de “epi topu bir paylaşım” olmadığını söylemiş oluyorum.  Dolayısıyla, biriyle sevişmek istemem, aslında o kişiyi gerçekten önemsediğimi falan da gösteriyor.

Bu yazıya bir problematik tarif etmeden, sadece ortaya bir soru atarak başladım. Ama aslında problematiğe yazının içerisinde değindim bile:

Sevişmek istediğim insanlar var, ama bu insanların hepsine aşık değilim ben. Asıl soru şu: Eğer seks isteği aşkı gerektirmiyorsa, aşkın aşk olduğuna nasıl karar veririz? Daha doğrusu, ben karşımdaki insana aşık olduğumu (ve tabii aşktan ne anladığımı) nasıl anlatabilirim? En zoru; biriyle sevişmeyi gerçekten çok istediğimde, bu kişiye, ona aşık olmadığımı ama buna rağmen ona karşı gayet yoğun şeyler hissettiğimi, tutarlı bir şekilde nasıl açıklayabilirim?

Bu yazıyla bu sorulara yanıt verdiğimi falan iddia etmiyorum tabii ki. Sadece, aklımda dönüp duran sorunsalın bu olduğunu ve yazıyı bu gözle yazmış olduğumu, böylece yazının bu bağlamda okunmasını istediğimi söylüyorum.

whatislove

Not: Yazı boyunca her cümlenin başına “bence” sözcüğünü ekleyin, beni yormayın.

***

* Bu yolun doğrusal olduğu anlamı çıkmasın bu tümceden.

“Friends with Benefits” ve Hollywood’un seksten anladığı

Çok kötü bir Hollywood filmi izledim. Yine de, iyi ki izlemişim.

Friends with Benefits, başrollerde Mila Kunis ile Justin Timberlake’in oynadığı, neredeyse hiçbir özgünlük barındırmayan ve film çekme reçetelerinin eklektik bir şekilde birbirine yapıştırılmasıyla oluşturulmuş bir film. Kesinlikle bir zaman kaybı. Sakın izlemeyin.benefits

Film, arkadaşlıklarına seks, ama sadece ve sadece seks eklemeye karar veren bir kadınla bir erkeğin hikayesi. Erkek New York’a taşınıyor ve kadınla tanışıyor. Tesadüfe bak, ikisi de hemen öncesinde bağlanma sorunları sebebiyle sevgililerinden ayrılmışlar. Günlerden bir gün konuşurken “E hadi sevişelim lan.” deyip arkadaşlıklarına böyle bir boyut ekliyorlar. Sonra malum kafaları karışıyor falan filan.

Uzatmayayım. Sonunda, beklendiği üzere, birbirlerine aşık oluyorlar ve tadaa, mutlu son.

Filmde kayda değer iki nokta var:

Bunlardan ilki şu: Erkek karakter “Neden seks de diğer başka faaliyetler gibi olamıyor ki? Mesela tenis. Buluşursun, tenis oynarsın. Sonra el sıkışır ayrılırsın.” diyor. Kadın onaylıyor. Zaten bu konuşmadan hemen sonra erkek kadına “Ya aslında, tenis oynasak ya?” diyor vesaire. Bu elbette özgün bir laf değil. Sadece bana bu konuyu, yani cinselliğe ne anlam yüklediğim konusunu hiç işlemediğimi hatırlattı. Buna başka bir yazıda değineceğim.

İkinci ve asıl önemli olan ise, tenis muamelesi gösterecekler ya sekse, öncesinde paldır küldür kurallar koymaya başlıyorlar: “Şunu yaparım.”, “Şundan hiç hoşlanmam.”, “Şunu mutlaka yapmalısın.” gibi. Dahası, sevişirken de sözlü olarak birbirlerini yönlendiriyorlar: “Daha hızlı.”, “Boynumu öp.”, “Saçımı tut.” vb. Hatta ilk seks sahnesinde kadın erkeğin oral seks konusundaki kabiliyetsizliğiyle dalga geçiyor ve ona ne yapması gerektiğini öğretiyor.justenough

Hollywood karakterlerimiz tüm bunları, tenis oynarkenki profesyonel yaklaşımla yapıyorlar. Filmin bize verdiği mesaj, mahrem alanın yerini araçsallaştırılmış hayvani bir faaliyetin almakta olduğu. Zaten film bu “sorunu” çözecek şekilde “mutlu” sonla bitiyor.

Şimdi artık filmi unutalım ve kendimize şu soruyu soralım: Ya biz partnerlerimizle hiç konuşuyor muyuz cinsellik aktivitesi hakkında?

Hadi diyelim ki bazılarımız için seks esnasında bu gibi konuşmalar anın büyüsünü bozuyor, peki ya öncesinde veya sonrasında konuşuyor muyuz?

Bu meseleye “Kadınlar Ne İster?” yazımda biraz değinmiştim, şimdi başka bir boyutuna odaklanmak istiyorum.

Benim şimdiye kadarki deneyimim, hiçbir kadının ben sormadan bana ne yapacağımı söylememiş olması. Konuyu, tabii ki gayet tedirgin bir biçimde, hep ben açıyorum. Açtıktan sonra da genellikle partnerimin ağzından cımbızla laf alıyormuş gibi hissediyorum.

Sadede geleyim:

Tüm cinsellik bilgisini abuk subuk porno filmlerden edinmiş olan bunca erkek, eğer kimse onları uyarmazsa uzunca bir süre kendilerini kandırarak (ve partnerlerini mutsuz ederek) yaşayacak.

İşin kötüsü, doğrusunu öğrenmenin bir yolu yok, çünkü “doğrusu” diye bir şey yok. Her kadının tahrik oldukları şeyler farklı, her kadını rahatsız eden şeyler farklı. Dolayısıyla her partnerin bedeniyle baştan tanışmak gerekiyor. Kolay yol, her kadının profesyonel porno vidtalkaboutiteolarındaki kadınlar gibi olduğunu varsayıp bodoslama dalmak. Daha az kolay yol, her yeni kadının, önceki partnerlerimizle hemen hemen aynı olduğunu varsayıp bodoslama dalmak. Zor olan ama cinselliğin sağlıklı bir paylaşım haline gelmesini sağlayan yol içinse, mutlaka ve mutlaka kadınların açıkça konuşmaları lazım.

Kadınlar, her şeyden önce kendi cinsel hazlarını kurtarmak için ama aynı zamanda benim durumumdaki güvensiz ve kararsız erkekleri “adam etmek” için de seslerini çıkarsalar ne güzel olurdu.

***

Eksik kalmasın, filmin künyesini de vereyim.

Friends with Benefits (2011)

Yönetmen: Will Gluck

Oyuncular: Mila Kunis, Justin Timberlake, Patricia Clarkson