Tag Archives: erotika

“O”nun Hikayesi ve daima sevişmeye hazır kadın

reageO’nun Hikayesi“, 1954 yılında Pauline Réage mahlasıyla Anne Declos’un yazdığı bir erotik roman. Kitabın büyük bir kısmı BDSM (bondage, dominance, submission, masochism) diyebileceğim seks sahnelerinden oluşuyor; ancak anlaşılan kitabın asıl önemi gönüllü seks köleliğini işlemesinden geliyor.

KİTABIN Konusu

Parisli bir moda fotoğrafçısı olan O’nun sevgilisi René onu eğitmek üzere iki hafta boyunca başka erkeklerle paylaşır ve çeşitli işkencelerden geçirir. Ardından O’yu Sir Stephen’a hediye eder; böylece O sevmediği birine itaat etmeyi öğrenerek eğitimini sürdürecektir.

Stephen’ın onu götürdüğü başka bir mekanda çok daha kapsamlı ve burada yazmayı midemin kaldırmadığı bir eğitimden geçer, kalçasına Sir Stephen’ın ismi ‘sahibi’ olarak dağlanır.

Son bölümlerini de anlatmayayım ilgini çektiyse okursun diye.

BDSM ve KÖLELİK

Şimdilerde öyle çok da herkesin gündemi olmayan şey, o tarihte Sade’la falan da beraber sanırım önemli bir konuymuş – en azından Fransa’da: Birini sevmenin anlamı.

Benzer bir tatışma yıllar sonra Emmanuelle‘de de geçiyor bak; Emmanuelle cinsel özgürlüğü hiç arzulamadığın birine kendini sunmakla ölçüyor. O’nun Hikayesi’nde de O, René’ye bağlılığını, sırf René istiyor diye hiç de sevmediği insanların ırzına geçmesine ve ona fiziksel şiddet uygulamasına izin vermekle ispat ediyor.

Bunu evrensel bir tanım olarak almak tabi ki mümkün değil, ama kendi hislerini böyle dışa vurmak isteyen biriyle de nasıl ve hangi temelde tartışabileceğimi bilmiyorum. (Sırf karşımdakinin temelini değil, kendi görüşlerimi de nasıl temellendireceğimi bilemiyorum.)Histoire_d_o

Neyse, zaten şiddet baskı falan içeren cinsel faaliyetlerle hiç aram yok – öyle ki partnerim defalarca “yok be yahu, ben biliyom denedim” demesine rağmen anal seksin onun canını acıtacağından korktuğumdan asla deneyemedik.

O yüzden kitabın ne asıl tartışmasına, ne de pornografik içeriğine dahil edebildim kendimi.

HER ZAMAN HAZIR BİR KADIN

Ama okurken dikkatimi çeken bir detayı paylaşmak istiyorum. Kitabın ilk sahnesinde René O’yu bir şatoya bırakıyor, bu şatoda özel kurallar altında çeşitli erkekler bazen yüzleri maskeli olarak, bazen O’ya göz bandı takarak O’yla cinsel ilişkiye giriyor, onu kırbaçlıyorlar falan. Bu “özel kurallar”dan biri çok enteresan:

Her zaman cinselliğe hazır olmasını ve bunu her zaman göstermesini istiyorlar. Bu sebeple asla vücudunu kapatan ve zor çıkarılan kıyafetler giymiyor, asla iç çamaşırı giymiyor ve -hazır olun- asla bacak bacak üstüne atmıyor, oturduğunda asla dizlerini birleştirmiyor ve gün boyunca asla dudaklarını kapatmıyor!

Yukarıda da dediğim gibi, bunu etik olarak falan tartışmakla ilgilenmiyorum – en azından bu yazı dahilinde. Ama şöyle bir şüphe uyandı bende: İyi ama tüm bu açıklık beni daha çok tahrik etmez ki!

Beni tahrik eden, aksine, her an, sevişirken bile, partnerimin üstünde birtakım kıyafetler olması ve sürekli onu soymaya devam edebilmem. Mesela bir eteği olsa bunu kaldırabilirim, sonra başka şeyler yaparken geri kapanır, böylece tekrar açabilirim. Veya bir gömleği olsa önünü açabilirim, partnerimin arkasındaysam gömleği yukarı sıvayabilirim, ve bunları seks boyunca tekrar tekrar yapabilirim.

Gerçekten de, çıplak ve bacakları açık bir kadına, rüzgarda eteği havalanıp taytı görünen bir kadına baktığımdan daha az bakacağımı sanıyorum.

Yani kitaptaki bu insanların sevgi anlayışlarıyla ve cinsel zevkleriyle kişisel bir ilişki kuramamanın yanında, bu zevklerin kendini dışa vurma biçimleri de benimkilerden oldukça farklı çıktı.

Senin partnerin sana “Ne istersen yaparım.” dese ne istersin?

Emmanuelle ve erotisizm

Emmanuelle, küçükken herkesin bahsettiği, dur otur Show TV’de yayınlanan ama geç saatte ailemize fark ettirmeden izlemeyi çok azımızın başarabildiği o meşhur “kırmızı noktalı” film. İşte onun kitabı da var. Ve hatta o kitabın ikincisi de var…mış. Şans eseri denk geldim. Filmi daha hala izlemediğimi de hatırlayarak, bari kitabı okuyayım dedim.Emmanuelle Book

Hikaye, Bangkok’ta erotisizmle tanışan Emmanuelle’in başından geçen seks deneyimleri ve sohbetlerinden oluşuyor. Anladığım kadarıyla bir çeşit Taoizm’den bahsediyoruz, ama ilk kitabı okumadığım için pek yorum yapamayacağım. Zaten burada kitabı özetlemem de saçma olur, hele ki Wikipedia’nın icadından sonra.

İlk kez bir erotik romanı kamusal alanda okudum. Gırla seks sahnesini otobüste, metroda, yolda yürürken, kafeteryada falan okumak ilginç bir deneyimdi. (Kapladım tabii kitabı.) Hiç heyecanlanmadım. Yani, birileri bana böyle olaylar anlatsa muhtemelen heyecanlanırdım, evde yalnızken benzer videolar izlesem heyecanlanırdım. Ama kitabı okurken heyecanlanmadım. Oysa sahnelerin tasviri gayet başarılı. Demek ki cinselliği mekansal bağlamdan kopuk olarak deneyimleyemiyormuşum. Bağlam değişince okuduğum şeyin anlamı da değişiyormuş.

Neyse, kitaba döneyim. Continue reading

Porno mu Erotika mı? – Greta Christina

Pornoyla erotika arasında işe yarar bir ayrım yapılabilir mi?

Benim bu soruya klasik yanıtım, pornoyla erotika arasındaki ayrımın bayağı yapay olduğu. Genellikle mesele öznel zevkle iç içe geçmiş karakter ve hatta ahlaki yargılardan ibaret. “Ben erotika seviyorum; sen porno seviyorsun; onlar pis iğrenç şeyler seviyorlar.”

Ama bazen boş zamanım olduğunda, sırf eğlence olsun diye, bir yanıt bulmaya çalışırım. Kendime derim ki “Eğer biri kafama silah dayasa ve “porno” ile “erotika” arasında tutarlı, bu sözcükleri kullanan insanların çoğunun teslim edeceği ve hatta kabul edebileceği bir ayrım yapmamı istese … nasıl yanıt verirdim?” Birini diğerine tercih edip etmediğimden bağımsız olarak; erotika alicenap ve güzelken pornonun zevksiz ve aşağılayıcı olduğamericaneroticau genel hükmünü kabul edip etmediğimden bağımsız olarak ama… (Veya bir diğer genel hükmü, porno heyecan verici ve ateşliyken erotikanın boğucu ve sıkıcı olduğunu kabul edip etmediğimden de bağımsız olarak) Bu ikisi arasında kullanılabilir bir fark var mıdır?

Şimdilik aklıma gelenler şunlar oldu.

Porno, ana maksadı hedef kitlesinin cinsel olarak uyarılması olan ve bunun dışındaki sanatsal/siyasi/kültürel maksatları ikincil veya tesadüfi olan cinsel içerikli sanattır.

Erotika, ana maksadı hedef kitlesinin cinsel uyarılmasındansa sanatsal/siyasi/kültürel bir hedefe ulaşmak olan ve cinsel olarak uyarılmanın ikincil veya tesadüfi olduğu cinsel içerikli sanattır.

Bu tanımların, hangisinin daha iyi olduğuna dair hiçbir yargı içermek zorunda olmadıklarına dikkatinizi çekerim. Tabii böyle bir yargıyı sıklıkla içerirler – seksin olumsuz algılandığı, cinsel olarak uyarılmanın kendi başına değerli bir amaç olarak görülmediği falan filan bir toplumda yaşıyoruz – ama tanımlar böyle bir yargıyı içermek zorunda değil. En azından teorik olarak, cinsel içerikli bir eserin ana maksadının cinsel uyarılma mı başka bir şey mi olduğunu, bunlardan birini diğerine ahlaki olarak üstün görsek de görmesek de tartışabiliriz.

Ama bu tanımda çok ciddi bir yanlışlık görüyorum. O da şu:

Ya hedef kitlenin cinsel olarak uyarılmasının bizzat kendisi sanatsal, kültürel ya da politik bir amaçsa?

Doğrudan aklıma gelen örnek On Our Backs, 80’lerin sonu ve 90’ların başında yayınlanan “lezbiyenler tarafından lezbiyenler için” seks dergisi. On Our Backs’teki işlerin bir kısmı kesinlikle ciddi edebi, sanatsal, siyasal vb. içerik taşıyordu – Dorothy Alison yazdı onlar için, onunla beraber Sarah Schulman, Jewelle Gomez, Sapphire, ben ve daha birçok ciddi yazar. Ditto fotoğrafçılık yaptı. Ama o dergideki bol miktarda iş de harbi pornoydu. Dergi kadınları tahrik etmek ve onların boşalmasını sağlamak için vardı. Nokta.on our backs

Ama bunun bizzat kendisi ciddi bir siyasal isyandı. Kadınlar için – kadın yazarlar, fotoğrafçılar, yayıncılar, okuyucal için – yüksek sesle “Biz seksi seviyoruz; açık seçik olmayı seviyoruz; bunları yapacağız, satacağız, satın alacağız ve bunların üzerinde boşalacağız; hoşuna gitmeyen varsa da bakmasın.” demek, bu çok ciddi bir politik açıklamaydı. Lezbiyen cemaatinin hem içinde hem dışında geniş etkileri olan bir açıklamaydı. Üstelik sadece ana akım kültüdeki cinsiyetçiliğe ve seksin olumsuzlanmasına bir isyan değildi de. Sadece kadınların aslında seksi sevmediği, seksi önemsemediği, seksi kendi içinde bir amaç olarak görmediği (ve, eğer bunları yaparsak tu kaka insanlar olduğumuz) mesajına isyan değildi. Aynı zamanda, o dönemde çok yaygın bir feminizm türüne de (bugün de yaygın gerçi, eskisi kadar olmasa da) isyandı: feminizmin, cinsel içerikli sanat fikrine düşmanca yaklaşan bir versiyonuna. (On Our Backs isminin kendisi bile porno-karşıtı, müstehcenlik-karşıtı, cinsel-emek-karşıtı “off our backs”e bir göndermeydi.) Maksat kadınların boşalması için tasarlanmış cinsel içerikli materyallerle kadınların boşalmasını sağlamaktı… politik maksat tam da buydu.

Bence bir diğer örnek gey erkek pornosu. Onlarca yıl, en müstehcen, en yapış yapış, en porno gey erkek pornoları bile gey onuru için önemli bir kaynaktı: gey erkekler için kendi cinselliklerini onu hor gören bir kültürden kurtarmanın önemli bir yoluydu. Baskıcı 50’lerde bu böyleydi, gey özgürleşmesinin 70’lerinde bu böyleydi, AIDS salgının en kötü yıllarında bu böyleydi ve bugün de böyle. “Gey seksi havalıdır” diyen bir öykü yazmak, fotoğraf çekmek, karikatür çizmek … bunlar siyasal eylemlerdi, ve hala öyleler.

Ama sorunu görüyorsunuz, değil mi? Bir ölçüde, bu dediklerim neredeyse tüm porno/erotika/her-ne-derseniz-deyin için geçerli. Playboy, Penthouse, Hustler, Deep Throat, ana akım porno videosu endüstrisi, amatör ve düşük bütçeli internet pornosu… tüm bunların kültür üzerinde etkisi var. Açık seçik seks dergilerinin ana akım haline gelmesi; bu dergilerin gittikçe arsızlaşan içerikleri; ev videosu devrimi ve cinsel içerikli filmlerin her gün milyonlarca insanın oturma odasına süzülmesi; internet porno devrimi ve porno üretiminin demokratikleşmesi – bunların hepsinin cinsel kültüre çok güçlü etkileri oldu. Bu etkinin olumlu, olumsuz, ve yahut yukarıdakilerin hepsinin karmaşık bir bulamacı mı olduğunu düşünebilirsiniz (benim oyum sonuncuya bu arada) … ama kültürel ve politik etki inkar edilemez. Ve bu etki çoğunlukla gayet de bilinçli yapılıyor. Hugh Hefner’in siyasal, kültürel ve sanatsal bir görüşü vardı. Larry Flynt’in de öyle. Bu görüşleri sevebilirsiniz, sevmeyebilirsiniz … ama varlar.

Ve aklıma kendi porno/erotika eserlerimden biri geliyor: “Three Kinds of Asking For It” üçlemesinin bir parçası olan “Bending” kısa romanı. (Kindle‘da ve ölü-ağaç fiziki formda bulabilirsiniz.) Yazma sürecindeyken taslağın bir kısmını editörüm Susie Bright’a gönderdim ve şöyle bir geri-besleme aldım (kendi sözcüklerimle yazıyorum): “Okuyucularına yeterince erotik ziyafet vermişsin – daha fazla seks sahnesine gerek yok, şimdi öyküyü ayrıntılandırmaya odaklan.” Benim buna tepkim “Hassiktir? Porno bu. Seks hakkında olması lazımdı zaten. Yani, siktir git. Ben daha da fazla seks sahnesi yazağım, seks sahnesi dışında hiçbir şey de yazmayacağım. Tüm romanı başından sonuna sadece seks haline getireceğim.” diye düşünmek oldu. Ve öyle de yaptım. Birkaç paragraf hariç, öyküdeki her cümlede insanlar ya seks yapıyordu, ya seks hakkında konuşuyordu, ya da seksi düşünüyordu. Ve öykü de böyle anlatılıyordu. Karakterler değişiyor, çatışkılar çıkıyor, ilişkiler gelişiyor, olayların içyüzü aydınlanıyor, krizler baş gösteriyordu … ve hepsi de seks üzerinden. Dahası, bir anlığına kibirlilik etmeme izin verirseniz, bayağı da ateşli seks üzerinden.three kinds of

Yani, ana maksat neydi? Ana maksat hedef kitlenin cinsel olarak uyarılması mıydı, yoksa bir hikaye anlatmak mıydı?

Porno muydu, erotika mı?

Böylece dönüp dolaşıp başladığım noktaya geliyorum: Erotikayla porno arasındaki ayrım yapay bir ayrım. Pornonun asıl olarak insanların boşalması için olduğuna ve erotikanın başka bir şey yapmaya çalıştığına karar verseniz bile… o da net bir ayrım değil. En iyi ihtimalle bulanık, en kötü ihtimalle de yapay bir ayrım. “Dream of the Fisherman’s Wife” ile “Butt Balling Honeys #9″ arasındaki fark porno ya da erotika olmaları değil.

Asıl fark, iyi olup olmadıkları.greta

[Greta Christina’nın bu yazısı Freethought blogs‘daki kişisel sayfasında 22 Şubat 2012’de “Porn or Erotica?” başlığıyla yayınlandı.]