Tag Archives: partner

Absürt trajedi

Çok sevdiğin partnerine, ona karşı hiçbir cinsel arzu duymadığını itiraf edersin. Bedenin açılmıyor, ıslanmıyorsun, olmuyor, canın acıyor.

Bunun üstüne gitmeye karar verirsiniz. Konuşursunuz. Birlikte kitaplar okursunuz. İlişki uzmanlarına gidersiniz. Sen önce psikologa, sonra jinekologa (cinsel soğukluk / frijidite şikayetiyle), oradan psikiyatra gidersin. Bunların önerdiği düşünsel ve fiziksel egzersizleri denersin. Böyle böyle yıllar geçer.

Sonra bir gün, bedeninin açıldığı biriyle tanışırsın. Birbirinizden etkilenirsiniz. Fark edersin ki sorun bedeninde değildir, sadece partnerine karşı cinsel arzun yoktur, bu kadar basit.

Bu yeni insanla görüşmeye başlarsın, mutlusundur. Cinsel arzuna kavuşmuşsundur. Bunun dışında, bu insanı çok da ilginç buluyorsundur. Önceki ilişkini sonlandırır, bu yeni insanla birlikte olmaya karar verirsin.

İki yıl sonra bu insan, seni eliyle uyarırken, uyuyakalır.

SON

_________

.

.

.

.

Erkek egemen toplum, biraz da budur herhalde.

Benim beklentilerim vs. Onun orgazmı

Şu sorularla başlayacağım: Benim seksten beklentilerim arasında, partnerimin orgazm olması var mı? Örneğin, partnerim orgazm olmadıysa o seks benim için tatmin edici midir? Partnerim ne sıklıkta ve kaç kez orgazm oluyorsa kendi performansımı başarılı kabul ederim?

Sanırım son tahlilde beni bağlayan şey “yine bekleriz” noktasında kilitleniyor. Yani eğer partnerim bir cinsel ilişkinin ardından, benimle tekrar birlikte olmak istiyorsa, bu bana kendimi iyi hissettiriyor deneyimin kendisiyle ilgili. Sıklığı ve sayısından ziyade bu his bana kendimi başarılı hissettiriyor.

Dikkat edersen bunun partnerimin orgazm olup olmamasıyla pek az ilgisi var. Daha doğrusu, eğer partnerim açısından tatmin olmakla orgazm ne kadar farklıysa, benim açımdan da (benim) tatmin olmamla (onun) orgazm olması arasında o kadar fark var.

Eğer bu formülle sorumluluktan kaçtığımı, partnerime orgazm yaşatmak konusunda kendime gökten inme bir esneklik sağladığımı düşünüyorsan, biraz daha düşün derim. Çünkü bence durum esneklikten ibaret değil.

Partnerimin bir cinsel ilişkiden ne bekleyeceği, onun geçmiş deneyimlerine ve geri bıraktırılmış, muhasır medeniyetler seviyesine erişememiş, erkek-egemen falan toplumumuzun çizdiği sınırlara da bağlı. Bilmem anlatabildim mi. Şöyle, başıma gelmemiş bir örnek vereyim: Eğer partnerime o güne kadar hiçbir erkek gerçekten zevk vermemişse ve benim bazı küçük jestlerim bile ona çok enteresan geliyorsa, yukarıdaki kritere göre, partnerim hayatı boyunca hiç orgazm olmasa bile kendimi başarılı sayacağım demektir. Çünkü kendimi değerlendirirken partnerimin izlenimini referans kabul ediyorum, gerçekte yaşayabileceği deneyimi değil.

Sorumluluğu üstümden atma dediğim şey asıl bu anlamda önemli: Nasıl olsa öküzlerle çevrili bir toplumda yaşadığımıza göre, hayat görece kolay olacak bana.

Ama dananın kuyruğunun koptuğu nokta, benim ilişkimin uzadığı (“ay amma uzattın”daki uzama değil, “uzun ilişki”deki uzama) ve ama bu ilişkinin açık ilişki olduğu durum. Böyle olunca, bizim cinsel heyecanımız azalıyor. Öte yandan partnerim yeni insanlarla tanıştığında elbette ki bu insanlar, en azından ilk seferlerde, ona çok daha ilgili davranıyorlar. Böylece benim sözde pek değerli hizmetlerimin pabucu dama atılıyor.

Nihayetinde, açık ilişki, kendimi kollamak için uydurduğum bir silahı bana çevirmiş oluyor: Bizim ilişkimiz boyunca partnerimin beklentilerini yüksek tutuyor.

Seks yoksa ilişki yok mu?

Burada birçok kez “İlişki yoksa seks yok mu?” sorusu hakkında yazdım. Yani, biriyle seks yapmak için illa ki onunla bir aşk ilişkisinde mi olmamız gerektiğini sorguladım. (Sorgulamak lafı çok moda olduğundan böyle yazıyorum. Yoksa sorguladığım falan yok, basbayağı kendi yanıtları yazdıydım.)

Şimdi bunun tersini sorgulamak istiyorum. Bu sefer net bir yanıtım da yok hem.

Uzun süreli bir ilişki, cinsellik olmadan sürdürülebilir mi? Tabii ki, yaşıma başıma bakmadan 20-30 yıllık ilişkileri eleştirmek niyetinde değilim. Benim derdim daha ziyade şu: Tek bir partnerim olduğu zamanlar cinsel ilgim zamanla ve hızla azalıyor.

Eğer partnerimin ilgisi de aynı hızla azalmıyorsa ortaya dengesiz bir durum çıkıyor.

Asıl soru ise şu: Diyelim ki hem benim hem de partnerimin libidomuz azalarak bitiyor ilişkide. İlişkinin geriye kalan kısmını nasıl değerlendiririm?

Örneğin başka bir ilişki düşünürsem: hiç sevişmeyen bir çiftin ilişkisi bence mutlu bir ilişki midir? (Burada politik doğruculuk adına konunun aseksüellik olmadığının altını çizeyim: İlişkiden önce – ve varsayımsal olarak ilişkiden sonra da – cinsel arzusu olan insanlardan bahsediyorum.)

Sanırım sarılıp uyumadığım, sokakta el ele yürümediğim bir ilişkiye ilişki demem. Ama seksi bu gibi küçük romantik şeylerle değil, arzu, heyecan, ihtiras gibi şeylerle ilişkilendiriyoruz galiba genellikle: Sevgilini çekici bulmak, sevgilini arzulamak, ilişki için gerek şart mıdır?

Bunlara yanıtım büyük ölçüde evet. Ama tekrar edeyim: Hiç on yıllık ilişkim olmadı, öyle bir durumda ne yapılır nasıl edilir bilmiyorum, burada ahkam kestiğim konu 4-5 yıllık ilişkiler. (Zaten ohooo, bende libido azalması ilişkide birinci yılın bitmesiyle başlıyor bile.)

Daha doğrusu şöyle söyleyeyim: İki insan, aylarca hiç cinsel ilişki yaşamadan gayet mutlu mesut yaşayabilirler. Ama geçmişte birbirlerine duyduğu arzudan geriye hiçbir şey kalmadıysa, ilişkileri çok başka bir yere gitmiş demektir. Bu gittiği yer iyi de olabilir kötü de, bununla ilgili doğrudan bir yargıda bulunacak değilim. Kendi durumumda ise gereği düşünüldü: eğer epi topu bir yılda ilişkimde arzum sönümleniyorsa, yani ilişki bir yılda başladığı noktanın çok ötesinde bir yere erişiyorsa, bende bir öküzlük var demektir.

Kelebek eki köşe yazarı değilim ama, bir anlamda, partnerimle ilişkiye başlarken duyduğum hisleri kendime hatırlatmamda fayda var. Yani bu libido azalmasına karşı aktif direniş örgütlemem lazım.

Birkaç yönteme önceki yazılarda değinmiştim. Bu listeyi çeşitlendirmeliyim.

#direnlibido

Geleyim mi?

Yanıtlamam gereken önemli sorulardan biri, orgazm olayı hakkındaki beklentilerim.

Soru kabaca şöyle: Bir cinsel ilişkide orgazmın varlığı ne kadar önemli ve benim bununla ilgili beklentilerim cinsel ilişkiyi nasıl etkiliyor?

Kısa yanıt, çok şeyimde olmadığı. Uzun yanıta gelirsem…

Her şeyden önce, bir cinsel ilişki yaşayıp da benim boşalmadığım çok seyrektir. Yani mesela hayatımda belki 10-15 kez olmuştur en fazla. Bunlar da çoğunlukla ya sonraya saklama hevesimden (bir saat sonra daha müsait bir ortam olacaksa mesela) ya da işin ortasında bir şeyler ters gittiğindendir.

Demem o ki, ben hep orgazm oluyorum sayılır.

Peki bu neden böyle?

Tek açıklama benim erkenci olmam olamaz. Çünkü bazen gayet uzun zaman alıyor yeterince heyecanlanmam. Ve bu zamanı hep dolduruyorum maşallah.

Diğer açıklama, benim fizyolojik olarak yalnızca bir kez boşalabilmem olabilir. Partnerim boşalsa da devam ediyoruz. Dolayısıyla bir nt>t’ olayı var: Benim boşalmam t’ zaman alıyorsa, partnerim ise t zaman alıyorsa, partnerim n kez boşalana kadar ben devam ediyorum, böylece seksin minimum süresini de t’ olarak belirliyorum.

Bu denkleme dikkatle bakalım. Hemen bilimselleşelim durduğumuz yerde.

Önce: Eğer t'<15 sn. ise, bu, durum bir hastalık sayılan erken boşalma dediğimiz işlevsel bozukluk.

Şimdi daha dikkatli bakalım: nt>t’.

Bu denklem diyor ki, benim boşalmam ne kadar uzun sürerse sürsün, partnerim devam ediyor. Ama ben yalnızca bir kez boşaldığıma göre, eğer t>t’ olursa ne olacağını düşün (ya da “hatırla”, çünkü bence kahvelerde konuşulandan çok daha fazla ilişkide yaşanıyor bu olay).

Kronometre 0’dan başlar, t’ anına gelir; adam boşalır. Perde.

Tamam, tamam, o kadar da öküz değilim, kıçımı dönüp yatmıyorum. Ama, eğer çok meşakkatli olacaksa da arada bir partnerimi boşladığımı kabul etmeliyim.

Tabii olayı daima ondan dinlemende fayda var. Çünkü benim “arada bir” dediğim şeyin “büyük çoğunlukla” olduğuna dikkatimi çekti geçen gün. Dediğine göre, onun orgazm yaşamadığı cinsel ilişkilerimiz, cinsel ilişkiler meclisinde anayasayı referanduma falan gerek olmadan değiştirebilirmiş. (O tam böyle demedi, gündemi seks hayatıma ben sıkıştırıyorum.)

Şimdi sorunun özüne inelim: Benim seksten beklentilerim arasında, partnerimin orgazm olması var mı?

Örneğin, partnerim orgazm olmadıysa o seks benim için tatmin edici midir?

Ya da, orgazm oluşunu görmek bana kendimi nasıl hissettirir? (Nasıl hissettirir derken tahrik olmalardan falan bahsetmiyorum, hemen sulandırma işi. Bir partner olarak kendime verdiğim değeri, kendi öz-değerlendirmemi nasıl etkiler? Onu soruyorum.)

Ve yahut, partnerim ne sıklıkta ve kaç kez orgazm oluyorsa kendi performansımı başarılı kabul ederim?

Biliyorsun şimdi yeni bir moda var. Köşe yazısı, yorum, makale falan yazarları, yazıları olgunlaşıp çetrefillenince, bir anda soru sorma formatına dönüp ortama “beraber düşünelim” havası veriyorlar. Böylece okurla bu suç ortaklığını kurunca, kendileri bu soruların yanıtlarını vermekten kaçabiliyorlar. “Ahanda böyle ucunu açık bıraktım.” bahanesiyle, yazıyı en kilit yerinde kesiveriyorlar.

Ben de modaya uyacağım, çünkü işime geliyor.

Angarya

Enteresan bir ikilem fark ettim.

Şimdiye kadar hep, sevişirken aklımın hep sevişmede olması gerektiğini, aksinin partnerimi önemsemiyor olmak (veya eğer başka insanları hayal ediyorsam, partnerimi aldatmak) anlamına geleceğini falan düşünürdüm. O yüzden de zihnim çok meşgul olduğu zamanlar ya sevişmekten kaçınırdım (bir çeşit “ay bugün başım ağrıyor” gibi düşün) ya da sevişmeyi görece kısa tutardım ki zihnim dağılmasın işin ortasında.

Çok güzel, çok zarif fikirler bunlar tabii.

Ama sonra, orgazma ulaşması benim alışageldiğimden daha uzun süren biriyle birlikte olmaya başladım.

Böylece, tuhaf sahneler yaşanır oldu, özellikle cunnilingus sırasında. Yarınki toplantıda konuşulacak konuları ve aktarmam gereken ön bilgileri düşünürken mesela, partnerim “Yoruldun mu?” ya da “Sıkıldın mı?” diye soruyor. Ne diyeyim? İnsan sırf onu heyecanlandırmak için ımh ımh falan diyebiliyorum eyvallah (bir de yani, gerçekten eğleniyorum, hoşuma gidiyor onun bedeniyle oynaşmak, çok da yalan sayılmaz çıkardığım sesler), ama böyle bodoslama sorunca ne diyeyim? Zaten azıcık sessiz kalınca hemen malum sonuçlara varıveriyor o da.

Neyse işte, bununla birlikte, “Bunu mecbur olduğunu hissettiğin için yapmanı istemiyorum.” ve “Keyif almadığın bir şeyi yapmamalısın.” temalı konuşmalar yaşadık. Ben de, “Eh, peki, madem öyle, ben de hiç kasmayayım kendimi.” diye rahatladım, yaydım kıçımı yatmaya başladım. (Hazırmışım demek ki yan gelip yatmaya.)

Gel zaman git zaman, ortaya çıktı ki, benim keyfimin geldiği sıklık esasında partnerimin ihtiyaçlarının yanına bile yaklaşamıyor. Yani evet ben sadece canım istediğinde ona uzun uzun zaman ayırıyordum; ama bu sefer de kriz tersten, “Beni hiç arzulamıyorsun.” yönünden çıktı.

Tabii ki bütün krizler gibi bu da büyüdü, büyüdü, yeni krizler doğurdu, çoluk çocuğa karıştı, ortalık iyice karıştı, torun tombalak derken kocaman bir krizler geniş ailesine sahip olduk.

Baktım oluru yok, şöyle enteresan bir çözüm ürettim:

Sevişmeye çok azıcık keyfim varken başlıyorum (bu demek oluyor ki sıklıkla ben başlatıyorum seksi, bu da arzulanırlık tartışmasını rafa kaldırıyor), partnerimle oynaşmaya, ona dokunmaya başlıyorum. İşte sonra eller diller işin içine giriyor. Dürüstçe şöyle söyleyeyim: partnerime odaklı bir 15-20 dakikadan sonra anca benim ilgimi çekmeye başlıyor olay. O da zaten bundan bir 5-10 dakika sonra orgazm olduğundan, kafam rahat oluyor. Onun en heyecanlı olduğu noktada ben de ona odaklanmış oluyorum, sonrasında da zaten ben heyecanlanmış olduğumdan onu hiç hayal kırıklığına uğratmıyorum.

Bir diğer deyişle: Eskiden sevişmenin orta yerinde ona odaklanıyordum. Böyle olunca, bu işin ortasında dikkatim dağılıyordu. Oysa şimdi dikkatim dağınık başlıyorum, ama başlangıçta onun da dikkati çok derli toplu olmuyor, o yüzden onu rahatsız etmiyor bu durum.

Peki “sevişirken aklımın hep sevişmede olması gerektiği, aksinin partnerimi önemsemiyor olmak (veya eğer başka insanları hayal ediyorsam, partnerimi aldatmak) anlamına geleceği” hikayesine ne oldu, diye sorarsan…

Bilmem.

Kendi işini kendin gör (?)

Yeni biriyle tanıştın, birkaç buluşmadan sonra iyice yakınlaştınız ve bir de baktın ki berabersiniz. Acayip mutlusun. O sabah birlikte uyandınız, kalktın kahvaltı hazırlamaya gittin, o da önce elini yüzünü yıkamaya gitti, sonra sana katıldı. “Kaç dilim ekmek yersin?” diye sordun, “Glüten alerjim var, ekmek yeyince iki saat kusuyorum ve gün boyu ishal oluyorum. Kusura bakma. Ben bir baksam olur mu buzdolabında yiyebileceğim ne var diye?” diye yanıtladı.

Ne yaparsın? “Ay yok, seninle hiç uğraşamam.” deyip ayrılır mısın? Baştan söyleyecek hali yok, ilk fırsatta söylemiş işte. Sen de herhalde ilk randevuya elinde başvuru formuyla gelip “Alerjin var mı? Ailende şeker hastalığı olan var mı?” falan diye sorularla yapmadın açılışı.

Ben diyorum bak, kadın ilgimi çekmiştiyse, hiç çemkirmem, hemen adapte olurum. Ha, büyük ihtimalle işgüzarlık edip gidip konunun internet-diyorsa-doğrudur-uzmanı da olmaya uğraşmam. Onu dinlerim, bir şey hazırlamadan önce sorarım, çoğunlukla da önceden okey verdiği yemeklere falan odaklanırım ki bir kaza çıkmasın. Yarın öbür gün, “Ya biz kendi ekmeğimizi evde kendimiz yapsak.” derse eyvallah, gece yatmadan ekmek makinesinin çalışıp çalışmadığına bakarım, evde malzemelerin olup olmadığını hep kontrol ederim, falan filan.

Yok, glüten takıntılı biriyle çıkmaya başlamadım. Konu o değil.

Örneği değiştirelim: Glüten bilmem ne demesin de, “Ben her sabah 6’da kalkıp jimnastik yapıyorum.” demiş olsun. Erken yatmaya, onun da uykusunu yeterince almasına özen gösterir misin?

Ya da: “Annem hasta, haftada en az iki günü onunla geçirmem lazım.” demiş olsun. Onunla gider misin? Hayatını buna göre düzenler misin?

Bu örnekleri çoğaltmak kolay. Mesele şu: Senin normalinin dışında bir özelliği, takıntısı, hastalığı, özel durumu vb. olsun partnerinin. Ayak uydurur musun?

Benim genel yanıtım: Evet. Bunu galiba şimdiye kadarki partnerlerim de kabul edecektir.

Ama işte kadın “Benim orgazm olmam için şu şu olması lazım.” deyince niye hiç sallamıyorum? Bu sorun üç farklı şekilde karşıma çıktı bak:

  1. Süre: Orgazm olması için bana gerekenden daha uzun zamana ihtiyacı vardı. (benden daha uzun dediğim de öyle saatler falan değil bak, ben de şipşak-foto sayılırım sonuçta)

  2. Sıklık: Cinsel tatmini için haftada iki-üç kez orgazm olması gerekiyordu. Bana sorsan haftada bir-iki anca, onların da kaçında ona orgazmı garanti ederim zeus bilir.

  3.  Faaliyet: Burada bak iki farklı sorunum oldu. Bir partnerim illa ki penetrasyonla heyecanlanıyordu, ama benim öyle uzun uzun ereksiyon koruyup (ve o heyecanlandıkça boşalmadan) ona hizmet sunmam pek mümkün değildi. Başka bir partneriminse, klitorisinin yirmi dakika kadar uyarılmasına ihtiyacı vardı orgazm için. Hadi bunu oral uyarma (cunnilingus) ile yapmaya varım, ama yirmi dakika nedir?

Neyse, diyeceğim o ki, benim partnerimi cinsel olarak tatmin etmekle ilgili genel tutumum kaba bir tabirle “Ne halin varsa gör” şeklinde özetlenebilir.

Peki bu neden böyledir?

Diğer konularda feminist feminist ahkam keserken, yataktaki gerginliklerimi neden çat diye meşru kabul ediyorum?

Hadi hakkımı yemeyeyim, dandik de olsa şöyle çözümler sunuyorum partnerime:

  • Yorulana kadar cunnilingus yapabilirim her seviştiğimizde, bu her seviştiğimiz dediğim çok sık olmasa da.

  • Ben yalnızca bir kez boşalıyorum, boşalınca da işim bitiyor. (Yani “işi bitmiş” oluyorum, manasında.) Mesela sen bir oyuncakla falan devam edersen ben de oynaşmaya, öpüp okşamaya devam edebilirim. Ama kendi işini kendin göreceksin yani sonuçta.

  •  Tüm bunlar kesmezse, ilişkimiz açık yahu, git eğlen, ihtiyaçlarını gider, beni germe.

Partnerim “İyi ama ben bunları seninle yaşamak istiyorum.” dediğinde o kadar da umurumda olmaması sinir bozucu. Yani, partnerimin sinirini bozucu demek istiyorum. Yoksa benim keyfim yerinde…ydi.

Şimdi ise soru şu: Bu kendinden menkul benmerkezcilikten nasıl kurtulabilirim? Partner(ler)imi umursamayı nasıl öğrenebilirim?