Tag Archives: kitap

Emmanuelle ve erotisizm

Emmanuelle, küçükken herkesin bahsettiği, dur otur Show TV’de yayınlanan ama geç saatte ailemize fark ettirmeden izlemeyi çok azımızın başarabildiği o meşhur “kırmızı noktalı” film. İşte onun kitabı da var. Ve hatta o kitabın ikincisi de var…mış. Şans eseri denk geldim. Filmi daha hala izlemediğimi de hatırlayarak, bari kitabı okuyayım dedim.Emmanuelle Book

Hikaye, Bangkok’ta erotisizmle tanışan Emmanuelle’in başından geçen seks deneyimleri ve sohbetlerinden oluşuyor. Anladığım kadarıyla bir çeşit Taoizm’den bahsediyoruz, ama ilk kitabı okumadığım için pek yorum yapamayacağım. Zaten burada kitabı özetlemem de saçma olur, hele ki Wikipedia’nın icadından sonra.

İlk kez bir erotik romanı kamusal alanda okudum. Gırla seks sahnesini otobüste, metroda, yolda yürürken, kafeteryada falan okumak ilginç bir deneyimdi. (Kapladım tabii kitabı.) Hiç heyecanlanmadım. Yani, birileri bana böyle olaylar anlatsa muhtemelen heyecanlanırdım, evde yalnızken benzer videolar izlesem heyecanlanırdım. Ama kitabı okurken heyecanlanmadım. Oysa sahnelerin tasviri gayet başarılı. Demek ki cinselliği mekansal bağlamdan kopuk olarak deneyimleyemiyormuşum. Bağlam değişince okuduğum şeyin anlamı da değişiyormuş.

Neyse, kitaba döneyim. Continue reading

Kadınlar ne ister: Orgazm, tecavüz fantezileri ve tehlikeli sularda bilim

Daniel Bergner’in “What Do Women Want?” kitabıyla ilgili düşüncelerimi ve kadın arzusu hakkındaki bir noktayı şurada anlattım. Şimdi kitaptan öğrendiğim başka bir şeyi anlatmak istiyorum.secondbergner

Kadınlara pornografik videolar izletip vajinalarını takip ederek ne kadar heyecanlandıklarını ölçmüşler. Ayrıca kadınların ne kadar heyecanlandıklarını yazılı olarak belirtmeleri de istenmiş. Görüntüler şöyle: Bir erkekle bir kadın cinsel birleşme yaşıyor, V şeklinde vücudu olan çıplak bir erkek plajda yürüyor, bir kadın başka bir kadına oral seks yapıyor, bir erkek başka bir erkeğe oral seks yapıyor, bir kadın mastürbasyon yapıyor, iki erkek cinsel birleşme yaşıyor, falan filan… ve son olarak iki bonobo çayırda seks yapıyor. (s.3-5) Continue reading

Kadınlar ne ister: Dişi fareler hamile kalmak istemez mesela.

Daniel Bergner’in “What Do Women Want? Adventures in the Science of Female Desire” (Kadınlar Ne İster? Kadın Arzuları Biliminde Maceralar) isimli kitabını okudum bir arkadaşımın önerisiyle.bergner

Gerçekten bilimin hizasında kalmayı başarmış, değindiği bilimsel araştırmayı yapan bilim insanlarıyla doğrudan görüşüp neden bahsettiklerini (ve neden bahsetmediklerini) doğru dürüst anlayıp yazmış Bergner. Üslup olarak, televizyon dizilerinde de kullanılan paralel anlatı yöntemini kullanmış. Sahneden sahneye atlayıp zıplarken argümanı takip etmekte zorlandığımı söylemeliyim, ama kitabı ikinci kez (bu kez büyük resme, yani ana argümana bakarak) okuduğumda gerçekten birçok şey öğrendim. Continue reading

Irene – Louis Aragon

Louis Aragon’un 1928’de Albert de Routisie mahlasıyla yazdığı Irene romanı (Fransızca orijinali “Le Con d’Irène” (Irene’nin amı)) yaşlılığa yelken açmış bir adamın hayatını detaylandırıyor ve frengi sebebiyle konuşma ve hareket etme yeteneğini kaybetmesinin ardından aklından geçirdiklerini anlatıyor. Sürrealizmin en şiirsel eserlerinden biri sayılan bu romandan kısa bir parçayı paylaşmak istiyorum.irene

Öykünün ilk kısımları kahramanın ağzından anlatılıyor. Kitabın başlarında bir genelev sahnesi var. Özellikle ana akım pornografide cinselliğin hep kusursuz bir fantezi gibi anlatılığından bahsettikten sonra (1928’de yayınlanmış) böyle bir metin okumak ilginç bir kontrast oldu.

İngilizce’den çeviriyorum, yani çevirinin çevirisini okuyacaksın, ama İngilizce metni de sona ekledim. Bir rüyanın içinde başlıyoruz:

Bir sürü dini motifle süslenmiş incik boncuk takan yaşlı bir kadın aletimi ağzına aldı, ve müthiş bir utanç içinde uyandım. Akşamdan kalmışlık hissini hayal et. Sonra bir de çarşaflardaki rahatsızlık, yapış yapış kısa kıllar, ve yataktan kalkıp da temizlenmek için gereken zaman. Mola yirmi dört saat bile sürmedi. Korkunç iğrenme, ziyan ve benzer hisler de cabası. Üç gün sonra bir rüya daha. Pisliğimin içinde yatarken, kerhaneye gitmeye karar verdim.

Üst kata çıktık. Bana refakat eden kadın haklı olarak sıkılmıştı, okumayı sevmiyordu ve tığ işi yapmayı da bilmiyordu. Yani ben tam zamanında ortaya çıkmıştım. Dikkatimi eş zamanlı olarak, solmuş ve telleri gözüken kumaş süsen çiçekleriyle dolu turuncu ve altından bir Çin vazosuna ve göğüslerine çekti. Bunlar hali hazırda birbirlerine çok yakın duracakları şekilde konumlanmışlardı ve bir eliyle onları iyice birbirlerine yaklaştırdı, çünkü bu doğal kıtlığın çekiciliğini arttırdığını düşünüyordu. Karın tümseği, rengini muhafaza etmiş kıllarla gölgelenmişti. Labya, biraz uzunca, sarkmıştı. Görece uzun bedeni için omuzları bayağı yirene türkçeuvarlaktı ve boynu yeni yeni tombul kıvrımlar oluşturmaya başlamıştı, bunlar ayrıca kremle abartılmıştı. Yatakta birden bir makarna yığınını andırdı. Canı sıkılma başlamıştı, nazını çektirmek istiyordu. Arsızca kıçını gösterdi. Yatakta yuvarlandı. Olduğu yerde kıpırdanıp duruyor “Seni heyecanlandırdım, seni pis hayvan” falan filan diyordu. Ne yapsa nafileydi. Hiçbir şeyin üzerimde en küçük bir etkisi yoktu, ateş etseler ereksiyonum inmezdi. Olaya girişmek istediği söyledi ve tam soyunurken beni kavradı – pantolon aşağıda, ayakkabılarımı daha çıkarmamışken. Yatakta sıçradı, kendini öne ittirdi, tıpkı kendinden ayrık bir hayvanmış gibi, ucuz dolgu sebebiyle ağzında mavi bir diş. Gayretle tutmakta olduğu sikime dili değdiği anda sperm gözlerine fışkırdı. Ben ne olup bittiğini yarım yamalak bile hissetmemiştim. Yani işte, rüyadakinden daha iyi değildi.

Bu satırları geçtiğimiz hafta çevirdiğim şu makaleyle birlikte okuyunca ilginç oluyor bak:

“Eşit derecede sorunlu bir konu da, ana akım pornografinin sunduğu temiz ve ambalajlı seks imajı. Ana akım porno dünyasında ereksiyonlar sipariş üzerine hazır edilir ve o ereksiyonun sahibi seksin bittiğine karar verene kadar devam ederler, ve hemen o noktada da orgazm devreye girer. Seks pozisyonları ve etkinlikleri katılımcıların hislerinde değil, kamerada nasıl göründüklerine göre seçilir. Herkes hep sekse hazırdır, libido dalgalanmaları arasında uyum aramaya gerek yoktur. Kimse vajinal osurma yaşamaz, ne pozisyonda olursa olsun kimse penisini kaldıramazlık etmez ve kimse asla yataktan düşmez.”

Neyse, lafı uzatmadan:

Irene, her şeyden önce sanatsal olarak iyi bir kısa roman. Bundan başka, paralize olmuş ve dolayısıyla kendini ne konuşarak ne de beden diliyle ifade edebilen bir insanın cinsel arzularıyla nasıl ilişkilendiği hakkında oldukça özgün fikirler içeriyor. Son olarak, öykünün çizildiği ortamın tamamı kadınlar tarafından yönetiliyor ve yazar da bu konuyu özellikle işliyor.

Denk gelirsen okumanı öneririm. Türkçe çevirisi de mevcut.

Louis Aragon

***

An old woman who was there, wearing a rosary adorned with numerous religious medallions, stuffed my member in her mouth, and I awoke with the greatest embarrassment. Talk about something giving you a hangover. Then that discomfort in the sheets, the sticky short-hairs, and the time it takes to bring yourself to get up and wash. The respite didn’t last twenty-four hours. Apart from a horrible sensation of waste, disgust and everything else. Three days later another dream. Lying in my filth I decided to go to the brothel.
We went upstairs. My companion was quite rightly bored, she didn’t like reading, not her, and she didn’t know how to crochet. So I’d turned up at just the right moment. She drew my attention simultaneously to an orange and gold Chinese vase filed with big cloth irises which had wilted, showing their wire, and to her breasts. These were already set very close together and with one hand she pressed them closer still until they touched, because she considered this natural paucity enhanced her attraction. Her mound was prettily shaded by hairs which had retained their own colour. The labia, somewhat long, drooped. For her rather long body, the shoulders were quite rounded, and her neck was only just starting to show pudgy creases, exaggerated by cream. On the bed she suddenly resembled a pile of macaroni. She was getting bored, she wanted to indulge her whims. She cheekily displayed her arse. She rolled over. She was wriggling around and saying: I’ve made you hot, oh you dirty beast, etc… It was futile. Nothing had the slightest effect on me any more, gunfire couldn’t have got my erection down. She said she wanted to get going and grabbed me as I was undressing, trousers down and shoes still on. From the bed she’d flung herself onto, she thrust forward, as if it were some animal utterly separate from herself, a mouth in which I was a blue tooth due to cheap filling. No sooner had her tongue reached the prick she was strenuously holding than the sperm spurted into her eyes. I’d hardly felt what was happening there. Well, it was no better than a dream.

The Exploits of a Young Don Juan – Guillaume Apollinaire

Guillaume Apollinaire’in 1911 yılında yazdığı “Les exploits d’un jeune Don Juan” kitabının İngilizce çevirisini okudum.exploits-don-juan

Bugünün gözlükleriyle bakınca, o dönemin ana akım pornosuymuş gibi görünüyor. Her bir bölümünde ayrı bir sevişme sahnesi olan, genellikle bir olay örgüsü kurmayan bir kısa roman.

Okurken aklıma, porno ile ilgili geçtiğimiz hafta çevirdiğim makaledeki şu cümleler geldi:

“Porno bir fantezidir. Fantezilerden gerçekçi olmamaları beklenir.”

“Sorun şu ki seksi pornodan öğrenmek silahları aksiyon filmlerinden öğrenmeye benziyor. Aksiyon filmleri olay örgüsü veya pek bir havalı bir patlama uğruna gerçekçiliği kurban ediyorlar. Aksiyon filmleri insana silah güvenliği öğretmez. Aksiyon filmleri şiddete alternatif yöntemlerden bahsetmez. Ve aksiyon filmleri – kahramanımızın bitmek tükenmek bilmeyen cephanesi gibi – gerçeği yansıtmayan bazı hilelerle öykünün akmasını sağlarlar. Ama bu bir sorun değil, yeter ki herkes bu filmleri sadece eğlendirici fanteziler olarak görsün.”

Bir yandan dönemi için porno işlevi görse de, sanki bir yandan da dönemi için fazlasıyla kinky gibime geldi kitap. Ta 1911 yılında yazılmış bir metni okurken aklıma gelenler, aslında o günden bugüne seksin sunuluşunda nelerin ne ölçüde değiştiğiyle ilgili ilginç ipuçları veriyor.

  • Kahramanımız ilk ereksiyonunu annesi ve teyzesi onu yıkarken yaşamış. (Annesi, ablasını yıkıyormuş; onu teyzeyi yıkarken.) Ta 13 yaşına kadar başkaları tarafından yıkanmak bana biraz tuhaf geldi. Benim ergenliğimin başlarındayken artık ailemle hiçbir günlük zorunlu tensel temasım kalmamıştı.
    • Ayrıca, cinsellikle tanışma sırasında ailenin ortamda olması da farklı bir his olmalı. Benim için bu gelişme süreci tamamen kendi mahremiyet alanımda gerçekleşmişti. Herhangi bir noktada annem veya babam ortamda olsalar (ama “basılma” manasında değil, doğal olarak ortamda olsalar) acaba cinsellik konusunda daha mı açık olurdum yoksa utanıp içime mi kapanırdım, bilmiyorum.
  • Kahramanımız herkesle sevişiyor. (Kitapta on bir bölüm var, böylece en az on bir tane de sevişme sahnesi var.) “Herkes” derken:
    • Ablaları, teyzesi ve evlerinde çalışan hizmetçi kadınlardan karşısına çıkan her biriyle sevişiyor.
    • Annesiyle sevişmiyor nedense ve bu konuya değinilmiyor bile.
    • Bir dünya şey deniyor bu kadınlarla ve yalnız başınayken, ama kesinlikle erkeklerle en küçük bir yakınlaşması olmuyor. Hatta kitapta erkeklerden (kendisi hariç) hiç bahsedilmiyor.
  • Kendini anal yoldan uyarıyor. Partnerlerinden bazıları da sonra onu anal olarak uyarıyorlar.
  • İstisnasız tüm kadınlar, önce azıcık direniyorlar sonra da zevkle kabul ediyorlar sevişmeyi. Kahramanımız asla reddedilmiyor. Asla ereksiyon sorunu yaşamıyor, asla penetrasyon esnasında hata yapmıyor.exploits-of-a-young-don-juan
  • İlginç bir şekilde, kadınların sıçmalarını ve işemelerini seyretmekten zevk alıyor. (İlginç çünkü bunun o tarihte (bu tarihte bile) “normal” karşılandığını sanmıyorum.) Sevişme sahnelerinde dışkı kokuları tasvir ediliyor detaylıca. İğrenerek falan değil, doğal bir şey olarak.

20. yüzyıl erotik yazınının en parlak örneklerinden biri sayılıyor bu kitap. Yazar Apollinaire’in özellikle de Fransız yazınında etkisi büyük olmuş. Sürrealizmin öncüllerinden sayılıyor. Biraz da bu yüzden önemli olabilir bu yukarıda bahsettiğim ayrıntılar.

***

Not: Sanırım sonradan bu kitabın başlığıyla film de çekilmiş.

Kışkırtılmış Erkeklik: Sünnet

Bu bir “adam olacak çocuk” öyküsüdür.erdal atabek 1

Doğduğum dönemde Türkiye’de sünnet olmanın sağlıklı olduğuna dair bir kanı varmış. Biraz bu sebeple, ama aslında dedemin falan ısrar edeceğini bildiklerinden, annemle babam ben henüz birkaç günlükken sünnet işimi hastanede hallettirivermişler.

Böylece hem sünnet düğünü saçmalığından kurtulmuşlar, hem de kendi ailelerinin “Bu çocuk ne zaman sünnet olacak?” dırdırından. Ayrıca “gerçek erkek” olup olmadığımla ilgili aile içinden veya dışından gelebilecek eleştirileri de peşinen devre dışı bırakmışlar.

Sonuçta, sünnet olmak, sünnet olmuş olmak vb. konular asla hayatımın bir parçası olmadı. Hiç merak etmedim. Sünnet ile erkek olmak arasında hiçbir ilişki görmedim.

Öte yandan, Erdal Atabek’in “Kışkırtılmış Erkeklik, Bastırılmış Kadınlık” kitabında anlattığı şöyle bir anısı var:

erdal atabek 2

“Sünnet düğünümü anımsıyorum. Kandıra’daydık. Dokuz yaşındaydım. …

O günün canımı sıkan olayı, sünnetin acısı değildi. Onu pek anlayamamıştım.

Canımı sıkan olay bindirildiğim atın bir gözünün görmeyişiydi. At, tek gözünün gördüğü doğrultuya gidiyor, ikide bir yönünü düzeltmek için dizginin çekelenmesi gerekiyordu. Atın dizginleri üzerindeki ellerim göstermelikti, atın kantarması (ağzının içinden geçip yanlardan tutulan koşum parçası) birisi tarafından tutuluyor, atın asıl yönetimi böyle sağlanıyordu.

Doğrusu ya böylesi bir anlı şanlı günümde (tam kenti fetheden komutan olduğum günde) tek gözü görmeyen, ikide bir öndeki adam tarafından çekiştirilen bir ata bindirilmeyi içime sindiremedim.” [Alkım Yayınları baskısında 24. sayfada]

Ne acayip, değil mi?

Erkek olacaksın. Her şey hazır. Tüm ailen toplanmış bunu kutlamaya. Herkes gelip artık gerçek bir erkek olduğunu, erkekliğe giden önemli bir aşamayı geçtiğini falan söylüyor. Sonra büyük bir gururla, at sırtında bir geçit töreni yapıyorsun. Ama, aksiliğe bak, atın bir gözü kör. Bir türlü erkekliğe doğru gidemiyorsun, sürekli yolunda şaşıyorsun, başka yönlere sapıyorsun. Ama elbette erkekliğe kendi başına gitmiyorsun, seni oraya götüren biri var. O sürekli atın kantarmasını çekiştirip senin erkekliğe doğru gitmeni sağlıyor. Sen saptıkça, o seni tekrar yola sokuyor.erdal atabek 3

SÜNNET İYİ BİR ŞEY Mİ ?

Benim hiç böyle bir derdim olmadı neyse ki. Hatta, Atabek’in kitabını okuyana kadar aklıma bile gelmemişti sünnet düğünlerindeki bu geçit töreninin anlamı.

Sünnetle ilgilenmem, erkek cinselliğiyle ilgili ankette sünnet olup olmadığımı, bununla ilgili neler hissettiğimi sorduklarında başladı. Yani, sünnetimin üzerinden yirmi yıldan fazla zaman geçtikten sonra.

Sonra biraz araştırdım ve “sağlık” iddiasının hiçbir gerçekliği olmadığını görmem pek az zamanımı aldı.

Öte yandan, sünnet olmamış erkeklerin uyarıcıları daha kuvvetli hissetiklerine, yani sünnet olmanın cinsel hazzı azalttığına dair bir şeyler daha okudum. Tabii böyle bir şeyi kıyaslamak pek mümkün olamıyor. Kendi cinselliğiyle tanıştıktan ve cinsel deneyimler yaşadıktan sonra sünnet olan erkeklerin sayısı çok az. Ve aradaki farkın (varsa yani) psikolojik mi yoksa doğrudan fizyolojik mi olduğunu söylemek kolay değil.

Benim anladığım şu: En iyi ihtimalle gereksiz bir şey sünnet. Kötü ihtimal, cinsellikten alınan keyfi azaltması.religion is like

Ama tabii asıl en kötü ihtimali yaşıyoruz, yaşamaktayız: Pınar Selek’in erkeklik rolünün edinilmesi ile ilgili yazdığı “Sürüne Sürüne Erkek Olmak” kitabında anlattığı askerlik deneyiminden yıllar önce, henüz daha küçük bir çocukken ya da ergenliğe girmek üzereyken, “kesile biçile” erkek olma ritüelini yaşıyoruz.

BİTİRİRKEN: NE YAPMALI ?

Son olarak, ailemin sünnet konusundaki eleştirel duruşunun sonucunda bu travmatik dönemi yaşamamam için bir an önce beni sünnet ettirdiklerine dikkat çekmek istiyorum.

Yani, “Hayır canım, yaptırmıyoruz, ne saçma şeyler bunlar.” diyebilecekken, tam tersine, kelimenin tam anlamıyla ilk fırsatta sünnet yaptırdılar. Bir bakıma, toplumsal normları benimsemiş, normlara uyum sağlamış oldular.

Ama alakasız başka bir sonucu daha oldu: Benim sünnetle ilgili hiç başım ağrımadı. Ne çocukluğumda, ne de ergenliğimde bu konu başıma dert oldu. Erkekliğimi sünnet üzerinden tanımlamadım, hadi bu kolay. Ama etrafımdaki insanlar da (yani mesela yeni sünnet olan ve “erkekliğe adım atan” arkadaşlarım da) benim erkekliğimi sorgulamadı. “Sorgulamadı.” derken, onlar muhtemelen beni erkek saydılar; ancak bunun bana etkisi, bu konular üzerine düşünmemem oldu.

Erkekliğimi kışkırtan, ajite eden bir unsur devre dışı kaldı hayatım boyunca.

Ben bunu özgürleştirici buluyorum.

Son tahlilde, ailemin beni sünnet ettirmeyip bunun yerine bu konuda eleştirel bir görüş aşılamaya çalışmasına kıyasla bile daha özgürleştirici buluyorum. Nihayetinde, belli bir yaşa geldikten sonra bana “Biz bunu böyle yaptık. Sünnetin erkeklikle bir ilgisi yok bizce.” deyiverdiklerinde, mesajı aldım ben gayet.

Çocukluğum ve okul hayatım boyunca arkadaşlarımla bu konuyu konuşsam ve kendimi savunmak zorunda kalsam, en iyi ihtimalle erkekliğimi ispat etmeye çalışacak, erkekliğimle sünnetin alakası olmadığını göstermeye çabalayacaktım. Ama bunun da erkek rolünü kışkırtan bir etkisi olacaktı.

sünnet nedir

Bu arada, bu yaşınıza kadar sünnetin tam olarak ne olduğunu öğrenmediyseniz (mesela benim gibi), yapılan işlem budur.