Monthly Archives: July 2014

Seni heyecanlandıran, beni de heyecanlandırıyor.

Sevişmekle ilgili dertlerimi sıklıkla anlatıyorum burada. Favori dertlerim “Kadınlar ne ister?“, “Penetrasyon ve diğer belalar” ve “Kadın orgazmı da neymiş?” yazılarında geçiyor (başlıklar yeterince açık sanırım). Şimdi bunlara ilaveten sevişmeyi uzatma konusuna girmek istiyorum.

Burada kastım erken boşalma değil. Daha önce başka bir yazıda da değindiğim gibi, erken boşalma dediğimiz şey bir hastalık ve Uluslararası Hastalık Sınıflandırması (ICD-10) erken boşalmayı cinsel ilişkinin başlamasından itibaren ilk 15 saniye içinde boşalma olarak tanımlıyor.

Konu şu: Sevişmek çok güzel bir şey. Boşalmak ve/veya orgazm da öyle gerçi, ama sevişmeyi uzatmak ve orgazmı geciktirmek tabii ki daha eğlenceli. Örneğin “ön sevişme” denilen ama benim sevişmenin bir parçası saydığım  şeyleri (asıl işin ön etkinliği değil yani) uzatmak mantıklı bir seçenek. Ama heyecanımız arttıkça daha hardcore şeyler bir bakıma kaçınılmaz oluyor sanırım. Bu da bizi penetrasyon süresini uzatmak konusuna getiriyor.

Okuyucularımdan (a.k.a. blogu takip eden iki-üç arkadaşımdan) biri aylar önce bana şöyle bir şey yazmıştı.

“Penetrasyon süresini uzatmak için alakasız şeyler düşünebilirsin. (Literatürde ‘grandma’ olarak da geçiyor, “yaşlı bir kadını ya da direkt anneanneni düşün” manasında :) ) Diyeceksin ki neden heyecanlandığım bir anda kendime bu işkenceyi yapayım? Yapma bence de. Şahsen benim zevkim için sevgilimin abuk sabuk şeyler düşünmesi benim de motivasyonumu düşürüyor zaten. Başka bir yöntem de pozisyon değiştirmek. Bu daha eğlenceli, üstelik bir süre sonra sırf “dakka-skor” amaçlı değil, eğlence için yapılıyor. Özellikle kadının kontrolü eline aldığı birçok pozisyon erkek için gerekenin bir tık altında, hız ve yoğunluk açısından. Dolayısıyla süre uzuyor. …”

Bir kere, kendime işkence etmek gibi bir kaygım yok. Zaten burada konum partnerimin zevk almasını sağlamak değil (onun için daha kolay bir seçenek olarak cunnilungus var mesela), benim aldığım zevki uzatmak. Zevki ortadan kaldırarak uzatmak diye bir seçenek manalı olmuyor bu durumda. Grandma’lı ilk öneriyi şimdilik geçelim.

Pozisyon değiştirme önerisi birçok çiftin uyguladığı bir yöntem. Ve sıklıkla işe yarıyor. Ama işte şimdi dananın kuyruğunun koptuğu yere geldik:

Benim süreyi uzatmakla ilgili sorunum aslında o kadar da fizyolojik değil. Uzun süre sevişebilmek istiyorsam zaten partnerimle görüşmeden önce mastürbasyon yapabilirim. Benim derdim, başlıkta geçen hadise: Partnerimi heyecanlandıran, beni de heyecanlandırıyor.

positioned

Kontrolü kadın da alsa erkek de alsa, ben partnerimin haz almasından etkileniyorum. Dikkat et bak, partnerimin haz alması beni mutlu eder falan demiyorum. Sevişme anında, partnerimin heyecanlandığını görmek beni tahrik ediyor. Yani olayın hangi pozisyonda olduğumuzdan biraz bağımsız bir yanı da var.

Bu gerçek bir “sorun” değil elbette. Aslında bunu güzel bir şey olarak anlatıyor olmam lazım belki de. Ama ortada bir dert olduğunu da kabul edelim. Şöyle açıklayayım:

1) Partnerimin çok zevk aldığı bir şey yapmaktayız. 2) Bu beni de tahrik ettiği için, yapmakta olduğumuz şeyi devam ettiriyorum. 3) Partnerim iyice heyecanlanıyor. 4) Ben hem yapmakta olduğumuz şeyden dolayı hem de partnerim zevk aldığı için tahrik olduğumdan, ondan daha da fazla heyecanlanıyorum. 5) Boşalmaya yaklaştığımı hissediyorum ama daha uzun sevişesim var; üstelik partnerimin de henüz oralarda olmadığını farkediyorum. 6) Yavaşlıyorum veya pozisyon değiştiriyorum. 7) Partnerimin çok zevk aldığı bir şeyi yarıda bırakmış oldum. Üstelik tam da çok zevk aldığı için yarıda bıraktım.

İşte bu da benim dertlerimden biridir.

Partnerimin zevk aldığı ama benim için çok çok rahatsız olan pozisyonlar keşfetmek dışında da bir çözüm gelmiyor aklıma…

Hanım hanımcık

Geçtiğimiz ay “Gideri olan kızlar özelden yazsın.” başlıklı bir yazıda ‘gideri olmak’ lafının etrafından dolaşarak kadınları cinsel obje olarak görmekten ve kadınları cinsellik açısından obje olarak görmekten (yani özne değil) bahsetmiştim. Böyle özetleyince pek bir anlamsız geliyor kulağa ama yazıya bakarsan o kadar da saçma olmadığını görürsün diye umuyorum.

Bu hafta, beden dili üzerindeki cinsiyet ve cinsellik kodları üzerinden üzerinden kimin gideri olduğunu falan nasıl tespit ediverdiğimizi, devamında da erkeklerin nasıl kadınların nasıl oturup kalkması “gerektiğini” falan anlatacaktım – ya da en azından bana neyin nasıl öğretildiğini ve bugün tüm eleştirel okumaların falan ardından bu pislikten hâlâ geriye kalanları.

Ama ben yazı hakkında düşünürken 5Harfliler blogunda “Yaz Mevsiminde Sokakta Kadın Olmak” yazısı yayınlandı.

Benim tartışmayı başlatmak istediğim nokta şu resimdi:

seated

Burada hem kadının hem de arka plandaki erkeğin duruşları üzerinden bir şeyler söylemeyi düşünüyordum. Ama 5Harfliler’de Selmini’nin yazdıkları, bu resmin ve ‘beden dili’nin iyi bir başlangıç noktası olmadığını hatırlatıyor. Zira Türkiye’de ‘gideri olan’ kadın olmak için pek bir şey yapmaya gerek yok; genellikle kamusal alanda bulunmak yeterli oluyor.

“Yazın sıradan bir gündü, yurtdışından arkadaşım gelmişti, Taksim’de buluşacaktık… 10 dakika geciktik. Daima yüzü gülen Yunan arkadaşım baktım tedirgin. “nerdesiniz!” dedi. Sonra bana döndü ve sordu: “neden bakıyorlar?”. Önce anlamadım, sonra ben de “baktım”. Kızın üzerinde yere kadar askılı siyah elbise, ayağında terlik, sıradan bir kıyafet. Ama gerçekten “bakıyorlardı”. Doğduğumdan beri algılarımı kapattığım, görmediğim ya da bünyemi görmemeye zorladığım iğrenç bakışlardı bunlar. Bakarlar dedim Türkiye’de nedeni yok, rahatsız olmamaya çalış, duyma, görme, sonra ben utandım, dediğimden de bakışlardan da… Kızcağız 10 dakikada Taksim meydanında yalnızca erkeklerin bakışları yüzünden ağladı ağlayacak. Neden bakıyorlar çünkü açlar, çünkü bu ülkede cinsellik tabu, kadın görünce böyle mal mal uzaylı görmüş gibi bakıyorlar diyemedim. Zaten İngilizce mal mal diyemem. Mal mal bakmak bize mi mahsus acaba?”

Sonra devam ediyor:

Ben değilim baktıkları biliyorum, güzel, çirkin, kısa, uzun, zayıf, şişman, pardesülü, elbiseli… Siz değilsiniz baktıkları. Etiniz, kadınlığınız.

Selmini benim “gideri olmak” dediğim şeye “yollu olmak” diyor bu arada. Ne çok laf var aynı şeyi anlatmak için.

Yazlık bir elbiseyle, hele (haşa!) şortla otobüse, dolmuşa, taksiye binmeniz, sokakta, durakta, balkonda ayakta durmanız bile sizin ne kadar haysiyetsiz biri olduğunuzun kanıtı sayılıyor, e adam napsın, böyle yollu gelmiş önüne taciz ediyor tabi!

Yani derdim kısaca şu:

Ben “kadın gibi oturmak”, “erkek gibi durmak” gibi şeyleri konuşmak istiyordum. Bunu da beden dili kodları üzerinden yapmak istiyordum. Ama ortada “kadın gibi” olmakla ilgili daha ciddi sorunlar var.

Erkekler “kadın gibi” olmadıkları sürece sorunları olmuyor. Saçım uzun olduğu için ismime benzeyen bir kız ismiyle bana seslenen anneannem, şakayla karışık (ve bazen hiç karıştırmadan) bana “Oğlum kestir şu saçlarını.” diyor. Gülüp geçiyorum, ama hani biliyorum ki saçımı kestirsem sorunum ortadan kalkacak. Ya da mesela koltuğa sandalyeye tam olarak kurulmam bekleniyor. “Kız gibi” sandalyenin köşesine ilişmem tuhaf karşılanıyor.crossed legs girl

Kadınlar “erkek gibi” olduklarında sorun var, evet. Kılını tüyünü düzenli almayan, saçını başını toparlamayan, yumruk yumruğa kavga eden, hatta sadece erkek gibi bacak bacak üstüne atan (bkz. yandaki resim) kadın yadırganıyor.

Kadın “kadın gibi” olduğunda ise sorun bitmiyor ! Aslında kadının sorunu büyük ölçüde orada başlıyor. Çünkü erkek bir kez erkek oldu muydu ister dağınık saçlı, ister göbekli, ister takım elbiseli olsun, erkek adama yakışıyor. Kadın kadın olduğunda ise kendini yepyeni bir yazısız kurallar labirentinin içinde buluyor.

Ve ben de tabii ki bu yazısız kurallar labirentinin bir parçasıyım. Yukarıda alıntıladığım makaleyi düşününce “Eh, pek de küçücük bir parçasıyım yahu” diye seviniyorum kendimce. Bir kalemde aklıma gelen şöyle şeyler var:

  • Yan yana yürüdüğüm bir kadın elini omzuma attığında şaşırıyorum. Hani kol kola girersin ya yürürken. Ya da ne bileyim yanındakinin beline dolarsın elini. Bunlar tamam. Ama, her nedense, kadının elini erkeğin omzuna koymasını yadırgıyorum. Bunun sebebi, genellikle kadın arkadaşlarım boyca benden kısa olduklarından bu hissi yabancı bulmam gibi masum bir şey de olabilir; elini omza koyma eylemine içten içe bir üstünlük anlamı yüklemem gibi ataerkil bir kalıntı da. Gerçekten bilemiyorum bu hissimin sebebini.

    yanyana

    Bak burada kadın elini erkeğin omzuna atmış ama ortada “tuhaf” bir görüntü bile yok. Benim derdim ne acep…

  • Hiç görmedim ama görsem muhtemelen çok şaşırırım: Bir kadının, ayaklarını masanın üstünde çaprazladığını düşün. Şöyle mesela:

legs-over-table

  • Daha enteresan olarak, ellerini başının arkasında birleştirerek kollarını esnetmek var. Bunu yadırgamıyorum veya garip bulmuyorum. Ama, Selmini’nin deyimiyle “bakıyorum” bunu yapan kadına.relax Bu bakmada eleştiri yok, cinsel çağrışımlar yok, aslına bakarsan neredeyse hiçbir anlam yok. Sadece, bir kadından beklemediğim bir hareket olduğu için dikkatimi çekiyor. Sonra bakmaya devam falan da etmiyorum, zaten ortada bakılacak bir şey de yok. Yine de, gayet basit bir esneme hareketini bile kadınların yapmasını beklemiyorum.

Tüm bu örnekleri “tespit” olarak okumanı rica edeceğim. Mesela sonuncuda “kadınların yapmasını beklemiyorum” dedim ama bunu zaten yazıyı yazarken fark ettim. Bundan kastım “yapmamalıdırlar”dan ziyade “a ne acayip ben gerçekten de böyle bir şey olunca şaşırıyorum” gibi bir mevzuya uyanma hali.

Dikkat edersen örnekleri “yollu olmak” bağlamından uzak seçtim. Bu iki örnekteki kadınlar da bu yaptıklarıyla daha kadın ya da daha az kadın olmuyorlar, daha yollu ya da daha az yollu olmuyorlar. Ortada cinsellikle ilgili çağrışımlar falan da yok.

Buna rağmen bu şekilde davranmamalarını bekliyorum. Bekliyoruz.

Erkekler kadınlara rezerve edilmiş beden diliyle hareket ettiklerinde gey oluveriyorlar. Yani “adam gibi” davranmamış oluyorlar. Demek ki, bu soruna denk düşen bir sorunu erkekler de yaşıyor. Ama farkındaysan sorunlar simetrik değil: Kadınlar erkek gibi davranınca lezbiyen sayılmıyorlar, sadece yanlış veya tuhaf sayılıyorlar. Dolayısıyla erkek açısından mesele gey olmayı veya geylere atfedilen şeyleri yapabilmekken, kadın açısından mesele tuhaf şeyler yapabilmek olarak görünüyor.

Bunu birini diğerinden önemli bulduğum için söylemiyorum. Sadece, kadınlar açısından mücadele edilecek şeyi somutlaştırmanın daha zor olduğunu, toplumsal dilin bu sorunu ifade edecek sözcükleri dahi geliştirmemiş olduğunu söylemeye çalışıyorum.

Sonuçta kadınların kamusal alandaki özgürleşmesinin önemli bir kısmı “Rahat bırakın lan bizi!” olarak özetlenebilir herhalde. İlk görsele dönersek: Kadının çaldığı enstrümana ve müziğe odaklan ! Hayır, donu görünmüyor !

seated

Tahrik edici unsurlar her yerde

Hepimizin bildiği üzere, kadınların ne giyip ne giymemesi gerektiği, hangi mekanlarda kimlere bedenlerinin ne kadarını göstermeleri gerektiği gibi hususlarda ilk ve son söz hakkı erkeklere verilmiş halkımızın dini değerlerine uygun olarak.

Bu yüzden ben de bugün bu en doğal hakkımı kullanayım ve kadınların giysileriyle beni nasıl tahrik ettiklerini anlatayım dedim.

AY TAHRİK OLDUM!

Öncelikle, bir erkeğin o ya da bu sebeple herhangi bir insana ya da nesneye bakarak tahrik olmasında herhangi bir sorun yok. “Bu beni tahrik ediyor.” diye şikayet eden insanları anlamıyorum. Tahrik olduysan ne güzel, aferim sana.

“Tahrik oldum, demek ki X eylemini gerçekleştirebilirim.” gibi bir argümanın ise neresini tutsan elinde kalıyor. Çünkü argüman tersten çalıştırılabiliyor: X eylemini gerçekleştirdiysen, mutlaka seni bu eylemi gerçekleştirmeye iten unsurlar vardır. Bu bir totoloji. Şimdi, bu tahrik edici unsurun varlığı senin eylemi gerçekleştirmeni haklı çıkarıyorsa, totolojinin mantıksal bir sonucu olarak, bu dünyadaki tüm eylemler ve davranışlar meşrudur.

Özetle şu:

your faceNeyse, bu kadar felsefe yeter, konumuz giysiler ve tahrik olmak.

TAHRİK OLDUM AMA Bİ SOR NASIL OLDUM !

Kadının (artan muhafazakarlık sırasına göre) donunu, memelerini, bacaklarını, belini, omuzlarını, boynunu, kollarını, göğsünü, saçlarını, yüzünü veya gözlerini görerek tahrik olan erkeğin dertlerinden farklı bir deneyimim var benim: Gördükçe değil, görmedikçe tahrik oluyorum.

Bunu biraz açıklamaya çalışayım:

  • Plajda bikinili (veya üstsüz) kadınlara bakmıyorum. Ama sokakta etekli kadınların bacaklarına bakıyorum.
  • Şu veya bu ortamda (filmde, sokakta, tiyatroda vb.) çıplak bir kadın gördüğümde tahrik olmuyorum. Ama soyunmakta olan bir kadın beni çok heyecanlandırıyor. (Tabii bu örnekte sevişmeyi paranteze alalım. Bir sevişme sahnesinden bahsediyorsak (duruma göre) çıplaklıktan bağımsız olarak tahrik olabilirim herhalde.)
  • Sevişirken, apar topar kıyafetleri bir kenara savurmak yerine ağır ağır soyunmaktan ve cinselliğin büyük bir kısmını henüz çıplak değilken gerçekleştirmekten daha çok haz alıyorum.

sinblog0714a

Bu söylediklerimden tabii “Ay kadınlar ne yapsa tahrik oluyoruz yahu.” gibi bir anlam da çıkmıyor değil. Ve muhtemelen bunda doğruluk payı da var. Kendimi bundan kısmen özgürleşmiş saysam da, erkeklerin baktıkları her yerde seks görmeleri ataerkil düzenin bir parçası.

Ne yöne baksan seks görmekte sorun var elbette; ama bazen bazı yerlere bakıp (oralarda seks olmasa da) seks görmekte bir sorun yok. Fantaziler, hayaller falan tam da buralardan çıkıyor. Asıl sıkıntı, demin de dediğim gibi “Seks gördüm, demek ki seks vardır.” (She asked for it.) gibi bir hataya düşmemekte.

Peki ama, ben neden çıplaklığa kıyasla yarı giyinik olma durumundan tahrik oluyorum?

Sanırım sebeplerden biri şu:

Bir miktar giyinik olmak, cinsellik esnasında bu giysilerin çıkarılabileceğini ima ediyor. Yani ortada hayal edilebilecek bir şey var. Aynısı mesela soyunmakta olan biri için de geçerli. Tüm bu durumlarda, bir sürecin başlangıcını hayal edebiliyorum.

Oysa örneğin plajda güneşlenen birine baktığımda, bir olay değil bir durum görüyorum. Bu kişi soyunmuş ve güneşlenmektedir. Bu, herhangi bir şeyin başlangıcı değil, ortada bir süreç yok, tamamına ermiş bir durum var. Ya da aynı şekilde, verili kültür içinde “açık saçık” kabul edilen bir şeyler giymiş bir kişi gördüğümde, (o kültür dahilinde) bir dışavurum görüyorum. Bu kişi, nasıl isterse öyle giyinmiştir, bu bir kendini ifade biçimidir, ve ifade etme eylemi sonuçlanmıştır. Ortada bir süreç yok, kendi başına bir durum var.

“Bu böyledir, şu şöyledir.” derken tabii sadece benim bu durumların her birinde neler hissettiğimi anlatmak istiyorum. Yoksa bu benim algıladığım versiyonların gerçek olduğunu kabul edersek çok eğlenceli bir şey çıkıyor ortaya: Müslümanların iddia ettiğinin aksine, kadınların kapandıkça erkeği tahrik etmeyi amaçladıkları anlamı çıkıyor söylediklerimden.

Derdimi anlattığıma göre, halkımızın dini değerlerini aşağılamadan bu konuyu da burada bitireyim. Halkın dini değerlerini de başka bir yazıda aşağılarım artık (?!) .

***

Pardon, tanışabilir miyiz?

Trende arka sırada oturan kadına “Yanınıza oturabilir miyim?” diyen, sonra sohbet açan adam gördüm geçen hafta.Print

Müze girişinde sıra beklerken arkamızdaki kadınlarla muhabbet açıveren arkadaşım var.

Hatta otobüs durağında benimle tanışan bir kadınla ilişkim bile oldu.

Ama hâlâ kendim hiçbir sebep yokken biriyle tanışamıyorum. Çoğunlukla öyle sokakta gördüğüm, bir ortak özelliğimiz var mı yok mu bilmediğim (anneannemin “at eti midir eşek eti midir bilmediğin şeyleri yeme” sözü geldi aklıma) insanlarla zaten tanışasım olmuyor. Çok seyrek olarak gerçekten de tanışmak isteyip utanıp çekindiğimden konuşamayınca da pek üzerinde durmuyorum konunun.

Öte yandan, ortak özelliğimiz olduğunu bildiğim insanlarla konuşmanın da bu kadar zor olmaması lazım. (Tanışmadan ortak özelliğiniz olduğunu nereden biliyorsun, diyenler için bkz. anarşik mekanda karşılaşmak, solcu etkinliğinde görmek, dans kursunda tanışmak vb.)

Yani daha doğrusu, ismen tanımak ve selamlaşmak elbette doğal olarak mümkün oluyor. Ama hani o “Ya biz seninle bir şeyler içsek ya.” cümlesini kuramıyorum.

barney

Tanışmalarla ilgili bir metin Barney Stinson’ı içermek zorunda.

Bu çekingenliğimin sebeplerinden bahsetmek istiyorum.

0. Her şeyden önce, utanıyorum ben böyle şeyler söylemekten/sormaktan. Bunu geçelim, zira “Utanıyorum çünkü utanıyorum.” demiş oldum bununla.

1.  İstatistiksel olarak bakarsak, çoğunlukla reddedilmem lazım. (Gerçi bunu tipime bakarak da söyleyebiliriz.) Bu veriyi bir kere kavradıktan sonra, reddedilmenin kendisiyle bir sıkıntım yok. Ama beni yiyip bitiren,

  • o reddin hemen ardından gelen birkaç saniyelik sessizlik,
  • eğer reddedilmek (demin iddia ettiğim gibi) normalse sohbeti sürdürebilmem gerektiğini aklımdan geçirmemle başlayan ve bu sessizliği daha da uzatan bir “Şimdi ne diyeceğim” kaygısı,
  • ve tüm bunların üstüne “Lan acaba o ne düşünüyor?” diye iyicene endişelenmemle birlikte bir yolunu bulup ortamı terk etmem.

Yetmezmiş gibi, sonrasında karşılaştığımız her seferde de bir tuhaflık hissetmek var.

2. Şu mesajı aktarmanın yolunu bulamıyorum bir türlü: “Ben şimdi sana yazıyorum gibi oluyor ya, sen istemezsen bir şeycik olmaz. Ben tabii üzülürüm, ama yani ‘normal arkadaş’ gibi görüşebiliriz. Hatta aslında bu beraber bir şeyler yapma teklifimi kabul etsen bile senin istemediğin hiçbir şey için aşırı ısrarcı falan olmam. Sonuçta ben seninle görüşmek istiyorum, bence denesen sen de pek zararlı çıkmazsın.”

Bunu tabii böylecene söyleyemiyorum… hele ki konuyu açar açmaz. Direkt söylemeden ama bu mesajı almasını sağlayacak şekilde de bir formül geliştiremedim. Laboratuvar çalışmalarımız sürüyor.

3. Bir de galiba feminist söylem beni biraz terörize etti. Ne yapsam, ne desem, sanki sarkıntılık ediyormuşum gibi hissediyorum. Bunu sona koyuyorum çünkü sanki önceki bahanelerim ortadan kalksa, bu o kadar da belirleyici olmazmış gibime geliyor. Yine de, diğer bahanelerim beni tanışmaktan alıkoyarken bu da önemli bir etken olarak hep aklımdan geçiyor.

Sonuç olarak, böyle ortalıkta gezinirken ilginç bulduğum, tanışmak istediğim, ama cesaretimi toplayıp iki kelam edemediğim insanlar oluyor. Ve elimden bir şey gelmiyor şimdilik.

Bitirmeden önce: Şimdi bu yazıyı “Evet ‘arkadaşlar’, buyurun hayallerime” yazısıyla birlikte düşünerek tekrardan okumanı öneririm. Çünkü aslında “tanışmak isteyip tanışamadığım” insanlardan bahsetmekle “sevişmek isteyip de söyleyemediğim” arkadaşlarımdan bahsetmek arasında ilginç bir paralellik var bence.

how to pick up