On beş yıldır ilişkilerim hep açık ilişki. Ama açık ilişkiden anladığım ve yaşadığım tabii ki zamanla değişti. Bunun yanı sıra, tabii ki “açık ilişki” diye genel-geçer bir kategori yok: her insanla yaşadığın şeyler, o insandan beklediklerin, o insanın senden bekledikleri falan değişiyor, dolayısıyla da açık ilişkinin tanımı pek de açık olamıyor.
Son açıklıkta ortalık karıştı. Yani daha doğrusu, ben berbat ettim işleri.
Geçen yıl görüşmeye başladığım yeni kişinin hayatıma yavaşça girmesi mümkün değildi. Bir yandan acayip bir çekim oluştu aramızda. Bir yandan da ortak ortamlarda bulunduğumuz için çokça birlikte zaman geçiriyorduk zaten. Böylece hayatıma girişi çok hızlı oldu. Normalde ben böyle şeylerde pek yavaşımdır. Ne kendi hislerimi anlarım, ne ne istediğimi ifade edebilirim, ne de karşımdakini anlarım. Tüm bunlar bir dünya duygusal emek gerektiren şeyler, benimse işim gücüm var bununla mı uğraşacağım yani?
Kriz şöyle ortaya çıktı: Birlikte yaşadığım uzun süreli partnerim olan kişi, bu yeni insanın ilişkimizi riske attığını hissetti. Yani zamanla yeni kişinin onun yerini alacağından korktu. Ben bu korkusunu pek paylaşmadım açıkçası, çünkü ben kiminle birlikte yaşamak istediğimi biliyorum bence. Aylarca, bu yeni ilişkinin bizim için ne anlama geldiğini konuştuk, ve ben pek de netlik getiremedim hislerime.
Eğer internette açık ilişkiler, çok-aşklılık gibi konularda bir şeyler okuduysan, hep bir “bolluk” rejiminden bahsederler. Sevginin peynir olmadığını, yani öyle bölüp paylaştırılınca biten sınırlı bir şey olmadığını söylerler. Birçok insanı birçok farklı şekillerde sevdiğimizi falan anlatırlar. Bunların hepsi doğru muhtemelen, ama kıt olan şeyleri görmezden gelince işler kolaylaşmıyor kendiliğinden. Zamanımız sınırlı. Mekanımız sınırlı. Enerjimiz sınırlı. Libidomuz sınırlı. Duygusal emek kapasitemiz sınırlı. Ay hele benimki hiç sorma.
İşte ben bu yeni ilişkiden ne istediğimi ve bu yeni ilişkinin nereye doğru gittiğini netleştiremedim. Bir yandan tabii ki çok nepnet olmam mümkün değildi çünkü keşif ve merak aşamasındaydım. Ama aynı zamanda paldır küldür başlayan heyecanlı bir ilişki esnasında asıl partnerime güven veremedim.
Böylece işte aylarca partnerim acı çekti, bense “ay aman kıskançlık ediyor” demediysem de “abartıyor canım bir şey olduğu yok” deyip geçiştirdim. Yani onun acısını hissetmedim ve meşru bulmadım. Bu ayların sonunda da “e sen benim canım acıdığında yanımda olmayacaksan sevgi dediğin ne ki?” dedi bana. Yani, benim sevgi dediğim şeyde empatik bir motivasyon olmadığını fark ettik. Sonrasında haftalarca bunu konuştuk.
Empati çok mu lazım? Bende az mı var?
Bu empati olayı önemli mi değil mi bilemiyorum, ama eğer ortada “Kadınların beyni erkeklerinkinden daha empatik.” diyen makaleler ve kitaplar varsa, muhtemelen toplumsal cinsiyet olayları devreye giriyordur. Duygusal emeği kadının erkekten “doğası gereği” daha iyi yaptığını söylemek tabii ki çok rahatlatıcı olurdu benim için. Böylece bu meseleyle uğraşmam gerekmezdi. Ama bunu diyecek olsam zaten bu bloğu da hiç açmazdım.
Konuya girelim. En az iki tür empati varmışmış.
Bilişsel (cognitive) empati, karşındakinin bakış açısını benimsemekle ilgili. Karşındakinin geçmişini ve bağlamını göz önünde bulundurarak, onun söylediği veya hissettiği şeyleri tahmin etmekle ilgili. Mesela bembeyaz bir Türk olsan bile, Kürdistan’dan bir arkadaşın Türkiye devleti hakkında konuştuğunda onun ev yıkan kardeş öldüren bir makineden bahsettiğini anlayabilirsin.
Duygusal (affective / emotional) empati, karşındakinin duygusal tepkisini paylaşmakla ilgili. Bu duygu yansıtması gibi, yani karşımızdakinin duygusunu doğrudan kendimizin hissetmesiyle ilgili. Bunu mesela film izlerken yaşıyoruz: baş karakterin canı acıyınca biz de üzülüyoruz, o korkunca biz de geriliyoruz.
Bence bende bilişsel empati var, çünkü bu stratejik olarak gerekli ve ben toplantılarda falan kullandığımı biliyorum. Karşımdaki kişinin kullandığı kelimeleri, yüz ifadesini, beden dilini anlayabiliyor, buna karşılık onu dilediğim şekilde etkileyecek sözcükleri, yüz ifadesini ve beden dilini kullanabiliyorum. (Uç örnek olsun: psikopatlarda tam da bilişsel olup duygusal olmayan empatiden bahsediliyor.)
Partnerimin canı acıyınca bunun bana dokunmadığından bahsetmiştim. Yani acaba bende duygusal empati mi eksik?
Bu da çok mantıklı gelmiyor bana, çünkü ben bayağı aktivist falan bir insanım. Başka insanların dertlerini ve acılarını anlamakla kalmıyorum, bu dert ve acılar beni üzüyor, kızdırıyor ve harekete geçiriyor.
Yine de bir fark var sanki.
Filipinler’deki bir fırtınada evini ve sevdiklerini kaybeden insanlarla empati kurabiliyorum. Filistin’de bombardımanlar yüzünden artık ev inşa etmekten vazgeçmiş insanlarla empati kurabiliyorum. Ya da en azından teoride empati kuruyorum diyelim. Çünkü ben aslında bu insanların hiçbirini tanımıyorum. Yaptığım şey biraz daha dolambaçlı. Önce bilişsel empatiyle onların bağlamına kendimi koyuyorum, sonra acıyla eşleşiyorum. Yani önce onların perspektifine geçiyorum (ya da işte geçtiğimi varsayıyorum diyelim, ben oturduğum yerden nasıl geçecekmişim onların yerine), sonra bu soyut adımdan sonra onların derdini tanıyorum.
Tanıdığım insanlarla bunu yapmıyorum pek.
Şöyle bir açıklama getirdim buna şimdilik: Aklımda “yüksek değerler” ve “alçak değerler” diye iki kategori var. Yüksek değerler muhtemelen politik, sosyoekonomik, felsefi konularla ilgili. Alçak değerler de muhtemelen kişisel ve kişiler arası konularla ilgili. Eğer bir duyguyu “yüksek” değerlerle ilişkilendiriyorsam, bu duyguyu “meşru” buluyorum ve böylece empatiye layık buluyorum. Eğer bir duyguyu “alçak” değerlerle ilişkilendiriyorsam, muhtemelen bu duyguyu bir çeşit kapris veya ayrıcalık olarak yorumlayıp görmezden geliyorum.
Yüksek değerler ve alçak değerler dediğim bu şeylerin toplumsal cinsiyetle tertemiz ayrıştığını fark ettim. Bir ev kadınının dertleri (ev işlerinden kaynaklanan dertleri) beni ilgilendirmiyor mesela, ama kur krizinden kaynaklı enflasyon beni ilgilendiriyor. COVID-19 kaynaklı ölümler beni ilgilendiriyor, ama bir arkadaşımın teyzesi ölmüşse onun tuttuğu yas bana hiç bulaşmıyor.
Sorunum empati eksikliği, ama bu empati eksikliğinin altında erkek olmam var.
Empatik olmam gerekmemiş pek. Niye gereksin ki? Başkaları bu işleri benim için yapmışlar hep.
Bunlardan bahsedeceğim önümüzdeki haftalarda. Seks, acı, ihanet, pek yakında! Bizden ayrılmayın!