Tag Archives: seks

Seksi ve öfkeli

Duygu yoksunuyuz. Daha doğrusu, ben duygu yoksunuyum ve bence “biz” erkekler de basbayağı duygu yoksunuyuz.

Bak çok iyi bildiğimiz bir duygu var. Öfke. Öfke ve kızgınlık, sınırlarımız aşıldığında yaşadığımız bir duygu. Sınır meselesi önemli, çünkü sınırlarını çizmek bir iktidar meselesi. Oğlan çocuklar, büyüyünce adam olacakları için, iktidarla haşır neşir olmayı bilsinler diye öfkeyi öğreniyorlar. Kendimin ve ilişkilerimin sınırlarını hep ben koymuşumdur. Yani sırf ben tek başıma koymuşumdur demiyorum tabii ki, ama sınırlar hiç benden bağımsız olarak belirlenmedi. Ve bu da süper normal bir şey benim için, bir kez olsun sorgulamadığım bir şey. Bu sınırlar aşılır gibi olunca pek öfkelenmiyorum, ama şaşırıyorum ve “Ay yok sen onu öyle yapamazsın.” deyiveriyorum. Mesela biri bana olur olmaz dokununca veya özel hayatımla ilgili soru sorunca, basitçe o kişiyi itiyorum sohbetten ve zamanla da hayatımdan. Bu benim öfke yönetiminde iyi olduğumu söyler.

Ama öfkeden başka duygularım pek yok. Yani, varlar da, o duyguları hep öfkeyle maskeliyorum.

Seksi örnekler vereyim sana bak. Etrafındaki birçok erkeğin de bunu böyle yaşadığına bahse girerim.

Birine sevişmeyi önerdim ve reddedildim. Kızarım.

Yatakta ters bir hareket yaptım ve partnerimin canını yaktım. Kendime kızarım.

Romantik bir akşam yemeğinden, saatlerce dans ettikten, sonra da evde öpüştükten ve okşaştıktan sonra, tam soyunmaya başlarken flörtüm benimle sevişmek istemediğini söyledi. Kızarım.

Sevişirken, penetrasyonun daha ilk dakikalarında boşaldım. Öfkelenirim.

Çünkü seks şiddetle ilgili bir şey.

Çünkü aslında her şey şiddetle ilgili.

Her şey, başını sonunu ortasını, hüküm ve koşullarını, amaç ve beklentilerini benim belirlediğim bir şey. Ben erkeğim ve sınır çizerim. Sınır çizerek kendimi tanımlarım ve kendimi ifade ederim.

Kızgınlık dışında bir duyguyla başemediğim için de, diğer tüm duygularımın üstünü öfkeyle kaplarım. Sonra o öfkeyi yönetirim, böylece de gerçek anlamda bir şiddet yaşanmaz. Ama asıl mesele de çözülmeden kalır. Bak aslında kızgınlığımın altındaki duygulara:

Birine sevişmeyi önerdim ve reddedildim. Üzülürüm. İstediğim bir şey olmadı.

Yatakta ters bir hareket yaptım ve partnerimin canını yaktım. Utanırım. Birine, istemeden de olsa, zarar verdim; kendimden beklemediğim bir davranış.

Romantik bir akşam yemeğinden, saatlerce dans ettikten, sonra da evde öpüştükten ve okşaştıktan sonra, tam soyunmaya başlarken flörtüm benimle sevişmek istemediğini söyledi. Kafam karışır. O ana kadar aldığımı sandığım sinyallerle şimdiki sinyal uyumlu değil. Bir yerde bir yanlış anlaşma olmuş.

Sevişirken, penetrasyonun daha ilk dakikalarında boşaldım. Hayal kırıklığına uğrarım. Daha uzun süre zevk almayı ve zevk vermeyi planlıyordum, ancak şimdi bu beklentim riske girdi.

Doğru duygularla muhatap olsam doğru eylemlere geçeceğim ve belki de sorunumu çözeceğim (veya azaltacağım, veya tekrar etmemesi için önlem alabileceğim). Ama o duyguyu maskeleyen öfkeyle muhatap olduğum için, sınırlarımı ve kendi bütünlüğümü yeniden kurunca sorun çözülmüş sayıyorum.

Sevişmek hep şiddetli bir şey zaten. Hep benim sınırlarımla ilgili bir şey. Neyin nasıl olması gerektiği, neyin iyi performans olduğu, neyin kabul edilebilir bir sonuç olduğu konusunda hep çok sağlam görüşlerim var. Nedense… Sanki pek iyi sevişirmişim gibi… Erkek olmak bedava işte.

Elisabetta Sirani, Timoclea Killing Her Rapist, 1659

Not: Zaten beğendiğim bir kadınla seks hepten benim “doğal hakkım” olduğundan, sınırları daha baştan ben çiziyorum. Erkek egemen toplumun bu sosyal ve politik bölümlerine girmiyorum bu yazıda izin verirsen.

Empati ve cinsellik

Partnerinin ses çıkarması, hırıldaması falan hoşuna gidiyor mu? Çığlık mığlık gibi porno taklidi şeyleri demiyorum. Daha insani, ne bileyim nefesinin hızlanması veya kaslarının gerilmesi gibi şeyleri kast ediyorum.

Soruyorum ama, benim yanıtım hazır. Hatta bak yanıtı 2014’te vermişim, sonra bir de utanmadan seçilmiş yazılar kutusuna koymuşum. Başka yazı okumana gerek yok: yanıtım evet.

Ama aslında yanıtım tam o kadar Evet olmayabilir. Biraz zor olacak anlatmam, ama tane tane anlatmayı denersem belki becerebilirim. Durum şu durum:

Benim yaptığım ve benim hoşuma giden ve beni heyecanlandıran bir etkinlik bulalım. Bak şu güzel. Ben üstteyim; aynadan her ikimizin de bedenlerimizi tamamen görebiliyorum; sol kolumun dirsek içiyle partnerimin bir bacağını kaldırmışım. (Daha yazarken bile heyecanlandım ayol. Sükunetimizi koruyalım lütfen, ciddi bir blog bu, sululuğa yer yok.) Bu pozisyondayız ve yavaş ritmik hareketlerle sevişiyoruz. Penetrasyona gerek bile yok, sürtünüyor olabiliriz, hatta iç çamaşırlarımızı çıkarmamış dahi olabiliriz. Şimdi, bu pozisyonda partnerim diyelim ki sırtımı kavrıyor veya zevk aldığını gösteren bir ses çıkarıyor. İşte bu beni çok heyecanlandırıyor (ve bu aslında bir problem çünkü benim erken boşalmayı çağrıştıran bir kaygı sorunum var). Bir çeşit pozitif geri bildirim döngüsüne giriyoruz böyle olunca. Eğer o anda boşalma gibi bir sorunun yoksa, gayet de eğlenceli bir cinsellik yaşayabilirsin.

Şimdi başka bir örnek vereyim.

Benim yaptığım ve benim hoşuma giden ama beni heyecanlandırmayan bir etkinlik bulalım. Partnerim sırt üstü yatmış; ben yanında diz çökmüş oturuyorum; bir elimle onun cinsel organına dokunuyorum, diğer elimle de saçına, göğüslerine falan. Şimdi bu pozisyonda diyelim ki partnerimin bedeni kasılıyor veya nefes alış verişleri hızlanıyor veya ses çıkarmaya başlıyor. Bu beni daha çok heyecanlandırmıyor. Bunu görmek ve izlemek hoşuma gidiyor tabii ki, zaten partnerime zevk vermek (partnerin tanımı gereği) arzu ettiğim bir şey. Ama onun duygularındaki değişim bana yansımıyor.

Bu ikinci durumda da negatif geri bildirim oluyor. Bir noktada partnerim beni görüyor ve benim ruh halimin sevişmeye ilk başladığımızdaki gibi olduğunu fark ediyor. Yani sakinim, şefkatliyim, sevgi doluyum falan ama gaza gelmiş değilim, muhtemelen ereksiyonum bile yok. Böyle olunca partnerim kaygılanıyor: bunu bir görev olarak mı yapıyorum acaba? sıkıldım mı? yoruldum mu? Bu düşünceler de onun heyecanını öldürüyor. (Bu yıllarca devam edince, artık cinselliğe başlamak bile gelmiyor içinden.)

Oysa onun duyguları bana bulaşsa, onun hissetiklerini yavaşça da olsa hissetmeye başlasam, bu sorunlar hiç olmayacak. Üstelik onun hissetiği şeyler bayağı eğlenceli duygular, ben de hissetmek isterim.

Onun hisleriyle doğrudan bir bağ kursam bunun performans açısından da faydası var bana. Ne zaman hızlanıp ne zaman yavaşlamam gerektiğini, ne zaman sert ne zaman hafifçe dokunmam gerektiğini doğru tespit edebilirim.

Empati deyip geçme, bak iki seksi önemini keşfettik dandik blogun kısacık yazısında.

Birincisi, bu geri bildirim olayları yüzünden, empatik bir ilişkinin cinselliği daha “sürdürülebilir” oluyor.

İkincisi, empati kurarsan, performansını arttırabilirsin.

Bunları diyorum da sanki ben yapıyormuşum gibi olmasın. Öyle yap böyle yap, demiyorum sana. Ay keşke şöyle böyle yapabilsem, diyorum kendime.

Bahar geldi, hala libidom düşük.

Nasıl olacak da olacak?

Kışın hadi havalar soğuk, kat kat giyiniyoruz. Dışarıda olsan paltolu kadının çekici bir yeri olsa da göremezsin, ev de soğuk zaten öyle ten tene dokunmak pek mümkün değil. Kışın libidom düşük oluyor genellikle, ona tamam.

Yazın da öyle sıcak oluyor ki bazen, sevişip bir de bu yüzden terlemeye üşeniyorum. Üstelik bir de sevişirken iyicene ısınıyoruz, hava zaten 35 derece, iyice bunaltıcı oluyor.

Ama bahar? Bahar gelince benim libidom normalde tavan yapar. Alçak tavanlı bir cinselliğim olduğunu kabul etsem de, yine de bir kış gibi olmaması lazım durumların. Cidden kaygılandım bak kendi hakkımda şimdi. Belki geçici bir şeydir, belki havaların ısınmalı soğumalı dalgalanması kafamı karıştırmış olabilir. Ama ya bu bir cinsellikten soğuma belirtisiyse? Ve hatta daha genel bir depresyon yolundaysam? Ay bir bu eksikti dert edilecek.

Bak bunları seninle paylaşıyorum, çünkü bu blog da sanki bu duruma katkıda bulunmış olabilir. Ergenlikte, porno ve arkadaşlar sağ olsunlar, seks benim başkalarına yaptığım şeylerden ibaretti. Mastürbasyon yaparken de genellikle bu açıdan, yeni benim hayal ettiğim (ve çoğunlukla tanıdığım bildiğim) o kadına neler yaptığımı gözümün önüne getirirdim.

Sonra biraz daha adam oldum, gerçek hayatta da cinsellik yaşadım az çok. Pek daha sonra, üniversitenin ortalarına doğru muhtemelen, duruma ayar gibi oldum. Bu konuyu düşünürken blogda da yazdım aklımdan geçenleri. Zamanla, seks, benim bir başkasıyla beraber yaptığım bir etkinlik olmaya başladı.

Bundan öyle kayda değer bir feminizm falan çıkmaz bence, ama şundan eminim: kadını nesneleştirmediğinde, cinsellik hem daha derin bir şey oluyor, hem de daha çok emek istiyor.

Libidoyla ilgili sorum biraz da bu: Böyle bir derinliğe ihtiyacım var mı? Ve bu kadar duygusal emek vermek istiyor muyum?

Derinliğe ihtiyacım var, ama cinsellik yoluyla sağlanması gerekmeyebilir. Zaten bir dünya performans kompleksim var. Derin ve sağlam bir ilişkiyi başka şekilde de kurabilirim. Duygusal emek hakkında da iki aydır yazıyorum (bak önceki yazılara dilersen), özetle: zahmetli bir şey ve çoğunlukla kadınların erkekler adına da yaptıkları bir şey – yani benim için ekstra zor: hem yapmayı öğrenmek zahmeti var, hem de sonra emeğin kendisi var. Kim uğraşacak bunlarla? Hadi diyelim ki uğraşacağım, niye bunu seks gibi kaygan bir zeminde yapayım?

Ayrıca benim libidom hep de düşük olmuştur. Hiçbir partnerimin cinsellik talebini karşılayabildiğimi hatırlamıyorum – üstelik burada niteliği görmezden gelsek de, nicelik olarak bile arz talep dengesi kurulmamıştır hiç.

Sorularım çok genel, ve de yanıtım yok. Hayattan mı soğudum? Cinsellikten mi soğudum? Uğraşasım mı yok? COVID-19’un bir yan etkisi olabilir mi? (Yani, virüsün fizyolojik etkisi olabileceği gibi, aylarca evde kalmanın psikolojik etkisi de olabilir.) Yeni bir partnerim olsa durum değişir mi? Reddedilmekten sıkıldım da içime mi kapandım? Geçici bir durum mu, kalıcı mı?

Acaba başka erkekler de benzer şeyler yaşıyorlar mı? Yaşıyorlarsa, nasıl tepki veriyorlar? Ne yapıyorlar konuyla ilgili?

Sado-mazo güven

Blogun ilk aylarında, bilmediğim konular hakkında yazıyordum daha çok. Hakkında ilk kez düşünmeye başladığım konularda, bu ilk düşüncelerimi dağınık bir biçimde buraya koyuyordum. Sonrasında yavaş yavaş, okuduğum şeyleri paylaşmaya, sonra da biraz olsun araştırdığım şeyleri yazmaya başladım.

Bugünlük, fabrika ayarlarına dönüyoruz.

Bir partnerimin cinsellikle ilgili sorunları var. Bu sorunlar, geçmiş sevgililerinin ısrarcı, manipülatör ve şiddetli davranışlarından kaynaklanıyor genel olarak. Sevişirken kendini serbest bırakamıyor, çünkü partnerinin onu kullandığı hissi geliyor sürekli. Adamın sevişirken onu incitmesine de gerek yok. Daha genel bir his bu: erkeklerin onunla o olduğu için değil, sevişmek/eğlenmek için birlikte oldukları sezgisiyle yaşıyor.

Bu sezgiyi anlıyorum, çünkü bütün lise ve bir kısım üniversite yıllarımda o gözle baktığım onlarca kadın oldu. Tabii bu kadınların hepsi beni reddettikleri için benim bu gözümün kimseye çok ciddi bir zararı olmadı, ama etrafımdaki (reddedilmeyen) erkekler de benden farklı değillerdi – zaten hepimiz birbirimizden öğreniyorduk.

Bu korkunun sonuçlarından biri, penetrasyon veya oral seks gibi şeylerin devre dışı kalması. Hatta benim ona oral seks yapmam bile sorunlu, çünkü beni göremediği ve bana sarılamadığı zaman bu düşüncelerin başına üşüşmesi daha muhtemel. Başka bir sonucu da, seksin ortasında olaya hepten yabancılaşması ve bir mola istemesi.

Eğer bu blogdaki diğer yazılarımı okuduysan, benim kendi cinselliğimle de pek öyle barışık olmadığımı biliyorsundur. Partnerimin bu korkuları, benim kaygılarıma gayet uygun bir biçimde eşlik ediyorlar. Sanki ben çok sağlıklıymışım da sorunlu bir partner bulmuşum gibi anlaşılmasın yani yukarıdakiler.

Neyse işte, ortada genelleşmiş bir güven sorunu var ve nasıl aşacağımızı bilemiyoruz. Benim aklıma gelen ve yaptığım şeyler, ağırdan almak, her yeni şey için her seferinde açıkça rıza istemek, cinselliğin sonunda olup bitenler hakkında sakinca konuşmak ve nasıl hissettiğini dinlemek. Bu yaptıklarım sayesinde, krizsiz bir cinselliğimiz olmasına katkıda bulunuyorum, ama nasıl güven inşa edilir ben de bilemiyorum.

İşte bu bağlamda, neredeyse durup dururken, geldi bana BDSM’den bahsetti. Bir arkadaşıyla konuşuyormuş bir güven, bağlanma ve kendini serbest bırakma konularını. Arkadaşı önermiş. BDSM nedir bildiğini varsaymayacağım; Wikipedia diyor ki “involving bondage, discipline, dominance and submission, sadomasochism”. Yani esaret, disiplin, tahakküm, boyun eğme, sadomazoşizm gibi etkinlikleri içeriyormuş.

Arkadaşı bu konuyu acayip fanteziler yaşayalım diye değil, herhangi küçücük bir etkinliği bile yapmadan önce bir dünya anlaşma yapman gerektiği için ve sonrasında da her iki tarafında bu anlaşmalara sadık kalacağına güvendiğin için önermişmiş. Yani cinselliği bizim yaşadığımız gibi paldır küldür değil de, önce müzakere masasında o günkü sınırlarımızı tartışarak yaşarsak, belki güven inşa edebileceğimizi söylüyor.

Senden gizli saklım yok. BDSM benim için, porno sitesinde ben istemesem de sağda solda beliren bir kategoriden ibaret. Bundan başka ne bilirim, ne de ilgilenirim. Şimdiye kadar hiç “ay bu neymiş ki” deyip bakmışlığım da yok. Konu seks olunca, vanillayım ben bildiğin.

Zaten ilk tepkim de o oldu: “Ay ben vanillayım ayol, ne anlarım bu işlerden?” dedim. Hala da kafam karışık. Benim yapabileceğim bir şey değil gibi sanki. Ne kendimi birine öylece teslim edecek kadar güvenirim, ne de başka biriyle sevişirken yanlış bir şey yapmayacağıma.

Durup dururken bizi tehlikeli sulara atıyormuş gibi hissettim yani. Ama tabii onun açısından bakınca, tüm cinsellik başlı başına tehlikeli sulardan ibaret ve bu su hakkında oturup ciddi ciddi konuşabilmemiz lazım bir yolunu bulup.

Şimdilik konu askıda kaldı. O biraz bakacak neyin ne olduğuna. Sonra tekrar konuşacağız.

Sen de tacizcinin tamamlayıcısı rolünde misin benim gibi?

Ben erkeğim. Bildiğin düz erkek.

Erkek doğdum erkek yaşarım. Kime ne, kime ne?

Neyse ki kimsenin sorduğu sorguladığı yok.

Ama böyle olunca, ne yaptığımın farkına varmıyorum zaman zaman. Yani, ne yaptığımı biliyorum, ama yaptığımın anlamını bilemiyorum. İki örnek vereyim sana:

Evdesin sevgilinle. Belki oturma odasında bir şeyler yapıyor, diyelim ki raflardaki kitapları kurcalıyor ayakta. Arkasından yavaşça yaklaşıp sarılıyorsun beline. Belki boynunu kokluyorsun sonra.

Ne romantik, değil mi?

Bilmem ki… Devam edelim örneğe.

Belki geçen hafta iş yorgunu eve dönüş yolunda, metrobüste kitap okurken fortçunun biri tam da bunu yaptıysa? Ve belki sevgilin uzaklaşmaya çalışınca adam ısrarla arkasından geldiyse? Ya bu deneyimi ona akşam vakti evinin ortasında (güvenli saydığı bir yerde) ona yeniden yaşatıyorsan?

“Belki” diyorum ya, aslında “muhtemelen” demem lazım. Geçen hafta değilse geçen ay. Sor bak etrafındaki kadınlara dolu metrobüste bunu yaşamayan var mı diye. Ben kategorik olarak dolu metrobüse binmeyen kadınlar tanıyorum.

İkinci örneğim seksle ilgili olacaktı, ama yazdım yazdım sildim. Dilimi döndürüp düzgünce yazamadım işte, anla. İkinci örneği sen yaz aslında. Sevişirken o çok sevdiğin şey var ya, artık bilemiyorum özel bir pozisyon mudur, oral mı olur, alengirli bir fantezi mi olur. Şimdi onu ilk kez yaparken hayal et kendini. Yataktasınız ve olayın heyecanıyla inisiyatif alıp deniyorsun.

Sonra şuna bak bir: Kız çocukların yüzde 11’i, veya yüzde 20’si, veya yüzde 33’ü cinsel tacize maruz kalmışlar. Üstelik bunlar Türkiye istatistiği değil. Dünya ortalaması hiç değil. O severek yaptığın seksi şeyi bir dayının, amcanın, kuzenin ona yapmış olması ihtimali çok yüksek.

Bu hikayeleri sana “ay erkek egemen toplum ne berbat bir şey, değil mi yoldaşlar?” diye vahvahlanalım diye anlatmıyorum. Berbat bir şey, evet, ama biz bu berbat şeyin aktif üyeleriyiz. Hayatında hiç kimseyi hiç taciz etmediğini dahi varsaysam, durum değişmiyor.

Ben bu yukarıda verdiğim gibi örnekleri yaptım partnerlerimle. Bu örnekler onlarda geçmiş deneyimi tetikledi. Ve onların iyileşme sürecini baltaladım. Bu baltalama kısmını ben yaptım, başka kimse değil: aktiften kastım bu. Üstelik evin oturma odası, yatağımız gibi ilişkimizde düzenli paylaştığımız yerleri şimdi taciz deneyimiyle ilişkilendirmiş oldum. Bu ilişkilendirmeyi de ben yaptım, metrobüsteki hıyar değil: aktiften kastım bu.

Halbuki insan sorabilir önce. Evet, benim gibi öküzsen ve bu konuları nazikçe açıp kapatmayı bilmiyorsan, sormak çok garip ve münasebetsiz olabilir. Üstelik romantizmin de içine etme riski var.

Neden bunları önceden tahmin edemiyorum? Yüzlerce haber, binlerce forum iletisi okudum, onlarca şahsi hikaye dinledim. Duyarsız bir hödük de değilim sanki. Peki neden bunları etrafımdaki gerçek kadınlarla ilişkilendirmiyorum? İlişkilendiremiyor muyum yoksa? Bak yine empatiye geldik.

Önceki yazıda hatırlarsan empatiyi engelleyen konulardan birinin mesafe olduğundan bahsetmiştim. Kadınla erkek arasındaki toplumsal cinsiyet mesafesi gerçekten de Mars’la Venüs arasındaki mesafeyi andırıyor.

Bu mesafeyi kapatmak için (ve daha genel anlamda empati kurmak için) geliştirilebilecek alışkanlıklar var. Biraz bunlardan bahsedesim var bugün. (Günün kitabı, Roman Krznaric’in yazdığı Empathy.)

Deneyimsel maceralar

Başkalarının neyi nasıl deneyimlediğini onlarla birlikte öğrenmek ve empati becerilerimizi geliştirmek için üç yöntem varmış.

  • İçine gömülme / Immersion: Hani aktörlerin canlandırdıkları karakteri anlamak için bütün hayatlarını değiştirdikleri örnekler var ya, öyle şeyler bunlar. Mesela kör bir karakteri canlandıracaksa set dışındaki bütün hayatını da gözleri kapalı geçiren insanlar var aylarca. Yani o kişinin içine gömülüp, onun deneyimini doğrudan yaşamaya çalışmaya dayalı bu yöntem.
  • Keşif / Exploration: Bu yöntemde, deneyimini doğrudan yaşamak için değil, farklı deneyimleri ve insanları kendi bağlamları içinde keşfediyorsun. Belki de en güzel örnek Che’nin motosikletle Latin Amerika gezisi. Halkla doğrudan temas ederek toplumsal gerçeklikle tanışıyor.
  • İşbirliği / Cooperation: Senden farklı insanlarla bir şeyler yaparak da onları tanıyabilirsin. Bunun en güzel örneği, bir felaketin sonunda bir araya gelip sorunlarını çözen insanlar.
    Bunu New York’taki ikiz kule saldırısı sonrasında gözlemlemişler. O kriz anını anlatan insanlar kimin kime nasıl su verdiğini, yarasına merhem sürdüğünü, yoldan geçen birinin abur cubur dağıttığını falan anlatırken mutlu oluyorlarmış. Trajik bir durum ama bir çeşit bir araya gelme ve dayanışma hissi aslında insanlara insanlıklarını hatırlatıyor. Benzer örnekler deprem ve yangın anlarında Türkiye’de de oluyor sanki.

Toplumsal cinsiyet mesafesini bu deneyimsel maceralarla aşmama imkan yok.

Belki kadınlarla birlikte aktivizm yapınca bir şeyler öğrenebilirim, ama aktivizmden öğrendiklerimden romantik ve seks hayatımı geliştirmeye giden yol uzun.

Sohbet zanaati

Muhabbet açma ve karşındakini dinleme becerisi hepimizde biraz var, bunu bir alışkanlık haline getirerek çeşit çeşit insanlar hakkında birçok şey öğrenebilirmişiz.

Bu da pek uymuyor durumuma. Çünkü denedim ve çuvalladım.

Etrafımdaki kadınlarla öylesine konu açıp nelerin travma tetiklediğini öğrenmek bir mayın tarlası. Öncelikle, kadının bunu konuşmak isteyip istemediğini anlamak zor, ve ısrar ediyor pozisyonda kalmak istemem. İkincisi, bunu konuşmanın kendisi travmayı tetikleyebiliyor. Bunları böyle “olabiliyor” diye anlatıyorum ama yanıltmayayım seni. Bunlar olabildiler, oldular, bizzat benim başıma geldiler. Daha doğrusu, ben bizzat bunu başkalarının başına geldirttim.

Oturduğun yerde geziye çıkmak

Son çaremiz, kimseye bulaşmadan sanat sepete bulaşmak. Tiyatro, sinema, fotoğraf, edebiyat ve internetteki zımbırtılar empatiyi güçlendirebilirler. (Bak sen bu blogu okuyarak erkek cinselliği hakkında benimle empati falan kuruyor olabilirsin mesela.)

Burası sağlam liman.

İlk aklıma gelen, Naomi Alderman’ın The Power romanı oldu. Ama biraz daha düşününce, yıllar önce okuduğum Orhan Kemal’in Tersine Dünya‘sını hatırladım. Konuları birbirine çok uzak değil. Henüz okumadıysan, Tersine Dünya’da erkek ve kadın rolleri değişmiştir ve gündelik hayattan kesitler verilir.

Bu iki kitap arasında iki ciddi fark var. İlki drama, ikincisi komedi. İlkinin yazarı kadın, ikincisininki erkek.

Erkek yazarın konuyu mizah unsuruyla yumuşatması aslında erkeklerin birbirine karşı nazik ve hoşgörülü olmalarının bir sonucu olabilir gibi. Ben ergendim o kitabı okuduğumda. Onlarca yıl geçmiş, hala hatırladığıma göre beğenmişim üstelik. Ama hiç de şahsen bana dokunmadı. Komedinin böyle bir kolaya kaçar yanı var. Sanki seninle ilgili değilmiş gibi bir izlenim uyandırıyor.

Okumanın izlemenin kendisi otomatik olarak empatiyi geliştirmiyor, çünkü o kitapları okuyup o filmleri izlerken hala erkek olarak izliyorum. Yani neyin bana dokunup dokunmayacağına hala ben karar veriyorum.

Neyin nerede ters gittiğini anlamam lazım. Okumaya ve yazmaya devam öyleyse.

Empati seksi bir şey mi?

Empatik misin? Ben değilmişim. Öyle diyorlar. Ben inanmıyorum onların lafına.

Empatiyi iki açıdan anlatıyorlar: başkasının perspektifinden bakmak ve başkasıyla duygudaşlık yaratmak. Perspektif olayında onların bağlamını anlamak, düşünce ve hislerini besleyen geçmiş deneyimleri tahmin etmek gibi şeyler var. Duygudaşlık derken de, onların hissettiklerini senin de derinden hissetmenden bahsediyorum.

Bence bunlar bende var. Ama iki ciddi durumda hiç de empatik olmadım / olmayageldim: bunlardan biri cinsellik, diğeri de açık ilişki konusunda.

Empatik cinsellik

Cinsellikte empati yoksunluğumdan birlikte olduğum hemen herkes şikayet ediyor.

Önce şuradan başlayayım: öküz değilim, partnerimin zevk alması ve tatmin olması baş önceliğim. Bunu böyle söyleyince çok mekanik bir “yapılacaklar listesi”nde üstü çizilecek bir şeymiş gibi oldu. (Bu konuda çok yazdım, onlara bak zamanın olursa.)

Şikayet emek sarf etmememden değil. Şikayet, partnerime zevk vermekten zevk almamam. Yani, soyut olarak eğlenceli bulsam da, rasyonel olarak yapmak istesem de, faaliyetin doğrudan kendisinden zevk almayışım. Parmak da kullansam dil de kullansam partnerimde sanki bir görev yerine getiriyormuşum hissi uyandırıyorum. Öyle olunca da partnerim çabucak orgazm olması gerekiyormuş gibi bir strese giriyor.

Buradaki duygudaşlık eksikliğini görüyor musun? O zevk alıyor, ben o zevkten hiçbir şey anlamıyorum.

Empatik açık ilişki

Açık ilişkide de zevk değil acı ile ilgili aynı şey oluyor bana.

Uzun uzun açık ilişki anlatmayacağım şimdi sana. Özetle, açık ilişkiyi “doğal olarak” kıskançlık duymayan insanların yaşadığı doğru değil. Kıskançlık bir eylem. Bu eylemin altında ıstırap, endişe, kaybetme korkusu duyguları var. Bu duyguları hepimiz yaşıyoruz farklı ölçülerde. Bu duyguların altında da güvenlik, güven duyma ve istikar ihtiyaçları var. İhtiyaçlar karşılanmayınca duygularımız kendilerini eylemlerde dışa vuruyorlar. İhtiyaçlar evrensel, duygular kişiye has, davranışlar ise bizim tercihimiz. Davranışlarımız sırf anlık duygularımızla belirlenmiyorlar.

Ay ne uzun özet oldu. Demem o ki: ben on küsür yıldır açık ilişki yaşıyorum, ve hiç de öyle duygusal olarak kolay bir şey değil. Hepimiz hep güvensiz hissediyoruz. Partnerim başkasıyla çıkınca korkuyorum. Ben çıkınca o korkuyor. Bu diğer insanlarla işler ciddileşince panik oluyoruz. Bunların hepsi oluyor. Ve bunların ciddi bir kısmı geçen yıl oldu benim ilişkimde.

Görüşmeye başladığım bir kişiyle sık görüşür oldum, çok şey paylaşır oldum. Asli partnerim de neler olup bittiğini anlamaya çalışıp bana sorular sordu. Ben bu sorulara düzgünce yanıt veremedim, çünkü yanıtları bilmiyordum ve yanıt vermem gerektiğini hissetmedim. Böylece partnerim çok acı çekti ve ben bunu geçiştirdim.

En çok sevdiğim insanın acısını hissetmedim içimde. Yine duygudaşlık eksikliği bak.

Bu konuları anlamak için Roman Krznaric’in Empathy kitabını okudum.

Neler empatiye engel olur?

Diyor ki, empatiyi engelleyen dört sosyal bariyer varmış: önyargı, otorite, mesafe ve inkar.

Önyargı bildiğin şey.

Otoriteden kasıt mesela polisin emirlere uyması ve böylece kendi davranışıyla bu davranışların sonuçları arasındaki sorumluluğunu görmezden gelmesi.

Mesafeden birçok şey anlaşılabilir: fiziksel mesafe (“ay bana ne Filistin’de ne oluyorsa oluyor”) ve zamansal mesafe (“gelecek nesiller kuraklıktan aç kalacakmışsa ne olmuş yani”), sosyal mesafe (“ekmek alamıyorlarsa pasta yesinler”) empati önünde engel olabilir.

İnkar daha tuhaf: duygudaşlıktan kaçmak değil de, o duygunun o kişide olduğunu toptan reddetmek gibi bir şey. Bu sonuncunun bir sebebi, empati yorgunluğu (her gün onlarca felaket haberi okuyunca bir süre sonra etkilenmemek).

Bu engelleri nasıl aşarız?

Krznaric üç yöntem öneriyor bu engelleri aşmak için:

1. Ötekileştirmeden kaçınıp karşımızdaki kişiyi yeniden insanlaştırmak: onun bireyliğini ve öznelliğini tanımak.

Şöyle sorular sorabilirmişiz kendimize:

  • İnsanların seninle ilgili ne gibi varsayımlar yaptığını düşünüyorsun? Bunlar ne kadar doğru sence?
  • Biriyle ilgili yanlış yargı veya varsayımda bulunduğun üç örnek düşün. Bu hatanın sonuçları ne oldu?
  • Başkalarıyla ilgili ne sıklıkla varsayımda bulunuyorsun? Hangi çeşit insanlarla ilgili varsayımda bulunuyorsun?

2. Karşımızdaki kişiyle paylaştığımız (ve paylaşmadığımız) şeylerin farkına varmak.

Burada “Sana nasıl davranılmasını istiyorsan insanlara öyle davran.” kuralının ötesinde geçip “İnsanlara, kendilerine nasıl davranılmasını istiyorlarsa öyle davran.” kuralını koyuyor.

3. Düşmanımızla empati kurmak.

Bu yöntem, anlama ve yargılama arasındaki mesafeyi açıyor. Karşımızdaki kişiyi anlamak için çaba sarf edebiliriz ve bu sürecin sonunda hala onların ırkçı şakalarını yargılayabiliriz.

Tüm bunlardan bana ne?

Ben partnerimin ne duygusuna ne zevkine kafa yoruyorum.

Bunun sebebi önyargı veya otorite değil.

Biraz inkar var ama daha genel anlamda: ben genel olarak cinselliği pek ciddiye almıyorum ve duyguları da geçiştirmeye meyilliyim. Yani sadece onun duygularıyla ilişkilenmek değil mesele, kendi duygularımı da sallamıyorum genellikle.

Sosyal mesafe açık ara önde geliyor tabii ki açıklamada. Erkek olduğuma göre, cinsellikte de “egemen” taraftayım. Bu bana öyle çok ciddi fırsatlar ve iktidar vermiyor. Ama cinsellikle ilgili hiçbir travmam olmamasını sağlıyor. Cinsellik benim için konulardan bir konu. Duygularda da durum aynı: neredeyse hiç duygusal emek sarf etmem gerekmiyor sosyalleşirken.

Böyle olunca bu kitabın önerdiği yöntemler işe yaramıyorlar. Mesele karşımdaki kişiyi ötekileştirmem değil, bencillik de değil. Mesele yapısal ve de toplumsal.

Bunlarla ilgili ne yapabileceğimi merak ettim şimdi bak. Feminist devrim olsa güzel olur, ama onu yapana kadar ben ne yapabilirim?